Yeni Bence bana göre diyerek Kuran'ı açıklamak dogrumudur

  • Konuyu başlatan mealcimi
  • Başlangıç tarihi
M

mealcimi

Ziyaretçi
son zamanlarda bazılarınında mealciler dedigi bazı kişiler Bence bana göre diyerek Kuran'ı açıklamaya kalkıyorlar bunu yaparkende herhangi bir hadis yada muctehide ihtiyacları olmadıgını söylüyorlar, bunlara mealciler demek ne kadar dogru sonucta kuranı anlamaya calistiklarini söylüyorlar, bu sekilde kurandan anlam cıkarmalarında ne yanlislık var?
 
M

mealcimi

Ziyaretçi
birde bu konuyla ilgili birde hadis oldugunu soyluyorlar bilmeyenler kurani kafalarina gore yorumlamasin diye boyle buna yakin benzer manada bir hadis varmi?
 

cenneteyn

Yolcu..
Kademeli
"Bir kimse ilmi olmadan 'bence, bana göre' diyerek kendi aklına göre Kur'an'ı açıklarsa, İslam'ı anlatırsa, cehennemdeki yerine hazırlansın." diye bir hadis var mıdır?

Değerli kardeşimiz,

Ayetlerin tefsirlerini, hadislerin şerhlerini ve müçtehitlerin açıklamalarını hiç dikkate almadan, hevâ ve hevesine, hatta kişinin kendi arzusuna göre Kur'an’ı tefsir etmeyi ve hadisleri şerh etmeyi yasaklayan rivayetler vardır:

“Kim bilgisi olmadığı halde Kur’an’la ilgili söz söylerse / Kur’an’ı tefsir ederse, ateşteki / cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Tirmizî, bu hadisin hasen ve sahih olduğunu belirtmiştir- Tirmizî, tefsir, 1).

“Kim bilerek bana yalandan bir söz isnat ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın. Kim de bilgisi olmadığı halde kendi görüşüne / fikrine dayanarak Kur’an’la ilgili söz söylerse / Kur’an’ı tefsir ederse, ateşteki / cehennemdeki yerine hazırlansın.” (a.g.e., Bu hadis hasendir)

“Kim de (bilgisi olmadığı halde) kendi görüşüne / fikrine dayanarak Kur’an’la ilgili söz söylerse / Kur’an’ı tefsir ederse, o konuda isabet etse bile hata etmiş olur.” (Ebu Davud, İlim, 5; Tirmizî, -bu hadisin garip olduğunu söyleyerek zayıflığına işaret etmiştir- a.g.e).

Bununla beraber, Beyhakî’nin ifade ettiği gibi -şayet bu hadis sahih olursa- manası şudur: Konuyla ilgili ilmî bir delili olmadığı, alimlerin o konudaki yorumlarından habersiz olduğu halde, sırf aklında olanlara dayanarak Kur’an’ı tefsir eden kimse isabet etmiş olsa bile hata etmiş olur, yani tefsir metodunda hata etmiş olur. Yoksa, Maverdi’nin de belirttiği gibi, bilgisi olan kimselerin Kur’an’dan farklı manalar çıkarmalarının yanlış bir tarafı yoktur. (bk. Avnu’l-Mabud, ilgili hadisin şerhi)

Özellikle bu gibi hadislerin şiddetli ifadeleri, nasih-mensuh, sebeb-i nüzul gibi naklî ilimlere ihtiyaç duyan konularda, bilgisi olmadığı halde Kur’an’dan hüküm çıkarmaya çalışanlara yönelik bir uyarıdır. Yoksa Arapça dil kurallarına vakıf olan kimselerin -nakle ihtiyaç duymayan konularda- kendi ilmî delillere dayalı bilgisine göre tefsir etmesinde hiçbir sakınca yoktur. (bk. Tuhafetu’l-ahvezî, ilgili hadislerin şerhi)

Hafız Süyûtî'nin açıklamasına göre, hadis-i şerifteki bu tehdit, herhangi bir delile dayanmadan, sırf kendi aklına dayanarak Kur'an-ı Kerim'i tefsir eden kimseler hakkındadır. Kur'an-ı Kerim'i sırf kendi aklına dayanarak tefsir eden kimsenin, isabet etmesi halinde bile hata etmiş sayılmasının sebebi, onun isabet etmek için gerekli hazırlığı yapmamış olması ve bu iş için şuurlu hareket etmemiş olmasıdır. (Aliyyü'l-Kârî, Mirkât, I, 239)

