HALK İÇİNDE HAK İLE OLMAK
Hak yolcularının mühim edeplerinden birisi de “halvet der encümen”dir. Bu Farsça ifadenin manası halkın arasında iken Cenab-ı Hak ile beraber olmaktır. Buna “zahiri halk batını Hak ile olmak” da denir.
Halvet der encümen kısacık bir deyimdir fakat içinde pek çok mana saklıdır. Arifler bu tabirle hak yolcusunda bulunması gereken zahir ve batın edeplere dikkat çekmişlerdir.
Halvet yalnızlığa çekilmek insanlardan ayrılmak ve kendi alemine yönelmek demektir ve iki şekilde olur. Birincisi zahirde diğeri batında gerçekleşir. Zahirdeki halvet insanlardan ayrılıp yalnızlığa çekilmek kalbi uyandırmak ve Yüce ’a yakınlık sağlamak için bir yere kapanmaktır. Batındaki halvet ise gönlünü sadece Yüce ’a bağlamak her işte ilâhi rızayı aramak ve bütün huzuru zikirde bulmaktır.
Kalbi gafletten uyandırmak zikre alıştırmak gönlü bir noktaya toplamak ve nefsin afetlerinden kurtulmak için arifler çeşitli yollar seçmişlerdir. Bazıları bunun için insanlardan tamamen ayrılıp özel bir köşeye çekilmişler ve orada zikir fikir ilim ibadet gibi hayırlı amellerle meşgul olmuşlardır. Böylece insanlardan gelecek zararlardan korunmak istemişlerdir. Bundaki asıl hedefkimseden zarar görmemek ve kimseye de zarar vermemektir.
Bu tür halvet insanın hayatında belli bir süre için güzel olur. Mesela hayat boyu gerekli olacak ilim terbiye ve sanatları öğrenmek için böyle bir zaman gereklidir.
Dinimizin asıl hedefine gelince Hak rızası için halka hizmet etmek esastır. Bütün peygamberlerin asıl vazifesi budur. Bu da ancak halkın içine girmekle mümkün olmaktadır. Fakat bu iş usulüne göre olursa faydalı olur. Yoksainsan gaflete düşer farzları zayi eder harama bulaşır zarar görür.
El İşte Gönül ’ta
Önce şunu belirtelim: Halkın içinde Hak ile olma prensibi Kur’an ve Sünnet’te öğretilen bir vazifedir. dostu kâmil müminlerin sıfatıdır. Gerçek akıl sahiplerinin ahlâkıdır. Erkek-kadın her mümin bu edebe davetlidir. Çünkü ilâhi sevgi ve dostluk onda gizlidir. Rasulullah s.a.v. Efendimiz önümüze şu ölçüyü koymuştur:
“Bir kimse katında ne kadar sevildiğini ve kıymeti olduğunu bilmek istiyorsakendisinin Yüce ’ı ne kadar zikrettiğine ve O’nu nasıl yücelttiğine baksın. kulunu kalbindeki vaziyete göre değerlendirir.” (Hakim Ebu Ya’lâ Beyhakî)
Yüce kalbi uyanık kullarını bizlere şöyle övüyor:
“Onlar öyle erlerdir ki herhangi bir ticaret ve alışveriş kendilerini ’ı zikretmekten namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz.” (Nur 37)
Rabbimiz hepimizden şunu bekliyor:
“Ey iman edenler! ’ı çokça zikredin. Onu sabah akşam tesbih edin. Böyle yapmaya devam ederseniz karanlıklardan nura çıkmanız için size rahmet eder melekler sizin için istiğfar eder. müminlere çok merhamet edicidir.” (Ahzap 41-43)
Kemalatın Gerçek Ölçüsü
Büyük sahabi ve müfessirlerin piri İbn-i Abbas r.a. ayette geçen çokça zikrin nasıl yapılacağını şöyle açıklamıştır:
“Yüce yapılmasını farz kıldığı bütün ibadetler için bir zaman şekil ve sınır belirlemiştir. Bunlar için bazı özürleri kabul etmiştir. Ancak zikir böyle değildir. u Tealâ zikir için belirli bir sınırlama getirmemiştir. Onu terk etmek için aklı başından gidip deli olmanın dışında bir özür kabul etmemektedir. Yüce hepimize şu emri vermiştir: ‘Namazı bitirdikten sonra ayakta otururken ve yanınız üzere yatarken ’ı zikrediniz.’ (Nisa 103) Bu şu demektir: Gece gündüz karada denizde vatanınızda yolculukta zengin iken fakir iken rahat ve geniş anlarınızda sıhhat ve hastalık durumlarınızda gizli ve açık her halde Yüce ’ı zikredin. Onu sabah akşam tesbih edin. Böyle yaparsanız size rahmet eder günahlarınızı bağışlarmelekler de devamlı sizin için dua ve istiğfar eder.” (İbnu Kesir Tefsir; Suyutî er-Dürrü’l-Mensur)
