Feyz geldiğini nasıl anlarız
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
* Büyüklerin kendileri, kabirleri, sözleri, kitapları, eşyaları feyz kaynağıdır, hatta ellerini değdikleri taştan bile, kıyamete kadar feyz yayılır. Peki, feyz geldiğini nasıl anlarız?
1- Feyz gelmişse, Allahü teâlâ bizi küfürden korur.
2- Haramlardan uzaklaştırır.
3- Dünyadan soğutur.
4- Büyükleri, salih kimseleri bize sevdirir.
5- İnsan, ölüme karşı hasret duymaya başlar.
İşte bunlar varsa, feyz geliyor demektir.
Feyz, insanı, küfürden korumaktan tutun da, evliyalığa kadar götürür. Eğer haramlardan, günahlardan soğumuyorsak, dünya hırsı aynen devam ediyorsa, feyz alamıyoruz demektir. Bu da, iki sebepten olur:
1- Ya gittiğiniz zat noksandır. Gittiğiniz, görüştüğünüz veya kabirdeki zat, bu işe ehil biri değildir; çünkü noksandan fayda gelmez.
2- Veya feyz geliyor; ama siz feyz alamıyorsunuzdur.
Feyzin gelmesine engel de şudur: Bir büyük günaha devam ediliyordur; çünkü günah engeldir. O zaman hemen reddetmemeli, kusuru herkes kendinde aramalı, bütün günahlara istiğfar etmeli. Devamlı tevbe etmeli ki, bu kapı açılsın. Yağmur geliyor; fakat kapta birikmiyor. Kap boş. Yağmur suyu akıp gidiyor. Kabın dolması için iki ana musluğa ihtiyaç vardır. Biri istiğfar, biri tevazu; çünkü su dağlardan ovalara akıyor. Hiç bir suyun yukarı doğru aktığını hatırlıyor musunuz? İstiğfar edildiği halde bir şey hâsıl olmuyorsa, orayı terk etmeli. Feyz gelmesi için şart, salih insanlarla beraber bulunmaktır. Feyz geldiğinin alameti, günah işlememektir. Feyzin kesildiğinin alameti ise günahlara dalmaktır.
* Allahü teâlâ rızasını, Müslümanların rızasına bağlamıştır. Onlar razı olursa, Allahü teâlâ da razı olur. Mesela, ana baba evladından, kocası hanımından, amiri memurundan, hocası talebesinden razı olursa, Allahü teâlâ da o kimselerden razı olur. Rıza, memnun etmek demektir. Büyüklerin razı olması demek, onları memnun etmek demektir.
* Allahü teâlâya kavuşturan en kestirme yol, insanların duasını almaktır.
* Güzel ahlak demek, insanların duasını almak demektir.
* Evliyanın sohbetinde, kalb rahatlar ve insanı uyku basar.
* Dinin emir ve yasaklarını anlamak başka şeydir, öğrenmek başka şeydir. Mesela kul hakkına inanan kimse, ben kimin kalbini kırdım, kimin malını aldım diye düşünmekten, bir an olsun ayaklarını uzatıp yatamaz.
* İslamiyet, her safhasıyla, ahlâkıyla, itikadıyla, ameliyle yaşanan bir dindir. Hepsi bulunursa, tam olur; yoksa kişinin dini eksik olur.
Sormaktan maksat nedir
* Bir gün büyüklerden bir zata birisi gelir, “Efendim izin verirseniz yarın Bağdat’a gitmek istiyorum” der. O zat da, “Hay hay, güle güle gidin kardeşim” buyurur. Adam gidince, talebelerinin hemen izin vermesine şaşırdığını görünce der ki: Kervanı ayarlamış, çantasını hazırlamış, parasını cebine koymuş, bize de tasdik etmek düştü. Sormaktan maksat arzu edilene kavuşmak değildir.
Bir gün, imam-ı Rabbani hazretlerinin bir halifesi “Beni Mankpura gönderin, orada hizmet edeyim” demiş. “Hay hay” buyurmuşlar. Gitmiş. Bir zaman sonra mektup yazmış. “Burada Kadiri, Çeşti tekkeleri var. Bize kimse gelmiyor. Hanımla ben başbaşa oturuyoruz. Beni başka bir yere gönderin” demiş. İmam-ı Rabbani hazretleri de “Orada kalın” buyurmuşlar. Daha sonra bir mektup daha gelmiş. “Efendim burada Kadiri, Çeşti tekkeleri hep kapandı, şeyhleri müridimiz oldu. Herkes bizim tekkeye doldu” diye mektup yazıyor.
İşte kardeşim, talep ve izin olursa öyle olur; teslimiyet ve izin olursa böyle olur.
* Mal ve şöhret hırsı girdiği kalbi harap eder. Bundan onu ancak büyüklerin sevgisi kurtarır. Sevgi peki demektir, itaat demektir. Çünkü itaat sevgiden doğar. Kim itaat etmiyorsa, seviyorum demesi yalandır. İtaat olmayınca, onun sevgisinin ağaca, kuşa, tabiata olan sevgiden farkı olmaz.
* Bir tüccar, methini duyup, gıyabında sevdiği Necmeddîn Kübrâ hazretlerinin sohbetinde bulunmak üzere huzuruna vardı. Necmeddîn Kübrâ hazretleri hiç konuşmuyordu.
Tüccar herhalde bu tekkenin usulü de böyle diye düşündü. Uzun bir sükuttan sonra Necmeddîn Kübrâ hazretleri, kağıt ve kalem istedi, bir şeyler yazdı ve tüccarı çağırarak bu kağıdı uzattı. “Al, seni hilâfet-i mutlaka ile vazifelendirdim. Git, memleketinde insanları irşat et!” dedi. Tüccar, “Başüstüne!” deyip gitti.
