Tayyibe teyze ve Salih amca orta yaşlarda, halim selim, yaşları gibi huyları ve halleri de birbirilerine denktir. Bunca yıl bir yastığa baş koymuş insanlar, elbette birbirine benzerler denebilirse de, bu çift her yönden iyi anlaşan, doğru yaşamış ve bu hal üzere yaşlanmış, birbirlerini tamamlayan bir çifttir. Tayyibe teyze saliha, afif, ismi gibi tayyib, yani temiz bir hanımefendi, Salih amca ise kibar, cömert, ismi gibi salih bir beyefendi. Tam da iki cihan saadeti... Birlikte yatar, birlikte kalkar, birlikte güler, birlikte ağlar, birlikte kitap okurlar. Her zaman yeni bir şeyler öğrenmeye, çevrelerindeki insanlara yardım etmeye çalışan, Allah’ın kullarına ihsan ve ikramda bulunmayı seven, cömert, son derece merhametli insanlar. Hal böyle olunca, bu ana babanın çocuklarının da böyle yetişmesi muhtemel olur tabii ki. Ancak genç yaşta, oğullarını hain bir terör saldırısı sonucunda kaybederler, bağırlarına taş basar, şehitlik mertebesini kazanmış oğullarının ardından sessizce gözyaşı döker ve dua ederler; ama hiç isyan etmezler. Çünkü onlar, her şeyin Allahü teâlânın takdiri olduğunu bilirler.
Aradan geçen birkaç yıl acılarını hafifletir; ama bu sefer de yeni bir imtihana tâbi olurlar. Bir trafik kazası sonucu kızını, damadını ve bir torununu kaybederler. Birkaç yıl arayla yaşanan bu ağır imtihanlar onları iyice yaşlandırır. İmtihanın en zorlarından birisi olan evlat acısıyla imtihan edilirler. Sabretmekten başka çareleri de yoktur; çünkü (Alan da O, veren de O. Bizim elimizden bir şey gelmez) diye düşünüp, trafik kazasından hiç yara almadan kurtulan torunları Saliha ile teselli bulmaya çalışırlar. Artık çocuklarının ve Allahü teâlânın emaneti olan bu yavruyu, dinini bilen ve yaşayan gerçek bir hanımefendi gibi yetiştirmek için gayret ederler. Bütün sevgi ve ilgilerini, torunları Saliha’ya verirler. Üzerine titredikleri Saliha, aradan geçen yıllarda, tıpkı bir gül gibi, doğru bilgi ve güzel ahlak pınarından sulanır, yetişir. İsmiyle müsemma bir hanımefendi olur. Tıpkı ninesi gibi dinini bilen yaşayan, tesettür konusunda çok hassas olan Saliha’nın artık evlilik çağı da gelmiştir. Dengi aranmaktadır. Eee, niyet hayır olunca, Allahü teâlâ akıbetini de hayreyler, öyle de olur. Karınca kararınca çeyizler hazırlanır, düğün telaşı başlar.
* * *
Tayyibe teyze, torununun düğünü için gerekli birkaç parça eşyasını almak için çarşıya gitmişti. Sanki peşinden vahşi bir aslan kovalarcasına, hızla evin anahtarını çevirip, Besmele çekerek içeri girdi, kapıyı kapattı. Birilerinin zorla içeriye girmelerine engel olmak istercesine, sırtını kapıya dayadı, derin bir oh çekti.
— Çok şükür kurtuldum yâ Rabbi dedi.
— Hatun, sen mi geldin?
— Evet, bey, çok şükür geldim.
— Hayırdır hatun, bir şey mi oldu?
— Dur, geliyorum bey, üstümü değiştireyim, bir de abdest alayım, geliyorum, anlatırım.
— Allah Allah! Hayırdır inşallah, ne oldu acaba bizim hatuna, soluk soluğa geldi. Sanki bir şeyden kaçıp da kurtulmuş gibi girdi içeri… Gel hatun, otur bakalım, anlat hele, ne oldu da soluk soluğa eve girdin öyle?
— Aman bey, sorma, dışarısı bir felaket! Bunaldım, soğuk soğuk terledim, kalbim sıkıştı, daraldım, zor attım kendimi eve. Meğer ev ne rahatmış.