Fakat Kur'an-ı Kerim'in manasını ortaya çıkarmak gayesiyle, şuurlu bir şekilde gerekli hazırlığı yaptıktan sonra âyetlerin tefsirine girenler ise bunun tersinedir. Bunlar hata bile etmiş olsalar ecir alırlar. Çünkü bunlar hadlerini aşmamışlardır. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm), “Bir hâkim, verdiği hükümle ilgili yaptığı içtihadında isabet etse iki sevap, hata etse bir sevap kazanır.” (bk. Buharî, İtisam 21; Müslim, Akdıye 6) buyurmuştur.

Konuyla alakalı, Prof. Dr. Suat Yıldırım’ın“Makbul Tefsirin Şartları” isimli aşağıdaki makalesini okumanızı tavsiye ederiz:

Hangi bilim dalında olursa olsun, ilmi bir metni tahlil ve tefsir etmek, o alanda ihtisası gerektirir. İhtisas ise, uzun bir öğrenim neticesinde elde edilir. Rabbülalemin tarafından insanlığa akaid, ibadet, ahlaki prensipler, ameli hükümler ve daha bir çok talimatlar bildirmek üzere gönderilen Kur'an-ı Kerim'den hükümler çıkarmak da, elbette büyük bir ilmi birikim ister.

Bazıları, sığ bir anlayışla bu gerçeğin karşısına çıkıp derler ki:

"Allah, Kur'an'ın 'mübin' olduğunu bildiriyor. Mübin: açık, aşikar, aydınlık, manası vazıh demektir. Öyle ise, Allah'ın böyle nitelendirdiği Kitabını, anlaşılması zor göstermenin savunulur tarafı olamaz."

Oysa Kur'an'ın mübin olması: Allah tarafından gönderildiğinin apaçık olması, bir çok hakikatleri açıklaması, hakkı batıldan, doğruyu eğriden ayırması, mü'minlerin muhtaç oldukları hükümleri bildirmesi, demektir. Yoksa, ondaki her şeyin, biteviye ayan beyan ve hiç öğrenim görmemiş bir insanla bir üniversite profesörünün aynı şekilde anlayabileceği bir kitap olması demek değildir. Bu iddia sahiplerinin, vücudlarında bir operasyona muhtaç olmaları halinde, bir tıp kitabını okuyan herhangi bir kişiye kendilerini ameliyat etme iznini vereceklerini hiç kimse düşünemez. Oysa bir doktor nezdinde o kitabın manası açıktır. Aynen bunun gibi, insanlar Kur'an'ın mealini okuyarak, kapasiteleri nisbetinde ondan istifade etmeye çalışırlar. Fakat onun sayısız inceliklerini anlayabilmek, ondan isabetli hükümler çıkarabilmek, aşağıda yazacağımız bazı ilimleri bilmeyi gerektirir.

Kuran'ı hakkıyla anlama ve ondan hüküm istinbatı için gereken ilimler

1. Lügat ilmi. Kur'an Arap dilinde nazil olduğundan, onun manalarını açıklayacak kişinin bu dili iyi bilmesi gerekir. Kelimeler, bazen ilk hatıra gelen anlamda değil de, daha tali anlamlarından birinde kullanılmış olabilirler. Müfessir lisana iyi vakıf olunca, kelimelerin hangi manalarda kullanıldığını daha isabetli olarak anlayabilir.

