Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir sefere çıkacağı za*man pâk zevceleri arasında kur'a çekerlerdi. Kime kur'a çıkarsa o hanım Hazreti peygambere eşlik ederdi. Mustalıkoğulları gazasına giderken de adetleri üzere aramızda kur'a çekildi ve kur'a bana isa*bet ettiğinden Hazreti Peygamberin yanında ben bulundum. Bera*berce Medine'den çıktık.
Bu sefer, kadınların örtünmesi hakkındaki ayeti kerimenin inişinden sonra olmuştu. Bunun için örtülü, hevdecli deve üzerinde gitmiştik. Mustalıkoğulları fethi tamamlandıktan sonra Hazreti Peygamber geri döndü. Medine'ye yaklaştığımız günün gecesinde dinlenmek için bir yerde konaklamıştık.
Bu yerden hareke*timiz için adet üzere ilân yapıldı, Bu arada onlarla yola çıkabilmek için acele olarak ihtiyacımı gidermek maksadıyla kafile ve askerler*den biraz uzaklaştım. Hacetimi giderdikten sonra hemen eşyam ve devemin yanına geldim. Bir de elimi göğsüme koyduğumda baktım ki, boynumdaki Yemen yapısı kolyem kaybolmuş.
Hemen dışarı çıkmış olduğum yere döndüm. Ben kolyemi aramakta iken, benim hizmetçi*lerim beni hevdec (mahfe) içinde sanarak hevdecimi deveye yükleye*rek hareket ettiler. O zaman hanımlar çok az yemek yediklerinden vücud ağırlıkları çok hafifti. Bundan dolayı hevdecin boş olduğunu anlayamadılar. Zaten ben daha onbeş yaşımı doldurmamıştım.
Sonra ben kolyemi buldum. Devemin bulunduğu yere geldiğim zaman ne göreyim, ortalıkta kimseler yok. Bir kaç defa bağırıp çağırdımsa da, hiç bir ses ve seda duyamadım. Sonra düşündüm ve bulunduğum yerde kalmaya karar verdim. Nihayet beni arayacaklar ve dönüp burada bulacaklar. Derken uyku bastırmış ve uyumuşum.
Ashab-dan 'Safvan bin Muattal, askerin arkasında kalmış olduğundan sa*baha yakın bir zamanda bulunduğum yere gelir, burada bir karar*tı görür ve yanıma gelince de beni tanır. Çünkü örtünmeden önce beni görürdü. Benim, bu halime şaşarak, «İnna Lillah ve inna ileyhi raci'ûn» deyince, sesinden uyandım. Bir de yanımda devesiyle Safvan'ı gördüm.
Devesini çöktürdü ve hareket etmesin diye de devenin ön ayağı üzerine kendi ayağını bastırdı. Ben de hemen deveye bin*dim. Safvan, devemin yularını tutup çekti. Sonra askerimizin bulun*duğu ordugâha ulaşıncaya kadar böyle önümde yürüdü. Ordumuz, güneşin kızgın sıcağında öğleye yakın kuşluk zamanında adet üzere bir yere konmuştu. îşte benim hakkımda iftira edip helak olanlar bu sebepten ötürü helak oldular.
Hakkımda ilk iftirada bulunan, münafıkların başı meşhur Abdul*lah bin Ubeyy idi. Ashabdan Mistah ve Hassan gibiler de ona uyarak aldanan biçarelerdi. Sonra hepimiz Medine'ye geldik. Medine'de Hazreti Peygamberin yanında bir ay kadar hastalandım. Meğer has*talığım halinde bir takım kimseler, kulaktan kulağa ye ağızdan ağıza iftiracıların sözlerini yayarlarmış.
Bundan dolayı da Medine hal*kı hakkımda töhmete ve şüphelenmeğe başlamışmış. Halbuki benim bu işlerden haberim yoktu. Ancak Hazreti Peygamberden, daha ön*ceki hastalıklarımda görmüş olduğum şefkat ve iltifatı görmüyor*dum. Yalnız, hemen yanıma gelip «nasılsınız?» diye sorup; geçerlerdi, ismimi anmazlardı. Sonra bu hastalıktan kurtuldum, biraz iyileştim.
Ashabın büyüklerinden ve Bedir'de savaşanlardan ünlü Mistah adındaki zatın annesi ile ihtiyacımızı gidermek için geceleyin Medine dışında Menası denilen yere doğru yürüdük. Çünkü Me*dine'de, evlerimize yakın abdesthaneler yapılmazdan önce biz ihti*yacımızı gidermek için ancak geceden geceye taşraya çıkardık. O zamanki hareketimiz, bedevilerin adeti gibi idi.