Tekkedekiler şaşırdı ve tüccarın arkasından giderek, “Efendi, senin ne amelin var ki, hocamız seni hiç konuşmadan bir anda hilafet ile vazifelendirdi?” diye sordular. Tüccar da, “Ben geldiğimde çok zengin bir adamdım; fakir olarak çıktım. Bütün dünya sevgisi kalbimden çıktı. Mallarıma olan muhabbetim kalmadı” dedi. Bilâhare Necmeddîn Kübrâ hazretleri yanındakilere; “Bizim irşâdımızın maksadı, insanların kalbinden dünyâ muhabbetinin çıkmasıdır. Maksat hasıl oldu” buyurdu.
* Allahü teâlâ herkese istediği yolu açar. Cennete gitmek isteyene, Cennete gidilecek amelleri kolaylaştırır. Cehenneme gitmek isteyene de Cehenneme gidecek amelleri kolaylaştırır. Vaktiyle insanlar Cennete gitmek istiyorlardı; Allahü teâlâ her tarafta kum gibi evliya yaratıyordu. Ahir zamanda Cehenneme gitmek isterler; her tarafta felaketler, depremler, ölümler olur, asayiş bozulur, huzur kalmaz. Emr-i maruf yapıldığı yerlere, Allahü teâlâ azap göndermez.
* Evvela namazı kılmalı. Çünkü namaza mani bir işte, namazı geciktiren bir işte hayır yoktur. Bir imza bile olsa.
* Ahir zamanda namazını kılan, haramdan sakınan kurtulmuştur.
* Adalet önünde çoban ile sultan müsavidir. Bir kimse, kendi oğlu ile işçisi arasında fark gözetiyorsa, adaletten bahsedilemez.
Hep cemal sıfatını düşünüyorum
* Allahü teâlâya hüsnü zan etmek lazım. Büyüklerden birisi buyuruyor ki:
Allahü teâlânın celal sıfatları, hiç aklıma gelmiyor; hep cemal sıfatını düşünüyorum. Hep Cennet nimetlerini düşünüyorum. Cehennem azabı hatırıma bile gelmiyor; çünkü Rabbimiz, (Ben kulumu beni zannettiği gibi karşılarım) buyuruyor.
* Günahlara istiğfar edelim, Allahü teâlâ mutlaka tevbeleri kabul edicidir.
* En büyük günah cenâb-ı Hakkı unutmaktır. Allahü teâlâyı unutarak yapılan hiçbir iş, iş değildir. Allahü teâlâyı unutarak yapılan her şey, hiçtir. Ancak, her amel, ihlâsla, Allah için yapılırsa, makbul olur.
* İnsan Allahü teâlâya ibadet ederse, cenâb-ı Hak, onun dünyada işlerini kolaylaştırır. Kabirde acır, ahirette affeder, mahşerde affeder. Biz yeter ki, ihlâsla Allahü teâlâya ibadet edelim.
* Kalbindeki önceliği ahiret olan insana, Allahü teâlâ dünyayı da verir. Kalbindeki öncelik dünya olan, gölgesine bile yetişemez; çünkü doğuya giden batıdan uzaklaşır, iki zıt şey bir araya gelmez.
* Sohbette tasavvufa ait bir şey konuşulurken içeriden veya dışarıdan bir mani, gürültü veya söze karışan biri olursa, konuşmayı kesmelidir; çünkü bunu Allahü teâlâ kesmiştir; ama fıkhi bir konuda olursa, davul bile çalınsa devam edilir.
* Saate bakan yalnızca kadranını, bir de akrep ve yelkovanını görür. Hâlbuki arkasında nice dişliler var. Saat güzel çalışıyorsa, yani ileri geri gitmeyip, doğru vakit gösteriyorsa, içindeki çarklar iyi çalışıyor demektir. Onlardan bir tanesi kırık, paslanmış olsa, herkes paslı olana değil de, akrep ve yelkovana bakar. Vakti iyi gösteriyorsa kıymetli bir saattir, markası iyidir. Eğer ileri gidiyor, geri kalıyorsa bu saat değersizdir. Onun için herkes kendi vazifesini iyi yapmalıdır.
* Büyükleri sevenlerin iki alameti vardır:
Birincisi, namaza çok ehemmiyet verirler, namazı vaktinde ve bütün erkânıyla kılarlar. Kısa kollu, çıplak ayaklı namaz kılan bir erkek talebe göremezsiniz.
İkincisi de, çok edepli olurlar. Mesela, birisinin yanında ayak ayak üstüne atarak oturmazlar.
* Aşkla akıl, bir arada bulunmaz.
* İnsanlar kendi akıllarına göre değil, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına göre hareket ederlerse muvaffak ve mesut olurlar.
* Emir kim olursa olsun, itaat edilir. Emire itaat etmek, Peygamber efendimizin emridir. Burnu kesik Habeşli bir köle de olsa, emire itaat vaciptir. Bunun şakası olmaz.
Bizi de beraberinde götürür
* Dünyada en zor şey, din kitabı yazmaktır; çünkü bizim bir sözümüzle, okuyan ya Cennete gidecek veya Cehenneme... Birincisi ne iyi, ikincisi ne kötüdür. Onun için bizim de çok dikkat etmemiz gerekir. Bizim yüzümüzden hiç kimse Cehenneme gitmemelidir. Yoksa bizi de beraberinde götürür. İbadetlerimiz bize fayda vermez. Âlim olan, bu korkudan dolayı kendinden hiçbir şey söylemez. Her şeyi büyük İslam âlimlerinin kitaplarından alır, yani nakleder. Böyle olunca da, kıymetli olur. [Nakli esas alan kitapların, mesela Hindiyye’nin, İbni Abidin’in, Tam İlmihal’in çok kıymetli olmaları, bundan dolayıdır.]