2. Nahiv ve Sarf (Gramer, Dil bilgisi);

3. Bedi', Beyan, Meani bilimlerini kapsayan Belagat İlmi. Bir kimsenin, binlerce edebi sanat ve edebi üslup ihtiva eden metni, hiçbir yanlış anlayışa yer vermeyecek şekilde anlayabilmesi için, hakiki ve mecazi manalar, teşbih, temsil, istiare, kinaye, te'kid, takdim, te'hir, hazf, icaz, itnab, kasr, iltifat, müşakele ilh. gibi terimlerle tarif edilen üslup özelliklerine vakıf olması gerekir. İnsan, Arap dilinde yazılmış üstün üsluplarla meşgul olup onların inceliklerine vukuf peyda ederse, kendisinde sözü anlama ve idrak melekesi gelişir. Allah Teala'nın maksatlarını kemal veçhile ihata edemezsek de, yine de beşer takati nisbetinde onu anlamanın başlıca vasıtası, Arap diline ve belagat üsluplarına vakıf olmaktır. Bu ise, sadece Belagat ilminin kurallarını öğrenmekle elde edilmez. Bildiğimiz üzere Araplar, Nahiv ve Belagat ilimleri ortaya çıkmadan önce de düzgün ve güzel söz söylemede mahir idiler. Bunun tabii olduğunu söylemek makul değildir. Bu ancak, güzel sözleri öğrenip onlara benzer sözler söyleye söyleye kazanılmış bir meleke idi. Böyle olduğunun gözle görülür delili şudur ki, başka topluluklara karışmalarını müteakip Araplar, bu özelliklerini hicretten 50 yıl kadar sonra kaybetmeye başlamışlardır.1

4. Kıraat İlmi. Bazı kelimelerin, bizzat Hz. Peygamber (aleyhisselam) tarafından tebliğ edilen farklı okunuşlarını gösteren ilim. Çünkü Kur'an'ın bir çok kelimeleri farklı kıraatlerde okunabilmekte ve bu da manalarda bazı farklılıkların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.

5. Akaid ve Kelam İlmi. Allah Teala hakkında caiz, vacib ve imkansız olan sıfatlar, nübüvvet, ahiret gibi konulardaki doğru inanç esasları, bütün ayet ve hadisleri birlikte değerlendirdikten sonra bu ilim dalı tarafından ortaya konulmuştur. Müteşabih ayetleri muhkem ayetlerin ışığında anlamak ve açıklamak için büyük gayretlerin sarf edildiği bu ilme başvurulmadığı takdirde, dinin en temel esaslarında yanlışlık yapılabilir.

6. Usul-i Fıkh İlmi. ayetlerden dini hükümlerin nasıl çıkarılacağına dair kuralları bildiren bu ilim de, kavramların mücmel (toplu halde, özet), mufassal (detaylı), umum, husus (genel veya sınırlandırılmış anlam), mutlak (herhangi bir sınırla sınırlandırılmamış ve dolayısıyla çok mana ve vecihlere ihtimali bulunan), mukayyed, mensuh, müevvel (tevil edilmiş) vb. olup olmaması konusunda yol gösterir.

7. Usul-i Tefsir İlmi. Ayetlerin hangi ortamlarda indirildiğini bildiren Esbab-ı Nüzul, bazı ayetler arasında yanlış yere var sanılan çelişkileri çözüp gideren Müşkilü'l—Kur'an, Mekki-Medeni, Muhkem-Müteşabih, huruf-i mukatta'a, Nasih-Mensuh, Kur'an kıssaları, Kur'an meselleri, Kur'an'daki kasemler gibi bir çok konuyu ihtiva ile, Kur'an tefsir metodolojisinin adıdır.

8. Usul-i Hadis ve Hadis İlmi. Hz. Peygamber (asv)'den nakledilen ve Kur'an'ı açıklayıcı mahiyette olan hadislerden istifadeyi sağlar.

9. Tarih ve Sosyoloji gibi, beşer toplumlarının maruz kaldıkları durumları konu edinen ilimler.Allah Teala, insanlığa gönderdiği bu son Kitabında, daha önceki kitaplarda bildirmediği şeyleri bildirmiştir. Ezcümle, çeşitli ümmetlerin kıssalarını nakletmiş, onlar hakkında cereyan eden İlahi sünnetlerini (kanunlarını) beyan etmiş, toplumları yükselten ve alçaltan sebeplerden, onların iman ve inkar, ilim ve cehalet, kuvvet ve zayıflık gibi hallerinden bahsetmiştir. Kur'an, bir çok gerçeği pek mücmel ve özlü bir tarzda bildirir. Fakat bu bildirme, her şeyi bilen Allah'ın mücmel bildirmesidir. Bu bakımdan, kendisini, verdiği bilgileri tafsilatlı olarak anlamaları için insanları düşünmeye, incelemeye, seyahat etmeye, tecrübeler yapmaya çağırır. Eğer kainat kitabının zahiri ile yetinecek olursak, bu takdirde, bir kitabın cildine ve rengine bakıp da, ihtiva ettiği ilim ve hikmetlerden haberi olmayan ümmi kimseler durumuna düşeriz.

