En büyük düşmanımız şeytan.
Eğer nefsimize gereken önemi vermezsek, nefsimiz de şeytanın askeri hükmüne girer. Ki; zaten kendisi fıtrat olarak ona meyilli.
Nefsi temizlemek ve onu terbiye etmek ile nefsi ahirette maruz kalabileceği azaptan kurtarmak gerekir.
Bunu boşverir isek, yani; Allah'ın (celle celaluhu) emr ve yasaklarını uygulamada kendi nefsimize karşı gevşeklik gösterir isek, onu bir nevi serkeşlik yapmasına, günahlara maruz kalmasına ve dolayısı ile cehennemlikler sınıfına dahil olmasına göz yummuş oluruz.
Bu da nefsimize yapabileceğimiz en büyük zulm olur. Yoksa; nefs terbiyesi; zulm değil, belki takvaa seviyesinin yükselmesidir, denilebilir.
Bir yavrunuz olsa, onu nasıl dış etkenlerden gelecek zarara karşı koruma güdüsü ile hareket ediyorsak, ki küçük çocuktur zararı ziyanı bilemez diyerek yönlendirme ve bilinçlendirme ihtiyacı hissediyorsak, aynı önem ve ihtimamı da kendi nefsimize Dini bilgileri öğrenip bunları kendi nefsimize tatbik ederek sağlamalıyız.
Çünkü nefs ahmaktır ve fıtratı gereği emr ve yasaklara meyillidir. Aksi takdirde bunları yapmaz isek, nefsimize zulm etmiş oluruz. 3.) İman olmadan nefs temizlenemez.
Neden ? Çünkü; iman ruh ile alakalı bir mevzuudur başlangıçta. Ruh gücünü imandan alır. Ruh ne kadar güçlü olursa nefsi kendi etkisine alması o kadar kolaylaşır.
Aksi takdirde nefs girdiği veya gireceği günahlar ile zaten şeytan gibi bir düşmandan destek almaktadır.
Ruh, ne zaman imanı ile kendini güçlendirmeye başlarsa, en başta şeytanın giriş yollarını tıkamak ile göreve başlar.
Nefsin lojıstik desteğini bir nevi kesmiş olur. Yani nefs günah işleyerek güçlenirken onun beslenmesini kesmek, takatten düşmesine sebeptir.
Teşbihte hata olmaz inşaallah. Takatten düşen nefs, ruh'un isteklerine bakar. Önceleri çok sert ve ciddi bir tepki verir.
Belki namazda yada zikr de küfür bile ettirir. Yani bunlar illa olacak diye bir kaide yok, ama illa olacak olan başka şeyleri muhakkak yaşatır.
Gayesi, senin o kestiğin yolları tekrar açmanı sağlayacak baskının netice vermesini istemesidir.
Bunun için her yol mubahtır ve sebatla uygulanır. İşte bu noktada ruh, kendisini eskisinden daha güçlü hale getirecek taat, ibadet ve zikrlere yöenlmelidir. Nefsin bu atağına karşı atak ile cevap vermelidir.
En iyi savunma hücumdur mantığı geçerli yani bu konuda.
Normalde aldığı tepkinin daha da yoğunlaşarak kendi üzerine gelindiğini gören nefs bir müddet sonra artan bu baskıdan neredeyse nefes alamaz hala gelir. Ve sonunda teslim bayrağını çeker.
Teslim bayrağını çektiğinde artık ruh'un efendiliğini kabul etmiş demektir. efendi ne derse onu yapar. Efendinin istemediği şeyler onun da istemediğidir. Efendinin beğendiği şeyler onun da beğenisidir.
Bu işte nefsin mülheme makamıdır. Her an ruhun zayıflaması ile levvameye de inebilir, ruh'un kendini daha da güçlendirmesi ile mutmainne makamına da çıkabilir. İşte bu makam bütün insanların ayağının kayması yönünde en ciddi sıkıntıları yaşayacağı bölümdür. Şeytan burada bütün kozlarını oynar.
Çok ciddi imtihanlar burada başlar. İmani sorgulamaların en tehlikelileri burada cevap ister. Bu aşamayı geçmene izin vermemek için şeytan bütün her şeyini ortaya koyar.
Çünkü, buradan sıyrılan kulun nefsi artık mutmainne olmuştur.
Ruh'a ram olarak kıldığı namazların lezzeti burada tadılmıştır. Zikr ederken vucud buralarda titremeye başlar.
Bir Alllah (celle celaluhu) lafzı celali burada yüreğe ok gibi saplanmaya başlar.
