Bediüzzaman’ın bir asra yaklaşan cihat hareketini birkaç paragrafa sığıştırmak elbette mümkün değil. Aşağıda kaydedeceğimiz birkaç cümleyi onun cihat anlayışına sadece bir işaret kabul ediniz.
Üstat Bediüzzaman, “Allah bize kâfidir, o ne güzel vekildir” hakikatini bir hayat ve cihat düsturu yapmış, büyük bir mürşit ve eşsiz bir dava adamı olarak yaşamıştır.
Onun cihat hayatının en önemli devresi, şüphesiz, Yeni Said diye adlandırdığı dönemdir.
Batılılaşma hareketi nice mânevî değerlerin yıkımı pahasına olanca hızıyla sürüp giderken ve fesat komiteleri gençlerimizi dinsiz, ahlâksız yapmak için var güçleriyle çalışırken, Üstat bütün bu olup bitenleri şu cümlede özetliyordu:
“Karşımda müthiş bir yangın var.”
Ve ilave ediyordu: “İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor.”
Yaptığı hizmetin ana teması da bu iki cümlenin devamındaydı:
“O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum.” Gençliği yakan bu alev, büyük Üstadın da içini yakıyordu.
Allah Resulünün (asm.), “Onlar inanmıyorlar diye nerede ise kendini helâk edeceksin.” (Şuara Sûresi, 3) âyetiyle haber verilen o eşsiz şefkatine, bu asırda Üstat Bediüzzaman akıl almaz bir enginlikle mazhar olmuştu.
“Sen kâfirlere uyma. Onlara karşı Kur’an ile büyük bir cihatla cihat et.” (Furkan Sûresi, 52) âyetinden aldığı dersle, materyalizm, evrim ve sefahatten kaynaklanan bütün menfî cereyanları mağlûp edecek bir Kur’an tefsiri yazdı. Böylece, iman hizmetini ilme bina etmiş oluyordu.
Üstadın Sikke-i Tasdik-i Gaybî adlı eserinde “Risale-i Nur Şakirdlerinin Bir Fıkrasıdır” başlıklı bir yazı var. Bu yazıda “bin üç yüz otuz iki” tarihinden söz edilir ve “O tarih, mebde-i cihadıdır. O tarihte “İşârât-ül İ’caz Tefsiri”nin neşriyle mücahedeye başlamış” şeklinde bir kayıt düşülür.
O tarihte Üstad, Pasinler cephesinde bir yandan Ruslar’la harp etmekte bir yandan da talebesi Habib’e Kur’an nüktelerini kaydettirmektedir. Kendisi savaş üzereyken, “mebde-i cihadının” yani cihada başlama tarihinin bu tefsirin telif tarihi olarak kabul edilmesi çok enteresandır. Demek ki, asıl cihat, insanlara hak ve hakikati anlatmaktır.
Üstad, Pasinler cephesinde savaşırken istikbâlde yapacağı büyük cihadın da temelini atıyordu. Bu defa elinde silah yerine kağıt ve kalem bulunacaktı. Onun kalemi de kılıç vazifesi görecekti, ama “elmas kılıç”; bu tabir kendisine aittir.
Elmas kılıç... Bu kılıçta zorlama yoktur. Bu kılıç kafa kesmez, yanlış fikirleri keser. Bu kılıç kalbe saplanmaz, batıl inançları söker atar. Bu kılıçla bir çeşit ameliyat yapılır, ama bu ameliyatın bedenle ilgisi yoktur, ruha nüfuz eder, kalbe girer, akla ulaşır ve hastayı incitmeden yapacağını yapar.
Bu cihadın ismi de yine kendi ifadesiyle “cihad-ı mânevî” dir.
“Hem dâhildeki cihad-ı mânevî; mânevî tahribata karşı çalışmaktır ki; maddî değil, mânevî hizmetler lâzımdır. Onun için ehl-i siyasete karışmadığımız gibi, ehl-i siyaset de bizimle meşgûl olmaya hiçbir hakları yok.” ( Emirdağ Lâhikası)
Üstad, elmas kılıçla yaptığı bu mânevî cihadında muvaffak olmuş bulunuyor. Nasıl mı? Tabiatçılara karşı “Tabiat Risalesi”ni kaleme aldı ve onların fikirlerini yerle bir etti. Âhireti inkâr eden sapıklara karşı, “Haşir Risalesi”ni kaleme aldı ve âhiretin varlığını aklî ve naklî delillerle harika bir şekilde ortaya koydu.
İslâm kardeşliğini konu alan “Uhuvvet Risalesi”yle, düşmanlık, kin, haset, gıybet, iftira gibi kardeşliği yaralayan bütün düşmanlara karşı bir mânevî cihat yaptı.
Irkçılıkla ilgili bir risale telif ederek birlik ve beraberliğin bu en korkunç düşmanını aklî ve naklî delillerle perişan etti.
Yüz otuz parça risalenin her birinden burada söz etmek elbette kâbil değil. Ama bu birkaç misâlle de açıkça görüldüğü gibi Bediüzzaman’ın cihadı, mânevî bir cihattır; bir fikir hareketi, bir iman ve ahlâk seferberliği, bir kardeşlik meş’alesidir. Bu cihadın siyasetle bir ilgisi olmadığı onun şu ifadelerinde açıkça görülmektedir.
“Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok.”( Mektûbat)
“Din dahilde menfî bir surette istimâl edilmez.”( Sünuhat )
“Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslâh etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır; nifaka inkılab eder.” (Lem’alar )
Eğer insanlığın mânevî kurtuluşa ermesini istiyorsak, bunun yolu siyasetten değil, tebliğden geçer, ilimden geçer, İslâm’ı en güzel şekilde temsil etmekten geçer.