Her durumda zikri tavsiye eden şu hadis-i şerifi de burada hatırlatalım: “Kim bir yere oturur da orada Yüce ’ı hiç zikretmezse bu kendisi için bir noksanlık ve katında kınama sebebi olur. Kim bir yere uzanır da orada Yüce ’ı hiç zikretmezse bu kendisi için bir noksanlık ve katında bir kınama sebebi olur. Kim bir yolda yürür de bu esnada Yüce ’ı hiç zikretmezse bu kendisi için bir noksanlık ve katında kınama sebebi olur.” (Ahmed İbnu Hıbban)
İşte ayet ve hadislerde anlatılan bu hal halkın içinde Hak ile beraber olmaktır. dostları bu halin peşine düşmüşler ve onu elde etmek için bütün gayretlerini kullanmışlardır. Velilik için keşif ve kerameti değil bu edebi gerekli görmüşlerdir. Büyük veli Ebu Said Harraz k.s. der ki:
“Kâmil insan kendisinden türlü kerametler meydana gelen kimse değildir. Gerçek kâmil halkın arasında oturur onlarla alış veriş yapar evlenir çoluk-çocuğa kavuşur insanlara karışır fakat bu esnada bir an olsun Yüce ’tan gafil olmaz.”
Kalbi O’na Bağlamanın Yolu
Özellikle gizli zikir yolunu tercih eden arifler bu prensip üzerinde çok durmuşlardır. Ariflere göre halkın içinde Hak ile olmak iki şekilde gerçekleşir. Birincisi kalp ile ikincisi kalıp iledir. Kalp zikirle kalıp edeple süslenmeden bu mana anlaşılamaz.
Kalbin devamlı Yüce ’ı zikretmesi için gafletten uyandırılması ve zikre alıştırılması gerekir. Bunun için güzel bir tevbe ettikten sonra usulünce zikre devam edilmelidir. Zikre devam ede ede kalp zikre alışır. Zikir kalpte yerleşir. Sonra bütün bedene yayılır. Zikir kelimelerini kullanmadan da kalp Yüce ’ı zikretmeye başlar. Zikrin nuru kalbi sarar. Böylece kul bütün varlığı ile Yüce ’ın azametini hisseder; kudret tecelli ve rahmetini seyreder. Arifler bu zikre “zatî zikir” veya “zikr-i sultanî” derler. Kalp bu hale ulaşmadan manevi ilimleri elde edemez. (Sühreverdî Gerçek Tasavvuf)
Zikirle kalbin içindeki boş düşünceler şüphe ve vesveseler silinir gider. Zikrin nuruyla kalbin içi aydınlanır. Kalp zikrin feyzi ile feyizlenir tadı ile tatlanır. Artık her şey Yüce ’ı hatırlatan bir çeşit zikir sebebi olur. Varlıklar kalbe perde olmaz. Kalp Yüce Rabbini tanıdıktan ve O’nun tecellilerini müşahede ettikten sonra başka hiçbir varlık ile perdelenmez. Bu kalp sahibi nereye baksa kiminle karşılaşsa ne yapsa Yüce ’ı zikreder. Yerken içerken konuşurken yatarken kalbi ile ’ı zikreder. Artık istese de Yüce ’ı unutamaz. Bu hal mümkündür fakat kolay değildir. Bunu elde etmek için Yüce ’ın özel yardımı yanında kulun dikkat edeceği bazı edepler vardır. İmam Rabbanî k.s. bu edeplerin en önemlilerini şöyle hatırlatır:
“Kalbin ’tan gayri her şeyi unutacak derecede zikir içinde kaybolması ancakEhl-i Sünnet akidesi üzere hak mezheplerin hükümleriyle amel etmek suretiyle elde edilir. Bu peşine düşülecek en büyük hedeftir. Cenab-ı Hak ile huzur bulup selim hale gelen kalp sahipleri herhangi bir varlığa nazar ettiklerinde ilk olarak onları yaratanı hatırlarlar ve eşya ile perdelenmezler. Ne kadar düşünseler bizzat eşyaya ait bir vücut ve sıfat akıllarına getiremezler. Her şeyde ilâhi tecellileri müşahede ederler. Buna ‘fenâ-i kalbî’ denir. Tasavvufta ilk basamak budur ve diğer velayet makamları bu halin üzerine gelişir.”