Hani ayette bahsedilen; "Gerçekten mü'minler ancak o mü'minlerdir ki Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, karşılarında âyetleri okunduğu zaman imanlarını artırır ve rablarına tevekkül ederler." ( Enfal : 2 ) ayetini nefs bu makamda yaşamaya başlar.
Mutmain olmuş nefs artık geri dönülmeyecek yola girmiştir. Ve kelimeyi tevhidi çekerken "La" cümlesinde Allah'tan gayrıyı tamamen yok eder, İlahe İllallah teşbihindeki vurguyu nefsi ile söyler.
İşte böyle nefs yüce ayeti kerimede yer alan hitaba maruz kalacak nefs hükmüne girmiştir: "Ya eyyetuhen nefsul mutmainneh. İrcii ila rabbiki radıyeten mardıyyeh. Fedhuli fi ibadi. Vedhuli cennetî." ( Fecr : 27 - 28 - 29 - 30 ) Yani "Ey mutmain olan nefs. Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak dön Rabbine. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!" (Fecr : 27-28-29-30) hitabı bizzat kendisine yöneltilen bir davet olmuştur. (Rabbim en doğrusunu bilir).
Son olarak; şeytanın fiziksel azabtan daha elim azabına verdiğin örnek belki hafif bile kalır.
Umutsuzluk nedir ? Bunu zannedersem sadece yaşayan bilir. İşte o umutsuzluk, o hüsran tahmin ediyorum ki bütün azapların üzerinde bir azap olacaktır şeytan için.
Neden ? Biz daha Allah'ı (azze ve Celle) müşahede etmedik, Latif ve mübarek Cemalullah'ı müşahede etmedik. Oysa şeytan aleyhillane O Zat-ı Kibriya (Azze ve Celle) ile birebir muhatap olma şerefini onurunu yaşadı.
Bir daha bu muhataplığı yaşayamayacak olması, ve bunu bilerek daha çok kıskançlık gösterip, kullarını şaşırtma ve kandırma yönünde bu kadar çok ısrarcı olmasının başka bir açıklaması olamaz. Zannedersem yaşayacağı hüsran, en şiddetli azabı olacaktır.
Elbette bununla beraber en şiddetli azaba da fiziken maruz kalacaktır. (Alıntıdır.)
Eğer nefsimize gereken önemi vermezsek, nefsimiz de şeytanın askeri hükmüne girer. Ki; zaten kendisi fıtrat olarak ona meyilli.
Nefsi temizlemek ve onu terbiye etmek ile nefsi ahirette maruz kalabileceği azaptan kurtarmak gerekir.
Bunu boşverir isek, yani; Allah'ın (celle celaluhu) emr ve yasaklarını uygulamada kendi nefsimize karşı gevşeklik gösterir isek, onu bir nevi serkeşlik yapmasına, günahlara maruz kalmasına ve dolayısı ile cehennemlikler sınıfına dahil olmasına göz yummuş oluruz.
Bu da nefsimize yapabileceğimiz en büyük zulm olur. Yoksa; nefs terbiyesi; zulm değil, belki takvaa seviyesinin yükselmesidir, denilebilir.
Bir yavrunuz olsa, onu nasıl dış etkenlerden gelecek zarara karşı koruma güdüsü ile hareket ediyorsak, ki küçük çocuktur zararı ziyanı bilemez diyerek yönlendirme ve bilinçlendirme ihtiyacı hissediyorsak, aynı önem ve ihtimamı da kendi nefsimize Dini bilgileri öğrenip bunları kendi nefsimize tatbik ederek sağlamalıyız.
Çünkü nefs ahmaktır ve fıtratı gereği emr ve yasaklara meyillidir. Aksi takdirde bunları yapmaz isek, nefsimize zulm etmiş oluruz. 3.) İman olmadan nefs temizlenemez.
Neden ? Çünkü; iman ruh ile alakalı bir mevzuudur başlangıçta. Ruh gücünü imandan alır. Ruh ne kadar güçlü olursa nefsi kendi etkisine alması o kadar kolaylaşır.
Aksi takdirde nefs girdiği veya gireceği günahlar ile zaten şeytan gibi bir düşmandan destek almaktadır.
Ruh, ne zaman imanı ile kendini güçlendirmeye başlarsa, en başta şeytanın giriş yollarını tıkamak ile göreve başlar.
Nefsin lojıstik desteğini bir nevi kesmiş olur. Yani nefs günah işleyerek güçlenirken onun beslenmesini kesmek, takatten düşmesine sebeptir.
