Ensar ve Muhâcir Muâhâtı nedir?
Müslümanlar Medine'ye hicret etmiş, Mekke- liler de Medineli Müslümanları mektuplarla tehdit etmeye başlamışlardı. Kısaca “Müslümanları orada barındırmayın ve geri gönderin” demek istiyorlardı. İslam düşmanlarının ihtilaf ve fitneyi körüklemeleri ve baskılarına karşı; en etkili ve güçlü silah uhuvvet, yani kardeşlikti. Rasulullah (s.a.v.) tehditler karşısında kardeşliği pekiştirmek istedi ve kararını verdi. Muhacirlerle ensar arasında bir kardeşlik sözleşmesi yapacaktı.
Her şeylerini; dinlerini yaşamak ve rızay-i ilahi için Mekke'de bırakıp hicret edenlere “muhacir”, bunlara kucak açan Medineli Müslümanlara da “ensar” deniyordu. Allah'ın dinini korumak ve geliştirmek için; evini, yurdunu, iş, güç ve ticaretini kaybetmek ve bıraka bilmek kolay değildi. Aynı şekilde muhtaç muhacirlere kucak açmak, ensar olmak da kolay değildi.
Muhacirler Medine'ye geleli beş ay kadar olmuştu. Kış ayları içindeydiler. Henüz Medine'nin havasına, âdetlerine ve çalışma şartlarına alışmış değillerdi. Hayalleri ve hasretleri, hâlâ Mekke'deydi. Rasulullah da herkes gibi, bunu görüyor ve hissediyordu. O da bir Mekkeliydi.
Hz. Peygamber onları Medineli Müslümanlarla her yönden kaynaştırmak istedi. Toplantı için ensardan Enes b. Malik'in evi uygun görüldü. Müslümanlar birer ikişer oraya toplandılar. Bu gün muhacirlerle ensar, birbirlerine maddi, manevi yardım etme ve varis olma gibi hususlara dayanan bir kardeşlik akdi/antlaşması yapacaklardı. Buna, “karşılıklı kardeşleşme” anlamında “muâhât” denildi. Hz. Peygamber Mekke'de iken de bazı güçsüz müminleri hali vakti yerinde olanların korumasına vermişti.
1. Kâfur Dolu Çanak
Bir sahabe Rasulullah'a içi kâfur dolu yeşil bir çanak uzattı. Rasulullah (s.a.v.) onu aldı ve en yakınındaki sahabe ellerini çanağa batırdı. Bu, “kardeşlik akdi için ant içiyor ve söz veriyorum.” demekti. Bu tür bir sözleşme ve akit geleneği eskiden beri vardı. Cahiliyede de aşiret veya kabileler birbirleriyle hılf/ittifak yaptıklarında, ellerini içine koku dökülen bir kaba batırabiliyorlardı.(1) İçi kâfur dolu kaba herkes sırayla elini batırdı. Artık oradaki- lerle ensar karşılıkla kardeş olmuştu. Tarih, antlaşma nın ve akdin her türlüsünü nakleder, ama kardeş olmak için antlaşmak gerçekten ilginçtir.
O gün orada yarısı ensar olmak üzere, tam doksan erkek toplanmıştı. Mizaç, karakter ve hissiyatça birbirine uygun bir muhacirle bir ensar kardeş olmuştu. Mesela Hz. Ebu Bekirle Hazrecli Harice b Zeyd, Hz. Ömer'le Utban b. Malik, Selman-ı Farisi ile karakteri kendisine uyan Ebudderda, Ammar b. Yasirle Huzeyfe b. Yeman, Musab b. Umeyrle, Ebu Eyyub elEnsari kardeş olmuştu. Hz. Hamza, Resul-i Ekrem'in Azatlısı Zeyd'le kardeş oldu. Ebu Ubeyde ile Sa'd b. Muaz, Abdurrahman b. Avfla Sa'd b. Rebi kardeş oldular. Kardeşlik listesi uzayıp gidiyordu.(2) Böylece meşrep, meslek ve karakter farklılığı içinde birlik teşkil ediliyordu. İnsanları aynı meşrebe, karaktere sokmak, farklılıkları ortadan kaldırmak mümkün değildi. Öyleyse farklılıklarla beraberlik çareleri aranmalıy- dı. Ashab-ı Kiram, tatları ve renkleri farklı, fakat aynı Şems-i Hidayet'ten ve Sirâc-i Münir'den feyiz alan meyveler gibiydi. Fetih suresinin sonunda geçtiği gibi, onların bahçıvanı ve onları İslam'la aşılayan da Muallim-i Ekber Resul-i Ekrem'di.
