9 sene Zübeyir Gündüzalp’in yanında kalmış, birçok dersini dinlemiş ve yanında yetişmiş Eyüp Ekmekçi. 1970’li yılların en çalkantılı zamanlarında her şeye şahit olmuş bir şahsiyet… Nurcuların hayat-ı içtimaiyeye nasıl girdiğini, gazete çıkarma ihtiyacını, o günün siyasetine nasıl müdahale edildiğini ve özellikle bu kabil olaylarda Zübeyir Gündüzalp’in aldığı tavırları bizzat gören ve bilen biri Eyüp Ekmekçi ile konuştuk.
BENİM ARADIĞIM ŞEY OLSA OLSA KUR’AN’DADIR
Eyüp Ekmekçi kimdir?
1942 doğumluyum. En büyük talihim ilkokuldan önce Kur’an’ı iki defa hatmetmiş olmam. Bütün okuma iştiyakını oradan aldım. İzmir Bayındırlıyım. Peder fırıncı idi, soyadımız oradan geliyor. Validemiz de Bayındır’ın Purufurnu Köyü’nün hatibi olan bir zat. Validemizin babası köyün hatibi idi. Fakat Atıf ağabeyin tabiri ile ezanlar “tengir tüngür” okunmaya başlandığı zaman hastayım demiş ve bir daha camiye gitmemiş. İlkokulda, ortaokulda hep okumaya karşı bir iştiyak hissettim. Hatta ortaokuldayken yedi yüz kitap toplamışım kütüphaneye.
Lise tahsiline gittiğim zaman ise iki tane kütüphane vardı İzmir’de. İkisinin kartlarını almışım, haftada ikişer defa onlardan kitap alıyorum. Fakat roman okumuyoruz, şaheserlerden bazıları müstesna. Evvela ansiklopedik kitaplar, tarih kitapları, büyük adamların hayatı, bazı felsefi kitaplar derken ortaokul sonunda tasavvuf kitaplarına intikal ettik. Tasavvuf kitaplarından da hevesimizi alınca adeta okuyacak kitap kalmadı.
Aradığımı bulamadım. Okul derslerinden zaten bir şey beklemiyorum, eğitmediğini düşüyordum. Okuduğum kitaplardan bir şeyler alıyorum. Daha sonra “benim aradığım şey olsa olsa Kuran’dadır” dedim ve Kur’an tefsiri aradım. Bir Kur’an tefsiri buldum okudum ama aradığımızı vermedi. Bu sefer iki sene kadar hiç kitap okuyamama derecesinde bir fetret evresi geçirdik. Hatta eski okumalarımdan aldığım zevk günlerini hasretle hatırlıyorum. Okuma zevkimi kaybettim aradığımı bulamadığım için.
Tefsir arıyoruz meal tefsir aradığımızı vermiyor. Allah’a şükür vesveseye düşmüyoruz. Kur’an’da var aradığım fakat hakiki dersini nerede bulacağız? Hatta bir gün “Ya Rabbi, bu insanı insan olarak yaratmışsın, insana ne lazımsa onu verecek bir kitap olmalı” diye dua ettim içimden. Öyle bir tefsir olmalı ki, Kur’an’dan ne lazımsa onu bize verecek bir ders olmalı. Lise sonda iken gördüğüm her kitabın taliplisi oluyorum. Nihayet bir gün baktım okulun kapıcısı yanında iki tane genç ile bir kitap okuyorlar. “Nedir okuduğunuz?” dedim. “Bir tefsirdir” dediler. “Biraz da bana okur musunuz?” dedim. Okudular, Yirmi Üçüncü Söz.
BAŞKA KİTAPLARI OKUYANLAR RİSALE-İ NUR’UN ÜSLUBUNU HEMEN FARK EDİYOR
İlk defa Risale-i Nur’u orada mı duydunuz?
İlk defa orada duydum ama Kur’an tefsiri olarak. Biraz okuyun dedim, okudular. “Bir zaman sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi…” Üslubu o kadar akıcı. Başka kitapları okuyanlar Risale-i Nur’un üslubunu hemen fark ediyor ya, orada başımın döndüğünü hissettim. “Bu zatın kaç kitabı var?” “Yüz otuz tane.” “Hepsini bulabilir miyiz?” “Kardeşim şimdi ihtilal zamanı, bu kitapları bulmak kolay değil. Benim kitapları oku sonra peyderpey buluruz.”
Artık kapıcının orada biz hem namaz kılıyoruz hem kitap okuyoruz. Gelen geçen öğretmenlerin bazıları bize takılıyor. Kimisi, “oku devam et” diyor. Kimisi de münakaşaya giriyor. Derken üniversite imtihanlarına İzmir’de hazırlandık, İstanbul’a sınava girmek için 1962’de geldik. Fakat benim kafamda tahsilden ziyade Risale-i Nur ile iştigal meselesi esas oldu. Süleymaniye’ye geldik.
Sizi Süleymaniye’ye kim gönderdi?
İzmir’den adres verdiler. İzmir’de Mustafa Birlik ağabey rahmetli Hüseyin ağabey ile irtibatımız bir yıl devam etti. Bir gece orada kaldık. Ertesi gün Zübeyir Gündüzalp ağabeyin benimle görüşmek istediğini söylediler. Yukarı çıktık. ‘Kardeşim ne için geldiniz?’ ‘İmtihan için geldim ağabey.’ ‘Kazanamazsan dönecek misin?’ ‘Dönmesem de olur ağabey.’ Sözler’in dizgi olarak neşriyatı yapılıyordu o zaman. Rahmetli İbrahim Canan, Zübeyir ağabeyin yanında idi. Orada Sözler’in tashihatına başladık. Hem tashihat yapıyoruz hem de Zübeyir ağabey Üstad ile ilgili bazı hatıralar anlatıyor. O tarzda dershane hayatımız başlamış oldu.
