25. Söz ışığında İslam ve Batı ailesi

YİĞİDO

Üye
Kademeli
25. Söz ışığında İslam ve Batı ailesi
18 Temmuz 2011 Pazartesi 06:25
Bediüzzaman Said Nursî, Kur’an’ın i’cazını ispatladığı Yirmi Beşinci Söz’de Kur’an medeniyetiyle Batı uygarlığı arasındaki temel zıtlaşma noktalarını harikulâde bir vuzuhla özetledikten sonra, doğrudan gündelik hayata temas eden dört örnek karşılaştırmada bulunur. Bu dört örnek karşılaştırmadan üçünün aile hayatına dair olması ise oldukça anlamlıdır.

Kur’an’ın i’cazını ispata adanmış “Yirmi Beşinci Söz”ün sayfaları arasında dolaşırken, Kur’an’ın ona gereğince talebe olabilen bir insanın bakışına nasıl bir dikkat ve derinlik kazandırdığını da anlama imkânı buluruz. Bu geniş ve derin risalenin içinde hele öyle bir bölüm vardır ki, bir Kur’an talebesi olarak Bediüzzaman’ın ‘müceddit’liğinin de ispatı niteliğindedir.
İlgili bahiste Bediüzzaman, Kur’an’ın Ümmi Nebi’nin (a.s.m.) kendi sözleri olduğunu iddia eden münkirlere cevaben Âlemler Rabbi’nin (c.c.) “Öyleyse, siz de bir benzerini getirin” diye meydan okuyuşunu, sadece o günün müşriklerini ve münkirlerini değil, bugünün müşrik ve münkirlerini de içerecek şekilde tefsir eder.
Âlemler Rabbi “İnsanlar ve cinler bir araya gelip birbirlerine yardım etseler, yine Kur’an’ın mislini getiremezler” diye meydan okurken (bkz. İsra, 17:88), Bediüzzaman’ın ifadesiyle ”nev’-i beşerin, belki cinnilerin de netice-i efkârları olan medeniyet-i hâzıra“, Kur’an’ın bu meydan okuyuşuna güya ”Kur’an’ın hükümlerinin mislini getirerek” cevap verme çabasında ve iddiasındadır.
Bu ifadelerinden anlaşıldığı üzere, Bediüzzaman bütün dünyayı hâkimiyeti altına alma gayretindeki Batı uygarlığında şu özellikleri tespit etmektedir:
1- Bu uygarlık, Kur’an’ın semavî hükümlerine karşı beşerin arzî hükümleriyle meydan okuma, ”Kur’anî medeniyet”e bir cevap ve alternatif oluşturma iddiasındadır.
2- Batı uygarlığı, bu uğurda vahiyden kopuk bütün görüş ve anlayışları harmanlamış; bir anlamda, söz konusu iddiasını ispat çabası içerisinde ”bütün insanlar”ı yardıma çağırmıştır.
3- Batı uygarlığını, sadece vahyi reddeden insanların beraberliği olarak açıklamak yeterli değildir; ”belki cinnilerin de” ifadesinden anlaşıldığı üzere, bu uygarlığın ”şeytanî” bir tarafı da vardır. Bir bakıma, Batı uygarlığı, insî ve cinnî tâbileriyle İblis’in Kur’an’a karşı son ve en büyük huruç harekâtı niteliğindedir.
Batı karşısında mağlup bir zihin ve yorgun bir ruh hali içinde orada pişirilip servis edilen her şeyi kabule yatkın nicelerinin yaşıyor olduğu İslam coğrafyasında Bediüzzaman’ın bu ”medeniyet-i hâzıra” yorumu, ziyadesiyle uyarıcı ve uyandırıcı bir mahiyet arz eder.
Demek ki, müminler, Batı’dan gelen her şeyi ”insanlığın ortak mirası” gibi görüp almadan önce, ”nev’-i beşerin, belki cinnilerin de netice-i efkârları” olan bu uygarlığın ‘“İnsanlar ve cinler bir araya gelip birbirlerine yardım etseler, yine Kur’an’ın mislini getiremezler” ilahî meydan okumasına beşerî, belki şeytanî bir cevap verme çabasını göz önüne alma durumundadırlar.