* Bir şey öğrenmek için çok kitap okuyan, eğer bir mürşid-i kâmile kavuşmamışsa, mutlaka sapıtır; çünkü hepsi farklı farklı rivayetleri almışlar. Onda öyle yazıyor, diğerinde böyle yazıyor. Bir de her kitap, kendi zamanına göre yazılmıştır. Bir mürşidi gören kimse, ne kadar çok kitap okursa okusun, sapıtmaz; çünkü mürşidi, ona mayınlı yerleri göstermiştir. Onlara basmaz. Ona da mürşidi göstermiştir, mürşidine de mürşidi göstermiştir. Bu silsile, Peygamber efendimize kadar gider.
* Rast gele kitaplardan okuyarak öğrenilen bilgiler, doğru da olsa unutulabilir; ama büyüklerden işiterek öğrenilenler unutulmaz. Onun için Peygamber efendimiz, (İlim üstaddan öğrenilir) buyurmuştur.
* Emir oturursa, emri altındakiler yatar. Herkes başa bakar. Osmanlı padişahları ordunun başındayken, zaferden zafere koştular. Ne zamanki saraydan idare etmeye başlanınca, olanlar oldu.
* Allahü teâlâ tembeli, boş duranı sevmez.
* Bir gün daha bitti. Bu demektir ki bir gün daha ölüme yaklaştık.
* Bir talebe, bir din meselesi öğrenmek için derse giderken, her adımına sevap yazılır. Melekler kanatlarını onun yoluna sererler. Gökteki kuşlar, yerdeki hayvanlar, denizdeki balıklar onlar için dua ve istiğfar ederler. Bu, öğrenmek içindir. Ya öğretmek için olursa, onun kat kat sevabı olur.
* Büyüklerin hakiki talebesi, hocasını ilk tanıdığında nasılsa, sonunda da öyle olur. Edep ve tevazuundan hiçbir şey kaybetmez.
* Allah için hizmet, almak üzerine değil, vermek üzerine yapılır. Vermekte muhabbet, almakta düşmanlık vardır. Veren el, alan elden kıymetlidir.
* Herkese anlayacağı şekilde konuşmak, herkese güler yüzlü ve tatlı dilli davranmak gerekir.
* Ne mutlu yerde olanlara; çünkü feyz, yere yayılır. Sular aşağı akar.
İmanı korumanın şartı
* İnsandaki en büyük nimet, iman nimetidir. Bu nimet, elden kaçması en kolay nimettir. Bu imanın insanda hep kalması için şart, mümin kardeşini sevmektir. Kişi mümin kardeşini sevmezse, imanını yavaş yavaş kaybeder de haberi olmaz; çünkü hubb-i fillah, imanın temelidir.
* Dünyada en kıymetli şey imandır. İman, müminle ateş arasında perdedir. İmanımızın kıymetini bilmemiz gerekir.
* Cüzzam çok bulaşıcı bir hastalıktır. Bir cüzzam hastası ile bir odada yedi sene kalınsa, hastalığın bulaşmama ihtimali vardır; ama bir kötü kimse ile aynı binada kalınsa, hiç görüşülmese, rastlanmasa da ondan zarar gelmeme ihtimali yoktur. Onun için ev bir, anahtar bir olmalı. Bu mümkün değilse, iyi insanlarla aynı çatı altında oturmaya dikkat etmeli.
* İyiliğin yayılması zordur. Kötülüğün yayılması kolaydır; çünkü iyilik nefse ağır, kötülük ise nefse kolay gelir.
* Allahü teâlâ her şeyi sebeplerle yaratır. Böylece kudretini gizler. Mesela görmek için ışığa, konuşmak için havaya ihtiyaç vardır; ama ruhlar âlemi böyle değildir. Bir evliya ile irtibat kurup konuşmak için havaya, sese, dile vesaireye ihtiyaç yoktur. İnsan kalbiyle de konuşur. Bunun için de, yine üç şey lazımdır:
1- O zatın Evliya olduğuna inanmak,
2- Onu sevmek,
3- İtaat etmek.
* Eshab-ı kiram, cömertlik, temizlik, edep ve tâbi olmakta İslam ahlakının numunesiydiler. Onları görenler, bunlar melek mi derlerdi. Her gittikleri yerde bu ahlaklarını görenler seve seve Müslüman oldular. Zaten bunlar İslamiyet’i anlatıyorlardı. Herkesin ebedi saadete kavuşmasını istiyorlardı. Gittikleri yerlerde yalnızca, İslamiyet’in anlatılmasına izin verilmesini istiyorlardı. Kılıçla müdahale yoktu; ama anlatılmasına mani olurlarsa, o zaman kılıca ihtiyaç duyuluyordu.
* Bugünün işini yarına değil, biraz sonraya dahi bırakmamalıdır. Bir iş yapılacaksa, bunun hemen bitmesi lazım. Her işimizi kendimiz yapmalıyız, başkasından bir iş istersek, neticesini beklemeliyiz, yani takipçisi olmalıyız.
* Ahir zamanda zulmet çok olur. Bir kimse evden abdestli çıksa, hiç günah işlemeden evine dönse bile, o günkü zulmeti temizlemek için, beş bin kelime-i tevhid söylemesi icap eder.
* Ahir zamanda insanların yaptığının aksini yapan rahat eder; çünkü o zaman insanlar hep nefslerinin peşinde olur. Nefs de insanı hep helake sürükler.
* Dinin ayakta durması iki şeyle olur:
Birincisi ilim, ikincisi edeptir.
* (Bir gün gelecek insanlar, şarapla suyu ayırt edemeyecekler) buyurulmuştur. Yani şarabın günah olduğunu bilmeden içecekler.
Dinde temel sayılan sekiz madde
Şakîk-i Belhî hazretleri, talebesi Hâtim-i Esam hazretlerine sordu:
- Ne kadar zamandır benden ders alıyorsun?
- 33 senedir.
- Bu kadar zaman içinde benden neler öğrendin?
- Sekiz şey öğrendim.
- Yazıklar olsun sana! Çok üzüldüm, emeklerim boşa mı gitti?
- Hocam, siz sordunuz, ben de doğrusunu söyledim. Sekiz şey öğrendim.