O yıl imtihana girdiniz mi?
İmtihan artık ikinci derecede bir mesele olarak kaldı. Daha doğrusu askerliği tecil ettirmek için üniversiteye girdik. Üniversiteye kaydoldum fakat devam mecburiyeti yoktu.
Nereye?
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap-Fars bölümüne girdik önce… Sonra Tarih bölümüne geçtik. Devam mecburiyeti olmadığı için orayı tercih ettik. Esas maksat neşriyatta, hizmette devam etmek.
Üniversiteyi bitirdiniz mi?
Bitirmedik.
ZÜBEYİR AĞABEYİN ÜSTADDAN İLK BAHSETTİĞİ HATIRA
Kaç sene okudunuz?
Kayıtlı olarak devam ettik, askerliği tecil ettirene kadar. Zübeyir ağabeyin hayatında sekiz sene neşriyat hizmeti devam etti. Külliyat neşredilirken İstanbul’da bulunduk. Zübeyir ağabeyin ilk bahsettiği hatıra, ‘Üstadımızın meslek ve meşrebini ifade eden Şah-ı Geylani, İmam-ı Rabbani gibi zatlar da gelseler, Said, sen bu tarzda devam edersen, şu birkaç biçarelerden başka şakirdin olmayacak hem aç kalacaksın, hapis yatacaksın. Fakat tarzını şöyle bir parça değiştirsen -Sungur ağabeyin tavzihiyle siyasetvari veya tasarrufvari- bütün memleket senin şakirdin olacak, Başbakan, Reis-icumhur şakirdin olup gelip elini öpecekler deseler, ben bu tarzımı bırakmayacağım’ idi. Bu dersi Zübeyir ağabey Üstaddan aynen nakletti.
Bunun üzerine Üstadımızın “meslek ve meşrebimden ayrılmayacağınıza dair yirmi kere yemin ettirdiğini” ifade etmişti. Bir tanesi de ihanet etmeyeceğinize dair diye. Sonraki hadise de gösterdi ki, o meslek ve meşrebi muhafaza hakikaten çok müşkül. Ancak sıddıkiyet mertebesinde insanlar muvaffak olabiliyor.
Zübeyir ağabey ile ilk karşılaşmanızdan daha önce Zübeyir ağabeyi duydunuz mu?
Müdafaalarından biliyorum. Fakat kendisini ilk defa orada gördüm.
İlk gördüğünüzde sizin üzerinizde nasıl bir intiba uyandırdı?
Ben daha önce Risale-i Nur’u okuduktan sonra, okul kitapları esbapperestlik şirkini telkin ettiğini düşündüm. Okul kitapları mana-yı harfi ile değil de mana-yı ismiyle baktırdığı için, okuldan esbapperestlik şirkinin telkinini almışız. Bir de abur cubur çok kitap okumuşuz. Bütün bunların üzerine sünger çekmek üzere evvela hiç kimseye bir şey sormadan külliyatı bir kere okumayı düşündüm. Bu okuma, anlasam da anlamasam da bir sünger çekme okuması. Bu niyetle kimseye sual sormuyorum. Yalnız külliyatı bir okuyayım, sual de soracaksam nasıl soracağımı öğreneyim. Fakat Zübeyir ağabeyi gördüğüm zaman “bu zata sormak lazım” dedim.
KARDEŞİM ÜSTAD BUNU KÜLLİYATTA DERS VERİYOR
Siz Risale-i Nur’u henüz yeni tanımışsınız, tam olarak ne olduğunu bilemeden ‘diğer okuduklarımın üzerine sünger çekmek için okuma’ fikri nasıl bir fikir?
Risale-i Nur’un Kur’ani bir ders olduğunu insan hissedebiliyor. Üstad buyuruyor ya; “Risale-i Nur benim malım değil, Kuran’ın malıdır. Ben O’nun bir talebesiyim.” Buradan edindiğimiz bir intiba var. Risale-i Nur’un kendisinden edindiğimiz bir intiba var. O abur cubur okumaların üzerine sünger çekeceğini insan hissediyor.
İzmir’de ona niyet etmiştim onun için kimseye fazla bir şey sormadım. Mümkün olduğu kadar Risale-i Nur’u okumaya çalışıyordum. İstanbul’da Zübeyir ağabeyi görünce, bu zata sormak lazım diye düşündüm. O da sorduğumuz sorulara hep ‘Kardeşim Üstad bunu külliyatta ders veriyor’ der ve yerini de bize buldurmaya çalışırdı.
Ondan sonra Zübeyir ağabeyle olan irtibatınız başladı. Siz Zübeyir ağabeyin şahsi hizmetlerinde de bulundunuz mu?
Zübeyir ağabey, şahsi hizmetlerinde hiç kimseye “şunu yap” demiyordu. Biz neşriyat hizmetinde bulunduğumuz için formaları karşılıklı okuyoruz. O, arada çayını, çorbasını yaparken bize bir şey söylemeden kendisi yapmaya çalışırdı. Ona yardım etme ihtiyacını hissettim ve hizmetini görmeye başladım.