10. Beşeriyetin Kur'an hidayetiyle doğru yolu bulduğunu ve Kur'an'ın esas gayesinin de insanları hidayet etmek olduğunu bilmek.Bunun için de, Kur'an nazil olmadan önceki cahiliye topluluklarının durumlarından haberdar olmak gerekir. Hz. Ömer (r.a.), buna işaret etmek üzere şöyle demiştir: "İslami dönemde yetişen insanlar, Cahiliye'deki halleri bilmedikleri takdirde, İslam elbisesi düğüm düğüm çözülür." Çağdaş medeni toplumda yetişen bir insan el, yüz ve ayak yıkama, diş temizliği, tırnak kesme gibi şeyleri çok tabii davranışlar kabul edebilir. Oysa Kur'an'ın nazil olduğu zaman ve zeminde, bunları bile benimsetmek başlı başına bir inkılaptı. Kaldı ki, bu gibi adetleri yeni nesillere benimsetmek için ne kadar gayret göstermek gerektiği hepimizce bilinmektedir. Ayrıca, en küçüklerini misal verdiğimiz bu inkılaplar içinde şirk, kan davası, ırk üstünlüğü, kölelere yapılan haksızlıklar, çok eşlilik, zina, haram içki, ümmilik, kadınları mirastan mahrum bırakma, kadını sayısız boşama hakkı, cariyeleri fuhşa zorlama ve bu yolla para kazanmayı meslek edinme (randevu evi işletme) gibi yüzlerce kötü adeti kökünden kaldırarak, yerlerine İslam'ın güzelliklerini yerleştirme gibi muazzam inkılapları unutmak mümkün değildir.

11. Tabii bilimlerde kesin (veya kesine yakın) sayılan bir takım sonuçları ve bu bilimlerin prensiplerini bilmek, onların alanlarına giren konulara temas eden yüzlerce ayeti yorumlamakta sahip olunması gereken formasyonu kazandırır.

12. Mevhibe İlmi. Bundan maksat, ilmi ile amil olanlara, Allah Teala'nın ilham edeceği basiret ve kavrama gücüdür. Allah Teala: "Allah'a itaatsizlikten sakının. (Siz bunu yapınca,) Allah size ilim öğretir. Allah her şeyi bilir."2 buyurur. Hz. Peygamber (s.a.s.), buna işaret olarak: "Kim bildiği ile amel ederse, Allah onu bilmediği ilimlere de varis kılar." buyurmuştur. Süyuti, müfessire lazım gelen ilimlerin sonuna mevhibe ilmini yerleştirdikten sonra der ki: "Aziz okuyucu! Anlaşılan sen, mevhibe ilmini şart koşmamızda tereddüt edip diyorsun ki: "Bu, insanın elinde olan bir şey değildir." Ama, meselede senin gördüğün güçlük yoktur. Zira bunu kazanma yolu var olup, o da, o neticeye götüren amel ve zühdü uygulamaktır (yani davranışlarını ilmine göre yapıp, geçici dünya menfaatlerini kalbine koymamaktır)."3 Bu konuda Zerkeşi de şöyle der: "Biliniz ki, kalbinde bid'at, kibir, hevaya uyma, dünya sevgisi olan, yahut bir günahta ısrar eden, tahkiki iman sahibi olmayan veya tahkiki zayıf olan, yahut kuvvetli ilme sahip bulunmayan bir müfessire dayanan, veya kendi aklına ve anlayışına itimat eden kimse vahyin manalarını anlayamaz ve vahyin esrarı ona açılmaz. Zira bütün bunlar, Kur'an'ı anlamaya perde olan manilerdir. Bu konuda Allah Teala: "Dünya'da haksız yere büyüklük taslayanları, ayetlerimi gereği gibi anlamaktan uzaklaştırırım."4 buyurmuştur.