- Peki, nedir bu sekiz şey?
- İnsanlara baktım. Sevdiği şeyler, onlarla mezara kadar arkadaşlık ediyor ve sonra onu yalnız bırakıp ayrılıyorlar. Onlarla beraber mezara girip, dert ortağı olmuyorlar. Bu hâli görünce, (Dünyada öyle bir dost seçmeliyim ki, mezara benimle gelsin, bana orada arkadaşlık etsin) diye düşündüm. Aradım, taradım, Allahü teâlâya yapılan ibadetlerden başka, böyle sadık bir sevgili bulamadım. Ben de ibadetlere sarıldım.
- Çok doğru, çok güzel etmişsin. Peki, ikincisi nedir?
- İnsanlara baktım, çok kimse, arzuları, nefsleri peşinde koşuyor. O zaman, (Allahü teâlâdan korkarak nefslerine uymayanlar, elbette Cennete gideceklerdir) mealindeki âyet-i kerimeyi hatırladım. Nefsimi düşman bilerek, ona aldanmamaya karar verdim ve arzularıma uymadım.
- Allah sana iyilikler versin, ne güzel yapmışsın. Üçüncüsü nedir?
- İnsanlara baktım, herkes dünyalık toplama sıkıntısı içine girmişler. Sonra (Dünya malından, sarıldığınız, sakladığınız her şey, yanınızda kalmayacak, sizden ayrılacaktır! Ancak Allah rızası için yaptığınız iyilikler ve ibadetler sizinle beraber kalacaktır) mealindeki âyet-i kerimeyi düşündüm. Dünya için topladıklarımı, Allah yolunda harcadım. Yani Allahü teâlâya ödünç verdim!
- Ne güzel yapmışsın. Peki, dördüncüsü nedir?
- İnsanlara baktım, başkalarını beğenmiyorlar, birbirlerine haset ediyorlar, birbirlerinin mevki, mal ve ilimlerine göz dikiyorlar. Bunu görünce, (Dünyadaki maddî, manevî bütün rızıklarını aralarında taksim ettik) mealindeki âyet-i kerimeyi hatırladım. Herkesin ilim, mal, rütbe, evlat gibi rızıklarının dünya yaratılmadan önce, ezelde taksim edildiğini, kimsenin elinde bir şey olmadığını ve çalışmayı, sebeplere yapışmayı emrettiğinden, Ona itaat etmiş olmak için çalışmak lazım geldiğini ve hasedin zararlarını ve lüzumsuz olduğunu anladım. Allahü teâlânın ezelde yaptığı taksime razı oldum. Bütün Müslümanlarla iyi geçindim, herkesi sevdim ve sevildim.
- Ne iyi, ne güzel yapmışsın. Beşincisi nedir?
- İnsanlara baktım, çok kimse, insanlık şerefini, bir makam sahibi olmakta zannediyor ve makamıyla iftihar ediyor. Kimi de, kıymet ve şerefi, çok mal ve evlatta görüp, bunlarla iftihar ediyor. Kimi de, malı, parayı Allahü teâlânın emrettiği yerlere değil de, insanların hoşuna gidecek, herkesi eğlendirecek yerlere sarf ediyor, insanlık şerefini bunda sanıyor. Bunu görünce, (En şerefliniz, en kıymetliniz, Allahü teâlâdan en çok korkandır) mealindeki âyet-i kerimeyi düşündüm. Bunların yanıldıklarını anladım ve takvaya sarıldım. Rabbimin af ve ihsanlarına kavuşmak için, Ondan korkarak, İslamiyet’in dışına çıkmadım.
- Ne güzel yapmışsın. Altıncısı nedir?
- İnsanlara baktım. Birbirlerinin mallarına, mevkilerine ve ilimlerine göz dikiyor, parça parça ayrılıyorlar, birbirlerine düşmanlık ediyorlar. Bunları görünce, (Sizin düşmanınız şeytandır. Bunları düşman bilin) mealindeki âyet-i kerimeyi hatırladım. Şeytanı ve onun yoldaşları olan sapıkları düşman bilip, sözlerine aldanmadım. Allahü teâlânın emirlerine itaat ettim. Kurtuluş yolunun, yalnız Ehl-i sünnet yolu olduğuna inandım. (Ey Âdemoğulları, Şeytana tapmayın, o sizin apaçık düşmanınızdır, diye, sizden söz almadım mı, bana kulluk edin! Kurtuluş yolu, ancak budur) mealindeki âyet-i kerimeyi düşünüp, Müslümanları aldatmaya uğraşanları dinlemedim. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından ayrılmadım.
- Ne güzel ne iyi yapmışsın. Yedincisi nedir?
- Kimi insanlar, para kazanmak için haram ve şüpheli şeylere dalıyorlar ve zillete, hakaretlere katlanıyorlar. Bunları görünce, (Allahü teâlâ tarafından rızkı gönderilmeyen yeryüzünde bir canlı yoktur) mealindeki âyet-i kerime hatırıma geldi. O canlılardan birinin kendim olduğumu bildim. Rızkımı göndereceğine söz verdiğine, elbette göndereceğine güvenerek, Onun emrettiği gibi çalıştım.
- Ne iyi yapmışsın. Sekizincisi nedir?
- Baktım, herkes bir şeye güveniyor. Kimi altına, mal ve mülküne, kimi sanatına ve kazancına, kimi makam ve rütbesine, kimi de kendi gibi bir insana güveniyor. Bunları görünce, (Allahü teâlâ, yalnız kendisine güvenenlerin her zaman imdadına yetişir) mealindeki âyet-i kerimeyi düşündüm. Her zaman ve her işimde yalnız Allahü teâlâya güvendim. O emrettiği için çalıştım, sebeplere yapıştım; fakat yalnız, Ondan istedim.