Ayrıca bu hadise gösteriyor ki, Rasulullah Müslüman cemaati çok iyi tanıyor, herkesin psikolojisini, meşrebini ve karakterini iyi biliyordu. Ensar kardeşlik sonrası “isar” hasletini ifade eden şu teklifte bulundular:
“Ey Allah Resulü, hurmalıklarımızı da muhacir kardeşlerimizle aramızda bölüştür.”
Çoğu soy kardeş bile bunu yapamaz. Öneri üzerine Allah Resulü durum değerlendirmesi yaptı. Muhacirler genelde kervan tüccarlarıydı ve daha önce ziraatla meşgul olmamışlardı, bu yüzden toprak işlemeyi bilmiyorlardı. O, teklifi hurma ürününün bölünmesi şeklinde kabul etti.
Ensardan her Müslüman, bir muhaciri evinde barındırıyor, birlikte yiyip içiyorlardı. Hz. Ebu Bekir'le kardeş olan Harice b. Zeyd, çok geçmeden kızını ona vermişti. Bir Medineli Müslüman ölünce muhacir, ölenin akrabalarıyla ona varis oluyordu. Bu iman kardeşliği nesep kardeşliğinden ileri idi. Bedir sonrası nazil olan Enfâl suresi 75. ayetine kadar mirasçılık durumu geçerliliğini korumuştu.
2. Abdurrahman b. Avf'ın Anlattıkları
Muhacir Abdurrahman b. Avf, bu kardeşliği kendi yaşadıkları açısından şöyle anlatmıştı:
“Biz Medine'ye gelince, Rasulullah (s.a.v.) benimle Sa'd b. Rebi arasında kardeşlik kurmuştu. Kardeşlik kurulunca, Sa'd şöyle dedi:
'Ben mal mülk bakımından ensarın en zenginiyim; malımın yarısını sana ayırdım. İki hanımımdan da hangisini istersen onu senin için boşayacağım.'
Ben ona şöyle karşılık verdim:
'Allah hanımını, servetini sana mübarek etsin, onlara ihtiyacım yok. Bana yapacağın iyilik, içinde alış veriş yaptığınız çarşının yolunu göstermendir'”
Bu kardeşler, kardeşleri için servetlerinden geçebiliyorlardı. Oysa bu, en zor fedakârlık edilecek şeydi. Abdurrahman b. Avf; ertesi gün altın ticareti yapan Kaynuka çarşısına gitti ve kısa zamanda sayılı zenginler arasına girdi. Çünkü o bir tüccardı. Bu kardeşlik sayesinde şunlar gerçekleşti:
1)Cemiyetin temelini teşkil eden yardımlaşma ve dayanışma sağlandı.
2)Muhacirlerin en zaruri ihtiyaçları olan yatak, iaşe ve iş/çalışma problemi halledildi. Herkese iş bulunmuş, herkes sıkıntıdan kurtulmuştu. Bir kişinin yemeği iki kişiye yetiyordu. Bir ailenin geliri iki aileyi iyi kötü geçindiriyordu.
3)Muhacirlerle ensar, birbirlerine ısındılar ve bağlandılar. Soy ve kabile bağının yerini, din bağı almıştı. Kabile kardeşliği, yerini iman ve İslam kardeşliğine bırakmıştı. Ayet-i Kerime bu konuda ensarın tavrını şöyle övdü:
“Muhacirlerden önce, Medine'yi dâru'l- İslam = İslam ve iman yurdu edinenler, kendilerine hicretle gelenlere muhabbet beslerler. Onlara verilen şeylerden dolayı kendilerinde bir kaygı duymazlar. Kendileri muhtaç olsa bile, onları nefislerine tercih ederler. Ve kimler nefsinin hırsından korunursa, bunlar (azaptan) kurtulanlardır.”(3)
Gerçekten, Medine'yi iman ve İslam'ın geliştiği, bir yurt/ev = Dâru'l-İslam edinen ve pek değerli hazineyi orada saklayan ensar, gelenlere kucak açtılar. Onlara verilenler hususunda, içlerinde bir kaygı duymadılar. Muhtaç oldukları halde, onları kendilerine tercih ettiler. Muâhât sırasında Hz. Ali çıka gelmiş ve şöyle demişti:
“Ey Allah Resulü, arkadaşlarını birbirine kardeş yaptın. Benimle kimse arasında kardeşlik kurmadın?”