Kur'an'ı tefsirde müracaat edilmesi gereken kaynaklar

1. Önce bizzat Kur'an-ı Kerimi iyi inceleyip, bir ayeti tefsir eden diğer ayetleri toplamaya çalışmalıdır. Zira ayetlerin birbirlerini açıklamaları meşhur bir keyfiyettir. Böylece müfessir, bir ayeti hatalı olarak veya eksik bir şekilde anlayıp, konuyu Kur'an'ın bütünlüğünden uzak tutmak tehlikesinden kurtulur.

2. Ayetleri açıklayan hadislere başvurmak. Zira Kur'an'ı esas itibariyle tefsir yetkisini Allah Teala, Peygamberine vermiştir. Bu husustaki ayetlerden sadece birini zikredelim: "Biz sana zikri indirdik. Ta ki, kendileri için indirilen Kur'an'ı insanlara açıklayasın ve ta ki onlar da fikirlerini iyice kullansınlar."5

3. Sahabe'nin tefsiri de, öğrendiklerini bizzat Rasulullah'tan (s.a.s.) öğrenmiş olmaları ihtimali, Kur'an'ın nazil olduğu dönemde onun kelimelerinin manalarını en iyi bilme durumunda olmaları, keza vahyin indiği ortamları bizzat yaşamaları, derin kavrama güçleri ve hükümleri uygulama alanına koymadaki şevk ve başarıları gibi meziyetleri sebebiyle son derecede önemlidir. Özellikle ilk dört halife, İbn Mes'ud, İbn Abbas, Hz. aişe, Übey İbn Ka'b, Zeyd İbn Sabit (radiyallahu teala anhüm) gibi sahabilerin tefsirlerini bilmek gereklidir.

4. Kelam'ın manasından ve Usulü'd-Din'de sabit olan esaslardan ortaya çıkan neticeye göre tefsir etmek. Hz. Peygamber (s.a.s.), İbn Abbas hakkında: "Ya Rabbi, onu dinde fakih kıl ve ona tefsiri öğret." diye dua ettiğinde, bu kabil tefsiri kasdetmiştir. Hz. Ali de (r.a.), müslümanın çaba sarfederek ulaştığı şahsi Kur'an anlayışını onun esas mirası, başlıca sermayesi saymıştır. Sahabe'nin tefsirde bazen her birinin farklı farklı açıklamaları, bu kabilden sayılır.6

Müfessirin sakınması gereken haller

Şu hallerden ise müfessirin sakınması şarttır: Arap diline, Usulü'd-Din'e ve zikrettiğimiz ilimlere vakıf olmadan Allah'ın muradını açıklamaya girişmek doğru değildir. Bazı hakiki müteşabihler gibi, Allah'ın, kesin ilmini Zatına tahsis ettiği meselelere dalmak, bu hususları uzatmak yersizdir. Keza müfessir, kendi hevasına, peşin fikrine veya Müslümanların cumhuruna aykırı olan mezhebine göre tefsirden kaçınmalıdır. Diğer taraftan, iltizam ettiği Sünni bir mezhep varsa, mezhebinin içtihadını ve yorumunu, Sünnilik içinde tek doğru yorum olarak iddia etmemelidir. Ve nihayet sonunda, "vallahu a'lem" demesini bilmeli, tefsirinin murad-ı İlahi olduğu hususunda kesin bir iddiada bulunmamalıdır.

Matlup tefsir tarzı

Müfessirin uygulaması gerekli olan matlup tefsir tarzını şöylece hulasa edebiliriz:

1. Tefsir edilen kavram ile tefsir arasında mutabakat, yani uygunluk olmalı. Manayı açıklama yönünden eksik taraf kalmadığı gibi, maksada uygun olmayan gereksiz fazlalık da bulunmamalı. Hele hele, anlamı başka yöne kaydıran çabalardan sakınmalıdır.

2. Hakiki mana da, mecazi mana da gözetilmelidir. Mecazi mana kasdedilmişse, hakiki manaya hamletmekten veya bunun aksinden kaçınmalıdır.