- Ya Hâtim, dini tam ve doğru anlamışsın. Senin gibi bu sekiz temel kaideye uyanlar, dinimize tam uymuş olurlar
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
* Büyüklerin kendileri, kabirleri, sözleri, kitapları, eşyaları feyz kaynağıdır, hatta ellerini değdikleri taştan bile, kıyamete kadar feyz yayılır. Peki, feyz geldiğini nasıl anlarız?
1- Feyz gelmişse, Allahü teâlâ bizi küfürden korur.
2- Haramlardan uzaklaştırır.
3- Dünyadan soğutur.
4- Büyükleri, salih kimseleri bize sevdirir.
5- İnsan, ölüme karşı hasret duymaya başlar.
İşte bunlar varsa, feyz geliyor demektir.
Feyz, insanı, küfürden korumaktan tutun da, evliyalığa kadar götürür. Eğer haramlardan, günahlardan soğumuyorsak, dünya hırsı aynen devam ediyorsa, feyz alamıyoruz demektir. Bu da, iki sebepten olur:
1- Ya gittiğiniz zat noksandır. Gittiğiniz, görüştüğünüz veya kabirdeki zat, bu işe ehil biri değildir; çünkü noksandan fayda gelmez.
2- Veya feyz geliyor; ama siz feyz alamıyorsunuzdur.
Feyzin gelmesine engel de şudur: Bir büyük günaha devam ediliyordur; çünkü günah engeldir. O zaman hemen reddetmemeli, kusuru herkes kendinde aramalı, bütün günahlara istiğfar etmeli. Devamlı tevbe etmeli ki, bu kapı açılsın. Yağmur geliyor; fakat kapta birikmiyor. Kap boş. Yağmur suyu akıp gidiyor. Kabın dolması için iki ana musluğa ihtiyaç vardır. Biri istiğfar, biri tevazu; çünkü su dağlardan ovalara akıyor. Hiç bir suyun yukarı doğru aktığını hatırlıyor musunuz? İstiğfar edildiği halde bir şey hâsıl olmuyorsa, orayı terk etmeli. Feyz gelmesi için şart, salih insanlarla beraber bulunmaktır. Feyz geldiğinin alameti, günah işlememektir. Feyzin kesildiğinin alameti ise günahlara dalmaktır.
* Allahü teâlâ rızasını, Müslümanların rızasına bağlamıştır. Onlar razı olursa, Allahü teâlâ da razı olur. Mesela, ana baba evladından, kocası hanımından, amiri memurundan, hocası talebesinden razı olursa, Allahü teâlâ da o kimselerden razı olur. Rıza, memnun etmek demektir. Büyüklerin razı olması demek, onları memnun etmek demektir.
* Allahü teâlâya kavuşturan en kestirme yol, insanların duasını almaktır.
* Güzel ahlak demek, insanların duasını almak demektir.
* Evliyanın sohbetinde, kalb rahatlar ve insanı uyku basar.
* Dinin emir ve yasaklarını anlamak başka şeydir, öğrenmek başka şeydir. Mesela kul hakkına inanan kimse, ben kimin kalbini kırdım, kimin malını aldım diye düşünmekten, bir an olsun ayaklarını uzatıp yatamaz.
* İslamiyet, her safhasıyla, ahlâkıyla, itikadıyla, ameliyle yaşanan bir dindir. Hepsi bulunursa, tam olur; yoksa kişinin dini eksik olur.
Sormaktan maksat nedir
* Bir gün büyüklerden bir zata birisi gelir, “Efendim izin verirseniz yarın Bağdat’a gitmek istiyorum” der. O zat da, “Hay hay, güle güle gidin kardeşim” buyurur. Adam gidince, talebelerinin hemen izin vermesine şaşırdığını görünce der ki: Kervanı ayarlamış, çantasını hazırlamış, parasını cebine koymuş, bize de tasdik etmek düştü. Sormaktan maksat arzu edilene kavuşmak değildir.
Bir gün, imam-ı Rabbani hazretlerinin bir halifesi “Beni Mankpura gönderin, orada hizmet edeyim” demiş. “Hay hay” buyurmuşlar. Gitmiş. Bir zaman sonra mektup yazmış. “Burada Kadiri, Çeşti tekkeleri var. Bize kimse gelmiyor. Hanımla ben başbaşa oturuyoruz. Beni başka bir yere gönderin” demiş. İmam-ı Rabbani hazretleri de “Orada kalın” buyurmuşlar. Daha sonra bir mektup daha gelmiş. “Efendim burada Kadiri, Çeşti tekkeleri hep kapandı, şeyhleri müridimiz oldu. Herkes bizim tekkeye doldu” diye mektup yazıyor.
İşte kardeşim, talep ve izin olursa öyle olur; teslimiyet ve izin olursa böyle olur.
* Mal ve şöhret hırsı girdiği kalbi harap eder. Bundan onu ancak büyüklerin sevgisi kurtarır. Sevgi peki demektir, itaat demektir. Çünkü itaat sevgiden doğar. Kim itaat etmiyorsa, seviyorum demesi yalandır. İtaat olmayınca, onun sevgisinin ağaca, kuşa, tabiata olan sevgiden farkı olmaz.
* Bir tüccar, methini duyup, gıyabında sevdiği Necmeddîn Kübrâ hazretlerinin sohbetinde bulunmak üzere huzuruna vardı. Necmeddîn Kübrâ hazretleri hiç konuşmuyordu.
Tüccar herhalde bu tekkenin usulü de böyle diye düşündü. Uzun bir sükuttan sonra Necmeddîn Kübrâ hazretleri, kağıt ve kalem istedi, bir şeyler yazdı ve tüccarı çağırarak bu kağıdı uzattı. “Al, seni hilâfet-i mutlaka ile vazifelendirdim. Git, memleketinde insanları irşat et!” dedi. Tüccar, “Başüstüne!” deyip gitti.