Zübeyir ağabeyin ruhundaki yüksekliği insan hissediyor. O ara, “bu zata hizmet etmek bana düşer mi” diye düşündüm. “Kim oluyorum ki Zübeyir ağabeye hizmet edeyim?” diye bir vesvese geldi. “Kardeşim, Cenab-ı Hak size hissettirdi” deyince, o bize bir giriş kapısı oldu ve devam ettik. Beni meşgul eden bir sual olduğu zaman cevabını alıyordum.
Sizinle beraber kim vardı?
Biz gittiğimizde o neşriyat hizmetinde Zübeyir ağabey, Fırıncı ağabeyler, Birinci ağabey vardı. Bekir Bey müdafaalarla meşgul oluyordu. Samsun’dan Hamdi ağabey vardı. Abdulvahit ağabey vardı. Rüştü Tafralı vardı. Herkes kendine göre neşriyat hizmetlerinde bulunuyordu. Zübeyir ağabey, her daire ile alakadardı.
MUSTAFA NEZİHİ POLAT’IN ÜSTADA VE RİSALE-İ NUR’A BAĞLAMASINI ÇOK METHEDERDİ
Zübeyir ağabeyin misyonu neydi?
Zübeyir ağabey, hizmete her cihetle tavassut eden bir zattı. Dershanedeki adabından tutun da en geniş daireye kadar. Her daire ile alakadar bir zattı. Kendi ifadesi ile “Avustralya’daki nur talebesi ile alakadarım” buyuruyordu. Bazen gazetelere bakardı. O bakmasını da şu şekilde ifade ediyor: “Bir gün Ahmet Gümüş ağabey, ‘Ağabey ben şahidim Üstad gazeteleri size okutuyordu.’ ‘Evet kardeşim. Üstad gazeteleri bana okutuyordu. Fakat ben Risale-i Nurlar’ı okuduktan sonra istifade niyeti ile gazetelerden bir tek yazı, makale okumamışım. Nerede Risale-i Nur adına bir iğne, bir çuvaldız, bir plan, bir taarruz var onu anlamak için okudum.’ Yalnız, rahmetli Mustafa Nezihi Polat’ın hangi meseleyi ele alsa, Üstada ve Risale-i Nur’a bağlamasını çok methederdi.
ÜSTADIMIZIN HAYATININ GAYELERİ DÖRTTÜR
Ağabey biz neşriyat hizmetleri deyince hep aklımıza gazete, dergi, kitap gibi şeyler geliyor. Ama sizin bahsettiğiniz neşriyat hizmeti Risale-i Nur’un neşridir.
Bunu bir nakille toparlamış olayım. Zübeyir ağabeyin bizzat dedikleri var: Üstadımızın hayatının gayeleri dörttür.
1. Risale-i Nur’un neşri
2. Medrese-i Nuriyelerin açılması
3. Tevafuklu Kur’an’ın tabı.
4. Lahika Mektuplarının neşri.
Lahika mektupları dar dairede uygulanmalı, Risale-i Nur’un tarzı çok orijinal bir mesele. Nasıl ki, ‘Risale-i Nur’un imani hakikatleri doğrudan doğruya Kur’an’dan çıkmış, Risale-i Nur benim değil Kur’an’ın malıdır’ dediği gibi Risale-i Nur’un tarzı, ihlâs, sadakat, tesanüt gibi mefhumlara dayanan bir meslek. Bunun da Lahikalarla tahşidatını yapmış Üstad hazretleri. O Lahikaların da kıyamete kadar gelecek nur talebeleri için ders mahiyetindedir. Üstad hazretleri de meselenin bir esasını teşkil ediyor.
Zübeyir ağabey ile kaç yılına kadar beraber kaldınız?
Vefatına kadar. Son saatinde ağabeyleri ben çağırdım.
Daha sonra Zübeyir ağabeyin hizmetlerine bakan olarak sizinle beraber başka kim iltihak etti?
Hususi mesele olarak bir ara Ağrılı bir kardeş geldi. Hakikaten tam liyakat gösterdi. Fakat çok kısa bir zaman hizmet etti. Biz de biraz yaşlanmışız, ben biraz o kardeş hizmetleri yapsın diye bir parça çekildim. Zübeyir ağabey razı olmadı. Hususi hizmetinde bulunan başka kimse olmadı.
Ömer Çiçek (Yirmiyedi)?
Beraber kaldık, neşriyatta beraberdik. Son zaman da beraber kaldık. Zübeyir ağabeyin hayatının son üç senesinde… Ahmet Emin ile aynı devre.
Risale-i Nur neşrine kaç yılına kadar devam ettiniz?
O zaman Risale-i Nur’u matbaalarda basmak o kadar kolay bir mesele değildi. İhtilal sonrası bütün külliyat neşredildi. Tabi ihtilal şartları da var. Sikke-i Tasdik-i Gaybi’nin basımı esnasında Zübeyir ağabey vefat etti. Yani son kitabın basımı esnasında vefat etti.
KÜLLİYATIN NEŞRİYATI BİTTİ, VEFAT ETTİ
Son kitap basılıyor, külliyatın basımı bitiyor ve Zübeyir ağabey vefat ediyor. Tabir-i caizse Üstadın da külliyatın tamamlanmasından sonra gitmesi gibi.