Teşbihte hata olmaz inşaallah. Takatten düşen nefs, ruh'un isteklerine bakar. Önceleri çok sert ve ciddi bir tepki verir.
Belki namazda yada zikr de küfür bile ettirir. Yani bunlar illa olacak diye bir kaide yok, ama illa olacak olan başka şeyleri muhakkak yaşatır.
Gayesi, senin o kestiğin yolları tekrar açmanı sağlayacak baskının netice vermesini istemesidir.
Bunun için her yol mubahtır ve sebatla uygulanır. İşte bu noktada ruh, kendisini eskisinden daha güçlü hale getirecek taat, ibadet ve zikrlere yöenlmelidir. Nefsin bu atağına karşı atak ile cevap vermelidir.
En iyi savunma hücumdur mantığı geçerli yani bu konuda.
Normalde aldığı tepkinin daha da yoğunlaşarak kendi üzerine gelindiğini gören nefs bir müddet sonra artan bu baskıdan neredeyse nefes alamaz hala gelir. Ve sonunda teslim bayrağını çeker.
Teslim bayrağını çektiğinde artık ruh'un efendiliğini kabul etmiş demektir. efendi ne derse onu yapar. Efendinin istemediği şeyler onun da istemediğidir. Efendinin beğendiği şeyler onun da beğenisidir.
Bu işte nefsin mülheme makamıdır. Her an ruhun zayıflaması ile levvameye de inebilir, ruh'un kendini daha da güçlendirmesi ile mutmainne makamına da çıkabilir. İşte bu makam bütün insanların ayağının kayması yönünde en ciddi sıkıntıları yaşayacağı bölümdür. Şeytan burada bütün kozlarını oynar.
Çok ciddi imtihanlar burada başlar. İmani sorgulamaların en tehlikelileri burada cevap ister. Bu aşamayı geçmene izin vermemek için şeytan bütün her şeyini ortaya koyar.
Çünkü, buradan sıyrılan kulun nefsi artık mutmainne olmuştur.
Ruh'a ram olarak kıldığı namazların lezzeti burada tadılmıştır. Zikr ederken vucud buralarda titremeye başlar.
Bir Alllah (celle celaluhu) lafzı celali burada yüreğe ok gibi saplanmaya başlar.
Hani ayette bahsedilen; "Gerçekten mü'minler ancak o mü'minlerdir ki Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, karşılarında âyetleri okunduğu zaman imanlarını artırır ve rablarına tevekkül ederler." ( Enfal : 2 ) ayetini nefs bu makamda yaşamaya başlar.
Mutmain olmuş nefs artık geri dönülmeyecek yola girmiştir. Ve kelimeyi tevhidi çekerken "La" cümlesinde Allah'tan gayrıyı tamamen yok eder, İlahe İllallah teşbihindeki vurguyu nefsi ile söyler.
İşte böyle nefs yüce ayeti kerimede yer alan hitaba maruz kalacak nefs hükmüne girmiştir: "Ya eyyetuhen nefsul mutmainneh. İrcii ila rabbiki radıyeten mardıyyeh. Fedhuli fi ibadi. Vedhuli cennetî." ( Fecr : 27 - 28 - 29 - 30 ) Yani "Ey mutmain olan nefs. Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak dön Rabbine. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!" (Fecr : 27-28-29-30) hitabı bizzat kendisine yöneltilen bir davet olmuştur. (Rabbim en doğrusunu bilir).
Son olarak; şeytanın fiziksel azabtan daha elim azabına verdiğin örnek belki hafif bile kalır.
Umutsuzluk nedir ? Bunu zannedersem sadece yaşayan bilir. İşte o umutsuzluk, o hüsran tahmin ediyorum ki bütün azapların üzerinde bir azap olacaktır şeytan için.
Neden ? Biz daha Allah'ı (azze ve Celle) müşahede etmedik, Latif ve mübarek Cemalullah'ı müşahede etmedik. Oysa şeytan aleyhillane O Zat-ı Kibriya (Azze ve Celle) ile birebir muhatap olma şerefini onurunu yaşadı.
Bir daha bu muhataplığı yaşayamayacak olması, ve bunu bilerek daha çok kıskançlık gösterip, kullarını şaşırtma ve kandırma yönünde bu kadar çok ısrarcı olmasının başka bir açıklaması olamaz. Zannedersem yaşayacağı hüsran, en şiddetli azabı olacaktır.
Elbette bununla beraber en şiddetli azaba da fiziken maruz kalacaktır. (Alıntıdır.)