— Dışarısı çok sıcak galiba, keşke serinlikte gitseydin. Ben gideyim dedim sana; ama sen anlamazsın dedin, ne yapayım hatun, sık dişini az kaldı. Hele şu kızımızı selametle bir gelin çıkaralım evden, rahatlarsın inşallah.
— Kalbimin daralması sıcaktan değil bey, keşke öyle olsaydı.
— Hatun deli etme adamı, neyse söyle artık!
— Saliha nerede bey?
— Üst kattaki kıza Kur’an-ı kerim öğretmeye gitti.
— Aman bey, ne kadar şükretsek azdır. Allahü teâlâ bize Saliha gibi bir torun verdi.
— Sadede gel hatun, sadede. Kızıyorum ha!
— Bak şimdi, buradan sabah çıktım, çabuk gideyim diye otobüse bineyim dedim, durakta bekliyordum. Bir kız geldi durağa. Kapalı desem kapalı değil, açık desem açık değil, ağzında sakız, cep telefonu elinde, kih kih telefonla konuşuyor. Birazdan durağa, hırpani kılıklı, lakayt, sırıta sırıta bir delikanlı geldi. Kız yılışarak, oğlan sırıtarak tokalaşıp öpüştüler. Laubali laubali konuşarak, ayrı otobüslere binip gittiler.
— Hanım suizan etmeseydin. Belki evlidirler, belki de oğlan kızın mahremidir.
— Ne olursa olsun bey. Edep hayâ kalmamış. Mahremiyse o kızın o haline neden kızmadı, yok mahremi değilse, neden kucaklaşıp öpüştüler. Yok, bey yok. Dünyanın çivisi çıkmış. Hadi dedim, bu böyle, herkes böyle değildir demeye kalmadı. Tık tık sesleriyle birlikte ağır bir parfüm kokusu ortalığı kapladı. Başımı bir çevirdim, bir kapalı kadın. Üzerinde parlak bir kumaştan bir pardösü, düğmeleri açık, içinden pantolonu, üzerinde payetli bluzu görünüyor. O pardösüyü kıyafetini örtmek için mi giyinmiş, yoksa daha çok dikkat çeksin diye mi, bilmiyorum. Eşarbını ise boynuna öyle dolamış ki, gözleri nefessizlikten dışarı çıkacak. Allah seni inandırsın bey, baktım gelen otomobil bu kadının bulunduğu yerde yavaşlıyor, gelen otomobilin içindeki sokaktaki herkese bakıyor, hemen kadının yanından uzak bir yerde beklemeye başladım otobüsü.
— Hatun bütün bunları durakta mı yaşadın, daha otobüse binemedin mi yahu?
— Biniyorum merak etme. Neyse otobüs geldi, güç bela bindim otobüse. Attım bileti, oturacak yer yok, yaşlı diye yer veren de yok. Kadın, kız, oğlan hepsi balık istifi, neyse biri indi de, ben de oturabildim. Otobüste başımı sağa çeviriyorum, göbeği açık bir genç kızın göbeğini görüyorum, burnuna taktırdığı yetmiyor gibi, bir de göbeğini deldirip hızma takmış. Sola bakıyorum, dışarıda gelip geçen genç kızlar, oğlanlar, sarmaş dolaş, edepsizlik diz boyu… Hayâsızlık almış yürümüş. Neyse artık, otobüsten indim. İndiğim durakta birkaç kız, ellerinde kitap defter otobüs bekliyorlar. Aman yâ Rabbi, sanki dünyalı değil bunlar. Başlarını öyle bir kapatmışlar, eşarplarının altından saçlarını öyle kabartıp bağlamışlar ki, kafalarının arkasında bir kafa daha var sanki. Hani sen okumuştun ya kitapta, deve hörgücü gibi diye. İşte bu devenin hörgücü değil, kendisi sanki. Bir de eşarplarının uçlarını boyunlarından sıkıca bağlamışlar, saçlarının şekli belli oluyor. Üzerlerinde sadece daracık bluzlar, yüzleri boya küpü… Altlarında, pantolon mu, etek mi, belli olmayan garip giysiler. Pardösüyü geçtik, insan o dar bluzun üzerine bir şeyler giyer. Nerede! Bunlar örtünmüyor, sanki bir yerlerini açmaya çalışıyorlar. Hele o yüksek sesle gülüşmeler, konuşmalar. Allah’ım, bir görseydin bey. Acıdım bu gençlere. Bizim evinin aşağısında bir park var ya, kestirme olsun diye parkın içinden geleyim dedim. Keşke geçmeseydim. Ah bey! O gencecik kızlar, o delikanlılar, ellerinde sigaralar, yanlarında içki şişeleri, banklara oturmuşlar, kimileri de uzanmış, sere serpe yatıyorlar. El şakalarını, konuşmalarını bir görsen… Vah körpecik gençlere, vah ana babalara, vah!
