Descartes'ın benlik konusundaki görüşleri, ondan sonra da felsefe çevrelerinde benlik hususunda yapılan tartışmaların ana çerçevesini oluşturmuştur. Rasyonalist olsun, empirist olsun ya da başka bir görüşten olsun, Descartes'tan sonra benlik konusunda görüş öne süren hemen her filozof, Descartes'ın benlik anlayışıyla hesaplaşmak ihtiyacı duymuştur. Locke'tan Spinoza'ya, Leibniz'den Hume'a kadar farklı ve hatta zıt kutuplarda yer alan filozofların benlik anlayışlarına bakıldığında Descartes'ın etkisi hemen hissedilecektir.
Bu da doğal olarak Descartes'ın benlik anlayışım daima önemli ve özel bir konumda tutmuş ve bu alanda bir Kartezyen geleneğin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu nedenle, Descartes'tan sonraki benlik anlayışını doğru anlamak için Descartes'ın benlik anlayışının doğru anlaşılması bir zarurettir. Öyle görülüyor ki, Descartes, benliğin nesne yanından ziyade onun özne yanına vurgu yapmaktadır. Ben'in kendisini bir özne olarak yani aktif bir amil olarak bilmesi demek, kendi aktivitelerinin sezgisel yahut a priori bilgisine ulaşması demektir. Böyle bir sezgisel bilgi de bedenin varlığını gerektirmeyeceği için Descartes'a göre ben, beden olmadan da varolabilirim.
Descartes'ın benlik hakkındaki görüşü, şöyle ya da böyle diğer rasyonalist filozoflar tarafından da paylaşılmıştır. Diğer iki büyük rasyonalist olan Spinoza ve Leibniz'e göre de benliğimizin varlığına ve mahiyetine ilişkin bilgimiz, rasyonel bir sezgiden başka bir şey değildir. Tabii bu üç filozofun benlik ya da ruhun mahiyetine ilişkin görüşleri arasında önemli farklılıklar da bulunmaktadır. Örneğin Descartes'ta ruh kendi başına varolabilen bir töz iken Spiniza'da ruh ya da ben, kendi başına varolan bir töz olmayıp tek töz olan Tanrı'nın asli niteliklerinden biri olan düşünmenin bir modundan ibarettir.
Spinoza'ya göre Tanrı'nın sonsuz nitelikleri vardır, ama biz ancak onlardan iki tanesini biliriz; bunlar da ruh ve madde, yahut düşünmek ve yer kaplamadır. Yine Spinoza'ya göre Tanrı'nın bir niteliği olan düşünmek sonsuz iken onun değişik modları olan tek tek ruhlar sınırlı olup zaman içerisinde yer alırlar. Leibniz ise benliğin mahiyeti konusunda o dönemde oldukça yeni sayılabilecek bir görüş ortaya atar. Leibniz'e göre evrenin yapısını monad adını verdiği tinsel varlıklar oluşturur. Ruh ya da ben de bu monadlardan müteşekkildir. Ancak Leibniz benlik bilgisinin esas itibariyle bir sezgi olduğunu öne sürerek diğer rasyonalist filozoflara bu konuda katılır.
Rasyonalistler ile empiristler arasında ben ve ben bilgisi konusundaki tartışmaların odağını ben'in entellektüel bir sezgi yoluyla mı yoksa empirik bir algı vasıtasıyla mı bilindiği sorunsalı oluşturmaktadır. Empiristler, benliğin pasif yönüne vurgu yapıp ben bilgisinin kesinlik ve eminlik açısından diğer nesnelerin bilgisinden farklı olmadığını iddia ederken, rasyonalistler benliğin özne yönüne vurgu yaparlar ve a priori bir sezgi ile elde edilen ben bilgisinin diğer bilgilere nazaran daha yüksek bir kesinlik taşıdığını öne sürerler.
Hem rasyonalistlerin hem de empiristlerin görüşlerinde doğruluk payı vardır. Empirist ben bilgisini savunanlara destek olarak günlük tecrübelerimize ilişkin bir gerçeği gösterebiliriz. Herkes zaman zaman zihinsel yahut içsel halleri üzerinde düşünür; örneğin bir acı duyduğumda yahut başım ağrıdığında kendimi bir nesne olarak görürüm. Fakat kendimizi bir nesne olarak görmemizin psikolojik bir sakıncası da vardır. Kendimize ilişkin algımız, kendimizin içinde bulunduğu zihinsel hali değiştirebilme ve hatta onu bozabilme gücüne sahiptir. Bunun nedeni de içsel algıyı onun içeriğinden ayırmanın zorluğudur. Bu yüzden rasyonalistler içsel algının güvenilir bir ben bilgisi kaynağı olmadığım öne sürerler.
Öte yandan, Descartes, bir özne olarak ben'e ve onun doğrudan bilgisine vurgu yaparken ben'in sadece bir nesne olarak görülemeyeceğini zira ben'in bilgi edinmede bir özne olarak vazgeçilmez bir role sahip olduğunu söylerken haklı gibi görünmektedir. Ancak Descartes bununla yetinmez; cogito'dan benin mahiyetine ilişkin geçersiz çıkarımlarda da bulunur.
Descartes'ın ben'in yalın, ölümsüz ve düşünen bir töz olduğunu söylemesi, cogito'dan meşru olmayan çıkarımlar yapmasından kaynaklanmaktadır. Descartes, benliğin varlığına ilişkin bilgi ile benliğin mahiyetine ilişkin bilgiyi aynı derecede kesin kabul ederek cogito argümanından geçerliliği kuşkulu sonuçlar çıkarmaya çalışmıştır. Kant'ın daha sonra açıkça gösterdiği gibi, ruhun yahn bir töz olduğuna ilişkin bilgiyi cogito argümanından çıkarmak mümkün değildir, zira cogito sadece bir öznenin varolduğunu ispatlamaktadır, yoksa onun mahiyetinin ne olduğu konusunda herhangi bir iddiada bulunmamaktadır.