Sorularla İslamiyet
Üstat Bediüzzaman, “Allah bize kâfidir, o ne güzel vekildir” hakikatini bir hayat ve cihat düsturu yapmış, büyük bir mürşit ve eşsiz bir dava adamı olarak yaşamıştır.
Onun cihat hayatının en önemli devresi, şüphesiz, Yeni Said diye adlandırdığı dönemdir.
Batılılaşma hareketi nice mânevî değerlerin yıkımı pahasına olanca hızıyla sürüp giderken ve fesat komiteleri gençlerimizi dinsiz, ahlâksız yapmak için var güçleriyle çalışırken, Üstat bütün bu olup bitenleri şu cümlede özetliyordu:
“Karşımda müthiş bir yangın var.”
Ve ilave ediyordu: “İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor.”
Yaptığı hizmetin ana teması da bu iki cümlenin devamındaydı:
“O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum.” Gençliği yakan bu alev, büyük Üstadın da içini yakıyordu.
Allah Resulünün (asm.), “Onlar inanmıyorlar diye nerede ise kendini helâk edeceksin.” (Şuara Sûresi, 3) âyetiyle haber verilen o eşsiz şefkatine, bu asırda Üstat Bediüzzaman akıl almaz bir enginlikle mazhar olmuştu.
“Sen kâfirlere uyma. Onlara karşı Kur’an ile büyük bir cihatla cihat et.” (Furkan Sûresi, 52) âyetinden aldığı dersle, materyalizm, evrim ve sefahatten kaynaklanan bütün menfî cereyanları mağlûp edecek bir Kur’an tefsiri yazdı. Böylece, iman hizmetini ilme bina etmiş oluyordu.
Üstadın Sikke-i Tasdik-i Gaybî adlı eserinde “Risale-i Nur Şakirdlerinin Bir Fıkrasıdır” başlıklı bir yazı var. Bu yazıda “bin üç yüz otuz iki” tarihinden söz edilir ve “O tarih, mebde-i cihadıdır. O tarihte “İşârât-ül İ’caz Tefsiri”nin neşriyle mücahedeye başlamış” şeklinde bir kayıt düşülür.
O tarihte Üstad, Pasinler cephesinde bir yandan Ruslar’la harp etmekte bir yandan da talebesi Habib’e Kur’an nüktelerini kaydettirmektedir. Kendisi savaş üzereyken, “mebde-i cihadının” yani cihada başlama tarihinin bu tefsirin telif tarihi olarak kabul edilmesi çok enteresandır. Demek ki, asıl cihat, insanlara hak ve hakikati anlatmaktır.
Üstad, Pasinler cephesinde savaşırken istikbâlde yapacağı büyük cihadın da temelini atıyordu. Bu defa elinde silah yerine kağıt ve kalem bulunacaktı. Onun kalemi de kılıç vazifesi görecekti, ama “elmas kılıç”; bu tabir kendisine aittir.
Elmas kılıç... Bu kılıçta zorlama yoktur. Bu kılıç kafa kesmez, yanlış fikirleri keser. Bu kılıç kalbe saplanmaz, batıl inançları söker atar. Bu kılıçla bir çeşit ameliyat yapılır, ama bu ameliyatın bedenle ilgisi yoktur, ruha nüfuz eder, kalbe girer, akla ulaşır ve hastayı incitmeden yapacağını yapar.
Bu cihadın ismi de yine kendi ifadesiyle “cihad-ı mânevî” dir.
“Hem dâhildeki cihad-ı mânevî; mânevî tahribata karşı çalışmaktır ki; maddî değil, mânevî hizmetler lâzımdır. Onun için ehl-i siyasete karışmadığımız gibi, ehl-i siyaset de bizimle meşgûl olmaya hiçbir hakları yok.” ( Emirdağ Lâhikası)
Üstad, elmas kılıçla yaptığı bu mânevî cihadında muvaffak olmuş bulunuyor. Nasıl mı? Tabiatçılara karşı “Tabiat Risalesi”ni kaleme aldı ve onların fikirlerini yerle bir etti. Âhireti inkâr eden sapıklara karşı, “Haşir Risalesi”ni kaleme aldı ve âhiretin varlığını aklî ve naklî delillerle harika bir şekilde ortaya koydu.
İslâm kardeşliğini konu alan “Uhuvvet Risalesi”yle, düşmanlık, kin, haset, gıybet, iftira gibi kardeşliği yaralayan bütün düşmanlara karşı bir mânevî cihat yaptı.
Irkçılıkla ilgili bir risale telif ederek birlik ve beraberliğin bu en korkunç düşmanını aklî ve naklî delillerle perişan etti.
Yüz otuz parça risalenin her birinden burada söz etmek elbette kâbil değil. Ama bu birkaç misâlle de açıkça görüldüğü gibi Bediüzzaman’ın cihadı, mânevî bir cihattır; bir fikir hareketi, bir iman ve ahlâk seferberliği, bir kardeşlik meş’alesidir. Bu cihadın siyasetle bir ilgisi olmadığı onun şu ifadelerinde açıkça görülmektedir.
“Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok.”( Mektûbat)
“Din dahilde menfî bir surette istimâl edilmez.”( Sünuhat )
“Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslâh etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır; nifaka inkılab eder.” (Lem’alar )
Eğer insanlığın mânevî kurtuluşa ermesini istiyorsak, bunun yolu siyasetten değil, tebliğden geçer, ilimden geçer, İslâm’ı en güzel şekilde temsil etmekten geçer.
Sorularla İslamiyet