Hz. Peygamber'den "Sizi at ve kölenin zekâtından muaf tuttum" ve
"Müslümana kölesi ve atından dolayı zekât yoktur" (Buhârî, “Zekât”, 45-46)
anlamlarında iki hadis rivayet edilmesine rağmen, yine Hz. Peygamber'in bu
umumi hükümden "üreme amacıyla bulundurulan sâime atları" istisna ettiğini
gösteren ve bu sonuncuların zekâta tâbi olacağına işaret eden hadisler
de nakledilir.
Ebû Ubeyd bu konuda iki farklı rivayeti yan yana zikretmiştir. Bunlardan
birine göre Şam'dan bir grup müslüman Hz. Ömer'e müracaat ederek
atlarından zekât almasını istemişler, halife de sahâbeyle istişareden sonra,
bu isteği -Hz. Peygamber ve Ebû Bekir atlardan zekât almadığı gerekçesi ilereddetmiştir
(Ebû Ubeyd, el-Emvâl, nr. 1364). Karşıt anlamdaki öteki rivayete
göre ise, Şamlılar Ebû Ubeyde b. Cerrâh'a atlarından zekât alması için
müracaatta bulunurlar; o da durumu Hz. Ömer'e bildirip halifeden konu ile
ilgili yazılı görüş beyan etmesini ister. Hz. Ömer Ebû Ubeyde'ye yazdığı
cevabî mektubunda "atlardan zekât vermek istiyorlarsa, bu zekâtı almasını
ve onların fakirlerine dağıtmasını" bildirir (Ebû Ubeyd, el-Emvâl, nr. 1365).
Atlarda zekât tahakkuk edip etmeyeceği konusunda gerek Hz. Peygamber,
gerekse Hz. Ömer'den rivayet edilen hadislerden, Hz. Peygamber devrinde
Medine ve civarında atların deve kadar çok bulunmadığı, müslümanların
atı sadece savaşlarda kullanmak için yetiştirdikleri, ayrıca ileride satıp
para kazanmak maksadıyla topluca at besleme âdetinin henüz yerleşmemiş
olduğu anlaşılıyor. Nitekim Hz. Ömer Şam'dan gelen bir grup müslümanın,
atlarından zekât alması için yaptıkları teklifi -Hz. Peygamber ve Ebû Bekir
zamanlarında benzer tatbikat olmadığı gerekçesi ile- önce reddetmiş, sonra
olumlu karşılamış, daha sonra da, atların tamamen ticarî gayelerle nesilleri
elde edilmek için yetiştirildiklerini görünce, bu hayvanlardan zekât tahsili
cihetine gitmiştir.
Fakihlerin çoğunluğu, Hz. Peygamber'in "atların zekâttan istisna edildiğini"
bildiren hadislerini esas alıp, bütün atların zekât istisnası olduğu görüşünü
benimsemişlerdir. Ebû Hanîfe ve öğrencisi Züfer'e göre ise, "nesli elde
edilip ileride satılmak maksadıyla, erkeği dişisi karışık bir halde yaşayan,
senenin çoğunu otlaklarda otlayarak geçiren (sâime) atlar ya at başı 1 dinar
veya paraya göre kıymetlendirilerek, bu değeri üzerinden 1/40 (% 2.5)
nisbetinde zekâta tâbi tutulur."
Burada şunu belirtmeliyiz ki, İslâm fakihleri binek hayvanı olan, nakliyatta
kullanılan, savaş için yetiştirilen ve senenin çoğunu besihanelerde beslenerek geçiren atların zekâttan istisna edileceğinde görüş birliğine vardıkları
gibi, -zâhirî hukukçuları müstesnâ- ticarete konu olan bütün atların
zekâta da mevzu olacağında ittifak etmişlerdir.
O halde zekâta mevzu olup olmayacağı münakaşa konusu olan at, sadece
nesli elde edilmek maksadıyla, erkeği dişisi karışık bir halde bulundurulan ve
senenin çoğunu otlaklarda otlayarak geçiren (sâime) atlardır. Kanaatimize
göre fakihler arasında bu konuda ortaya çıkan ihtilâfın sebebi, Hz. Peygamber
zamanında bu hususta herhangi bir tatbikatın görülmemesidir. Yukarıda da
belirtildiği gibi, Hz. Peygamber zamanında Arap yarımadasında nesli elde
edilmek ve nemâlandırmak maksadıyla, erkeği, dişisi bir arada at yetiştirme
geleneği henüz yerleşmemiş vaziyetteydi. O devirde atların özellikle savaşlarda
kullanılmak için yetiştirildiği bilinmektedir. Ancak Hz. Ömer devrinde
zikredilen maksatla at yetiştirilmeye başlanınca bu hayvanlar üzerinde de
zekât tatbikatı başlamıştır.