Evet. Hatta Zübeyir ağabey o neşriyat yapılırken, Üstadımızın bizzat “T” harfi koyarak tashih ettiği kitaplar var. O kitaplardan dört beş tanesi ile karşılaştırılarak, 1960’ta Said Özdemir ağabeyin bastığı külliyat, tekrar Üstadımızın bizzat tashihinden geçmiş. Dört beş kitaptan tashih edilerek tam musahhih bir külliyat neşredildi. O zaman (önceki basımlar) çok acele ile neşredilmişti diyerek külliyatın neşriyatına son derece ihtimam gösterdi Zübeyir ağabey. O bitti, vefat etti.
Bu arada Sungur ağabey, Bayram ağabey, Tahiri ağabey…
Ağabeyler de zaman zaman Süleymaniye’ye gelip orada meşveretlerini yapıyorlardı. Kendi aralarında yapıyorlardı, biz iştirak etmiyorduk.
‘AĞABEY, BU HİZMET NASIL TEDVİR EDİLİR?’
Ne yapıyorlardı onlar o zaman?
Zübeyir ağabeye son zamanlarında sorulmuş bir mesele olarak Ahmet Emin kardeşin sualini nakledeyim. ‘Ağabey, bu hizmet nasıl tedvir edilir?’ sordurulmuş bir sual gibi. ‘Kardeşim, Üstadımız bir şura bırakmıştır.’ ‘Meşveret nasıl yapılır?’ ‘Biz bir araya geliriz, mevzuyu ortaya koyarız, herkes Üstaddan hatırına geleni söyler, neticesi meşveretin kararı olur’ diye bir konuşma geçiyor aralarında.
Umumiyetle Zübeyir ağabey Lahika neşriyatı yapardı. On beş günde bir Nur merkezlerine mutlaka Lahika göndermek isterdi. 1971 senesinde, sıkıntılı zamanlarda biraz seyrekleşti, ‘Kardeşim, Anadolu’dan soruyorlar, buna cevap veremem’ derdi. O Lahikaların gönderilmesi umumi bir teyakkuza vesile oluyordu. Hizmetin sevkine gayret verici bir medar oluyordu.
RİSALE-İ NUR SİZE KÂFİ GELMİYOR MU?
Dediniz ya ‘sordurulmuş gibi’. Şimdi benim bir problemim olunca siz ağabeylerime soruyorum ama yarın ağabeylerim olmayacaksınız. Benim çocuğumun bir problemi olunca kime gidecek? Bu meşveret nasıl yapılacak? Meşveret kiminle yapılacak? Meşveret yapılacak şahıs kimdir? Şartları nedir? Bu konuyu Zübeyir ağabeyle hiç konuştunuz mu?
Ben buna sadece Ahmet Gümüş ağabeyin bir hatırası ile mukabele edeyim: Üstad hazretleri son zamanlarında sual sorana hiddet edermiş. ‘Risale-i Nur size kâfi gelmiyor mu? Risale-i Nur’dan büyük ihsan olamaz.’ Yani Risale-i Nur’un okunması intişarı ve birlik beraberliğin devam etmesi, Üstadın tarzı etrafında ve bu meşveretin rolü, fikir ayrılıklarından kurtarmak, Risale-i Nur ve Üstad ile toparlamaktır.
Bazıları ‘biz de meşveret ettik’ diyorlar?
Üstadımızın en son vasiyetinde kimlerin ismi geçiyorsa onlar meşveretin çekirdeğidir. Yani onların bulunmadığı meşveret umum nurcuları bağlamaz. Orada Sungur ağabey, Bayram ağabey, Hüsnü Bayram ağabey, Abdullah ağabey var.
Ve onların kabul ettiği kimseler aralarında vardı. Üstad hazretlerinin bir cümlesi var “Bir iki talebem içinde bulunan meşveretinizin reyini kabul ederim.” Yirmi senedir bizim o yüz kişilik yaptığımız meşveretin içinde Sungur ağabey ile Bayram ağabeyin bulunması cemaatin istikametine medar olmuştur. Hatta çoğu zaman takılmışız Sungur ağabey ve Bayram ağabeyin Üstaddan naklettikleri ile meşveret istikametle hizmete devam etmiştir.
RİSALE-İ NUR’UN MESLEK VE MEŞREB ESASATI TEVAZUH ETMİŞTİR
Peki ağabey, Zübeyir ağabeyden meşveretin esası ile ilgili hatırladığınız bir şeyler var mı?
O zaman o vasiyette ismi geçenler kendi aralarında meşveret yapıp, Lahika mektubu neşrediyorlardı. Sonra Üstad hazretleri, ‘iki zatın hayatıyla hayatım devam edecek’ buyurmuş. Biri Zübeyir ağabey diğeri de Sungur ağabey. Sungur ağabeyin hayatında, Üstadın zamanında sahip olduğu tatbikat ve Zübeyir ağabeyin zamanındaki tatbikat aynen devam etti.
Risale-i Nur’un esasında meslek ve meşrebin esasatı tevazuh etmiştir. İnşallah kıyamete kadar istikametle devam eder. Ufak tefek fikir farklılıkları umumu bağlamaz. Bunlar, Üstadımızın tarzı, himmeti ve tasarrufu altındadır. Üstadın tarzına uymayan şey zaman içinde elenir gider. Tarza uygun olan zaman içerisinde kuvvet bulur. Hatta şiddetli bir imtihan ile bir sarsıntı geçirse de zamanla bir toparlanma oluyor. Hiçbir plan bunu dağıtamıyor Allah’ın izniyle. Şahs-ı manevi dediğimiz zaman da yine Üstadımızın şahs-ı manevisidir. O heyet neredeyse Üstadımızın şahs-ı manevisi esas olarak orada teşekkül eder.