Tekkedekiler şaşırdı ve tüccarın arkasından giderek, “Efendi, senin ne amelin var ki, hocamız seni hiç konuşmadan bir anda hilafet ile vazifelendirdi?” diye sordular. Tüccar da, “Ben geldiğimde çok zengin bir adamdım; fakir olarak çıktım. Bütün dünya sevgisi kalbimden çıktı. Mallarıma olan muhabbetim kalmadı” dedi. Bilâhare Necmeddîn Kübrâ hazretleri yanındakilere; “Bizim irşâdımızın maksadı, insanların kalbinden dünyâ muhabbetinin çıkmasıdır. Maksat hasıl oldu” buyurdu.
* Allahü teâlâ herkese istediği yolu açar. Cennete gitmek isteyene, Cennete gidilecek amelleri kolaylaştırır. Cehenneme gitmek isteyene de Cehenneme gidecek amelleri kolaylaştırır. Vaktiyle insanlar Cennete gitmek istiyorlardı; Allahü teâlâ her tarafta kum gibi evliya yaratıyordu. Ahir zamanda Cehenneme gitmek isterler; her tarafta felaketler, depremler, ölümler olur, asayiş bozulur, huzur kalmaz. Emr-i maruf yapıldığı yerlere, Allahü teâlâ azap göndermez.
* Evvela namazı kılmalı. Çünkü namaza mani bir işte, namazı geciktiren bir işte hayır yoktur. Bir imza bile olsa.
* Ahir zamanda namazını kılan, haramdan sakınan kurtulmuştur.
* Adalet önünde çoban ile sultan müsavidir. Bir kimse, kendi oğlu ile işçisi arasında fark gözetiyorsa, adaletten bahsedilemez.
Hep cemal sıfatını düşünüyorum
* Allahü teâlâya hüsnü zan etmek lazım. Büyüklerden birisi buyuruyor ki:
Allahü teâlânın celal sıfatları, hiç aklıma gelmiyor; hep cemal sıfatını düşünüyorum. Hep Cennet nimetlerini düşünüyorum. Cehennem azabı hatırıma bile gelmiyor; çünkü Rabbimiz, (Ben kulumu beni zannettiği gibi karşılarım) buyuruyor.
* Günahlara istiğfar edelim, Allahü teâlâ mutlaka tevbeleri kabul edicidir.
* En büyük günah cenâb-ı Hakkı unutmaktır. Allahü teâlâyı unutarak yapılan hiçbir iş, iş değildir. Allahü teâlâyı unutarak yapılan her şey, hiçtir. Ancak, her amel, ihlâsla, Allah için yapılırsa, makbul olur.
* İnsan Allahü teâlâya ibadet ederse, cenâb-ı Hak, onun dünyada işlerini kolaylaştırır. Kabirde acır, ahirette affeder, mahşerde affeder. Biz yeter ki, ihlâsla Allahü teâlâya ibadet edelim.
* Kalbindeki önceliği ahiret olan insana, Allahü teâlâ dünyayı da verir. Kalbindeki öncelik dünya olan, gölgesine bile yetişemez; çünkü doğuya giden batıdan uzaklaşır, iki zıt şey bir araya gelmez.
* Sohbette tasavvufa ait bir şey konuşulurken içeriden veya dışarıdan bir mani, gürültü veya söze karışan biri olursa, konuşmayı kesmelidir; çünkü bunu Allahü teâlâ kesmiştir; ama fıkhi bir konuda olursa, davul bile çalınsa devam edilir.
* Saate bakan yalnızca kadranını, bir de akrep ve yelkovanını görür. Hâlbuki arkasında nice dişliler var. Saat güzel çalışıyorsa, yani ileri geri gitmeyip, doğru vakit gösteriyorsa, içindeki çarklar iyi çalışıyor demektir. Onlardan bir tanesi kırık, paslanmış olsa, herkes paslı olana değil de, akrep ve yelkovana bakar. Vakti iyi gösteriyorsa kıymetli bir saattir, markası iyidir. Eğer ileri gidiyor, geri kalıyorsa bu saat değersizdir. Onun için herkes kendi vazifesini iyi yapmalıdır.
* Büyükleri sevenlerin iki alameti vardır:
Birincisi, namaza çok ehemmiyet verirler, namazı vaktinde ve bütün erkânıyla kılarlar. Kısa kollu, çıplak ayaklı namaz kılan bir erkek talebe göremezsiniz.
İkincisi de, çok edepli olurlar. Mesela, birisinin yanında ayak ayak üstüne atarak oturmazlar.
* Aşkla akıl, bir arada bulunmaz.
* İnsanlar kendi akıllarına göre değil, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına göre hareket ederlerse muvaffak ve mesut olurlar.
* Emir kim olursa olsun, itaat edilir. Emire itaat etmek, Peygamber efendimizin emridir. Burnu kesik Habeşli bir köle de olsa, emire itaat vaciptir. Bunun şakası olmaz.
Bizi de beraberinde götürür
* Dünyada en zor şey, din kitabı yazmaktır; çünkü bizim bir sözümüzle, okuyan ya Cennete gidecek veya Cehenneme... Birincisi ne iyi, ikincisi ne kötüdür. Onun için bizim de çok dikkat etmemiz gerekir. Bizim yüzümüzden hiç kimse Cehenneme gitmemelidir. Yoksa bizi de beraberinde götürür. İbadetlerimiz bize fayda vermez. Âlim olan, bu korkudan dolayı kendinden hiçbir şey söylemez. Her şeyi büyük İslam âlimlerinin kitaplarından alır, yani nakleder. Böyle olunca da, kıymetli olur. [Nakli esas alan kitapların, mesela Hindiyye’nin, İbni Abidin’in, Tam İlmihal’in çok kıymetli olmaları, bundan dolayıdır.]
