Roberta, Peter ve Phyllis’in hayatları, babaları bir gece iki yabancıyla birlikte sır olunca aniden değişir. Londra’da mutluluk içinde yaşadıkları evi, anneleriyle birlikte terk etmek zorunda kalırlar. Küçük bir kulübeye yerleşirler. Zor günler başlamıştır…Ve kulübelerinin yakınından bir demiryolu geçmektedir. Bir süre sonra demiryolunun macerasına karışırlar, kendilerine raylardan bir dünya kurarlar. Bir yandan da babalarının sırrını çözmeye çalışmaktadırlar. Peki babalarını bulup mutlu günlerine dönebilecekler midir?
BİRİNCİ BÖLÜM OLAYLARIN BAŞLANGICI
Aslına bakarsanız, onlar hayatlarına demiryolu çocukları olarak bağlamamışlardı. Maskelyne ve Cooke’a. pandomim gösterilerine, hayvanat bahçesine ve Madam Tussaud’a giderken trene binmeleri dışında, demiryollarının akıllarına geldiğini hiç sanmıyorum Kasabada yaşayan, sıradan çocuklardı. Anne ve babalarıyla beraber, kırmızı tuğladan örülmüş cephesi, renkli camlı on kapısı, parke döşeli koridoru, sıcak suyu olan banyosu, elektrikli kapı zili, iki kanatlı pencereleri ve temiz beyaz badanalı duvarları bulunan, emlakçıların deyimiyle “modern eşyalı” bir evde yaşıyorlardı.
Üç kardeşlerdi. En büyüğünün adı Roberta’ydı. Anneler çocukları arasında ayrım yapmazlar, ama eğer annelerinin bir gözbebeği olsaydı bu Roberıa olurdu. Ardından, büyüyünce mühendis olmayı isleyen Peter geliyordu. En kûçûkleriyse, çok iyi bir çotuk olan Phyllis’ıi.
Anneleri, bütün zamanını sıkıcı kadınları ziyarete giderek ya da evde oturup bu kadınların onu ziyaret etmesini bekleyerek harcamıyordu. Neredeyse her zaman çocuklarıyla oynamaya, onlara hikâyeler okumaya, ev ödevlerinde yardımcı olmaya hazırdı. Bunun dışında, çocuklar okuldayken onlar için hikâyeler yazar, çay içlikten sonra bunları onlara yüksek sesle okurdu. Çocukların doğum günleri, yavru kedilere ad koyulması, oyuncak bebeklerin evlerinin, eşyalarının yenilen mesi ve çocukların kabakulağı allatması gibi önemli olaylarda daima komik şiirler yazardı.
Bu üç şanslı çocuk, ihtiyaç duydukları her şeye sahipli; güzel giysileri, sıcak şömineleri, bir yığın oyuncakla dolu, şirin bir çocuk odaları, Anne Kaz desenli duvar kâğıtları, iyi kalpli ve neşeli bir dadıları ve James adında, çok sadık bir köpekleri vardı. Babalan da mükemmeldi; hiç sinirlenmeydi, çocuklarına karşı hep adil davranırdı. Her zaman oyun oynamaya hazırdı. Hazır olmadığı zamanlarda ise hep geçerli bir mazereti olur, bunu çocuklara o kadar ilginç ve komik bir şekilde açıklardı ki. çocuklar, oynamak islediğine, ancak çok sıkışık durumda olduğuna yürekten inanırlardı.
Bu çocukların çok mutlu olduklarını düşüneceksiniz, öyleydi, ama Kırmızı Ev’lerindeki günleri bilip yaşamları değişmeye başlayana kadar bunun ayrımına varamadılar. Bu korkunç değişiklik aniden gerçekleşti. Peter’ın onuncu doğum günüydü. Aldığı hediyeler alasında hayal bile edemeyeceğiniz kadar güzel bir oyuncak lokomotif vardı. Diğer hediyeler de çok güzeldi, ama lokomotifi en mükemmeliydi.
