Günahı çok olanın sevabı daha çok olmalıdır!

Nurun Ala Nur

Düzenleyici
Moderator
Günahı çok olanın sevabı daha çok olmalıdır!

Bir okuyucum istemeyerek maruz kaldığı günahlarından dolayı aşırı üzülmekle kalmamış, ümitsizliğe bile düşmüş, bunca yanlışlardan sonra 'benden adam olmaz' diye de hüküm vermiş.

Ben böyle ümitsizliğe düşen hassas ve temiz insanlara diyorum ki:

- İnsan maruz kaldığı günahlarından dolayı üzülmeli, hatta vicdan azabı duymalıdır. Bu türlü üzülmeler, vicdan azabı duymalar hem bir nevi tövbe, istiğfar manasına gelir hem de iman işareti sayılır.

Nitekim günahından dolayı üzülüp vicdan azabı çekmenin iman işareti olduğunu bildiren Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:

- Mümin günahını başına yıkılacak dağ gibi büyük görür, üzülüp vicdan azabı hisseder. Münkir ise burnu ucuna konmuş sinek gibi basite alır, üzerinde durmayıp geçiştirmek ister.

Demek günahlarından dolayı üzüntü ve gönül sızısı hissetmek müminliğin işaretinden başkası değildir. Ümitsizliğe düşmeye sebep yoktur.

Ne var ki, mü minin böylesine vicdan azabı duymaya başladığı sırada şeytan yine yakasını bırakmaz, bu defa da ona neleri telkin edip nasıl vesvese verir bir bakın.

- Sen günahkârın tekisin, temiz insanların arasında bulunmak sana layık değildir. Uzaklaş dindar insanların arasından. Çek git kendin gibi kirli insanların içine!.. Senin layık olduğun yer orasıdır, senden adam olmaz...

Gördünüz mü şeytanın yeni tuzağını? Halbuki kendini günahkar bilen genç böyle düşünmemeli de, demeli ki:

- Ben günahı çok bir insanım. Öyle ise dindarlar arasında daha çok bulunmalı, onların tutum ve davranışlarından etkilenerek daha çok hizmet etmeli, daha çok ibadet edip sevap kazanmalıyım. Çünkü benim sevaba başkalarından daha çok ihtiyacım var. Bunca günahımı ancak böyle çok sevaplarla, ibadetlerle affettirebilirim. Dini hayattan uzaklaşarak değil.

Bu meselenin muhteşem tarihi örneğini Ebu Cehil'in oğlu Hz. İkrime vermiştir. Babasının ölümünden sonra küfür ordularının başlarına geçip İslam'la o savaşmış, hatta bu savaşını Mekke'nin fethine kadar da sürdürmüştür. Mekke'nin fethinden sonra ancak İslam'la şereflenmiş olan İkrime, bundan sonra İslam için cepheden cepheye koşmuş, savaşlarda hem de en önde çarpışmaya başlamış, en ileri seviyede İslam'a hizmette bulunmuştur. Hatta bir defasında kumandanı onu ikaz etmiş:

- Ey İkrime, kendini en öne çıkarıp da düşman oklarına hedef etme, sen de herkes gibi geride saf nizamında, herkesle eşit şekilde dur!

İkrime'nin buna muhteşem bir cevabı vardır ki; tam konumuzun çözümünü teşkil etmektedir. Diyor ki:

- Ben herkes gibi değilim. Öyle ise herkes gibi geri safta kalamam. Benim günahım herkesten çoktur. Öyle ise hizmetim, fedakârlığım da herkesten çok olmalı, böylece bunca günahları böylesine farklı fedakârlıklarla affettirmeliyim.

İşte doğru düşünce böyle olur. Günahı çok olanın sevabı daha çok olmalı, dinî hayatı daha kuvvetli, İslamî hizmeti daha fazla olmalı, yoksa hizmetten uzaklaşarak kambur üstüne kambur yüklenmeyi çare sanmamalıdır. Burada şeytanın tuzağına düşmeyi önleyen şu ölçüyü hiç unutmamalıyız:

Kalbe gelen bir düşüncenin Rahmanî mi yoksa şeytanî mi olduğunu tespit için o düşüncenin gösterdiği hedefe dikkat etmek gerekir. O düşünce, sahibini hizmete ve dinî hayata yönlendiriyorsa Rahmanî bir ilham olur, hizmetten ve dinî hayattan uzaklaştırıyorsa şeytanî bir vesvese olduğu kesinleşir.

'Ben günahkâr bir adamım, bende hayır yoktur, dindar insanların içinde bulunmamalı, hizmetten uzaklaşmalıyım' düşüncesinin şeytanî bir vesvese olduğu da böylece kendiliğinden anlaşılır. Böylece günahı çok olanın çare olarak, sevabını daha çoğaltması gerektiği netleşmiş olur.

Ahmed Şahin

 
Üst