(Mektubat)
Hak yolcularının mühim edeplerinden birisi de “halvet der encümen”dir. Bu Farsça ifadenin manası halkın arasında iken Cenab-ı Hak ile beraber olmaktır. Buna “zahiri halk batını Hak ile olmak” da denir.
Halvet der encümen kısacık bir deyimdir fakat içinde pek çok mana saklıdır. Arifler bu tabirle hak yolcusunda bulunması gereken zahir ve batın edeplere dikkat çekmişlerdir.
Halvet yalnızlığa çekilmek insanlardan ayrılmak ve kendi alemine yönelmek demektir ve iki şekilde olur. Birincisi zahirde diğeri batında gerçekleşir. Zahirdeki halvet insanlardan ayrılıp yalnızlığa çekilmek kalbi uyandırmak ve Yüce ’a yakınlık sağlamak için bir yere kapanmaktır. Batındaki halvet ise gönlünü sadece Yüce ’a bağlamak her işte ilâhi rızayı aramak ve bütün huzuru zikirde bulmaktır.
Kalbi gafletten uyandırmak zikre alıştırmak gönlü bir noktaya toplamak ve nefsin afetlerinden kurtulmak için arifler çeşitli yollar seçmişlerdir. Bazıları bunun için insanlardan tamamen ayrılıp özel bir köşeye çekilmişler ve orada zikir fikir ilim ibadet gibi hayırlı amellerle meşgul olmuşlardır. Böylece insanlardan gelecek zararlardan korunmak istemişlerdir. Bundaki asıl hedefkimseden zarar görmemek ve kimseye de zarar vermemektir.
Bu tür halvet insanın hayatında belli bir süre için güzel olur. Mesela hayat boyu gerekli olacak ilim terbiye ve sanatları öğrenmek için böyle bir zaman gereklidir.
Dinimizin asıl hedefine gelince Hak rızası için halka hizmet etmek esastır. Bütün peygamberlerin asıl vazifesi budur. Bu da ancak halkın içine girmekle mümkün olmaktadır. Fakat bu iş usulüne göre olursa faydalı olur. Yoksainsan gaflete düşer farzları zayi eder harama bulaşır zarar görür.
El İşte Gönül ’ta
Önce şunu belirtelim: Halkın içinde Hak ile olma prensibi Kur’an ve Sünnet’te öğretilen bir vazifedir. dostu kâmil müminlerin sıfatıdır. Gerçek akıl sahiplerinin ahlâkıdır. Erkek-kadın her mümin bu edebe davetlidir. Çünkü ilâhi sevgi ve dostluk onda gizlidir. Rasulullah s.a.v. Efendimiz önümüze şu ölçüyü koymuştur:
“Bir kimse katında ne kadar sevildiğini ve kıymeti olduğunu bilmek istiyorsakendisinin Yüce ’ı ne kadar zikrettiğine ve O’nu nasıl yücelttiğine baksın. kulunu kalbindeki vaziyete göre değerlendirir.” (Hakim Ebu Ya’lâ Beyhakî)
Yüce kalbi uyanık kullarını bizlere şöyle övüyor:
“Onlar öyle erlerdir ki herhangi bir ticaret ve alışveriş kendilerini ’ı zikretmekten namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz.” (Nur 37)
Rabbimiz hepimizden şunu bekliyor:
“Ey iman edenler! ’ı çokça zikredin. Onu sabah akşam tesbih edin. Böyle yapmaya devam ederseniz karanlıklardan nura çıkmanız için size rahmet eder melekler sizin için istiğfar eder. müminlere çok merhamet edicidir.” (Ahzap 41-43)
Kemalatın Gerçek Ölçüsü
Büyük sahabi ve müfessirlerin piri İbn-i Abbas r.a. ayette geçen çokça zikrin nasıl yapılacağını şöyle açıklamıştır:
“Yüce yapılmasını farz kıldığı bütün ibadetler için bir zaman şekil ve sınır belirlemiştir. Bunlar için bazı özürleri kabul etmiştir. Ancak zikir böyle değildir. u Tealâ zikir için belirli bir sınırlama getirmemiştir. Onu terk etmek için aklı başından gidip deli olmanın dışında bir özür kabul etmemektedir. Yüce hepimize şu emri vermiştir: ‘Namazı bitirdikten sonra ayakta otururken ve yanınız üzere yatarken ’ı zikrediniz.’ (Nisa 103) Bu şu demektir: Gece gündüz karada denizde vatanınızda yolculukta zengin iken fakir iken rahat ve geniş anlarınızda sıhhat ve hastalık durumlarınızda gizli ve açık her halde Yüce ’ı zikredin. Onu sabah akşam tesbih edin. Böyle yaparsanız size rahmet eder günahlarınızı bağışlarmelekler de devamlı sizin için dua ve istiğfar eder.” (İbnu Kesir Tefsir; Suyutî er-Dürrü’l-Mensur)