Böyle Mistah'ın an*nesi Selma ile giderken ayağı çarşafının eteğine dolaştı ve yere düştü veya kaydı. Arabların adeti, bir kimsenin başına bir felâket geldi mi, «lanet olsun şeytana» veya «düşmanım helak olsun», diye beddua ederlerdi. Selma hatun da, böyle ayağı kayıp düşünce : Oğlum Mistah helak olsun, gebersin diye kendi oğluna beddua etmeye baş*ladı. Hemen ben, ne yapıyorsun? Sen ne kötü söz söylüyorsun?: Bedir savaşında bulunan iyi bir oğlun hakkında böyle kötü söz söylenir mi? dedim.
Selma Hatun bana şu cevabı verdi: Ey zavallı kadın! Senin hak*kında Mistah ve arkadaşlarının söylediklerini işitmiyor musun? de*di ve hakkımda iftiracıların söylemekte oldukları sözleri enine bo*yuna bana anlattı. Bunu işitir işitmez üzüntümden fenalaştım. Beni sıtma tuttu ve hastalığım bir kat daha arttı. Sonra eve döndüm.
Pey*gamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri yanıma geldi ve adeti üzre, «Nasılsınız?» dedi. Ben de, müsaade ediniz; artık ebeveynimin yanına gideceğim, dedim. Bundan maksadım, ebeveynimin yanına gidip bu dedi-kodunun esasını ve kendilerinin de haberdar olup ol*madıklarını öğrenmekti.
Hazreti Peygamber benim iyileşmeme ka*dar ebeveynimin yanında kalmama müsaade ettiler. Ebeveynimin yanına varır varmaz annem Ümmü Rûman'dan sordum: Ortalıkta ne hadisler dönüyor, bu ne iştir? dedim. Annem:
— Evladım, sen kendi sağlığını düşün, bu iş için böyle merak edip kendini üzme Allah'a yemin ederim, böyle senin gibi güzel olup kocasının muhabbet ve üstün teveccühlerini kazanan ve bu kadar otakları olan bir kadın hakkında elbette böyle dedi-kodu çoğalır. Sen vücudunun afiyetini düşün, dedi.
Ben bu işe şaştım ve üzülerek, sübhanellah dedim. Herkes hakkımda böyle çirkin havadisler yayıyormuş meğer, dedim. Hüngür hüngür ağlamağa başladım. Bütün gece böyle ağladım. Aralıksız göz yaşı döktüm ve sabaha kadar kederimden uyuyamadım. Doğ*rusu Hazreti Peygamber bu hususta Allah'ın vahyini bekledi ise de, hikmet icabı, o günlerde vahy gelmedi.
Vahy-i İlâhi çok geciktiğin*den işittim ki, beni boşamak hususunda istişare etmek için Hazreti Peygamber, Ali bin Ebi Talib ile Üsame bin Zeyd'i davet ederek bun*larla meşvere etmiş. Üsame Hazretleri, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ailesine olan sevgisini bildiğinden:
— Ya Resûlallah, bütün aile efradınız, peygamber şanına layık iffetli ve pak kimselerdir. Ben ehliniz hakkında hayırdan başka hiç bir şey bilmiyorum, dedi. Hazreti Ali ise, tereddüt etmeyerek:
— Ya Resûlallah, Allah Tealâ sana dünyayı daraltmamış; ondan başka hanımlar çoktur, (onu boşa) dedi. Tekrar Hazreti Ali söze devamla:
— İsterseniz bir de Hazreti Aişe'nin cariyesi olan Berire'ye so*runuz. Berîre size karşı doğru olanı söyler, dedi.
Sonra Hazreti Peygamber Berire'yi huzurlarına çağırtmış ve ona sormuş:
«Ey Berîre, Aişe hakkında şübhelendiğin bir şey gördün mü?»
Berire şu cevabı verdi:
— Hak Peygamber olarak seni gönderen yüce Allah adına yemin ederim ki, Aişe'nin henüz yaşı küçük olduğundan hamur yoğururken tekne başında uyur kalır. Evde besili koyun gelip Aişe'nin hamu*runu yer. Bundan başka benim kusur bulacağım hiç bir şey kendi*sinde görmedim. Sonra o gün Hazreti Peygamber hutbe okumak üze*re minbere çıkmış ve bütün, cemaata hitab ederek:
«En önce bu iftiraya cür'et eden münafıkların başı Abdullah bin Übeyy bin Selül aleyhinde söz söylemekte beni mazur tutunuz,» bu*yurdu, sonra yine söze devamla:
«Ailem hakkında fena halde iftira ile bana eza ve cefa eden kimseye karşı bana yardım edecek içinizde kimdir? Ben, Allah'a ye*min ederim ailem hakkında hayırdan başka hiç bir şey görmedim ve duymadım. Bir de o iftiracılar Safvan'a da isnadda bulundular,. Vallahi onun hakkında da hayırdan başka bir şey görmedim ve duy*madım. Benim evime ve ailemin bulunduğu semte bu adam ancak benimle beraber uğramıştır.» buyurdu.