Seyyidü'l- Mürselîn onun elini tuttu ve şöyle dedi:
“Bu benim kardeşimdir. Ali, dünya ve ahirette benim kardeşimsin.”
Bu sözler Hz. Ali için büyük bir 'iltifat ve değer' ifade etmeliydi. Ensarlık kolay değildi: Gerçekten; evini kardeş hissederek bir mümine açmak, günlük aylık ve senelik gelirini onunla paylaşmak, ona gülümsemek, kardeşçe sevgi sunmak, verilende onu kıskanmamak ve kalbinde bir kıpırtı bile duymamak... İşte ensar ve ashab olmak buydu. Ayrıca kendi muhtaç olsa da muhaciri kendine tercih edebilmek… Bu duygularda ve atmosferde olabilenler, ayete göre “nefislerinin hırsından” ve şeytan esaretinden kurtulanlardı. Gerçek kurtuluş ve istiklal, nefis ve şeytanın köleliliğinden kurtulabil- mekti.
3. Nüfus Sayımı/İhsâu'n- nâs
Nüfus Sayımı/İhsâu'n- nâs: Muâhât sonrası Resul-i Ekrem, Medine'de kaç Müslüman olduğunu ve müşriklere karşı durumlarını anlamak istedi. Hz. Huzeyfe ve birkaç Müslümana şöyle emretti:
“Benim için, halktan Müslüman olduğunu söyleyenleri kaleme alınız.”
Bunun üzerine görevliler, bin beş yüz kadar yetişkin erkeği tespit ettiler. Bu sayım yalnız yetişkin erkekleri (rical) içine alıyordu. Her hangi bir savaş tehlikesinde Müslümanların asker gücü bilinmek isteniyordu. Sayımı yapanlar, kendi kendilerine şöyle düşündüler:
“Bin beş yüz erkek olduğumuz halde niye korkuyoruz; kendimizi imtihana (işkenceye) çekilir durumda görüyoruz. Öyle ki, bir adam korkarak namaz kılıyor?”(4)
DİPNOTLAR
1-El- Mutayyebûn da böylesi bir antlaşma yaptıkları için kendilerine bu ad verilmişti.
2-İbn-i Hişam, II, 124.
3-Haşir, 59/ 9.
4-Konunun kaynakları için bkz. Hamidullah, Vesâik, s. 65.
tefekkürdergisi
Müslümanlar Medine'ye hicret etmiş, Mekke- liler de Medineli Müslümanları mektuplarla tehdit etmeye başlamışlardı. Kısaca “Müslümanları orada barındırmayın ve geri gönderin” demek istiyorlardı. İslam düşmanlarının ihtilaf ve fitneyi körüklemeleri ve baskılarına karşı; en etkili ve güçlü silah uhuvvet, yani kardeşlikti. Rasulullah (s.a.v.) tehditler karşısında kardeşliği pekiştirmek istedi ve kararını verdi. Muhacirlerle ensar arasında bir kardeşlik sözleşmesi yapacaktı.
Her şeylerini; dinlerini yaşamak ve rızay-i ilahi için Mekke'de bırakıp hicret edenlere “muhacir”, bunlara kucak açan Medineli Müslümanlara da “ensar” deniyordu. Allah'ın dinini korumak ve geliştirmek için; evini, yurdunu, iş, güç ve ticaretini kaybetmek ve bıraka bilmek kolay değildi. Aynı şekilde muhtaç muhacirlere kucak açmak, ensar olmak da kolay değildi.
Muhacirler Medine'ye geleli beş ay kadar olmuştu. Kış ayları içindeydiler. Henüz Medine'nin havasına, âdetlerine ve çalışma şartlarına alışmış değillerdi. Hayalleri ve hasretleri, hâlâ Mekke'deydi. Rasulullah da herkes gibi, bunu görüyor ve hissediyordu. O da bir Mekkeliydi.
Hz. Peygamber onları Medineli Müslümanlarla her yönden kaynaştırmak istedi. Toplantı için ensardan Enes b. Malik'in evi uygun görüldü. Müslümanlar birer ikişer oraya toplandılar. Bu gün muhacirlerle ensar, birbirlerine maddi, manevi yardım etme ve varis olma gibi hususlara dayanan bir kardeşlik akdi/antlaşması yapacaklardı. Buna, “karşılıklı kardeşleşme” anlamında “muâhât” denildi. Hz. Peygamber Mekke'de iken de bazı güçsüz müminleri hali vakti yerinde olanların korumasına vermişti.