3. Kelimeleri izah ederken,siyak ve sibakın ışığında açıklamaya çalışmalıdır.

4. ayetler arasında bazen gizli kalan münasebet ve irtibatları ortaya koymalıdır ki, ayetler arasında anlam kopukluğu olduğu sanılmasın.

5. ayetin indirilmesine vesile teşkil eden sebeb-i nüzul varsa o hadiseyi bildirmeli ki, ayetteki hükmün maksadı daha iyi anlaşılabilsin.

6. Lügat, Nahiv ve Belagat ilimlerine göre kelime ve terkipler hakkında gerekli açıklamayı yaptıktan sonra, İslam'ın temel kaideleri çerçevesinde ayetlerden hükümler çıkarmaya gayret etmelidir.

7. İmkan nisbetinde Kur'an'da tekrar olduğu iddiasından kaçınmalıdır. Zira ilk anda tekrar veya müteradif gibi görünen kelimelerin, iyice dikkat edildiğinde ve araştırıldığında, aralarındaki nüansların fark edileceği anlaşılacaktır.

8. Tefsirle doğrudan ilgisi olmayan, dilbilgisi, Fıkıh ve Kelam'a ait tafsilattan, kıssa veya çeşitli bilimsel ayrıntılardan kaçınmalıdır. Zira o meselelerin tafsilatı, zaten o ilimlere mahsus kitaplarda bulunmaktadır. Bunlara dalmak, muhatabı Kur'an'ın esas maksatlarından uzaklaştırabilir.

9. Müfessir, gerektiğinde tercih kıstaslarına göre hareket etmesini bilmeli, ayet-i kerime birden fazla manaya muhtemel ise, en kuvvetli olan tarafı tercih edebilmelidir. Bu konuda Zerkeşi şöyle der: "İki veya daha fazla ihtimal olan hususta, alimlerden başkası içtihad edemez. Onlar da şahsi görüşlerine değil, delillere dayanmak zorundadırlar. Manalardan biri daha zahir ise, ona göre tefsir edilmelidir. Şayet, hafi (gizli) mananın kasd edildiğine delil olursa, bu takdirde, hafi manaya göre tefsir edilir." Her iki mana eşit durumda olup, birinde lügavi hakikat, öbüründe şer'i hakikat anlamı ağır basarsa, bu durumda şer'i manaya öncelik verilir. Fakat lügavi mananın kasd edildiğine dair bir karine bulunursa, bu takdirde buna göre tefsir edilir. Mesela, "Onların mallarından zekat al ki, bununla onları temizleyesin ve arındırasın, onlar için dua da et. Çünkü senin onlar lehinde duan, onlar için büyük bir huzur kaynağıdır. Allah herşeyi hakkıyla işitir ve bilir." ayetinde 7, salat'ın şer'i manası namaz olmakla birlikte, burada lügavi manası olan "dua"nın murad edildiğine karine mevcut olduğundan dua manasına tefsir edilir. Zira bir önceki cümlede zekat verme söz konusu edilmekte olup, mali fedakarlıkta bulunan kimseye, bundan dolayı dua edilir. Ama iki mananın bir arada düşünülmesi imkansız ise, kendi imkanlarına göre delillere bakarak içtihad eder, kendi nezdinde ağır basan mananın, kendisi hakkında, Allah'ın maksadı olduğuna kani olur. Eğer bir başka müçtehid, ondan bir başka mana çıkarırsa, bu da onun hakkında Allah'ın maksadı olur. Zira o da, bu sonuca içtihadı neticesinde ulaşmıştır. Eğer manalar nezdinde eşit olursa, istediğini tercih etme veya daha ağır hükmü yahut daha kolay hükmü alıp almaması gerektiği şeklinde.. aynı şekilde geçerli görüşler vardır. Şayet iki mana birbirini nefy etmezse, muhakkiklere göre, her iki manaya göre yorumlaması gerekir ve bu i'caz ve fesahat bakımından daha matlub olur."8

Böylece, klasik dönem alimlerinin, muteber tefsir için aradıkları şartları göstermeye çalıştık. Asırların tecrübesinden ve imtihanından geçmiş bu makul ölçüler çerçevesinde kalmakla beraber müfessir, yaşadığı asrın ihtiyaçları ve tesbitleri açısından elbette Kur'an'a yönelebilir ve onun ilham edeceği farklı inceliklere, yeni anlamlara ulaşabilir. Zira yine klasik dönem alimlerinin kabul ettikleri üzere, tefsir ilmi, gelişmesini ve olgunlaşmasını tamamlamış ve yenilip içilmiş ilimlerden sayılmaz. Bilakis o, belirip ortaya çıkmakla beraber, henüz olgunlaşmamış meyveye benzetilir.