Bunun üzerine Evs kabilesinin reisi Sa'd bin Muaz ayağa kalkıp:' —Ey Allah'ın Resulü, size yardım edeceklerin birincisi benim. Eğer bu yolda size eziyet eden kimse bizim kabilemiz olan Evs -kabilesin*den ise, onun boynunu vururum.- Yok, eğer bizim Hazreç kardeşle*rimizin kabilesinden ise, bize emrediniz.
Ne gerekirse o işi yapalım demiş. Fakat bu defa Hazreç kabilesinin reisi Sa'd bin Ubade'nin bu sözler aşiret duygusuna dokunarak, her ne kadar kendisi iyi ve kamil bir kimse idiyse de, insanlık gereği hemen ayağa kalkıp Sa'd Muaz'a karşı son derece öfke ile:
— Sen yanlış konuştun. Vallahi bizim Hazreç kabilesinden bir ferdi öldüremezsin ve onu öldürmeğe gücün, yetmez, dedi. Sonra Sa'd bin Hudayır adında bir adam ayağa kalkarak Sa'd bin Ebi Ubâde'ye sert bir cevap verdi:
— Sen yanlış söyledin. Vallahi Peygamber emrettikten Sonra hangi kabileden olursa olsun onu öldürürüz. Hem de sen gerçekten münafıksın ki, münafıklar taraftarı olup bizimle mücadele ediyor*sun, dedi. Böylece Evs ve Hazreç kabileleri birbirlerini suçlayarak kavgaya tutuştular. Hatta birbirlerine saldırır oldular. Sonra Hazreti Peygamber minberden inerek iki tarafı yatıştırdı. Hazreti Pey*gamber de bu konuda artık başka bir şey buyurmadı.
Hazreti Aişe devamla anlatır: Ben bu olup bitenleri de duydum. Artık büsbütün fenalaştım. Gece gündüz göz yaşı dökmekte idim. Bütün geceler gözlerimi uyku tutmuyordu. Bu şekilde bir gün iki gece ağladım. Muhakkak surette ciğerimin parçalanacağını sanmış*tım. Ben bu ızdırab halinde iken annem ve babam bulunduğum odaya girip yanıma geldiler. îkisi de oturdular. Ben yine devamlı ağlıyordum.
Dışardan Ensar'dan bir kadın yanıma gelip görüşmek üzere benden izin istedi. Ben de izin verdim ve gelsin, dedim. O ka*dın gelip oturdu ve o da benimle ağlamağa başladı. Biz bu halde iken, Hazreti Peygamber teşrif buyurarak odama girdi ve oturdu. Halbuki bana bu iftira edildiği günden bu güne kadar asla yanımda oturmamıştı. Bir ay bekledikleri halde, hakkımda herhangi bir îlâhî vahy inmemişti. Hazreti Peygamber önce yanımda Allah'a hamd ve sena etti. Şehadet kelimesini getirdi. Sonra bana:
«Ey Aişe! Gerçekten senin hakkında bana şöyle şöyle sözler ulaş*tı. Eğer sen bu iftiradan beri isen, muhakkak surette Allah Tealâ Hazretleri seni yakında temize çıkaracaktır. Şayed sen umulmadık şekilde böyle büyük bir günaha yaklaştın ve bulaştın ise, tevbe ve istiğfar ederek Allah'dan mağfiret dile. Zira bir kul, Allah'a karşı
günahını itiraf eder de arkasından, tevbede bulunursa Allah Tealâ Hazretleri o kulun tevbesini kabul eder, buyurdu. Bu sözü Hazreti Peygamber tamamlar tamamlamaz öfkemden göz yaşlarım tamamen kesildi. O hale geldim ki, gözlerimde bir damla yaş hissetmez oldum.
Babama hitaben: Benim tarafımdan Peygamber Sallallahu Aley*hi ve Sellem'e cevab veriniz, dedimse de babam bana:
—Kızım, vallahi, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e karşı ne söyliyeceğimi bilemiyorum, dedi. Sonra valideme dönüp:
— Sen bari benim tarafımdan Peygamber Sallallahu Aleyhi ve sellem'e cevab ver, dedim ve o da aynı şekilde:
— Vallahi kızım, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e karşı ne söyliyeceğimi bilemiyorum, dedi.