* Bir şey öğrenmek için çok kitap okuyan, eğer bir mürşid-i kâmile kavuşmamışsa, mutlaka sapıtır; çünkü hepsi farklı farklı rivayetleri almışlar. Onda öyle yazıyor, diğerinde böyle yazıyor. Bir de her kitap, kendi zamanına göre yazılmıştır. Bir mürşidi gören kimse, ne kadar çok kitap okursa okusun, sapıtmaz; çünkü mürşidi, ona mayınlı yerleri göstermiştir. Onlara basmaz. Ona da mürşidi göstermiştir, mürşidine de mürşidi göstermiştir. Bu silsile, Peygamber efendimize kadar gider.
* Rast gele kitaplardan okuyarak öğrenilen bilgiler, doğru da olsa unutulabilir; ama büyüklerden işiterek öğrenilenler unutulmaz. Onun için Peygamber efendimiz, (İlim üstaddan öğrenilir) buyurmuştur.
* Emir oturursa, emri altındakiler yatar. Herkes başa bakar. Osmanlı padişahları ordunun başındayken, zaferden zafere koştular. Ne zamanki saraydan idare etmeye başlanınca, olanlar oldu.
* Allahü teâlâ tembeli, boş duranı sevmez.
* Bir gün daha bitti. Bu demektir ki bir gün daha ölüme yaklaştık.
* Bir talebe, bir din meselesi öğrenmek için derse giderken, her adımına sevap yazılır. Melekler kanatlarını onun yoluna sererler. Gökteki kuşlar, yerdeki hayvanlar, denizdeki balıklar onlar için dua ve istiğfar ederler. Bu, öğrenmek içindir. Ya öğretmek için olursa, onun kat kat sevabı olur.
* Büyüklerin hakiki talebesi, hocasını ilk tanıdığında nasılsa, sonunda da öyle olur. Edep ve tevazuundan hiçbir şey kaybetmez.
* Allah için hizmet, almak üzerine değil, vermek üzerine yapılır. Vermekte muhabbet, almakta düşmanlık vardır. Veren el, alan elden kıymetlidir.
* Herkese anlayacağı şekilde konuşmak, herkese güler yüzlü ve tatlı dilli davranmak gerekir.
* Ne mutlu yerde olanlara; çünkü feyz, yere yayılır. Sular aşağı akar.
İmanı korumanın şartı
* İnsandaki en büyük nimet, iman nimetidir. Bu nimet, elden kaçması en kolay nimettir. Bu imanın insanda hep kalması için şart, mümin kardeşini sevmektir. Kişi mümin kardeşini sevmezse, imanını yavaş yavaş kaybeder de haberi olmaz; çünkü hubb-i fillah, imanın temelidir.
* Dünyada en kıymetli şey imandır. İman, müminle ateş arasında perdedir. İmanımızın kıymetini bilmemiz gerekir.
* Cüzzam çok bulaşıcı bir hastalıktır. Bir cüzzam hastası ile bir odada yedi sene kalınsa, hastalığın bulaşmama ihtimali vardır; ama bir kötü kimse ile aynı binada kalınsa, hiç görüşülmese, rastlanmasa da ondan zarar gelmeme ihtimali yoktur. Onun için ev bir, anahtar bir olmalı. Bu mümkün değilse, iyi insanlarla aynı çatı altında oturmaya dikkat etmeli.
* İyiliğin yayılması zordur. Kötülüğün yayılması kolaydır; çünkü iyilik nefse ağır, kötülük ise nefse kolay gelir.
* Allahü teâlâ her şeyi sebeplerle yaratır. Böylece kudretini gizler. Mesela görmek için ışığa, konuşmak için havaya ihtiyaç vardır; ama ruhlar âlemi böyle değildir. Bir evliya ile irtibat kurup konuşmak için havaya, sese, dile vesaireye ihtiyaç yoktur. İnsan kalbiyle de konuşur. Bunun için de, yine üç şey lazımdır:
1- O zatın Evliya olduğuna inanmak,
2- Onu sevmek,
3- İtaat etmek.
* Eshab-ı kiram, cömertlik, temizlik, edep ve tâbi olmakta İslam ahlakının numunesiydiler. Onları görenler, bunlar melek mi derlerdi. Her gittikleri yerde bu ahlaklarını görenler seve seve Müslüman oldular. Zaten bunlar İslamiyet’i anlatıyorlardı. Herkesin ebedi saadete kavuşmasını istiyorlardı. Gittikleri yerlerde yalnızca, İslamiyet’in anlatılmasına izin verilmesini istiyorlardı. Kılıçla müdahale yoktu; ama anlatılmasına mani olurlarsa, o zaman kılıca ihtiyaç duyuluyordu.
* Bugünün işini yarına değil, biraz sonraya dahi bırakmamalıdır. Bir iş yapılacaksa, bunun hemen bitmesi lazım. Her işimizi kendimiz yapmalıyız, başkasından bir iş istersek, neticesini beklemeliyiz, yani takipçisi olmalıyız.
* Ahir zamanda zulmet çok olur. Bir kimse evden abdestli çıksa, hiç günah işlemeden evine dönse bile, o günkü zulmeti temizlemek için, beş bin kelime-i tevhid söylemesi icap eder.
* Ahir zamanda insanların yaptığının aksini yapan rahat eder; çünkü o zaman insanlar hep nefslerinin peşinde olur. Nefs de insanı hep helake sürükler.
* Dinin ayakta durması iki şeyle olur:
Birincisi ilim, ikincisi edeptir.
* (Bir gün gelecek insanlar, şarapla suyu ayırt edemeyecekler) buyurulmuştur. Yani şarabın günah olduğunu bilmeden içecekler.
Dinde temel sayılan sekiz madde
Şakîk-i Belhî hazretleri, talebesi Hâtim-i Esam hazretlerine sordu:
- Ne kadar zamandır benden ders alıyorsun?
- 33 senedir.
- Bu kadar zaman içinde benden neler öğrendin?
- Sekiz şey öğrendim.
- Yazıklar olsun sana! Çok üzüldüm, emeklerim boşa mı gitti?
- Hocam, siz sordunuz, ben de doğrusunu söyledim. Sekiz şey öğrendim.