__________________
BENİM ARADIĞIM ŞEY OLSA OLSA KUR’AN’DADIR
Eyüp Ekmekçi kimdir?
1942 doğumluyum. En büyük talihim ilkokuldan önce Kur’an’ı iki defa hatmetmiş olmam. Bütün okuma iştiyakını oradan aldım. İzmir Bayındırlıyım. Peder fırıncı idi, soyadımız oradan geliyor. Validemiz de Bayındır’ın Purufurnu Köyü’nün hatibi olan bir zat. Validemizin babası köyün hatibi idi. Fakat Atıf ağabeyin tabiri ile ezanlar “tengir tüngür” okunmaya başlandığı zaman hastayım demiş ve bir daha camiye gitmemiş. İlkokulda, ortaokulda hep okumaya karşı bir iştiyak hissettim. Hatta ortaokuldayken yedi yüz kitap toplamışım kütüphaneye.
Lise tahsiline gittiğim zaman ise iki tane kütüphane vardı İzmir’de. İkisinin kartlarını almışım, haftada ikişer defa onlardan kitap alıyorum. Fakat roman okumuyoruz, şaheserlerden bazıları müstesna. Evvela ansiklopedik kitaplar, tarih kitapları, büyük adamların hayatı, bazı felsefi kitaplar derken ortaokul sonunda tasavvuf kitaplarına intikal ettik. Tasavvuf kitaplarından da hevesimizi alınca adeta okuyacak kitap kalmadı.
Aradığımı bulamadım. Okul derslerinden zaten bir şey beklemiyorum, eğitmediğini düşüyordum. Okuduğum kitaplardan bir şeyler alıyorum. Daha sonra “benim aradığım şey olsa olsa Kuran’dadır” dedim ve Kur’an tefsiri aradım. Bir Kur’an tefsiri buldum okudum ama aradığımızı vermedi. Bu sefer iki sene kadar hiç kitap okuyamama derecesinde bir fetret evresi geçirdik. Hatta eski okumalarımdan aldığım zevk günlerini hasretle hatırlıyorum. Okuma zevkimi kaybettim aradığımı bulamadığım için.
Tefsir arıyoruz meal tefsir aradığımızı vermiyor. Allah’a şükür vesveseye düşmüyoruz. Kur’an’da var aradığım fakat hakiki dersini nerede bulacağız? Hatta bir gün “Ya Rabbi, bu insanı insan olarak yaratmışsın, insana ne lazımsa onu verecek bir kitap olmalı” diye dua ettim içimden. Öyle bir tefsir olmalı ki, Kur’an’dan ne lazımsa onu bize verecek bir ders olmalı. Lise sonda iken gördüğüm her kitabın taliplisi oluyorum. Nihayet bir gün baktım okulun kapıcısı yanında iki tane genç ile bir kitap okuyorlar. “Nedir okuduğunuz?” dedim. “Bir tefsirdir” dediler. “Biraz da bana okur musunuz?” dedim. Okudular, Yirmi Üçüncü Söz.
BAŞKA KİTAPLARI OKUYANLAR RİSALE-İ NUR’UN ÜSLUBUNU HEMEN FARK EDİYOR
İlk defa Risale-i Nur’u orada mı duydunuz?
İlk defa orada duydum ama Kur’an tefsiri olarak. Biraz okuyun dedim, okudular. “Bir zaman sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi…” Üslubu o kadar akıcı. Başka kitapları okuyanlar Risale-i Nur’un üslubunu hemen fark ediyor ya, orada başımın döndüğünü hissettim. “Bu zatın kaç kitabı var?” “Yüz otuz tane.” “Hepsini bulabilir miyiz?” “Kardeşim şimdi ihtilal zamanı, bu kitapları bulmak kolay değil. Benim kitapları oku sonra peyderpey buluruz.”
Artık kapıcının orada biz hem namaz kılıyoruz hem kitap okuyoruz. Gelen geçen öğretmenlerin bazıları bize takılıyor. Kimisi, “oku devam et” diyor. Kimisi de münakaşaya giriyor. Derken üniversite imtihanlarına İzmir’de hazırlandık, İstanbul’a sınava girmek için 1962’de geldik. Fakat benim kafamda tahsilden ziyade Risale-i Nur ile iştigal meselesi esas oldu. Süleymaniye’ye geldik.
Sizi Süleymaniye’ye kim gönderdi?
İzmir’den adres verdiler. İzmir’de Mustafa Birlik ağabey rahmetli Hüseyin ağabey ile irtibatımız bir yıl devam etti. Bir gece orada kaldık. Ertesi gün Zübeyir Gündüzalp ağabeyin benimle görüşmek istediğini söylediler. Yukarı çıktık. ‘Kardeşim ne için geldiniz?’ ‘İmtihan için geldim ağabey.’ ‘Kazanamazsan dönecek misin?’ ‘Dönmesem de olur ağabey.’ Sözler’in dizgi olarak neşriyatı yapılıyordu o zaman. Rahmetli İbrahim Canan, Zübeyir ağabeyin yanında idi. Orada Sözler’in tashihatına başladık. Hem tashihat yapıyoruz hem de Zübeyir ağabey Üstad ile ilgili bazı hatıralar anlatıyor. O tarzda dershane hayatımız başlamış oldu.