Hayvanların zekâta tâbi tutulması konusunda Hz. Peygamber'in sünnetinde,
sahâbenin tatbikatında görülen örnekler ve bu rivayetler etrafında
oluşan klasik fıkıh doktrini dikkatlice incelendiğinde, hayvanlardan zekât
alınması hususunda o toplumun şartlarına göre ortalama bir zenginlik sınırının
belirlendiği, bunun üzerindeki zenginliğin zekâta tâbi tutulduğu görülür.
Deve, sığır ve koyunlardaki zekât alt sınırının o günkü şartlar içinde
belli bir ekonomik seviyeyi temsil ettiği ve birbirlerine denk bir değer taşıdığı
söylenebilir. Arazinin yağmur suyuyla veya emekle sulanmasına göre zekât
oranlarında bir ayırım yapıldığı gibi, evde beslenen hayvanların değil de
mera ve yayla hayvanlarının zekâta tâbi tutulduğu görülür. Evde ailenen
ihtiyacı için beslenen hayvanların zekâttan muaf tutulması, temel ihtiyaç
maddelerinin zekât matrahı dışında bırakılması ilkesinin bir diğer ifadesidir.
Ticaret amacıyla beslenen hayvanların ise ticaret mallarının hükmüne tâbi
olacağı açıktır.
Hayvanların zekâtı ile ilgili bu hükümler konulurken de o toplumdaki
yaygın ve bilinen hayvan türlerinin esas alındığı ve onlar üzerinden örneklendirme
yapıldığı gözden uzak tutulmamalıdır. Günümüzde üretimi yapılan
ve sürüler halinde beslenen diğer hayvan türlerinin bu ölçüler içinde zekâtının
verilmesi gerekir.
"Müslümana kölesi ve atından dolayı zekât yoktur" (Buhârî, “Zekât”, 45-46)
anlamlarında iki hadis rivayet edilmesine rağmen, yine Hz. Peygamber'in bu
umumi hükümden "üreme amacıyla bulundurulan sâime atları" istisna ettiğini
gösteren ve bu sonuncuların zekâta tâbi olacağına işaret eden hadisler
de nakledilir.
Ebû Ubeyd bu konuda iki farklı rivayeti yan yana zikretmiştir. Bunlardan
birine göre Şam'dan bir grup müslüman Hz. Ömer'e müracaat ederek
atlarından zekât almasını istemişler, halife de sahâbeyle istişareden sonra,
bu isteği -Hz. Peygamber ve Ebû Bekir atlardan zekât almadığı gerekçesi ilereddetmiştir
(Ebû Ubeyd, el-Emvâl, nr. 1364). Karşıt anlamdaki öteki rivayete
göre ise, Şamlılar Ebû Ubeyde b. Cerrâh'a atlarından zekât alması için
müracaatta bulunurlar; o da durumu Hz. Ömer'e bildirip halifeden konu ile
ilgili yazılı görüş beyan etmesini ister. Hz. Ömer Ebû Ubeyde'ye yazdığı
cevabî mektubunda "atlardan zekât vermek istiyorlarsa, bu zekâtı almasını
ve onların fakirlerine dağıtmasını" bildirir (Ebû Ubeyd, el-Emvâl, nr. 1365).
Atlarda zekât tahakkuk edip etmeyeceği konusunda gerek Hz. Peygamber,
gerekse Hz. Ömer'den rivayet edilen hadislerden, Hz. Peygamber devrinde
Medine ve civarında atların deve kadar çok bulunmadığı, müslümanların
atı sadece savaşlarda kullanmak için yetiştirdikleri, ayrıca ileride satıp
para kazanmak maksadıyla topluca at besleme âdetinin henüz yerleşmemiş
olduğu anlaşılıyor. Nitekim Hz. Ömer Şam'dan gelen bir grup müslümanın,
atlarından zekât alması için yaptıkları teklifi -Hz. Peygamber ve Ebû Bekir
zamanlarında benzer tatbikat olmadığı gerekçesi ile- önce reddetmiş, sonra
olumlu karşılamış, daha sonra da, atların tamamen ticarî gayelerle nesilleri
elde edilmek için yetiştirildiklerini görünce, bu hayvanlardan zekât tahsili
cihetine gitmiştir.
