Aşikâre Dâvet

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm

AŞİKÂRE DÂVET

Açık Tebliğ:
Peygamberliğin dördüncü yılında idi.

Müşriklerin saldırısı dikkate alınarak tedbirli ve temkinli hareket etme dönemi bitmiş, gizlilik merhalesi geçilmiş, az-çok bir güç meydana gelmişti. Az sayıdaki fedakâr müminlerin arasına kadın-erkek, yeni yeni gençler katılmaya başlamıştı.

Artık bu vazife daha fazla gizli kalamazdı. Allah-u Teâlâ bu ilâhî dâveti bir başka safhaya intikâl ettirmek için Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine, hak olarak gelen şeyleri açıklamasını, İslâm’ı açıktan açığa tebliğ etmesini emir buyurdu:

“Resul’üm! Sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve o müşriklerden yüz çevir. Alay edenlere karşı şüphesiz ki biz sana yeteriz.

Onlar Allah ile beraber başka ilâh ediniyorlar. Onlar yakında bilecekler.”
(Hicr: 94-96)

Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ’nın emrini yerine getirmeye başladı. Artık Kâbe-i muazzama’ya giderek Kur’an-ı kerim’i sesli olarak okumaktan, bütün âlemlere rahmet olarak gönderilen bir elçi olduğunu açıklamaktan çekinmiyordu. Hür olsun köle olsun, her gruptan insanı İslâm’a dâvet ediyor, çeşitli yerlerden Mekke’ye ziyarete gelenleri de İslâm’a çağırıyordu.

Velid bin Muğire’nin oğlu Velid gibi, Ebu Cehil’in kardeşi Seleme bin Hişam gibi az sayıda kimselerin bu dâvete icabet etmesine karşılık, büyük bir çoğunluk; cehâletleri, menfaatleri, atalarının bâtıl dinlerine bağlı kalmak istemeleri gibi sebeplerle bu ilâhi dâvete muhalefet ettiler. Fakat İslâm dâveti hep ileriye doğru mesafe katetmeye başlamıştı.



Önce Yakın Akraba:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Önce yakın akrabalarını uyar!” (Şuarâ: 214)

Âyet-i kerime’si nâzil olunca, bir süre hastalanmış gibi evinde bulundu. Hatta halaları kendisini hasta zannederek sağlığını sormaya bile gelmişlerdi. Çünkü kavmini ve hısımlarını çok iyi tanıyordu.

Nihayet onları evinde yemeğe dâvet ederek bu vesile ile tebliğini duyurmaya karar verdi. Amcaları Ebu Tâlib, Abbas, Hamza, Ebu Leheb ve Abdülmuttalip âilesi hep geldiler. Kırk kişi kadar varlardı. Yediler içtiler. Yemeğin sonunda Resulullah Aleyhisselâm söz aldı. Allah-u Teâlâ’nın kendisini “Peygamberlik”le vazifelendirdiğini ve bu tebliğin ne olduğunu söyler söylemez; Ebu Leheb küstahça sözler söyleyerek, konuşmasına imkân vermedi ve dağıldılar. Bu durum Resulullah Aleyhisselâm’ın çok ağırına gitti. Daha ilk dâvette amcası karşısına dikilmişti. Bunun üzerine Cebrâil Aleyhisselâm gelerek kendisini teselli etti ve cesaret verdi.

Birkaç gün sonra aynı kişileri çağırarak ikinci bir ziyafet verdi. Yemekten sonra şu sözleri söyledi.

“Ey Abdülmuttalip oğulları! Ben size dünyanızı da ahiretinizi de tekeffül edecek hayırlı bir din getirdim. Allah bana, sizi o dine dâvet etmemi emir buyurdu. Bu işimde hanginiz bana yardım edecek?”

Kimseden ses çıkmadı. Tam dağılmak üzere iken Hazret-i Ali -radiyallahu anh-: “Yâ Resulellah! Ben sana yardımcı olurum!...”dedi. Onun bu durumuna gülüştüler ve çıkıp gittiler. Hiç icâbet eden olmadı.

Bundan sonra Resulullah Aleyhisselâm dâvetini daha da genişletti. Her fırsatta halk topluluklarına hitap ediyordu.



Arabistan’da bir gelenek vardı. Bir tehlike sezildiği veya belirdiği zaman, bir kişi sabahın erken saatlerinde bir dağa veya yüksek bir yere çıkıp herkesi çağırmaya başlardı. Bu canhıraş sesi duyan herkes etrafında toplanır ve durumu öğrenirdi.

Bu âdet üzerine Resulullah Aleyhisselâm bir sabah Safâ tepesine çıkarak avazı çıktığı kadar:

“Ey ahalî! Geliniz!” diye seslenmeye başladı.

Bu sesi işitenler birbirlerine: “Bu seslenen kimdir?” diye sordular. Yine birbirlerine: “Muhammed’dir!” diye cevap vererek, Ebu Leheb de beraber olarak hepsi gelip çevresinde toplandılar. Kimi bizzat gelmişti, gelemeyenler de bu toplantının mâhiyetini anlamak için adam göndermişti.

Kureyş kabileleri içinde Resulullah Aleyhisselâm’la akraba olmayan bir kabile bulunmadığından; herkes toplandıktan sonra:

“Ey Abdülmuttalip oğulları! Ey Abdi menaf oğulları! Ey Zühre oğulları!...” diyerek bütün Kureyş oymaklarını hususi surette ve bilinen adlarıyla birer birer anarak çağırdı.

