Ailede sohbet-muhabbet
20 Temmuz 2011 Çarşamba 06:46
Bazılarına tespitim sert gelebilir, ancak kanaatim şu ki, aile hayatımız saldırı altında...
Başta televizyon olmak üzere, her gün aile hayatımızın üzerine Nemrut ateşleri yağıyor!
Biliyor musunuz Amerika bu tehlikeyi neden sonra sezmiş ve aile yapısını kuvvetlendirici tedbirlere yönelmiş...
Devlet, gerçek Amerikan ailesini Amerikan vatandaşlarına anlatan ve onları öyle olmaya özendiren özel televizyon dizileri yaptırıyor. Filmler finanse ediyor. Kitaplar yazdırıyor...
Maksat Amerikan ailesinin geleneksel hususiyetlerini korumak ve aileyi modernitenin saldırılarından kurtarmak...
Başka çareleri yok: Aile yapısını diri tutamayan toplumların akıbet çözülüp çökeceğini ve devleti de çökerteceğini nihayet anladılar...
Biz çok şeyimizi kaybettik, ancak çok şükür henüz aileyi kaybetmedik...
Ama böyle bir yola girdik...
Kendimizi derleyip toparlamamız lazım...
Çünkü aileyi kaybedersek bizi biz yapan değerlerin özünü ve özetini de kaybetmiş oluruz...
“Biz”den geriye hiçbir şey kalmaz.
¥
Aileyi dinamik ve sağlam tutmanın yolu, aile bireyleri arasındaki iletişimi diri tutmaktan geçer...
Bunun en kestirme ve kalıcı yolu ise “muhabbet”tir...
Yani sevgi ve bilgi eksenli sohbet...
Muhabbet sadece karşılıklı konuşma değil, aynı zamanda bir büyük paylaşmadır: Yürekten yüreğe köprü kurmaktır!
Bu bakımdan aileye muhabbet havası hâkim olmalıdır.
Ama bu, “Gelin bu akşam muhabbet edelim” şeklinde tahsisli zamanlarla sınırlandırılmamalı, hayatın her alanına yayılmalıdır...
Alışverişte muhabbet, piknikte muhabbet, yürüyüşte muhabbet, okul ve dersler konusunda muhabbet, okunan kitaplar hakkında muhabbet, hatıralar ve yaşanmışlıklar üstüne muhabbet...
Kısacası, hayatın her alanında muhabbet...
Bir anlamda muhabbeti aile hayatının temel direği olarak düşünmek gerekiyor. Bu sadece aile içinde sıcak bir hava oluşmasını sağlamayacak, aynı zamanda aile bireylerinin birbirlerini tanımalarını da sağlayacaktır.
Birbirlerine çok yakın gibi duran aile bireyleri maalesef birbirlerini tanımıyorlar. Tanımadıkları için de kolayca birbirlerinin damarına basabiliyorlar...
Mesela genç bir kız, aile büyüklerinin kendisini ismiyle çağırmamasına, isminin yerine “hişt... ufaklık... kız... hey” gibi soyut kelimeler kullanılmasına çok kızdığını yazmıştı...
Bana gelen bazı mailler kara düşünce, bazı mektuplar hicrandır...
“Kimlik” ve “kişilik” konusunda genç kızlar daha hassas oldukları için en çok onlar yazıyor.
Gencecik yürekleri tökezleten problemlerin bazıları yerel geleneklerden kaynaklanıyor, bazıları dinin yanlış yorumundan...
Bazıları da ideolojik tercihlerde farklılaşmaktan...
Bu tür problemleri muhabbet havasında konuşarak çözmek mümkündür.
Yani muhabbet, aile içi çatışmaları en aza indirecek formüldür!
Aile hayatımızı kaybedersek kayboluruz!
Görmek zorundayız, çünkü biz “modernleşme-çağdaşlaşma” uğruna çok şeyimizi feda etmiş bir milletiz!
Aileyi de feda edecek halimiz yok, zira onunla ayaktayız!
İsveçli Prof. Gaston Jezz’in aşağıdaki tespitini unutmayalım:
“Ben Batılı bir âile hukuku profesörü olarak diyorum ki; Türk milletinin elinden aile nizamını alınız, geriye hiçbir şey kalmaz.”
Kendimizi derleyip toparlamamız lazım...