Ben henüz genç bir kadındım ve Kur'an'dan ezbere okuyabildi*ğim fazla değildi. Hazreti Peygambere, ana ve babama karşı dedim ki: Ben şübhesiz biliyorum ki, siz insanların söylediklerini işittiniz ve dinlediniz. O sözler artık sizin zihinlerinizde yerleşmiştir, bu sözü tasdik etmişsinizdir.
Ben size muhakkak bu işten beriyim, demiş ol*sam, bu sözümde siz beni doğrulamıyacaksımz. Halbuki Allah Tealâ Hazretleri gerçekten benim bu işten beri olduğumu biliyor. Allah Tealâ bunu bilirken bu suçu itiraf etmiş olsam, siz hemen sözümü kabulleneceksiniz.
Vallahi benimle sizin, durumunuza münasip bir örnek bulamadım. Ancak Hazreti Yûsuf Alayhisselârmın babasının «Artık (benîm yapabileceğim tek şey) güzelce sabırdır. Söyledikleri*nize karşı da, yardımına sığınılacak ancak Allah'dır.» sözünü bula*biliyorum. (Yûsuf sûresi: ayet 18)
Sonra yatağımın üstünde öbür tarafa döndüm. İçimdeki inanç şu idi ki, muhakkak Allah Tealâ beni bu iftiradan kurtarır ve te*mize çıkarır. Fakat benim hakkımda Allah. Tealâ Hazretlerinin ayet indireceği aklımdan geçmedi; Çünkü kendimi Kur'an'da anılmaya lâyık görmüyordum. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Haz*retleri belki beni temize çıkaracak bir rüya görür ve böylece Allah beni o iftiradan kurtarır diye sağlam bir inancım vardı.
Vallahi Hazreti Peygamber oturmuş olduğu yerden ayrılmadan ve ev halkımızdan da hiç kimse yerinden kımıldamadan efendimize Allah'ın vahyi geldi ve vahyin gelişindeki hal, Hazreti Peygamber*de belirdi. Hatta o gün, kış olduğu halde mübarek yüzlerinden inci taneleri gibi ter akmağa başlamıştı. Hazreti Peygamberden o Vahy hali açılınca, gülümseyerek ilk söylediği söz şu oldu;
Ya Aişe Allah Tealâ Hazretlerine hamd et: Allah seni (iftira ve bühtandan) temize çıkardı.»
Sonra annem bana dedi ki, kızım kalk da Peygmaber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e teşekkürlerini arz et. Ben annemin bu sözüne karşı:
— Vallahi, bu hususta yüce Allah'dan başka hiç bir kimseye şükür etmem ve bu teşekkür için Hazreti Peygamberin yanına da gitmem, dedim. Allah Teâlâ: «(Aişe'ye) iftira haberini getirenler, içi*nizden (münafık) bir zümredir...» (Nur sûresi: ayet 11) mealindeki ayeti kerimeyi indirmişti.
Hakkımda böyle Kur'an ayetleri inince, babam Ebû Bekir evelce fakirliği ve akrabalığı olduğu için teyze çocuğu Mistah'a yapmakta olduğu yardımları kesmek isteyerek, mademki Mistah, kızım Aişe hakkında yapılan iftiralara katılmıştır, bundan böyle asla ona ver*mem diye yemin etti.
Fakat bunun üzerine: «İçinizde fazilet ve ser*vet sahibi olanlar, akrabalara, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere (bir şey) vermemek üzüre yemin etmesinler. (Onların ku*surlarını) affedip bağışlasınlar. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez-misiniz. Allah Gafûr'dur. Rahîm'dir.» (Nûr sûresi: ayet 22) mealin*deki ayeti kerime indi.
Bu ayeti kerime nazil olunca. Ebû Bekir:
— Evet, ya Rab! Vallahi senin bağışlamanı ve mağfiretini iste*rim, dedi ve evelce olduğu gibi Mistah'a olan yardımını devanı et*tirdi.
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem benim halimi araştırmak üzere pak zevcelerinden Zeyneb binti Cahş'a sormuştu:
«Aişe hakkında ne anladın, ondan ne gördün?» Zeyneb: — Vallahi, ben kulağımı ve gözümü, görmediğim ve işitmedi*ğim şeyden sakındırır, korurum. Vallahi, Aişe hakkında hayır ve if*fetten başka bir şey bilmiyorum, demiş.
Hazreti Peygamberin pâk zevceleri arasında Zeyneb her yönden bana rekabet eden, benimle denkleşme iddiasında olan bir kadın iken, onun sahib olduğu takva sebebiyle Allah onu bu iftiraya ka*tılmaktan korunmuştu.