— Vah zavallı hatunum vah! Sen sokağa çıkmadığın için dışarının halini bilmiyorsun. Zaman ilerledikçe her şey bozuluyor. İslamiyet’e uyan, şunun şurasında kaç kişi kaldı ki? Eğer bizler evlatlarımızı doğru yetiştiremezsek, bu bozuk olan nesil, kendi evlatlarını kendileri gibi onlar da evlatlarını kendisi gibi yetiştirerek, tamamen bozulmuş, İslamiyet’in dışına çıkmış, yaptıklarını İslam dininin emri zanneden topluluklar ortaya çıkacak. İyi ki bizler Tam İlmihal’i okuyor, dinimizi doğru olarak öğreniyoruz. İlmihalde, kıyamete yakın böyle şeylerin olacağı bildiriliyor. Allahü teâlâ bizi dinini doğru olarak öğrenip, ona uyanlardan eylesin.
— Âmin bey, Âmin... En çok neye üzüldüm biliyor musun? İslamiyet’te Müslüman bir hanımın şiarı olan tesettür, tesettür olmaktan çıkmış. Böyle tesettür, elbette saliha bir hanımı korumuyor, daha çok saldırılara muhatap kılıyor. Mecbur kaldım da çıktım sokağa, görmedik şey kalmadı. Kalbim bundan daraldı.
— Hatunum, siz hanımlar evde koruma altındasınız. Eve, zararı dokunacak bir şey sokmayarak, sizleri koruyan beyleriniz var. Temiz kalıyorsunuz. Bir sefer olsun pisliğin yanından geçseniz, işte böyle tepe taklak oluveriyorsunuz. Sizleri Rabbim hassas yaratmış, bizleri sürekli çalışıp, dışarıyla muhatap olduğumuz için daha kuvvetli yaratmış. Eğer bizler de bu tehlikelerin farkında olmayıp kendimizi korumazsak, dinimizi öğrenmez ve uygulamazsak, dışarıda gördüğün hastalıkları eve bulaştırmış oluruz. İşte aileler böyle bozuluyor. Yaradan yarattığını en iyi bilendir. Kısacası, bugün bir otobüse binecek oldun, neler yaşadın…
— Pek doğru söyledin bey! Binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete… Allahü teala sonumuzu hayr eyleye!
Aradan geçen birkaç yıl acılarını hafifletir; ama bu sefer de yeni bir imtihana tâbi olurlar. Bir trafik kazası sonucu kızını, damadını ve bir torununu kaybederler. Birkaç yıl arayla yaşanan bu ağır imtihanlar onları iyice yaşlandırır. İmtihanın en zorlarından birisi olan evlat acısıyla imtihan edilirler. Sabretmekten başka çareleri de yoktur; çünkü (Alan da O, veren de O. Bizim elimizden bir şey gelmez) diye düşünüp, trafik kazasından hiç yara almadan kurtulan torunları Saliha ile teselli bulmaya çalışırlar. Artık çocuklarının ve Allahü teâlânın emaneti olan bu yavruyu, dinini bilen ve yaşayan gerçek bir hanımefendi gibi yetiştirmek için gayret ederler. Bütün sevgi ve ilgilerini, torunları Saliha’ya verirler. Üzerine titredikleri Saliha, aradan geçen yıllarda, tıpkı bir gül gibi, doğru bilgi ve güzel ahlak pınarından sulanır, yetişir. İsmiyle müsemma bir hanımefendi olur. Tıpkı ninesi gibi dinini bilen yaşayan, tesettür konusunda çok hassas olan Saliha’nın artık evlilik çağı da gelmiştir. Dengi aranmaktadır. Eee, niyet hayır olunca, Allahü teâlâ akıbetini de hayreyler, öyle de olur. Karınca kararınca çeyizler hazırlanır, düğün telaşı başlar.