Çünkü aileyi kaybedersek bizi biz yapan değerlerin özünü ve özetini de kaybetmiş oluruz...
Geriye hiçbir şey kalmaz!
Gözlerimizi televizyon ekranından alıp birbirimize çevirmenin zamanı çoktan geldi...
Her akşam ortalama 5 saat seyrettiğiniz televizyonunuz, bakın size neler veriyor:
1. Yüzde doksanı Müslüman olan toplumumuzun ekranlarına gelen insanların sadece yüzde 20’si Müslüman. Yüzde 44.1’i Hıristiyan. Gerisi Yahudi, yahut putperest.
2. Ekrandaki ailelerin eğitim düzeyiyle eğitim düzeyimiz, varlıklarıyla varlığımız, terbiye anlayışlarıyla terbiye anlayışımız uyuşmuyor. Yer yer taban tabana zıtlaşıyor.
3. Ekrandaki ailelerin namus anlayışı, toplum ekseriyetimizin “namus” telâkkisine uymuyor. Ekranda her türlü sapıklık kol geziyor.
4. Dizilerdeki insan ilişkileri yapay. İnsanlarda yardımlaşma duygusu yok. Herşey menfaat üzerine dönüyor.
5. Televizyonda yoğun biçimde gösterilen aile yapısının yüzde 20’si Amerikan tipi. İstanbul tipi aile yüzdesi yalnızca 14.
6. Sık sık ekrana sürülen tiplerden yüzde 74’ü üst gelir grubundan. Toplumumuzda ekseriyeti teşkil eden gelir gruplarının ekrana yansıma oranı ise yalnızca yüzde 26. (“Türkiye’de Televizyon ve Aile” konulu araştırmadan)
Sonuç: Ekranda seyrettiğimiz insan modeli ve aile yapısı ile bizim insan modelimiz ve aile yapımız arasında hiçbir bağ yok... Televizyonlarımızdaki aileler aile hayatımızın bir izdüşümü değil.
Amaç, toplumun içinde yaşamadığı bir hayatı ve dünyayı, topluma dayatmak...
Tekrarlıyorum: Gözlerimizi ekrandan alıp birbirimize çevirmemiz lâzım.
Yeniakit
20 Temmuz 2011 Çarşamba 06:46
Bazılarına tespitim sert gelebilir, ancak kanaatim şu ki, aile hayatımız saldırı altında...
Başta televizyon olmak üzere, her gün aile hayatımızın üzerine Nemrut ateşleri yağıyor!
Biliyor musunuz Amerika bu tehlikeyi neden sonra sezmiş ve aile yapısını kuvvetlendirici tedbirlere yönelmiş...
Devlet, gerçek Amerikan ailesini Amerikan vatandaşlarına anlatan ve onları öyle olmaya özendiren özel televizyon dizileri yaptırıyor. Filmler finanse ediyor. Kitaplar yazdırıyor...
Maksat Amerikan ailesinin geleneksel hususiyetlerini korumak ve aileyi modernitenin saldırılarından kurtarmak...
Başka çareleri yok: Aile yapısını diri tutamayan toplumların akıbet çözülüp çökeceğini ve devleti de çökerteceğini nihayet anladılar...
Biz çok şeyimizi kaybettik, ancak çok şükür henüz aileyi kaybetmedik...
Ama böyle bir yola girdik...
Kendimizi derleyip toparlamamız lazım...
Çünkü aileyi kaybedersek bizi biz yapan değerlerin özünü ve özetini de kaybetmiş oluruz...
“Biz”den geriye hiçbir şey kalmaz.
¥
Aileyi dinamik ve sağlam tutmanın yolu, aile bireyleri arasındaki iletişimi diri tutmaktan geçer...
Bunun en kestirme ve kalıcı yolu ise “muhabbet”tir...
Yani sevgi ve bilgi eksenli sohbet...
Muhabbet sadece karşılıklı konuşma değil, aynı zamanda bir büyük paylaşmadır: Yürekten yüreğe köprü kurmaktır!
Bu bakımdan aileye muhabbet havası hâkim olmalıdır.
Ama bu, “Gelin bu akşam muhabbet edelim” şeklinde tahsisli zamanlarla sınırlandırılmamalı, hayatın her alanına yayılmalıdır...