O yıl imtihana girdiniz mi?
İmtihan artık ikinci derecede bir mesele olarak kaldı. Daha doğrusu askerliği tecil ettirmek için üniversiteye girdik. Üniversiteye kaydoldum fakat devam mecburiyeti yoktu.
Nereye?
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap-Fars bölümüne girdik önce… Sonra Tarih bölümüne geçtik. Devam mecburiyeti olmadığı için orayı tercih ettik. Esas maksat neşriyatta, hizmette devam etmek.
Üniversiteyi bitirdiniz mi?
Bitirmedik.
ZÜBEYİR AĞABEYİN ÜSTADDAN İLK BAHSETTİĞİ HATIRA
Kaç sene okudunuz?
Kayıtlı olarak devam ettik, askerliği tecil ettirene kadar. Zübeyir ağabeyin hayatında sekiz sene neşriyat hizmeti devam etti. Külliyat neşredilirken İstanbul’da bulunduk. Zübeyir ağabeyin ilk bahsettiği hatıra, ‘Üstadımızın meslek ve meşrebini ifade eden Şah-ı Geylani, İmam-ı Rabbani gibi zatlar da gelseler, Said, sen bu tarzda devam edersen, şu birkaç biçarelerden başka şakirdin olmayacak hem aç kalacaksın, hapis yatacaksın. Fakat tarzını şöyle bir parça değiştirsen -Sungur ağabeyin tavzihiyle siyasetvari veya tasarrufvari- bütün memleket senin şakirdin olacak, Başbakan, Reis-icumhur şakirdin olup gelip elini öpecekler deseler, ben bu tarzımı bırakmayacağım’ idi. Bu dersi Zübeyir ağabey Üstaddan aynen nakletti.
Bunun üzerine Üstadımızın “meslek ve meşrebimden ayrılmayacağınıza dair yirmi kere yemin ettirdiğini” ifade etmişti. Bir tanesi de ihanet etmeyeceğinize dair diye. Sonraki hadise de gösterdi ki, o meslek ve meşrebi muhafaza hakikaten çok müşkül. Ancak sıddıkiyet mertebesinde insanlar muvaffak olabiliyor.
Zübeyir ağabey ile ilk karşılaşmanızdan daha önce Zübeyir ağabeyi duydunuz mu?
Müdafaalarından biliyorum. Fakat kendisini ilk defa orada gördüm.
İlk gördüğünüzde sizin üzerinizde nasıl bir intiba uyandırdı?
Ben daha önce Risale-i Nur’u okuduktan sonra, okul kitapları esbapperestlik şirkini telkin ettiğini düşündüm. Okul kitapları mana-yı harfi ile değil de mana-yı ismiyle baktırdığı için, okuldan esbapperestlik şirkinin telkinini almışız. Bir de abur cubur çok kitap okumuşuz. Bütün bunların üzerine sünger çekmek üzere evvela hiç kimseye bir şey sormadan külliyatı bir kere okumayı düşündüm. Bu okuma, anlasam da anlamasam da bir sünger çekme okuması. Bu niyetle kimseye sual sormuyorum. Yalnız külliyatı bir okuyayım, sual de soracaksam nasıl soracağımı öğreneyim. Fakat Zübeyir ağabeyi gördüğüm zaman “bu zata sormak lazım” dedim.
KARDEŞİM ÜSTAD BUNU KÜLLİYATTA DERS VERİYOR
Siz Risale-i Nur’u henüz yeni tanımışsınız, tam olarak ne olduğunu bilemeden ‘diğer okuduklarımın üzerine sünger çekmek için okuma’ fikri nasıl bir fikir?
Risale-i Nur’un Kur’ani bir ders olduğunu insan hissedebiliyor. Üstad buyuruyor ya; “Risale-i Nur benim malım değil, Kuran’ın malıdır. Ben O’nun bir talebesiyim.” Buradan edindiğimiz bir intiba var. Risale-i Nur’un kendisinden edindiğimiz bir intiba var. O abur cubur okumaların üzerine sünger çekeceğini insan hissediyor.
İzmir’de ona niyet etmiştim onun için kimseye fazla bir şey sormadım. Mümkün olduğu kadar Risale-i Nur’u okumaya çalışıyordum. İstanbul’da Zübeyir ağabeyi görünce, bu zata sormak lazım diye düşündüm. O da sorduğumuz sorulara hep ‘Kardeşim Üstad bunu külliyatta ders veriyor’ der ve yerini de bize buldurmaya çalışırdı.
Ondan sonra Zübeyir ağabeyle olan irtibatınız başladı. Siz Zübeyir ağabeyin şahsi hizmetlerinde de bulundunuz mu?
Zübeyir ağabey, şahsi hizmetlerinde hiç kimseye “şunu yap” demiyordu. Biz neşriyat hizmetinde bulunduğumuz için formaları karşılıklı okuyoruz. O, arada çayını, çorbasını yaparken bize bir şey söylemeden kendisi yapmaya çalışırdı. Ona yardım etme ihtiyacını hissettim ve hizmetini görmeye başladım.
Zübeyir ağabeyin ruhundaki yüksekliği insan hissediyor. O ara, “bu zata hizmet etmek bana düşer mi” diye düşündüm. “Kim oluyorum ki Zübeyir ağabeye hizmet edeyim?” diye bir vesvese geldi. “Kardeşim, Cenab-ı Hak size hissettirdi” deyince, o bize bir giriş kapısı oldu ve devam ettik. Beni meşgul eden bir sual olduğu zaman cevabını alıyordum.