Fakihlerin çoğunluğu, Hz. Peygamber'in "atların zekâttan istisna edildiğini"
bildiren hadislerini esas alıp, bütün atların zekât istisnası olduğu görüşünü
benimsemişlerdir. Ebû Hanîfe ve öğrencisi Züfer'e göre ise, "nesli elde
edilip ileride satılmak maksadıyla, erkeği dişisi karışık bir halde yaşayan,
senenin çoğunu otlaklarda otlayarak geçiren (sâime) atlar ya at başı 1 dinar
veya paraya göre kıymetlendirilerek, bu değeri üzerinden 1/40 (% 2.5)
nisbetinde zekâta tâbi tutulur."
Burada şunu belirtmeliyiz ki, İslâm fakihleri binek hayvanı olan, nakliyatta
kullanılan, savaş için yetiştirilen ve senenin çoğunu besihanelerde beslenerek geçiren atların zekâttan istisna edileceğinde görüş birliğine vardıkları
gibi, -zâhirî hukukçuları müstesnâ- ticarete konu olan bütün atların
zekâta da mevzu olacağında ittifak etmişlerdir.
O halde zekâta mevzu olup olmayacağı münakaşa konusu olan at, sadece
nesli elde edilmek maksadıyla, erkeği dişisi karışık bir halde bulundurulan ve
senenin çoğunu otlaklarda otlayarak geçiren (sâime) atlardır. Kanaatimize
göre fakihler arasında bu konuda ortaya çıkan ihtilâfın sebebi, Hz. Peygamber
zamanında bu hususta herhangi bir tatbikatın görülmemesidir. Yukarıda da
belirtildiği gibi, Hz. Peygamber zamanında Arap yarımadasında nesli elde
edilmek ve nemâlandırmak maksadıyla, erkeği, dişisi bir arada at yetiştirme
geleneği henüz yerleşmemiş vaziyetteydi. O devirde atların özellikle savaşlarda
kullanılmak için yetiştirildiği bilinmektedir. Ancak Hz. Ömer devrinde
zikredilen maksatla at yetiştirilmeye başlanınca bu hayvanlar üzerinde de
zekât tatbikatı başlamıştır.
Hayvanların zekâta tâbi tutulması konusunda Hz. Peygamber'in sünnetinde,
sahâbenin tatbikatında görülen örnekler ve bu rivayetler etrafında
oluşan klasik fıkıh doktrini dikkatlice incelendiğinde, hayvanlardan zekât
alınması hususunda o toplumun şartlarına göre ortalama bir zenginlik sınırının
belirlendiği, bunun üzerindeki zenginliğin zekâta tâbi tutulduğu görülür.
Deve, sığır ve koyunlardaki zekât alt sınırının o günkü şartlar içinde
belli bir ekonomik seviyeyi temsil ettiği ve birbirlerine denk bir değer taşıdığı
söylenebilir. Arazinin yağmur suyuyla veya emekle sulanmasına göre zekât
oranlarında bir ayırım yapıldığı gibi, evde beslenen hayvanların değil de
mera ve yayla hayvanlarının zekâta tâbi tutulduğu görülür. Evde ailenen
ihtiyacı için beslenen hayvanların zekâttan muaf tutulması, temel ihtiyaç
maddelerinin zekât matrahı dışında bırakılması ilkesinin bir diğer ifadesidir.
Ticaret amacıyla beslenen hayvanların ise ticaret mallarının hükmüne tâbi
olacağı açıktır.
Hayvanların zekâtı ile ilgili bu hükümler konulurken de o toplumdaki
yaygın ve bilinen hayvan türlerinin esas alındığı ve onlar üzerinden örneklendirme
yapıldığı gözden uzak tutulmamalıdır. Günümüzde üretimi yapılan
ve sürüler halinde beslenen diğer hayvan türlerinin bu ölçüler içinde zekâtının
verilmesi gerekir.