Descartes ve Benlik 1
Descartes ve Benlik 2
Descartes ve Benlik 3
Bu da doğal olarak Descartes'ın benlik anlayışım daima önemli ve özel bir konumda tutmuş ve bu alanda bir Kartezyen geleneğin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu nedenle, Descartes'tan sonraki benlik anlayışını doğru anlamak için Descartes'ın benlik anlayışının doğru anlaşılması bir zarurettir. Öyle görülüyor ki, Descartes, benliğin nesne yanından ziyade onun özne yanına vurgu yapmaktadır. Ben'in kendisini bir özne olarak yani aktif bir amil olarak bilmesi demek, kendi aktivitelerinin sezgisel yahut a priori bilgisine ulaşması demektir. Böyle bir sezgisel bilgi de bedenin varlığını gerektirmeyeceği için Descartes'a göre ben, beden olmadan da varolabilirim.
Descartes'ın benlik hakkındaki görüşü, şöyle ya da böyle diğer rasyonalist filozoflar tarafından da paylaşılmıştır. Diğer iki büyük rasyonalist olan Spinoza ve Leibniz'e göre de benliğimizin varlığına ve mahiyetine ilişkin bilgimiz, rasyonel bir sezgiden başka bir şey değildir. Tabii bu üç filozofun benlik ya da ruhun mahiyetine ilişkin görüşleri arasında önemli farklılıklar da bulunmaktadır. Örneğin Descartes'ta ruh kendi başına varolabilen bir töz iken Spiniza'da ruh ya da ben, kendi başına varolan bir töz olmayıp tek töz olan Tanrı'nın asli niteliklerinden biri olan düşünmenin bir modundan ibarettir.
Spinoza'ya göre Tanrı'nın sonsuz nitelikleri vardır, ama biz ancak onlardan iki tanesini biliriz; bunlar da ruh ve madde, yahut düşünmek ve yer kaplamadır. Yine Spinoza'ya göre Tanrı'nın bir niteliği olan düşünmek sonsuz iken onun değişik modları olan tek tek ruhlar sınırlı olup zaman içerisinde yer alırlar. Leibniz ise benliğin mahiyeti konusunda o dönemde oldukça yeni sayılabilecek bir görüş ortaya atar. Leibniz'e göre evrenin yapısını monad adını verdiği tinsel varlıklar oluşturur. Ruh ya da ben de bu monadlardan müteşekkildir. Ancak Leibniz benlik bilgisinin esas itibariyle bir sezgi olduğunu öne sürerek diğer rasyonalist filozoflara bu konuda katılır.
Rasyonalistler ile empiristler arasında ben ve ben bilgisi konusundaki tartışmaların odağını ben'in entellektüel bir sezgi yoluyla mı yoksa empirik bir algı vasıtasıyla mı bilindiği sorunsalı oluşturmaktadır. Empiristler, benliğin pasif yönüne vurgu yapıp ben bilgisinin kesinlik ve eminlik açısından diğer nesnelerin bilgisinden farklı olmadığını iddia ederken, rasyonalistler benliğin özne yönüne vurgu yaparlar ve a priori bir sezgi ile elde edilen ben bilgisinin diğer bilgilere nazaran daha yüksek bir kesinlik taşıdığını öne sürerler.
Hem rasyonalistlerin hem de empiristlerin görüşlerinde doğruluk payı vardır. Empirist ben bilgisini savunanlara destek olarak günlük tecrübelerimize ilişkin bir gerçeği gösterebiliriz. Herkes zaman zaman zihinsel yahut içsel halleri üzerinde düşünür; örneğin bir acı duyduğumda yahut başım ağrıdığında kendimi bir nesne olarak görürüm. Fakat kendimizi bir nesne olarak görmemizin psikolojik bir sakıncası da vardır. Kendimize ilişkin algımız, kendimizin içinde bulunduğu zihinsel hali değiştirebilme ve hatta onu bozabilme gücüne sahiptir. Bunun nedeni de içsel algıyı onun içeriğinden ayırmanın zorluğudur. Bu yüzden rasyonalistler içsel algının güvenilir bir ben bilgisi kaynağı olmadığım öne sürerler.
Öte yandan, Descartes, bir özne olarak ben'e ve onun doğrudan bilgisine vurgu yaparken ben'in sadece bir nesne olarak görülemeyeceğini zira ben'in bilgi edinmede bir özne olarak vazgeçilmez bir role sahip olduğunu söylerken haklı gibi görünmektedir. Ancak Descartes bununla yetinmez; cogito'dan benin mahiyetine ilişkin geçersiz çıkarımlarda da bulunur.
Descartes'ın ben'in yalın, ölümsüz ve düşünen bir töz olduğunu söylemesi, cogito'dan meşru olmayan çıkarımlar yapmasından kaynaklanmaktadır. Descartes, benliğin varlığına ilişkin bilgi ile benliğin mahiyetine ilişkin bilgiyi aynı derecede kesin kabul ederek cogito argümanından geçerliliği kuşkulu sonuçlar çıkarmaya çalışmıştır. Kant'ın daha sonra açıkça gösterdiği gibi, ruhun yahn bir töz olduğuna ilişkin bilgiyi cogito argümanından çıkarmak mümkün değildir, zira cogito sadece bir öznenin varolduğunu ispatlamaktadır, yoksa onun mahiyetinin ne olduğu konusunda herhangi bir iddiada bulunmamaktadır.
Descartes ve Benlik 1
Descartes ve Benlik 2
Descartes ve Benlik 3