Zübdetül Buhari 722
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir sefere çıkacağı za*man pâk zevceleri arasında kur'a çekerlerdi. Kime kur'a çıkarsa o hanım Hazreti peygambere eşlik ederdi. Mustalıkoğulları gazasına giderken de adetleri üzere aramızda kur'a çekildi ve kur'a bana isa*bet ettiğinden Hazreti Peygamberin yanında ben bulundum. Bera*berce Medine'den çıktık.
Bu sefer, kadınların örtünmesi hakkındaki ayeti kerimenin inişinden sonra olmuştu. Bunun için örtülü, hevdecli deve üzerinde gitmiştik. Mustalıkoğulları fethi tamamlandıktan sonra Hazreti Peygamber geri döndü. Medine'ye yaklaştığımız günün gecesinde dinlenmek için bir yerde konaklamıştık.
Bu yerden hareke*timiz için adet üzere ilân yapıldı, Bu arada onlarla yola çıkabilmek için acele olarak ihtiyacımı gidermek maksadıyla kafile ve askerler*den biraz uzaklaştım. Hacetimi giderdikten sonra hemen eşyam ve devemin yanına geldim. Bir de elimi göğsüme koyduğumda baktım ki, boynumdaki Yemen yapısı kolyem kaybolmuş.
Hemen dışarı çıkmış olduğum yere döndüm. Ben kolyemi aramakta iken, benim hizmetçi*lerim beni hevdec (mahfe) içinde sanarak hevdecimi deveye yükleye*rek hareket ettiler. O zaman hanımlar çok az yemek yediklerinden vücud ağırlıkları çok hafifti. Bundan dolayı hevdecin boş olduğunu anlayamadılar. Zaten ben daha onbeş yaşımı doldurmamıştım.
Sonra ben kolyemi buldum. Devemin bulunduğu yere geldiğim zaman ne göreyim, ortalıkta kimseler yok. Bir kaç defa bağırıp çağırdımsa da, hiç bir ses ve seda duyamadım. Sonra düşündüm ve bulunduğum yerde kalmaya karar verdim. Nihayet beni arayacaklar ve dönüp burada bulacaklar. Derken uyku bastırmış ve uyumuşum.
Ashab-dan 'Safvan bin Muattal, askerin arkasında kalmış olduğundan sa*baha yakın bir zamanda bulunduğum yere gelir, burada bir karar*tı görür ve yanıma gelince de beni tanır. Çünkü örtünmeden önce beni görürdü. Benim, bu halime şaşarak, «İnna Lillah ve inna ileyhi raci'ûn» deyince, sesinden uyandım. Bir de yanımda devesiyle Safvan'ı gördüm.
Devesini çöktürdü ve hareket etmesin diye de devenin ön ayağı üzerine kendi ayağını bastırdı. Ben de hemen deveye bin*dim. Safvan, devemin yularını tutup çekti. Sonra askerimizin bulun*duğu ordugâha ulaşıncaya kadar böyle önümde yürüdü. Ordumuz, güneşin kızgın sıcağında öğleye yakın kuşluk zamanında adet üzere bir yere konmuştu. îşte benim hakkımda iftira edip helak olanlar bu sebepten ötürü helak oldular.
Hakkımda ilk iftirada bulunan, münafıkların başı meşhur Abdul*lah bin Ubeyy idi. Ashabdan Mistah ve Hassan gibiler de ona uyarak aldanan biçarelerdi. Sonra hepimiz Medine'ye geldik. Medine'de Hazreti Peygamberin yanında bir ay kadar hastalandım. Meğer has*talığım halinde bir takım kimseler, kulaktan kulağa ye ağızdan ağıza iftiracıların sözlerini yayarlarmış.
Bundan dolayı da Medine hal*kı hakkımda töhmete ve şüphelenmeğe başlamışmış. Halbuki benim bu işlerden haberim yoktu. Ancak Hazreti Peygamberden, daha ön*ceki hastalıklarımda görmüş olduğum şefkat ve iltifatı görmüyor*dum. Yalnız, hemen yanıma gelip «nasılsınız?» diye sorup; geçerlerdi, ismimi anmazlardı. Sonra bu hastalıktan kurtuldum, biraz iyileştim.
Ashabın büyüklerinden ve Bedir'de savaşanlardan ünlü Mistah adındaki zatın annesi ile ihtiyacımızı gidermek için geceleyin Medine dışında Menası denilen yere doğru yürüdük. Çünkü Me*dine'de, evlerimize yakın abdesthaneler yapılmazdan önce biz ihti*yacımızı gidermek için ancak geceden geceye taşraya çıkardık. O zamanki hareketimiz, bedevilerin adeti gibi idi.