Dipnotlar

1. Muhammed Abduh, Tefsiru'l—Menar, Mukaddime.
2. Bakara, 2/282.
3. el-İtkan fi ulumi'l-Kur'an, Kahire, 1951, 2/182.
4. A'raf, 7/146.
5. Nahl, 16/44.
6. B. Zerkeşi, el-Burhan fi ulumi'l-Kur'an, Kahire, 1957, 2/161; Süyuti, el-İtkan, 2/178-179.
7. Tevbe 9/103.
8. Süyuti, el-İtkan, 2/182. (Süyuti, bu kısmı Zerkeşi, el-Burhan, 2/166-167'den özetleyerek nakl eder) ; M. H. ez-Zehebi, et-Tefsir ve'l-Müfessirun, 1/277-280.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
 

SETR

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Meal Tefsir Yerine Geçer mi? Tefsir ile mealin farkı nedir?

"Kelimât-ı tesbihiye ve zikriyenin, hususan ezanda ve namazda olanların ekseriyet-i mutlakası, alem ve isim hükmüne geçmişler. Alem gibi, mânâ-yı lügavîsinden ziyade, mânâ-yı örfî-i şer'îsine bakılır. Öyleyse değişmeleri şer'an mümkün değildir. Her mü'mine bilmesi lâzım olan mücmel mânâlar
ı, yani muhtasar bir meâli ise, en âmi bir adam dahi çabuk öğrenir. Bütün ömrünü İslâmiyetle geçiren ve kafasını binler mâlâyâniyatla dolduran adamlar, bir iki haftada, hayat-ı ebediyesinin anahtarı olan şu kelimât-ı mübarekenin meâl-i icmâlîsini öğrenmemesine nasıl mazur olabilirler, nasıl Müslüman olurlar, nasıl "akıllı adam" denilirler? Ve öyle heriflerin tembelliklerinin hatırı için o nur menbalarının mahfazalarını bozmak kâr-ı akıl değildir."

"Hem Sübhânallah diyen, hangi milletten olursa olsun, Cenâb-ı Hakkı takdis ettiğini anlar. İşte bu kadar kâfi gelmez mi? Eğer mânâsına kendi lisanıyla müteveccih olsa, akıl noktasında bir defa taallüm eder. Halbuki günde yüz defa tekrar eder. O yüz defa, aklın hisse-i taallümünden başka, lâfızdan ve lâfza sirayet eden ve imtizaç eden meâl-i icmâlî, çok nurlara ve feyizlere medardır. Bahusus, tekellüm-ü İlâhî haysiyetiyle aldığı kudsiyet ve o kudsiyetten gelen feyizler ve nurlar çok ehemmiyetlidir."

"Elhasıl: Zaruriyât-ı diniye mahfazaları olan elfâz-ı kudsiye-i İlâhiyenin yerine hiçbir şey ikame edilemez ve yerlerini tutamaz ve vazifelerini göremez. Ve muvakkat ifade etseler de, daimî, ulvî, kudsî ifade edemezler."

"Amma nazariyât-ı diniyenin mahfazaları olan elfazlar ise, değiştirilmeye lüzum kalmaz. Çünkü nasihatle ve sair tedris ve talim ve vaazla o ihtiyaç mündefi' olur."

"Elhasıl, lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabînin câmiiyeti ve elfâz-ı Kur'âniyenin i'câzı öyle bir tarzdadır ki, kabil-i tercüme değildir, belki "muhaldir" diyebilirim. Kimin şüphesi varsa, i'câza dair Yirmi Beşinci Söze müracaat etsin. Tercüme dedikleri şeyler ise, gayet muhtasar ve nâkıs bir mealdir. Böyle meal nerede; hayattar, çok cihetlerle teşa'ub etmiş âyâtın hakikî mânâları nerede?"(1)
 
Üst