Batı’nın aile acziyeti
Nitekim Bediüzzaman, ilgili bahsin ilerleyen satırlarında Kur’an medeniyetiyle Batı uygarlığı arasındaki temel zıtlaşma noktalarını harikulade bir vuzuhla özetledikten sonra, doğrudan gündelik hayata temas eden birkaç örnek karşılaştırmada bulunur. Bediüzzaman’ın burada kullandığı dört örneğin birinin doğrudan ”sosyo-ekonomik” hayatla, üçünün ise ”aile”yle ilgili olması ise bilhassa manidardır. Daha da manidarı, ”aile”ye dair bu üç meselenin, Batı uygarlığının sözcülerinin İslam’a yönelik saldırılarında en ziyade öne çıkan konular olmasıdır. Bediüzzaman, Kur’an’ın i’cazını, kendilerini Kur’an’a karşı en güçlü hissettikleri bu üç konuda Batı uygarlığının sergilediği aczi ortaya koyarak ispatlamaktadır.
Bediüzzaman’ın Kur’an medeniyetiyle Batı uygarlığı arasında bir karşılaştırma yaparken kullandığı dört örnekten üçü doğrudan aile hayatıyla ilgilidir. Bunlardan biri tesettür emri, diğeri ”taaddüd-ü zevcat” izni, üçüncüsü mirasın erkek ve kız çocukları arasında farklı oranlarda pay edilmesidir. Ki modern zamanlarda yaşayan her mümin, Kur’an’ın zamanlar ve mekânlar üstü hitabının ”devrinin geçtiği”ni söylemeye yeltenen ağızların faiz yasağıyla birlikte en ziyade bu hükümler üzerinden İslam’a laf söylüyor olduklarını tecrübe etmektedir.
Gelin görün ki, üçü de aile hayatını doğrudan ilgilendiren bu üç konuda Kur’an’a laf söyleyen Batı’nın sözümona ”Kur’an’a alternatif” olarak sunduğu hükümleriyle nasıl bir aile ve toplum hayatı sunduğuna bakıldığında, yine onların acziyle birlikte Kur’an’ın i’cazı açıkça görülmektedir.
Batı uygarlığı Ay’a insan taşıyan veya uzayın derinliklerine doğru yol alıp dünyaya fotoğraflar gönderebilen araçlar yapmış, atomu parçalayıp partikülleri hızlandırmayı başarmış, daha nice teknoloji harikasıyla insanlığın önünde arz-ı endam etmiş; ama insanların iç dünyasında huzur ve sükûnun tesisi, mutlu bir aile hayatı, ahenkli bir sosyal hayat inşasında tam bir başarısızlığa duçar kalmıştır. Kişi, aile ve toplum, hele ki eğitim üzerine bu kadar sermaye, emek ve zaman sarf edilmesine; adeta bir akademisyen ordusunun psikoloji, sosyoloji, antropoloji, psikiyatri diye uzayıp giden nice disiplin içerisinde bu konuda ziyadesiyle detaylı çalışmalar yürütmesine rağmen, vakıa budur. Bu kadar araştırmaya, bu araştırmalardan elde edilen bu kadar bulgu ve bilgiye, bu bulgu ve bilgilerden hareketle dile getirilen bunca düşünceye ve bu düşünceleri bir kanun hükmüne dönüştüren böylesine güçlü devlet mekanizmalarına rağmen, ortada kocaman bir sıfır vardır.
Kur’an’ın özellikle de aile ve kadına dair hükümlerini İslam’a saldırı sebebi kılan Batı uygarlığı, uyumlu ve kalıcı evlilikler, çocuk eğitimi, kardeşler arası beraberlik ve dayanışma; dolayısıyla ahenkli bir sosyal hayat tesisi noktasında tam bir başarısızlık anıtı durumundadır. Oysa onun ”geri” gördüğü İslam toplumu, Batı’dan gelen asırlık saldırılarla aldığı büyük darbelere rağmen, insanî vasıflar, aile hayatı ve sosyal dayanışma itibarıyla hâlâ daha Batı’dan fersah fersah ileri durumdadır.
Batı’da hayatlar Batı’nın parçalamakla övündüğü atomdan daha beter halde parçalanmış durumda iken; uğradığı bütün saldırılara ve bu saldırıların yol açtığı aşınmalara rağmen Müslüman toplumlarda kişiler, eşler ve kardeşler daha diğerkâm, daha huzurlu ve daha dengeli bir hayat yaşamaktadır. Keza, aile hayatını mahveden ahlakî düşkünlüklere ve sefihliklere, uğradığı her türlü darbeye rağmen, ilgili Kur’an hükümlerine en azından bir derece tâbi ve teslim olunabildiği için, Müslüman toplumlarında daha az rastlanmaktadır.

Günümüz Müslüman’ına ikaz
Bediüzzaman’ın, “Yirmi Beşinci Söz” gibi bir şaheserde ”beşerin aczi”ne karşı ”Kur’an’ın i’cazı”nı ispat ederken verdiği örneklerin daha ziyade aileye dair olmasının, biz bugünün müminlerine bakan bir tarafı da vardır. Çünkü, Kur’an’ın esaslarına karşı Batı’dan gelen saldırı ziyadesiyle kuvvetli olduğu için, zayıf vaktinde müminlerin nefislerini, akıllarını ve hatta kalplerini de etkisi altına almaktadır. Nitekim kendisini imanla ve İslam’la tarif ettiği halde, iş bu imanın hayata, hele ki aile hayatına taşınmasına geldiğinde Batılı anlayış ve tarzların etkisi altında Kur’an’ın ölçülerine karşı zihinsel ve fiilî direnç sergileyen çok sayıda insan bulunmaktadır.
Başka kanalların yanı sıra özellikle filmler ve dizilerle hayatlarımıza giren Batılı ”görenek”i ikame uğruna, aile hayatına dair nice Kur’anî ölçü ”gelenek” diye kenara itilir durumdadır. Nice zihinlerde, Kur’an’ın ve sünnetin bu konuda söyledikleri değil; Batılı psikoloji, sosyoloji, pedagoji, psikiyatri vs.nin söyledikleri ”müsellem” birer esas durumundadır. Bunun sonucu ise, kişilerin, ailelerin ve toplumların Batı’da yaşadıklarının giderek Müslüman topraklarda da yaşanmaya başlamasıdır.
Tam da bu sebepten, Bediüzzaman’ın Âlemler Rabbi’nin zamanlar ve mekânlar üstü ezelî hitabı olarak Kur’an’ıyla ortaya koyduğu ölçülere itaat ve riayet hususunda ortaya koyduğu yaklaşım uyarıcı ve uyandırıcıdır. Bu uyarı ise, aile hayatına dair bir Kur’an ayetinin sonunda Âlemler Rabbi’nin buyurduğu bir hakikatten kuvvet almaktadır: “Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.” (Bakara, 2:216)
 
Üst