Böyle Mistah'ın an*nesi Selma ile giderken ayağı çarşafının eteğine dolaştı ve yere düştü veya kaydı. Arabların adeti, bir kimsenin başına bir felâket geldi mi, «lanet olsun şeytana» veya «düşmanım helak olsun», diye beddua ederlerdi. Selma hatun da, böyle ayağı kayıp düşünce : Oğlum Mistah helak olsun, gebersin diye kendi oğluna beddua etmeye baş*ladı. Hemen ben, ne yapıyorsun? Sen ne kötü söz söylüyorsun?: Bedir savaşında bulunan iyi bir oğlun hakkında böyle kötü söz söylenir mi? dedim.
Selma Hatun bana şu cevabı verdi: Ey zavallı kadın! Senin hak*kında Mistah ve arkadaşlarının söylediklerini işitmiyor musun? de*di ve hakkımda iftiracıların söylemekte oldukları sözleri enine bo*yuna bana anlattı. Bunu işitir işitmez üzüntümden fenalaştım. Beni sıtma tuttu ve hastalığım bir kat daha arttı. Sonra eve döndüm.
Pey*gamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri yanıma geldi ve adeti üzre, «Nasılsınız?» dedi. Ben de, müsaade ediniz; artık ebeveynimin yanına gideceğim, dedim. Bundan maksadım, ebeveynimin yanına gidip bu dedi-kodunun esasını ve kendilerinin de haberdar olup ol*madıklarını öğrenmekti.
Hazreti Peygamber benim iyileşmeme ka*dar ebeveynimin yanında kalmama müsaade ettiler. Ebeveynimin yanına varır varmaz annem Ümmü Rûman'dan sordum: Ortalıkta ne hadisler dönüyor, bu ne iştir? dedim. Annem:
— Evladım, sen kendi sağlığını düşün, bu iş için böyle merak edip kendini üzme Allah'a yemin ederim, böyle senin gibi güzel olup kocasının muhabbet ve üstün teveccühlerini kazanan ve bu kadar otakları olan bir kadın hakkında elbette böyle dedi-kodu çoğalır. Sen vücudunun afiyetini düşün, dedi.
Ben bu işe şaştım ve üzülerek, sübhanellah dedim. Herkes hakkımda böyle çirkin havadisler yayıyormuş meğer, dedim. Hüngür hüngür ağlamağa başladım. Bütün gece böyle ağladım. Aralıksız göz yaşı döktüm ve sabaha kadar kederimden uyuyamadım. Doğ*rusu Hazreti Peygamber bu hususta Allah'ın vahyini bekledi ise de, hikmet icabı, o günlerde vahy gelmedi.
Vahy-i İlâhi çok geciktiğin*den işittim ki, beni boşamak hususunda istişare etmek için Hazreti Peygamber, Ali bin Ebi Talib ile Üsame bin Zeyd'i davet ederek bun*larla meşvere etmiş. Üsame Hazretleri, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ailesine olan sevgisini bildiğinden:
— Ya Resûlallah, bütün aile efradınız, peygamber şanına layık iffetli ve pak kimselerdir. Ben ehliniz hakkında hayırdan başka hiç bir şey bilmiyorum, dedi. Hazreti Ali ise, tereddüt etmeyerek:
— Ya Resûlallah, Allah Tealâ sana dünyayı daraltmamış; ondan başka hanımlar çoktur, (onu boşa) dedi. Tekrar Hazreti Ali söze devamla:
— İsterseniz bir de Hazreti Aişe'nin cariyesi olan Berire'ye so*runuz. Berîre size karşı doğru olanı söyler, dedi.
Sonra Hazreti Peygamber Berire'yi huzurlarına çağırtmış ve ona sormuş:
«Ey Berîre, Aişe hakkında şübhelendiğin bir şey gördün mü?»
Berire şu cevabı verdi:
— Hak Peygamber olarak seni gönderen yüce Allah adına yemin ederim ki, Aişe'nin henüz yaşı küçük olduğundan hamur yoğururken tekne başında uyur kalır. Evde besili koyun gelip Aişe'nin hamu*runu yer. Bundan başka benim kusur bulacağım hiç bir şey kendi*sinde görmedim. Sonra o gün Hazreti Peygamber hutbe okumak üze*re minbere çıkmış ve bütün, cemaata hitab ederek:
«En önce bu iftiraya cür'et eden münafıkların başı Abdullah bin Übeyy bin Selül aleyhinde söz söylemekte beni mazur tutunuz,» bu*yurdu, sonra yine söze devamla:
«Ailem hakkında fena halde iftira ile bana eza ve cefa eden kimseye karşı bana yardım edecek içinizde kimdir? Ben, Allah'a ye*min ederim ailem hakkında hayırdan başka hiç bir şey görmedim ve duymadım. Bir de o iftiracılar Safvan'a da isnadda bulundular,. Vallahi onun hakkında da hayırdan başka bir şey görmedim ve duy*madım. Benim evime ve ailemin bulunduğu semte bu adam ancak benimle beraber uğramıştır.» buyurdu.