1. Kâfur Dolu Çanak
Bir sahabe Rasulullah'a içi kâfur dolu yeşil bir çanak uzattı. Rasulullah (s.a.v.) onu aldı ve en yakınındaki sahabe ellerini çanağa batırdı. Bu, “kardeşlik akdi için ant içiyor ve söz veriyorum.” demekti. Bu tür bir sözleşme ve akit geleneği eskiden beri vardı. Cahiliyede de aşiret veya kabileler birbirleriyle hılf/ittifak yaptıklarında, ellerini içine koku dökülen bir kaba batırabiliyorlardı.(1) İçi kâfur dolu kaba herkes sırayla elini batırdı. Artık oradaki- lerle ensar karşılıkla kardeş olmuştu. Tarih, antlaşma nın ve akdin her türlüsünü nakleder, ama kardeş olmak için antlaşmak gerçekten ilginçtir.
O gün orada yarısı ensar olmak üzere, tam doksan erkek toplanmıştı. Mizaç, karakter ve hissiyatça birbirine uygun bir muhacirle bir ensar kardeş olmuştu. Mesela Hz. Ebu Bekirle Hazrecli Harice b Zeyd, Hz. Ömer'le Utban b. Malik, Selman-ı Farisi ile karakteri kendisine uyan Ebudderda, Ammar b. Yasirle Huzeyfe b. Yeman, Musab b. Umeyrle, Ebu Eyyub elEnsari kardeş olmuştu. Hz. Hamza, Resul-i Ekrem'in Azatlısı Zeyd'le kardeş oldu. Ebu Ubeyde ile Sa'd b. Muaz, Abdurrahman b. Avfla Sa'd b. Rebi kardeş oldular. Kardeşlik listesi uzayıp gidiyordu.(2) Böylece meşrep, meslek ve karakter farklılığı içinde birlik teşkil ediliyordu. İnsanları aynı meşrebe, karaktere sokmak, farklılıkları ortadan kaldırmak mümkün değildi. Öyleyse farklılıklarla beraberlik çareleri aranmalıy- dı. Ashab-ı Kiram, tatları ve renkleri farklı, fakat aynı Şems-i Hidayet'ten ve Sirâc-i Münir'den feyiz alan meyveler gibiydi. Fetih suresinin sonunda geçtiği gibi, onların bahçıvanı ve onları İslam'la aşılayan da Muallim-i Ekber Resul-i Ekrem'di.
Ayrıca bu hadise gösteriyor ki, Rasulullah Müslüman cemaati çok iyi tanıyor, herkesin psikolojisini, meşrebini ve karakterini iyi biliyordu. Ensar kardeşlik sonrası “isar” hasletini ifade eden şu teklifte bulundular:
“Ey Allah Resulü, hurmalıklarımızı da muhacir kardeşlerimizle aramızda bölüştür.”
Çoğu soy kardeş bile bunu yapamaz. Öneri üzerine Allah Resulü durum değerlendirmesi yaptı. Muhacirler genelde kervan tüccarlarıydı ve daha önce ziraatla meşgul olmamışlardı, bu yüzden toprak işlemeyi bilmiyorlardı. O, teklifi hurma ürününün bölünmesi şeklinde kabul etti.
Ensardan her Müslüman, bir muhaciri evinde barındırıyor, birlikte yiyip içiyorlardı. Hz. Ebu Bekir'le kardeş olan Harice b. Zeyd, çok geçmeden kızını ona vermişti. Bir Medineli Müslüman ölünce muhacir, ölenin akrabalarıyla ona varis oluyordu. Bu iman kardeşliği nesep kardeşliğinden ileri idi. Bedir sonrası nazil olan Enfâl suresi 75. ayetine kadar mirasçılık durumu geçerliliğini korumuştu.
2. Abdurrahman b. Avf'ın Anlattıkları
Muhacir Abdurrahman b. Avf, bu kardeşliği kendi yaşadıkları açısından şöyle anlatmıştı:
“Biz Medine'ye gelince, Rasulullah (s.a.v.) benimle Sa'd b. Rebi arasında kardeşlik kurmuştu. Kardeşlik kurulunca, Sa'd şöyle dedi:
'Ben mal mülk bakımından ensarın en zenginiyim; malımın yarısını sana ayırdım. İki hanımımdan da hangisini istersen onu senin için boşayacağım.'
