Ah babam!
Ne yolculuktu ama...
Uçağa zor yetişmiştim...
Beni çağırıyorlardı...
Ama neden?
Bilmiyordum...
. . .
Çağrıldığıma göre önemliydi...
Hem de çok önemliydi...
Yoksa kolay kolay çağırmazlardı... Çağıramazlardı...
Bir saatlik taksi yolculuğu...
Beni vaktinde yetiştirmeye çalışan pozlarda ama aslında umursamaz bir şoför ve teypte anlamsız bir türkü...
Beynim durdu...
Milyon ihtimal birbiriyle bağlandı, birbiriyle kesişti ve netice:
Ya müjde, ya ölüm...
Neticeye baktım ve bir kenara koydum...
Saate bakmak daha mantıklıydı...
Uçağa az vardı...
Yetişmek zorundaydım...
Şoför ilginç bir adamdı... Dışarısı öyle...
Asfalt berbat...
Otomobil kevgir...
Gidiyordum...
Ya müjde, ya ölüm...
. . .
Uçak...
Her şey yirmibeş dakika sonra...
Uçaktan ineceğim...
Çıkış kapısının önünde bekleyenler bir şey söylemese bile, neticeyi anlayacağım...
Müjde için başka insanlar, ölüm için başka insanlar karşılamalıydı beni...
İndik...
Çıkış kapısındayım...
Bekleyenlere, kalabalığa bakıyorum...
Ve ölüm...
. . .
Babam ölmüş...
. . .
O an babamı aslında ne kadar yanlış tanıdığımın ve aslında ne kadar yanlış bir evlât rolü oynadığımın farkına varıyorum...
Ama...
Ama geçmiş olsun...
. . .
Baba...
Babam...
Bu ne ifade ediyor. Babam deyince aklınıza gelen, aslında hep aklınıza gelen şeydir...
Babanızı, babalık sıfatından soyutlayıp, insanlardan bir insan olarak ele aldınız mı hiç?
Onu anlamaya çalıştınız mı?
Hayır...
Bunu ben ancak "baban öldü" dedikleri zaman anladım...
Sadece babamı değil, bir türlü dost olamadığım en iyi dostumu, bir türlü arkadaş olamadığım en iyi arkadaşımı kaybettiğimi anladım...
. . .
Ve şimdi...
Aynaya bakıyorum...
Babamı görüyorum...
Oğluma bakıyorum...
Kendimi görüyorum...
Korkuyorum...
Ne yolculuktu ama...
Uçağa zor yetişmiştim...
Beni çağırıyorlardı...
Ama neden?
Bilmiyordum...
. . .
Çağrıldığıma göre önemliydi...
Hem de çok önemliydi...
Yoksa kolay kolay çağırmazlardı... Çağıramazlardı...
Bir saatlik taksi yolculuğu...
Beni vaktinde yetiştirmeye çalışan pozlarda ama aslında umursamaz bir şoför ve teypte anlamsız bir türkü...
Beynim durdu...
Milyon ihtimal birbiriyle bağlandı, birbiriyle kesişti ve netice:
Ya müjde, ya ölüm...
Neticeye baktım ve bir kenara koydum...
Saate bakmak daha mantıklıydı...
Uçağa az vardı...
Yetişmek zorundaydım...
Şoför ilginç bir adamdı... Dışarısı öyle...
Asfalt berbat...
Otomobil kevgir...
Gidiyordum...
Ya müjde, ya ölüm...
. . .
Uçak...
Her şey yirmibeş dakika sonra...
Uçaktan ineceğim...
Çıkış kapısının önünde bekleyenler bir şey söylemese bile, neticeyi anlayacağım...
Müjde için başka insanlar, ölüm için başka insanlar karşılamalıydı beni...
İndik...
Çıkış kapısındayım...
Bekleyenlere, kalabalığa bakıyorum...
Ve ölüm...
. . .
Babam ölmüş...
. . .
O an babamı aslında ne kadar yanlış tanıdığımın ve aslında ne kadar yanlış bir evlât rolü oynadığımın farkına varıyorum...
Ama...
Ama geçmiş olsun...
. . .
Baba...
Babam...
Bu ne ifade ediyor. Babam deyince aklınıza gelen, aslında hep aklınıza gelen şeydir...
Babanızı, babalık sıfatından soyutlayıp, insanlardan bir insan olarak ele aldınız mı hiç?
Onu anlamaya çalıştınız mı?
Hayır...
Bunu ben ancak "baban öldü" dedikleri zaman anladım...
Sadece babamı değil, bir türlü dost olamadığım en iyi dostumu, bir türlü arkadaş olamadığım en iyi arkadaşımı kaybettiğimi anladım...
. . .
Ve şimdi...
Aynaya bakıyorum...
Babamı görüyorum...
Oğluma bakıyorum...
Kendimi görüyorum...
Korkuyorum...