Bunun üzerine Evs kabilesinin reisi Sa'd bin Muaz ayağa kalkıp:' —Ey Allah'ın Resulü, size yardım edeceklerin birincisi benim. Eğer bu yolda size eziyet eden kimse bizim kabilemiz olan Evs -kabilesin*den ise, onun boynunu vururum.- Yok, eğer bizim Hazreç kardeşle*rimizin kabilesinden ise, bize emrediniz.
Ne gerekirse o işi yapalım demiş. Fakat bu defa Hazreç kabilesinin reisi Sa'd bin Ubade'nin bu sözler aşiret duygusuna dokunarak, her ne kadar kendisi iyi ve kamil bir kimse idiyse de, insanlık gereği hemen ayağa kalkıp Sa'd Muaz'a karşı son derece öfke ile:
— Sen yanlış konuştun. Vallahi bizim Hazreç kabilesinden bir ferdi öldüremezsin ve onu öldürmeğe gücün, yetmez, dedi. Sonra Sa'd bin Hudayır adında bir adam ayağa kalkarak Sa'd bin Ebi Ubâde'ye sert bir cevap verdi:
— Sen yanlış söyledin. Vallahi Peygamber emrettikten Sonra hangi kabileden olursa olsun onu öldürürüz. Hem de sen gerçekten münafıksın ki, münafıklar taraftarı olup bizimle mücadele ediyor*sun, dedi. Böylece Evs ve Hazreç kabileleri birbirlerini suçlayarak kavgaya tutuştular. Hatta birbirlerine saldırır oldular. Sonra Hazreti Peygamber minberden inerek iki tarafı yatıştırdı. Hazreti Pey*gamber de bu konuda artık başka bir şey buyurmadı.
Hazreti Aişe devamla anlatır: Ben bu olup bitenleri de duydum. Artık büsbütün fenalaştım. Gece gündüz göz yaşı dökmekte idim. Bütün geceler gözlerimi uyku tutmuyordu. Bu şekilde bir gün iki gece ağladım. Muhakkak surette ciğerimin parçalanacağını sanmış*tım. Ben bu ızdırab halinde iken annem ve babam bulunduğum odaya girip yanıma geldiler. îkisi de oturdular. Ben yine devamlı ağlıyordum.
Dışardan Ensar'dan bir kadın yanıma gelip görüşmek üzere benden izin istedi. Ben de izin verdim ve gelsin, dedim. O ka*dın gelip oturdu ve o da benimle ağlamağa başladı. Biz bu halde iken, Hazreti Peygamber teşrif buyurarak odama girdi ve oturdu. Halbuki bana bu iftira edildiği günden bu güne kadar asla yanımda oturmamıştı. Bir ay bekledikleri halde, hakkımda herhangi bir îlâhî vahy inmemişti. Hazreti Peygamber önce yanımda Allah'a hamd ve sena etti. Şehadet kelimesini getirdi. Sonra bana:
«Ey Aişe! Gerçekten senin hakkında bana şöyle şöyle sözler ulaş*tı. Eğer sen bu iftiradan beri isen, muhakkak surette Allah Tealâ Hazretleri seni yakında temize çıkaracaktır. Şayed sen umulmadık şekilde böyle büyük bir günaha yaklaştın ve bulaştın ise, tevbe ve istiğfar ederek Allah'dan mağfiret dile. Zira bir kul, Allah'a karşı
günahını itiraf eder de arkasından, tevbede bulunursa Allah Tealâ Hazretleri o kulun tevbesini kabul eder, buyurdu. Bu sözü Hazreti Peygamber tamamlar tamamlamaz öfkemden göz yaşlarım tamamen kesildi. O hale geldim ki, gözlerimde bir damla yaş hissetmez oldum.
Babama hitaben: Benim tarafımdan Peygamber Sallallahu Aley*hi ve Sellem'e cevab veriniz, dedimse de babam bana:
—Kızım, vallahi, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e karşı ne söyliyeceğimi bilemiyorum, dedi. Sonra valideme dönüp:
— Sen bari benim tarafımdan Peygamber Sallallahu Aleyhi ve sellem'e cevab ver, dedim ve o da aynı şekilde:
— Vallahi kızım, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e karşı ne söyliyeceğimi bilemiyorum, dedi.