* * *
Tayyibe teyze, torununun düğünü için gerekli birkaç parça eşyasını almak için çarşıya gitmişti. Sanki peşinden vahşi bir aslan kovalarcasına, hızla evin anahtarını çevirip, Besmele çekerek içeri girdi, kapıyı kapattı. Birilerinin zorla içeriye girmelerine engel olmak istercesine, sırtını kapıya dayadı, derin bir oh çekti.
— Çok şükür kurtuldum yâ Rabbi dedi.
— Hatun, sen mi geldin?
— Evet, bey, çok şükür geldim.
— Hayırdır hatun, bir şey mi oldu?
— Dur, geliyorum bey, üstümü değiştireyim, bir de abdest alayım, geliyorum, anlatırım.
— Allah Allah! Hayırdır inşallah, ne oldu acaba bizim hatuna, soluk soluğa geldi. Sanki bir şeyden kaçıp da kurtulmuş gibi girdi içeri… Gel hatun, otur bakalım, anlat hele, ne oldu da soluk soluğa eve girdin öyle?
— Aman bey, sorma, dışarısı bir felaket! Bunaldım, soğuk soğuk terledim, kalbim sıkıştı, daraldım, zor attım kendimi eve. Meğer ev ne rahatmış.
— Dışarısı çok sıcak galiba, keşke serinlikte gitseydin. Ben gideyim dedim sana; ama sen anlamazsın dedin, ne yapayım hatun, sık dişini az kaldı. Hele şu kızımızı selametle bir gelin çıkaralım evden, rahatlarsın inşallah.
— Kalbimin daralması sıcaktan değil bey, keşke öyle olsaydı.
— Hatun deli etme adamı, neyse söyle artık!
— Saliha nerede bey?
— Üst kattaki kıza Kur’an-ı kerim öğretmeye gitti.
— Aman bey, ne kadar şükretsek azdır. Allahü teâlâ bize Saliha gibi bir torun verdi.
— Sadede gel hatun, sadede. Kızıyorum ha!
— Bak şimdi, buradan sabah çıktım, çabuk gideyim diye otobüse bineyim dedim, durakta bekliyordum. Bir kız geldi durağa. Kapalı desem kapalı değil, açık desem açık değil, ağzında sakız, cep telefonu elinde, kih kih telefonla konuşuyor. Birazdan durağa, hırpani kılıklı, lakayt, sırıta sırıta bir delikanlı geldi. Kız yılışarak, oğlan sırıtarak tokalaşıp öpüştüler. Laubali laubali konuşarak, ayrı otobüslere binip gittiler.
— Hanım suizan etmeseydin. Belki evlidirler, belki de oğlan kızın mahremidir.
— Ne olursa olsun bey. Edep hayâ kalmamış. Mahremiyse o kızın o haline neden kızmadı, yok mahremi değilse, neden kucaklaşıp öpüştüler. Yok, bey yok. Dünyanın çivisi çıkmış. Hadi dedim, bu böyle, herkes böyle değildir demeye kalmadı. Tık tık sesleriyle birlikte ağır bir parfüm kokusu ortalığı kapladı. Başımı bir çevirdim, bir kapalı kadın. Üzerinde parlak bir kumaştan bir pardösü, düğmeleri açık, içinden pantolonu, üzerinde payetli bluzu görünüyor. O pardösüyü kıyafetini örtmek için mi giyinmiş, yoksa daha çok dikkat çeksin diye mi, bilmiyorum. Eşarbını ise boynuna öyle dolamış ki, gözleri nefessizlikten dışarı çıkacak. Allah seni inandırsın bey, baktım gelen otomobil bu kadının bulunduğu yerde yavaşlıyor, gelen otomobilin içindeki sokaktaki herkese bakıyor, hemen kadının yanından uzak bir yerde beklemeye başladım otobüsü.
— Hatun bütün bunları durakta mı yaşadın, daha otobüse binemedin mi yahu?