Sizinle beraber kim vardı?
Biz gittiğimizde o neşriyat hizmetinde Zübeyir ağabey, Fırıncı ağabeyler, Birinci ağabey vardı. Bekir Bey müdafaalarla meşgul oluyordu. Samsun’dan Hamdi ağabey vardı. Abdulvahit ağabey vardı. Rüştü Tafralı vardı. Herkes kendine göre neşriyat hizmetlerinde bulunuyordu. Zübeyir ağabey, her daire ile alakadardı.
MUSTAFA NEZİHİ POLAT’IN ÜSTADA VE RİSALE-İ NUR’A BAĞLAMASINI ÇOK METHEDERDİ
Zübeyir ağabeyin misyonu neydi?
Zübeyir ağabey, hizmete her cihetle tavassut eden bir zattı. Dershanedeki adabından tutun da en geniş daireye kadar. Her daire ile alakadar bir zattı. Kendi ifadesi ile “Avustralya’daki nur talebesi ile alakadarım” buyuruyordu. Bazen gazetelere bakardı. O bakmasını da şu şekilde ifade ediyor: “Bir gün Ahmet Gümüş ağabey, ‘Ağabey ben şahidim Üstad gazeteleri size okutuyordu.’ ‘Evet kardeşim. Üstad gazeteleri bana okutuyordu. Fakat ben Risale-i Nurlar’ı okuduktan sonra istifade niyeti ile gazetelerden bir tek yazı, makale okumamışım. Nerede Risale-i Nur adına bir iğne, bir çuvaldız, bir plan, bir taarruz var onu anlamak için okudum.’ Yalnız, rahmetli Mustafa Nezihi Polat’ın hangi meseleyi ele alsa, Üstada ve Risale-i Nur’a bağlamasını çok methederdi.
ÜSTADIMIZIN HAYATININ GAYELERİ DÖRTTÜR
Ağabey biz neşriyat hizmetleri deyince hep aklımıza gazete, dergi, kitap gibi şeyler geliyor. Ama sizin bahsettiğiniz neşriyat hizmeti Risale-i Nur’un neşridir.
Bunu bir nakille toparlamış olayım. Zübeyir ağabeyin bizzat dedikleri var: Üstadımızın hayatının gayeleri dörttür.
1. Risale-i Nur’un neşri
2. Medrese-i Nuriyelerin açılması
3. Tevafuklu Kur’an’ın tabı.
4. Lahika Mektuplarının neşri.
Lahika mektupları dar dairede uygulanmalı, Risale-i Nur’un tarzı çok orijinal bir mesele. Nasıl ki, ‘Risale-i Nur’un imani hakikatleri doğrudan doğruya Kur’an’dan çıkmış, Risale-i Nur benim değil Kur’an’ın malıdır’ dediği gibi Risale-i Nur’un tarzı, ihlâs, sadakat, tesanüt gibi mefhumlara dayanan bir meslek. Bunun da Lahikalarla tahşidatını yapmış Üstad hazretleri. O Lahikaların da kıyamete kadar gelecek nur talebeleri için ders mahiyetindedir. Üstad hazretleri de meselenin bir esasını teşkil ediyor.
Zübeyir ağabey ile kaç yılına kadar beraber kaldınız?
Vefatına kadar. Son saatinde ağabeyleri ben çağırdım.
Daha sonra Zübeyir ağabeyin hizmetlerine bakan olarak sizinle beraber başka kim iltihak etti?
Hususi mesele olarak bir ara Ağrılı bir kardeş geldi. Hakikaten tam liyakat gösterdi. Fakat çok kısa bir zaman hizmet etti. Biz de biraz yaşlanmışız, ben biraz o kardeş hizmetleri yapsın diye bir parça çekildim. Zübeyir ağabey razı olmadı. Hususi hizmetinde bulunan başka kimse olmadı.
Ömer Çiçek (Yirmiyedi)?
Beraber kaldık, neşriyatta beraberdik. Son zaman da beraber kaldık. Zübeyir ağabeyin hayatının son üç senesinde… Ahmet Emin ile aynı devre.
Risale-i Nur neşrine kaç yılına kadar devam ettiniz?
O zaman Risale-i Nur’u matbaalarda basmak o kadar kolay bir mesele değildi. İhtilal sonrası bütün külliyat neşredildi. Tabi ihtilal şartları da var. Sikke-i Tasdik-i Gaybi’nin basımı esnasında Zübeyir ağabey vefat etti. Yani son kitabın basımı esnasında vefat etti.
KÜLLİYATIN NEŞRİYATI BİTTİ, VEFAT ETTİ
Son kitap basılıyor, külliyatın basımı bitiyor ve Zübeyir ağabey vefat ediyor. Tabir-i caizse Üstadın da külliyatın tamamlanmasından sonra gitmesi gibi.
Evet. Hatta Zübeyir ağabey o neşriyat yapılırken, Üstadımızın bizzat “T” harfi koyarak tashih ettiği kitaplar var. O kitaplardan dört beş tanesi ile karşılaştırılarak, 1960’ta Said Özdemir ağabeyin bastığı külliyat, tekrar Üstadımızın bizzat tashihinden geçmiş. Dört beş kitaptan tashih edilerek tam musahhih bir külliyat neşredildi. O zaman (önceki basımlar) çok acele ile neşredilmişti diyerek külliyatın neşriyatına son derece ihtimam gösterdi Zübeyir ağabey. O bitti, vefat etti.
