Zengin olmak meşru ve bunun yolu her Müslüman’a açık. Ama, umulan netice elde edilemediğinde, hırs ile yahut servet düşmanlığıyla ruha azap çektirmenin de bir mânâsı yok. Rahatın yolu “kısmete rıza”dan geçer. Servetin huzur getireceği şüphelidir, ama servet düşmanlığının insanı rahatsız ettiği açıktır.
Böyle bir duruma düşmemek için, serveti Müslümanca değerlendirmek, ona İslâm’a göre bakmak gerekir. İslâm’da ferdî mülkiyet hakkı, meşru yoldan kazanılması şartıyla kabul edilmiş, ihtikâr, hileli satış, kumar, hırsızlık, zorbalık, kısacası kul hakkının her nevi gaspı haram kılınmış.
Zaten zarurî ihtiyaç maddeleri, su, ateş, boş otlakiye ferdî mülkiyetten hariç tutulmuş. Zekât İslâm’ın beş şartından birisi olmuş; sadaka ve ihsan daima teşvik edilmiş.
“...Uhud dağı kadar mala sahip olsaydım, Allah yolunda sarf ederdim. Ölürken iki kiret (dirhemin on ikide biri) dahi bırakmama gönlüm razı değil.” (Hadis-i Şerif
Ve en önemlisi: “İsraf haram kılınmış”
Bir zengin, bütün bu esaslara tam tamına riayet ediyorsa, hayırlı bir insandır ve cemiyete hizmet yolundadır; etmiyorsa kendini aldatmakta, ebedî saadetiyle oynamaktadır.
Servet ya meşrudur, alın terinin neticesi, gayretin mahsulüdür, “Doğru ve dürüst tacir, kıyamet gününde sıddıklar ve şehitlerle beraber haşredilecektir.” hadis-i şerifindeki müjdeye dahildir. Veya, gayr-i meşrudur, haksızdır, üzerinde zulüm damgası vardır. Hz. Mevlânâ’nın, “Zalimlerin malları uzaktan güzel görünür, ama hakikatte mazlum kanıdır, vebalidir.” dediği türdendir.
Kazanç meşru ise sahibine düşman olunmaz, gayr-i meşru ise ona heveslenilmez. Her iki halde de bizim başkalarıyla fazla işimiz yok demektir. Kendi işimize bakmak, hem dünyevî, hem uhrevî saadetimiz için büyük bir gayretin içinde bulunmak durumundayız.
Bir hikmet ehli şöyle diyor: “Sadece kendi işine dalmış birisi, haset edecek bir şey bulamaz. Çünkü, haset insanı avare eden bir ihtirastır. Evde tutacağına sokak sokak gezdirir.”
Böyle bir duruma düşmemek için, serveti Müslümanca değerlendirmek, ona İslâm’a göre bakmak gerekir. İslâm’da ferdî mülkiyet hakkı, meşru yoldan kazanılması şartıyla kabul edilmiş, ihtikâr, hileli satış, kumar, hırsızlık, zorbalık, kısacası kul hakkının her nevi gaspı haram kılınmış.
Zaten zarurî ihtiyaç maddeleri, su, ateş, boş otlakiye ferdî mülkiyetten hariç tutulmuş. Zekât İslâm’ın beş şartından birisi olmuş; sadaka ve ihsan daima teşvik edilmiş.
“...Uhud dağı kadar mala sahip olsaydım, Allah yolunda sarf ederdim. Ölürken iki kiret (dirhemin on ikide biri) dahi bırakmama gönlüm razı değil.” (Hadis-i Şerif
Ve en önemlisi: “İsraf haram kılınmış”
Bir zengin, bütün bu esaslara tam tamına riayet ediyorsa, hayırlı bir insandır ve cemiyete hizmet yolundadır; etmiyorsa kendini aldatmakta, ebedî saadetiyle oynamaktadır.
Servet ya meşrudur, alın terinin neticesi, gayretin mahsulüdür, “Doğru ve dürüst tacir, kıyamet gününde sıddıklar ve şehitlerle beraber haşredilecektir.” hadis-i şerifindeki müjdeye dahildir. Veya, gayr-i meşrudur, haksızdır, üzerinde zulüm damgası vardır. Hz. Mevlânâ’nın, “Zalimlerin malları uzaktan güzel görünür, ama hakikatte mazlum kanıdır, vebalidir.” dediği türdendir.
Kazanç meşru ise sahibine düşman olunmaz, gayr-i meşru ise ona heveslenilmez. Her iki halde de bizim başkalarıyla fazla işimiz yok demektir. Kendi işimize bakmak, hem dünyevî, hem uhrevî saadetimiz için büyük bir gayretin içinde bulunmak durumundayız.
Bir hikmet ehli şöyle diyor: “Sadece kendi işine dalmış birisi, haset edecek bir şey bulamaz. Çünkü, haset insanı avare eden bir ihtirastır. Evde tutacağına sokak sokak gezdirir.”