Her durumda zikri tavsiye eden şu hadis-i şerifi de burada hatırlatalım: “Kim bir yere oturur da orada Yüce ’ı hiç zikretmezse bu kendisi için bir noksanlık ve katında kınama sebebi olur. Kim bir yere uzanır da orada Yüce ’ı hiç zikretmezse bu kendisi için bir noksanlık ve katında bir kınama sebebi olur. Kim bir yolda yürür de bu esnada Yüce ’ı hiç zikretmezse bu kendisi için bir noksanlık ve katında kınama sebebi olur.” (Ahmed İbnu Hıbban)
İşte ayet ve hadislerde anlatılan bu hal halkın içinde Hak ile beraber olmaktır. dostları bu halin peşine düşmüşler ve onu elde etmek için bütün gayretlerini kullanmışlardır. Velilik için keşif ve kerameti değil bu edebi gerekli görmüşlerdir. Büyük veli Ebu Said Harraz k.s. der ki:
“Kâmil insan kendisinden türlü kerametler meydana gelen kimse değildir. Gerçek kâmil halkın arasında oturur onlarla alış veriş yapar evlenir çoluk-çocuğa kavuşur insanlara karışır fakat bu esnada bir an olsun Yüce ’tan gafil olmaz.”
Kalbi O’na Bağlamanın Yolu
Özellikle gizli zikir yolunu tercih eden arifler bu prensip üzerinde çok durmuşlardır. Ariflere göre halkın içinde Hak ile olmak iki şekilde gerçekleşir. Birincisi kalp ile ikincisi kalıp iledir. Kalp zikirle kalıp edeple süslenmeden bu mana anlaşılamaz.
Kalbin devamlı Yüce ’ı zikretmesi için gafletten uyandırılması ve zikre alıştırılması gerekir. Bunun için güzel bir tevbe ettikten sonra usulünce zikre devam edilmelidir. Zikre devam ede ede kalp zikre alışır. Zikir kalpte yerleşir. Sonra bütün bedene yayılır. Zikir kelimelerini kullanmadan da kalp Yüce ’ı zikretmeye başlar. Zikrin nuru kalbi sarar. Böylece kul bütün varlığı ile Yüce ’ın azametini hisseder; kudret tecelli ve rahmetini seyreder. Arifler bu zikre “zatî zikir” veya “zikr-i sultanî” derler. Kalp bu hale ulaşmadan manevi ilimleri elde edemez. (Sühreverdî Gerçek Tasavvuf)
Zikirle kalbin içindeki boş düşünceler şüphe ve vesveseler silinir gider. Zikrin nuruyla kalbin içi aydınlanır. Kalp zikrin feyzi ile feyizlenir tadı ile tatlanır. Artık her şey Yüce ’ı hatırlatan bir çeşit zikir sebebi olur. Varlıklar kalbe perde olmaz. Kalp Yüce Rabbini tanıdıktan ve O’nun tecellilerini müşahede ettikten sonra başka hiçbir varlık ile perdelenmez. Bu kalp sahibi nereye baksa kiminle karşılaşsa ne yapsa Yüce ’ı zikreder. Yerken içerken konuşurken yatarken kalbi ile ’ı zikreder. Artık istese de Yüce ’ı unutamaz. Bu hal mümkündür fakat kolay değildir. Bunu elde etmek için Yüce ’ın özel yardımı yanında kulun dikkat edeceği bazı edepler vardır. İmam Rabbanî k.s. bu edeplerin en önemlilerini şöyle hatırlatır:
“Kalbin ’tan gayri her şeyi unutacak derecede zikir içinde kaybolması ancakEhl-i Sünnet akidesi üzere hak mezheplerin hükümleriyle amel etmek suretiyle elde edilir. Bu peşine düşülecek en büyük hedeftir. Cenab-ı Hak ile huzur bulup selim hale gelen kalp sahipleri herhangi bir varlığa nazar ettiklerinde ilk olarak onları yaratanı hatırlarlar ve eşya ile perdelenmezler. Ne kadar düşünseler bizzat eşyaya ait bir vücut ve sıfat akıllarına getiremezler. Her şeyde ilâhi tecellileri müşahede ederler. Buna ‘fenâ-i kalbî’ denir. Tasavvufta ilk basamak budur ve diğer velayet makamları bu halin üzerine gelişir.”
(Mektubat)