Onlara şu soruyu yöneltti:

“Ben size: ‘Şu dağın arkasında bir düşman ordusu var, üzerinize saldırma hazırlığı yapıyor!’ desem, bana inanır mısınız?”

Hepsi birden: “Evet inanırız. Çünkü biz senin şimdiye kadar hiç yalan söylediğini duymadık.” dediler.

Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:

“O halde ben size önünüzde şiddetli bir azap günü bulunduğunu, Allah’a inanmayanların o büyük azaba uğrayacaklarını haber veriyorum.”

“Size karşı benim durumum, gördüğü düşmanın tehlikesinden korkarak, hemen âilesine haber vermeye koşan bir adamın durumu gibidir.”

“Ey Kureyş! Siz uykuya dalar gibi öleceksiniz, uykudan uyanır gibi de dirileceksiniz. Kabirden kalkıp Allah’ın divanına varmanız, dünyadaki her hareketinizin hesabını vermeniz muhakkaktır. Neticede iyiliklerinizin mükâfatını, kötülüklerinizin de cezasını göreceksiniz. İşte o mükâfat ebedî cennettir, mücâzat da daimi cehennemdir.”
(Tecrîd-i sarîh. IX. 246)



Bu ilk açıktan dâvete karşı çıkan olmadı, fakat inanan da görülmedi. Daha kimse ağzını açmadan Ebu Leheb ortaya atıldı. Ağzını bozarak: “Elin kurusun senin! Bizi bunun için mi çağırdın?” dedi ve oradakileri dağıttı.

Kalb-i nebevîlerini rencide edince Allah-u Teâlâ Tebbet sûre-i şerif’ini indirerek Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini tesellî etti.

“Ebu Leheb’in elleri kurusun! Zaten kurudu, mahvoldu.” (Tebbet: 1)

Ebu Cehil ve benzeri azgın kâfirlerin küfür ve taşkınlıkları Kur’an-ı kerim’de beyan edilmiş olmakla birlikte hiçbirinin adı anılmadığı halde Ebu Leheb’in ismine hususiyetle yer verilmesinde büyük hikmetler vardır.

Ebu Leheb, Resulullah Aleyhisselâm’ın amcası olması sebebiyle hususi bir şerefe sahip bulunuyordu. O ise bunu takdir edemedi. Yeğenine yardımcı olacak yerde engel olmaya çalıştı. Küfrün öncülerinden oldu.

Asıl adı Abdüluzzâ idi. Yanaklarının pek kırmızı olmasından dolayı ateşe benzetilerek Ebu Leheb denilmiş ve bu künye ile meşhur olmuştur. Ebu Leheb “Alev babası” demektir. O itibarla Resulullah Aleyhisselâm’a ve İslâm’a düşman oldukları için kendi kendilerini cehenneme atmış olan kâfirlerin hepsinin temsilcisi olması sebebiyle, onun mahvolması, hepsinin mahvolmasına misal yapılmıştır.

“Ne malı ne de kazandıkları onu kurtaramadı.” (Tebbet: 2)

Ebu Leheb mala çok düşkün olduğu gibi, çok cimri bir adamdı. Servetine çok güveniyordu. “Eğer yeğenimin dedikleri doğru ise, çoluk-çocuğumu ve malımı fidye olarak verip kendimi azaptan kurtarırım.” diyordu. Fakat malı da fayda vermedi kazancı da. Çünkü iki eli kurumuş ve helâk olmuştu.

“O alev alev yükselen bir ateşe girecektir.” (Tebbet: 3)

Öyle bir ateş ki, dünyada eşi ve benzeri görülmemiş. Sadece cisimleri değil, ruhları sarıp gönüllere nüfuz eden, gürül gürül yanan son derece şiddetli ateş.

“Odun taşıyıcısı olarak karısı da, boynunda liften bükülmüş bir ip olduğu halde (oraya girecektir).” (Tebbet: 4-5)

Ebu Leheb’in yalnız kendisi değil, karısı Ümmü Cemil de ateşe yaslanacaktır.

Kâfirler cehennem odunu olduğundan, küfre hizmet etmek, cehenneme odun taşımak mânâsına gelmektedir.

Ümmü Cemil de kocası gibi Resulullah Aleyhisselâm’a düşmanlıkta ileri gitmişti. Öyle ki, geçeceği yol üzerine geceleyin dikenli otları yayarak ona eziyet etmek isterdi. Onun için bu tabirle kınanmıştır. İçinde bulunduğu azap artsın diye, cehennemde odun taşıyıp kocasının üzerine atacaktır.

Allah-u Teâlâ’nın bu açık ve kesin beyanı on beş sene kadar sonra Kur’an-ı kerim’in haber verdiği şekilde aynen gerçekleşti. Bedir savaşına Kureyş’in bütün ileri gelenleri gittiği halde, o hastalığı yüzünden gidememişti. Kendi yerine Âs bin Hişam’ı gönderdi. Müşriklerin bozguna uğradığını öğrendikten yedi gün sonra elleri kurumuş olarak evinde ölmüş, üç gün kimsenin haberi olmamıştı.

Bulaşıcı hastalığının korkusundan ve iğrenç kokusu yüzünden cesedine günlerce kimse yaklaşamadı. Nihayet utandıkları için Sudanlılar’dan birkaç kişiyi ücret karşılığı tutarak gömdürmek zorunda kaldılar.

"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."

ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
 
Son düzenleme:
Üst