- Peki, nedir bu sekiz şey?
- İnsanlara baktım. Sevdiği şeyler, onlarla mezara kadar arkadaşlık ediyor ve sonra onu yalnız bırakıp ayrılıyorlar. Onlarla beraber mezara girip, dert ortağı olmuyorlar. Bu hâli görünce, (Dünyada öyle bir dost seçmeliyim ki, mezara benimle gelsin, bana orada arkadaşlık etsin) diye düşündüm. Aradım, taradım, Allahü teâlâya yapılan ibadetlerden başka, böyle sadık bir sevgili bulamadım. Ben de ibadetlere sarıldım.
- Çok doğru, çok güzel etmişsin. Peki, ikincisi nedir?
- İnsanlara baktım, çok kimse, arzuları, nefsleri peşinde koşuyor. O zaman, (Allahü teâlâdan korkarak nefslerine uymayanlar, elbette Cennete gideceklerdir) mealindeki âyet-i kerimeyi hatırladım. Nefsimi düşman bilerek, ona aldanmamaya karar verdim ve arzularıma uymadım.
- Allah sana iyilikler versin, ne güzel yapmışsın. Üçüncüsü nedir?
- İnsanlara baktım, herkes dünyalık toplama sıkıntısı içine girmişler. Sonra (Dünya malından, sarıldığınız, sakladığınız her şey, yanınızda kalmayacak, sizden ayrılacaktır! Ancak Allah rızası için yaptığınız iyilikler ve ibadetler sizinle beraber kalacaktır) mealindeki âyet-i kerimeyi düşündüm. Dünya için topladıklarımı, Allah yolunda harcadım. Yani Allahü teâlâya ödünç verdim!
- Ne güzel yapmışsın. Peki, dördüncüsü nedir?
- İnsanlara baktım, başkalarını beğenmiyorlar, birbirlerine haset ediyorlar, birbirlerinin mevki, mal ve ilimlerine göz dikiyorlar. Bunu görünce, (Dünyadaki maddî, manevî bütün rızıklarını aralarında taksim ettik) mealindeki âyet-i kerimeyi hatırladım. Herkesin ilim, mal, rütbe, evlat gibi rızıklarının dünya yaratılmadan önce, ezelde taksim edildiğini, kimsenin elinde bir şey olmadığını ve çalışmayı, sebeplere yapışmayı emrettiğinden, Ona itaat etmiş olmak için çalışmak lazım geldiğini ve hasedin zararlarını ve lüzumsuz olduğunu anladım. Allahü teâlânın ezelde yaptığı taksime razı oldum. Bütün Müslümanlarla iyi geçindim, herkesi sevdim ve sevildim.
- Ne iyi, ne güzel yapmışsın. Beşincisi nedir?
- İnsanlara baktım, çok kimse, insanlık şerefini, bir makam sahibi olmakta zannediyor ve makamıyla iftihar ediyor. Kimi de, kıymet ve şerefi, çok mal ve evlatta görüp, bunlarla iftihar ediyor. Kimi de, malı, parayı Allahü teâlânın emrettiği yerlere değil de, insanların hoşuna gidecek, herkesi eğlendirecek yerlere sarf ediyor, insanlık şerefini bunda sanıyor. Bunu görünce, (En şerefliniz, en kıymetliniz, Allahü teâlâdan en çok korkandır) mealindeki âyet-i kerimeyi düşündüm. Bunların yanıldıklarını anladım ve takvaya sarıldım. Rabbimin af ve ihsanlarına kavuşmak için, Ondan korkarak, İslamiyet’in dışına çıkmadım.
- Ne güzel yapmışsın. Altıncısı nedir?
- İnsanlara baktım. Birbirlerinin mallarına, mevkilerine ve ilimlerine göz dikiyor, parça parça ayrılıyorlar, birbirlerine düşmanlık ediyorlar. Bunları görünce, (Sizin düşmanınız şeytandır. Bunları düşman bilin) mealindeki âyet-i kerimeyi hatırladım. Şeytanı ve onun yoldaşları olan sapıkları düşman bilip, sözlerine aldanmadım. Allahü teâlânın emirlerine itaat ettim. Kurtuluş yolunun, yalnız Ehl-i sünnet yolu olduğuna inandım. (Ey Âdemoğulları, Şeytana tapmayın, o sizin apaçık düşmanınızdır, diye, sizden söz almadım mı, bana kulluk edin! Kurtuluş yolu, ancak budur) mealindeki âyet-i kerimeyi düşünüp, Müslümanları aldatmaya uğraşanları dinlemedim. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından ayrılmadım.
- Ne güzel ne iyi yapmışsın. Yedincisi nedir?
- Kimi insanlar, para kazanmak için haram ve şüpheli şeylere dalıyorlar ve zillete, hakaretlere katlanıyorlar. Bunları görünce, (Allahü teâlâ tarafından rızkı gönderilmeyen yeryüzünde bir canlı yoktur) mealindeki âyet-i kerime hatırıma geldi. O canlılardan birinin kendim olduğumu bildim. Rızkımı göndereceğine söz verdiğine, elbette göndereceğine güvenerek, Onun emrettiği gibi çalıştım.
- Ne iyi yapmışsın. Sekizincisi nedir?
- Baktım, herkes bir şeye güveniyor. Kimi altına, mal ve mülküne, kimi sanatına ve kazancına, kimi makam ve rütbesine, kimi de kendi gibi bir insana güveniyor. Bunları görünce, (Allahü teâlâ, yalnız kendisine güvenenlerin her zaman imdadına yetişir) mealindeki âyet-i kerimeyi düşündüm. Her zaman ve her işimde yalnız Allahü teâlâya güvendim. O emrettiği için çalıştım, sebeplere yapıştım; fakat yalnız, Ondan istedim.
- Ya Hâtim, dini tam ve doğru anlamışsın. Senin gibi bu sekiz temel kaideye uyanlar, dinimize tam uymuş olurlar