Ben henüz genç bir kadındım ve Kur'an'dan ezbere okuyabildi*ğim fazla değildi. Hazreti Peygambere, ana ve babama karşı dedim ki: Ben şübhesiz biliyorum ki, siz insanların söylediklerini işittiniz ve dinlediniz. O sözler artık sizin zihinlerinizde yerleşmiştir, bu sözü tasdik etmişsinizdir.
Ben size muhakkak bu işten beriyim, demiş ol*sam, bu sözümde siz beni doğrulamıyacaksımz. Halbuki Allah Tealâ Hazretleri gerçekten benim bu işten beri olduğumu biliyor. Allah Tealâ bunu bilirken bu suçu itiraf etmiş olsam, siz hemen sözümü kabulleneceksiniz.
Vallahi benimle sizin, durumunuza münasip bir örnek bulamadım. Ancak Hazreti Yûsuf Alayhisselârmın babasının «Artık (benîm yapabileceğim tek şey) güzelce sabırdır. Söyledikleri*nize karşı da, yardımına sığınılacak ancak Allah'dır.» sözünü bula*biliyorum. (Yûsuf sûresi: ayet 18)
Sonra yatağımın üstünde öbür tarafa döndüm. İçimdeki inanç şu idi ki, muhakkak Allah Tealâ beni bu iftiradan kurtarır ve te*mize çıkarır. Fakat benim hakkımda Allah. Tealâ Hazretlerinin ayet indireceği aklımdan geçmedi; Çünkü kendimi Kur'an'da anılmaya lâyık görmüyordum. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Haz*retleri belki beni temize çıkaracak bir rüya görür ve böylece Allah beni o iftiradan kurtarır diye sağlam bir inancım vardı.
Vallahi Hazreti Peygamber oturmuş olduğu yerden ayrılmadan ve ev halkımızdan da hiç kimse yerinden kımıldamadan efendimize Allah'ın vahyi geldi ve vahyin gelişindeki hal, Hazreti Peygamber*de belirdi. Hatta o gün, kış olduğu halde mübarek yüzlerinden inci taneleri gibi ter akmağa başlamıştı. Hazreti Peygamberden o Vahy hali açılınca, gülümseyerek ilk söylediği söz şu oldu;
Ya Aişe Allah Tealâ Hazretlerine hamd et: Allah seni (iftira ve bühtandan) temize çıkardı.»
Sonra annem bana dedi ki, kızım kalk da Peygmaber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e teşekkürlerini arz et. Ben annemin bu sözüne karşı:
— Vallahi, bu hususta yüce Allah'dan başka hiç bir kimseye şükür etmem ve bu teşekkür için Hazreti Peygamberin yanına da gitmem, dedim. Allah Teâlâ: «(Aişe'ye) iftira haberini getirenler, içi*nizden (münafık) bir zümredir...» (Nur sûresi: ayet 11) mealindeki ayeti kerimeyi indirmişti.
Hakkımda böyle Kur'an ayetleri inince, babam Ebû Bekir evelce fakirliği ve akrabalığı olduğu için teyze çocuğu Mistah'a yapmakta olduğu yardımları kesmek isteyerek, mademki Mistah, kızım Aişe hakkında yapılan iftiralara katılmıştır, bundan böyle asla ona ver*mem diye yemin etti.
Fakat bunun üzerine: «İçinizde fazilet ve ser*vet sahibi olanlar, akrabalara, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere (bir şey) vermemek üzüre yemin etmesinler. (Onların ku*surlarını) affedip bağışlasınlar. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez-misiniz. Allah Gafûr'dur. Rahîm'dir.» (Nûr sûresi: ayet 22) mealin*deki ayeti kerime indi.
Bu ayeti kerime nazil olunca. Ebû Bekir:
— Evet, ya Rab! Vallahi senin bağışlamanı ve mağfiretini iste*rim, dedi ve evelce olduğu gibi Mistah'a olan yardımını devanı et*tirdi.
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem benim halimi araştırmak üzere pak zevcelerinden Zeyneb binti Cahş'a sormuştu:
«Aişe hakkında ne anladın, ondan ne gördün?» Zeyneb: — Vallahi, ben kulağımı ve gözümü, görmediğim ve işitmedi*ğim şeyden sakındırır, korurum. Vallahi, Aişe hakkında hayır ve if*fetten başka bir şey bilmiyorum, demiş.
Hazreti Peygamberin pâk zevceleri arasında Zeyneb her yönden bana rekabet eden, benimle denkleşme iddiasında olan bir kadın iken, onun sahib olduğu takva sebebiyle Allah onu bu iftiraya ka*tılmaktan korunmuştu.
Zübdetül Buhari 722