Bu oyuncağın büyüsü üç gün boyunca sürdü. Sonra, Pelerin acemiliğinden ya da Phyllis’in iyi niyetli ama acele hareketleri yüzünden ya da bilmediğimiz başka nedenlerden dolayı, lokomotif büyük bir gürültüyle patladı, james o kadar korkmuştu ki, dışarı kaçtı ve bütün gün gen dönmedi. Vagondaki Nuh’un Gemisi ahalisinin hepsi parçalandı; gerçekteyse küçük vagondan ve Peter’ın duygularından başka kınlan bir şey yoktu. Kardeşleri, Pelerin bu olaydan sonra ağladığını söylediler. Ama on yaşındaki erkekler başlarına ne ge lirse gelsin kesinlikle ağlamazdı. Peter gözlerinin, üşûttüğü için kızardığını söyledi. Bunu söylediği zaman nezle olduğunu bilmiyordu, ama gerçekten nezle oldu ve ertesi gün dinlenmesi gerekti. Bir ara birdenbire yalaktan doğrulup, “Bulamaçtan nefret ediyorum, ekmek ve sütten nefret ediyorum. Ayağa kalkıp gerçek şeyler yemek isliyorum,” diye bağırdığında, annesi onun kızamık olmasından korkmaya başladı.
“Ne yemek istersin?” diye sordu.
“Güvercin çöreği,” dedi Peter. istekli bir şekilde, “büyük bir güvercin çöreği. Çok büyük.” Anne, aşçıdan büyük bir güvercin çöreği yapmasını isledi. Çörek hazırlandı ve pişirildi. Peter bir parça yedi. Yedikten hemen sonra nezlesi biraz geçmişti. Çörek hazırlanırken, annesi onu eğlendirmek için küçük bir sür yazdı. Şiir Peter’ın çok talihsiz bir çocuk olduğunu söyleyerek başlıyor ve şöyle devam ediyordu:
Onun bir lokomotifi vardı.
Bütün kalbi ve ruhuyla sevdiği
Eğer bir dileği olsaydı bu dünyada
Bu, onun sağlam kalması olurdu.
Bir gün; arkadaşlar, sıkı durun.
En kötüsüne geliyorum:
Ansızın bır vida yerinden çıktı,
Ve lokomotifin kazanı patladı!
Hüzünlü bir yüzle onu yerden kaldırdı.
Yeni bir lokomotif yapamayacağını bile bile
Annesine götürdü.
Demiryolu üzerine dağılmış olanlar
Pek umurunda değilmiş gibi gözüküyordu.
Lakomotifdi daha çok onu üzen
Ve sonra da orada bütün olanlar.
Ve şimdi anlıyorsunuzdur
Neden Peter’ımızm hastalandığım:
Ruhunu çörekle sakinleştiriyordu
Öldürmüş olmanın acısı ona sıkımı veriyordu.
Kendisini battaniyelere sararak ısıtıyor
Ve geç saatlere kadar uyuyor
Böylece bu kötü kaderinin
Üstesinden gelmeye çalışıyordu.
Ve eğer güzleri çok kızarmıssa,
Nezlesi artık onu affetmeli.
Ona çörek ikram edelim; emin olabilirsiniz ki
Reddetmeyecektir.
Babası üç dürt gündür şehir dışındaydı. Peter. bozuk lokomotifi tamir edebilecek tek insanın babası olduğunu düşünüyordu, çünkü babası parmakları yetenekliydi, her şeyi lam ir edebiliyordu. Salıncaklı atların arızalarını bir veteriner edasıyla tamir etmiş; bir keresinde, bütün yardımlar tükenip zavallı at kaderine terk edildiğinde, hana marangoz bile bir şey yapamayacağını söylediğinde, salıncaklı atın hayatını babası kurtarmıştı. Hiç kimse bir şey yapamazken bebeklerin beşiğini onaran; biraz yapıştırıcı, tahta parçaları ve bir çakıyla Nuh’un Gemisi’nin hayvanlarını eskiden olduğu gibi sağlam bir şekilde yerlerine yerleştiren yine o olmuşlu.
Babası yemeğini bitirene kadar Peter kahramanca bir özveri ile bekledi ve lokomotifi hakkında.