Ben ona şöyle karşılık verdim:
'Allah hanımını, servetini sana mübarek etsin, onlara ihtiyacım yok. Bana yapacağın iyilik, içinde alış veriş yaptığınız çarşının yolunu göstermendir'”
Bu kardeşler, kardeşleri için servetlerinden geçebiliyorlardı. Oysa bu, en zor fedakârlık edilecek şeydi. Abdurrahman b. Avf; ertesi gün altın ticareti yapan Kaynuka çarşısına gitti ve kısa zamanda sayılı zenginler arasına girdi. Çünkü o bir tüccardı. Bu kardeşlik sayesinde şunlar gerçekleşti:
1)Cemiyetin temelini teşkil eden yardımlaşma ve dayanışma sağlandı.
2)Muhacirlerin en zaruri ihtiyaçları olan yatak, iaşe ve iş/çalışma problemi halledildi. Herkese iş bulunmuş, herkes sıkıntıdan kurtulmuştu. Bir kişinin yemeği iki kişiye yetiyordu. Bir ailenin geliri iki aileyi iyi kötü geçindiriyordu.
3)Muhacirlerle ensar, birbirlerine ısındılar ve bağlandılar. Soy ve kabile bağının yerini, din bağı almıştı. Kabile kardeşliği, yerini iman ve İslam kardeşliğine bırakmıştı. Ayet-i Kerime bu konuda ensarın tavrını şöyle övdü:
“Muhacirlerden önce, Medine'yi dâru'l- İslam = İslam ve iman yurdu edinenler, kendilerine hicretle gelenlere muhabbet beslerler. Onlara verilen şeylerden dolayı kendilerinde bir kaygı duymazlar. Kendileri muhtaç olsa bile, onları nefislerine tercih ederler. Ve kimler nefsinin hırsından korunursa, bunlar (azaptan) kurtulanlardır.”(3)
Gerçekten, Medine'yi iman ve İslam'ın geliştiği, bir yurt/ev = Dâru'l-İslam edinen ve pek değerli hazineyi orada saklayan ensar, gelenlere kucak açtılar. Onlara verilenler hususunda, içlerinde bir kaygı duymadılar. Muhtaç oldukları halde, onları kendilerine tercih ettiler. Muâhât sırasında Hz. Ali çıka gelmiş ve şöyle demişti:
“Ey Allah Resulü, arkadaşlarını birbirine kardeş yaptın. Benimle kimse arasında kardeşlik kurmadın?”
Seyyidü'l- Mürselîn onun elini tuttu ve şöyle dedi:
“Bu benim kardeşimdir. Ali, dünya ve ahirette benim kardeşimsin.”
Bu sözler Hz. Ali için büyük bir 'iltifat ve değer' ifade etmeliydi. Ensarlık kolay değildi: Gerçekten; evini kardeş hissederek bir mümine açmak, günlük aylık ve senelik gelirini onunla paylaşmak, ona gülümsemek, kardeşçe sevgi sunmak, verilende onu kıskanmamak ve kalbinde bir kıpırtı bile duymamak... İşte ensar ve ashab olmak buydu. Ayrıca kendi muhtaç olsa da muhaciri kendine tercih edebilmek… Bu duygularda ve atmosferde olabilenler, ayete göre “nefislerinin hırsından” ve şeytan esaretinden kurtulanlardı. Gerçek kurtuluş ve istiklal, nefis ve şeytanın köleliliğinden kurtulabil- mekti.
3. Nüfus Sayımı/İhsâu'n- nâs
Nüfus Sayımı/İhsâu'n- nâs: Muâhât sonrası Resul-i Ekrem, Medine'de kaç Müslüman olduğunu ve müşriklere karşı durumlarını anlamak istedi. Hz. Huzeyfe ve birkaç Müslümana şöyle emretti:
“Benim için, halktan Müslüman olduğunu söyleyenleri kaleme alınız.”
Bunun üzerine görevliler, bin beş yüz kadar yetişkin erkeği tespit ettiler. Bu sayım yalnız yetişkin erkekleri (rical) içine alıyordu. Her hangi bir savaş tehlikesinde Müslümanların asker gücü bilinmek isteniyordu. Sayımı yapanlar, kendi kendilerine şöyle düşündüler:
“Bin beş yüz erkek olduğumuz halde niye korkuyoruz; kendimizi imtihana (işkenceye) çekilir durumda görüyoruz. Öyle ki, bir adam korkarak namaz kılıyor?”(4)
DİPNOTLAR
1-El- Mutayyebûn da böylesi bir antlaşma yaptıkları için kendilerine bu ad verilmişti.
2-İbn-i Hişam, II, 124.
3-Haşir, 59/ 9.
4-Konunun kaynakları için bkz. Hamidullah, Vesâik, s. 65.
tefekkürdergisi