— Biniyorum merak etme. Neyse otobüs geldi, güç bela bindim otobüse. Attım bileti, oturacak yer yok, yaşlı diye yer veren de yok. Kadın, kız, oğlan hepsi balık istifi, neyse biri indi de, ben de oturabildim. Otobüste başımı sağa çeviriyorum, göbeği açık bir genç kızın göbeğini görüyorum, burnuna taktırdığı yetmiyor gibi, bir de göbeğini deldirip hızma takmış. Sola bakıyorum, dışarıda gelip geçen genç kızlar, oğlanlar, sarmaş dolaş, edepsizlik diz boyu… Hayâsızlık almış yürümüş. Neyse artık, otobüsten indim. İndiğim durakta birkaç kız, ellerinde kitap defter otobüs bekliyorlar. Aman yâ Rabbi, sanki dünyalı değil bunlar. Başlarını öyle bir kapatmışlar, eşarplarının altından saçlarını öyle kabartıp bağlamışlar ki, kafalarının arkasında bir kafa daha var sanki. Hani sen okumuştun ya kitapta, deve hörgücü gibi diye. İşte bu devenin hörgücü değil, kendisi sanki. Bir de eşarplarının uçlarını boyunlarından sıkıca bağlamışlar, saçlarının şekli belli oluyor. Üzerlerinde sadece daracık bluzlar, yüzleri boya küpü… Altlarında, pantolon mu, etek mi, belli olmayan garip giysiler. Pardösüyü geçtik, insan o dar bluzun üzerine bir şeyler giyer. Nerede! Bunlar örtünmüyor, sanki bir yerlerini açmaya çalışıyorlar. Hele o yüksek sesle gülüşmeler, konuşmalar. Allah’ım, bir görseydin bey. Acıdım bu gençlere. Bizim evinin aşağısında bir park var ya, kestirme olsun diye parkın içinden geleyim dedim. Keşke geçmeseydim. Ah bey! O gencecik kızlar, o delikanlılar, ellerinde sigaralar, yanlarında içki şişeleri, banklara oturmuşlar, kimileri de uzanmış, sere serpe yatıyorlar. El şakalarını, konuşmalarını bir görsen… Vah körpecik gençlere, vah ana babalara, vah!
— Vah zavallı hatunum vah! Sen sokağa çıkmadığın için dışarının halini bilmiyorsun. Zaman ilerledikçe her şey bozuluyor. İslamiyet’e uyan, şunun şurasında kaç kişi kaldı ki? Eğer bizler evlatlarımızı doğru yetiştiremezsek, bu bozuk olan nesil, kendi evlatlarını kendileri gibi onlar da evlatlarını kendisi gibi yetiştirerek, tamamen bozulmuş, İslamiyet’in dışına çıkmış, yaptıklarını İslam dininin emri zanneden topluluklar ortaya çıkacak. İyi ki bizler Tam İlmihal’i okuyor, dinimizi doğru olarak öğreniyoruz. İlmihalde, kıyamete yakın böyle şeylerin olacağı bildiriliyor. Allahü teâlâ bizi dinini doğru olarak öğrenip, ona uyanlardan eylesin.
— Âmin bey, Âmin... En çok neye üzüldüm biliyor musun? İslamiyet’te Müslüman bir hanımın şiarı olan tesettür, tesettür olmaktan çıkmış. Böyle tesettür, elbette saliha bir hanımı korumuyor, daha çok saldırılara muhatap kılıyor. Mecbur kaldım da çıktım sokağa, görmedik şey kalmadı. Kalbim bundan daraldı.
— Hatunum, siz hanımlar evde koruma altındasınız. Eve, zararı dokunacak bir şey sokmayarak, sizleri koruyan beyleriniz var. Temiz kalıyorsunuz. Bir sefer olsun pisliğin yanından geçseniz, işte böyle tepe taklak oluveriyorsunuz. Sizleri Rabbim hassas yaratmış, bizleri sürekli çalışıp, dışarıyla muhatap olduğumuz için daha kuvvetli yaratmış. Eğer bizler de bu tehlikelerin farkında olmayıp kendimizi korumazsak, dinimizi öğrenmez ve uygulamazsak, dışarıda gördüğün hastalıkları eve bulaştırmış oluruz. İşte aileler böyle bozuluyor. Yaradan yarattığını en iyi bilendir. Kısacası, bugün bir otobüse binecek oldun, neler yaşadın…
— Pek doğru söyledin bey! Binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete… Allahü teala sonumuzu hayr eyleye!