Alışverişte muhabbet, piknikte muhabbet, yürüyüşte muhabbet, okul ve dersler konusunda muhabbet, okunan kitaplar hakkında muhabbet, hatıralar ve yaşanmışlıklar üstüne muhabbet...
Kısacası, hayatın her alanında muhabbet...
Bir anlamda muhabbeti aile hayatının temel direği olarak düşünmek gerekiyor. Bu sadece aile içinde sıcak bir hava oluşmasını sağlamayacak, aynı zamanda aile bireylerinin birbirlerini tanımalarını da sağlayacaktır.
Birbirlerine çok yakın gibi duran aile bireyleri maalesef birbirlerini tanımıyorlar. Tanımadıkları için de kolayca birbirlerinin damarına basabiliyorlar...
Mesela genç bir kız, aile büyüklerinin kendisini ismiyle çağırmamasına, isminin yerine “hişt... ufaklık... kız... hey” gibi soyut kelimeler kullanılmasına çok kızdığını yazmıştı...
Bana gelen bazı mailler kara düşünce, bazı mektuplar hicrandır...
“Kimlik” ve “kişilik” konusunda genç kızlar daha hassas oldukları için en çok onlar yazıyor.
Gencecik yürekleri tökezleten problemlerin bazıları yerel geleneklerden kaynaklanıyor, bazıları dinin yanlış yorumundan...
Bazıları da ideolojik tercihlerde farklılaşmaktan...
Bu tür problemleri muhabbet havasında konuşarak çözmek mümkündür.
Yani muhabbet, aile içi çatışmaları en aza indirecek formüldür!
Aile hayatımızı kaybedersek kayboluruz!
Görmek zorundayız, çünkü biz “modernleşme-çağdaşlaşma” uğruna çok şeyimizi feda etmiş bir milletiz!
Aileyi de feda edecek halimiz yok, zira onunla ayaktayız!
İsveçli Prof. Gaston Jezz’in aşağıdaki tespitini unutmayalım:
“Ben Batılı bir âile hukuku profesörü olarak diyorum ki; Türk milletinin elinden aile nizamını alınız, geriye hiçbir şey kalmaz.”
Kendimizi derleyip toparlamamız lazım...
Çünkü aileyi kaybedersek bizi biz yapan değerlerin özünü ve özetini de kaybetmiş oluruz...
Geriye hiçbir şey kalmaz!
Gözlerimizi televizyon ekranından alıp birbirimize çevirmenin zamanı çoktan geldi...
Her akşam ortalama 5 saat seyrettiğiniz televizyonunuz, bakın size neler veriyor:
1. Yüzde doksanı Müslüman olan toplumumuzun ekranlarına gelen insanların sadece yüzde 20’si Müslüman. Yüzde 44.1’i Hıristiyan. Gerisi Yahudi, yahut putperest.
2. Ekrandaki ailelerin eğitim düzeyiyle eğitim düzeyimiz, varlıklarıyla varlığımız, terbiye anlayışlarıyla terbiye anlayışımız uyuşmuyor. Yer yer taban tabana zıtlaşıyor.
3. Ekrandaki ailelerin namus anlayışı, toplum ekseriyetimizin “namus” telâkkisine uymuyor. Ekranda her türlü sapıklık kol geziyor.
4. Dizilerdeki insan ilişkileri yapay. İnsanlarda yardımlaşma duygusu yok. Herşey menfaat üzerine dönüyor.
5. Televizyonda yoğun biçimde gösterilen aile yapısının yüzde 20’si Amerikan tipi. İstanbul tipi aile yüzdesi yalnızca 14.
6. Sık sık ekrana sürülen tiplerden yüzde 74’ü üst gelir grubundan. Toplumumuzda ekseriyeti teşkil eden gelir gruplarının ekrana yansıma oranı ise yalnızca yüzde 26. (“Türkiye’de Televizyon ve Aile” konulu araştırmadan)
Sonuç: Ekranda seyrettiğimiz insan modeli ve aile yapısı ile bizim insan modelimiz ve aile yapımız arasında hiçbir bağ yok... Televizyonlarımızdaki aileler aile hayatımızın bir izdüşümü değil.
Amaç, toplumun içinde yaşamadığı bir hayatı ve dünyayı, topluma dayatmak...
Tekrarlıyorum: Gözlerimizi ekrandan alıp birbirimize çevirmemiz lâzım.
Yeniakit