Bu arada Sungur ağabey, Bayram ağabey, Tahiri ağabey…
Ağabeyler de zaman zaman Süleymaniye’ye gelip orada meşveretlerini yapıyorlardı. Kendi aralarında yapıyorlardı, biz iştirak etmiyorduk.
‘AĞABEY, BU HİZMET NASIL TEDVİR EDİLİR?’
Ne yapıyorlardı onlar o zaman?
Zübeyir ağabeye son zamanlarında sorulmuş bir mesele olarak Ahmet Emin kardeşin sualini nakledeyim. ‘Ağabey, bu hizmet nasıl tedvir edilir?’ sordurulmuş bir sual gibi. ‘Kardeşim, Üstadımız bir şura bırakmıştır.’ ‘Meşveret nasıl yapılır?’ ‘Biz bir araya geliriz, mevzuyu ortaya koyarız, herkes Üstaddan hatırına geleni söyler, neticesi meşveretin kararı olur’ diye bir konuşma geçiyor aralarında.
Umumiyetle Zübeyir ağabey Lahika neşriyatı yapardı. On beş günde bir Nur merkezlerine mutlaka Lahika göndermek isterdi. 1971 senesinde, sıkıntılı zamanlarda biraz seyrekleşti, ‘Kardeşim, Anadolu’dan soruyorlar, buna cevap veremem’ derdi. O Lahikaların gönderilmesi umumi bir teyakkuza vesile oluyordu. Hizmetin sevkine gayret verici bir medar oluyordu.
RİSALE-İ NUR SİZE KÂFİ GELMİYOR MU?
Dediniz ya ‘sordurulmuş gibi’. Şimdi benim bir problemim olunca siz ağabeylerime soruyorum ama yarın ağabeylerim olmayacaksınız. Benim çocuğumun bir problemi olunca kime gidecek? Bu meşveret nasıl yapılacak? Meşveret kiminle yapılacak? Meşveret yapılacak şahıs kimdir? Şartları nedir? Bu konuyu Zübeyir ağabeyle hiç konuştunuz mu?
Ben buna sadece Ahmet Gümüş ağabeyin bir hatırası ile mukabele edeyim: Üstad hazretleri son zamanlarında sual sorana hiddet edermiş. ‘Risale-i Nur size kâfi gelmiyor mu? Risale-i Nur’dan büyük ihsan olamaz.’ Yani Risale-i Nur’un okunması intişarı ve birlik beraberliğin devam etmesi, Üstadın tarzı etrafında ve bu meşveretin rolü, fikir ayrılıklarından kurtarmak, Risale-i Nur ve Üstad ile toparlamaktır.
Bazıları ‘biz de meşveret ettik’ diyorlar?
Üstadımızın en son vasiyetinde kimlerin ismi geçiyorsa onlar meşveretin çekirdeğidir. Yani onların bulunmadığı meşveret umum nurcuları bağlamaz. Orada Sungur ağabey, Bayram ağabey, Hüsnü Bayram ağabey, Abdullah ağabey var.
Ve onların kabul ettiği kimseler aralarında vardı. Üstad hazretlerinin bir cümlesi var “Bir iki talebem içinde bulunan meşveretinizin reyini kabul ederim.” Yirmi senedir bizim o yüz kişilik yaptığımız meşveretin içinde Sungur ağabey ile Bayram ağabeyin bulunması cemaatin istikametine medar olmuştur. Hatta çoğu zaman takılmışız Sungur ağabey ve Bayram ağabeyin Üstaddan naklettikleri ile meşveret istikametle hizmete devam etmiştir.
RİSALE-İ NUR’UN MESLEK VE MEŞREB ESASATI TEVAZUH ETMİŞTİR
Peki ağabey, Zübeyir ağabeyden meşveretin esası ile ilgili hatırladığınız bir şeyler var mı?
O zaman o vasiyette ismi geçenler kendi aralarında meşveret yapıp, Lahika mektubu neşrediyorlardı. Sonra Üstad hazretleri, ‘iki zatın hayatıyla hayatım devam edecek’ buyurmuş. Biri Zübeyir ağabey diğeri de Sungur ağabey. Sungur ağabeyin hayatında, Üstadın zamanında sahip olduğu tatbikat ve Zübeyir ağabeyin zamanındaki tatbikat aynen devam etti.
Risale-i Nur’un esasında meslek ve meşrebin esasatı tevazuh etmiştir. İnşallah kıyamete kadar istikametle devam eder. Ufak tefek fikir farklılıkları umumu bağlamaz. Bunlar, Üstadımızın tarzı, himmeti ve tasarrufu altındadır. Üstadın tarzına uymayan şey zaman içinde elenir gider. Tarza uygun olan zaman içerisinde kuvvet bulur. Hatta şiddetli bir imtihan ile bir sarsıntı geçirse de zamanla bir toparlanma oluyor. Hiçbir plan bunu dağıtamıyor Allah’ın izniyle. Şahs-ı manevi dediğimiz zaman da yine Üstadımızın şahs-ı manevisidir. O heyet neredeyse Üstadımızın şahs-ı manevisi esas olarak orada teşekkül eder.
__________________
Moderatörün son düzenlenenleri: