Mezhebinin kurucusu sayılan, Ahmed b. Hanbel hicrî 164 yılındaBağdat'ta dünyaya geldi. Genç yaştan itibaren Bağdat'ta hadis toplamayabaşladı. Hicrî 186 yılına kadar hadis âlimlerinden dinlediği bütün hadislerikaleme aldı. Hadis araştırma ve tesbiti amacıyla İslâm ülkelerini diyar diyardolaştı. Ahmed b. Hanbel hadis ilminde rivayete önem verdiği kadar,naslardan hüküm çıkarmaya da itina gösterdi. O İmam Şâfiî'nin fıkıhtaki bilgi sine, hüküm çıkarma ve istinbat usul ve metoduna hayrandı. Ahmed b. HanbelMekke'de, Bağdat'ta İmam Şâfiî'den bu metotları öğrendi ve benimsedi.Böylece hadisleri sadece rivayetle yetinmeyip, onların fıkhî mâna ve maksatlarınıda araştırdı. Olgunluk yaşına geldiği zaman ders okutmaya ve fetva vermeyebaşladı. Bu devirde fakihlerin çalışmaları meyvelerini vermiş, çok değerlifıkıh eserleri birer birer ortaya çıkmış, ilk üç mezhebin birinci el kaynaklarıtedvîn edilmişti. İmam Ahmed b. Hanbel kendisini böyle zengin bir fıkıh servetininiçinde buldu. Bunlardan en iyi bir şekilde istifade etmesini bildi.Ahmed b. Hanbel ibadet ve muâmelât konularında iki ayrı usul benimsedi.İbadet konularında naslara ve Selef’in eserlerine sımsıkı sarıldı. Delilsizhüküm vermekten sakındı. Muâmelâtta da yine Selef’in yolu olan, bir şeyinharam veya helâl olduğuna dair naslarda delil yoksa o mubahtır prensibinesarıldı. "Eşyada aslolan mubahlıktır" prensibini Hanefî, Şâfiî ve Mâlikîler debenimserler, ancak Hanbelîler muâmelâtta daha belirgin biçimde serbestliktaraftarıdırlar. Onlar mukavele serbestisini alabildiğine geniş tutmuşlardır.Dinin haram kıldığı şartlar müstesna, bu mezhep ticarette tarafların istediklerişartları koşabileceğini hükme bağlar. Bu mezhepte nassa ve esere sıkısıkıya bağlı olmanın neticesi bir yandan ictihadla hüküm elde etme güçleştirilirken,diğer yandan nassa dayanmadan bir şeye câiz değildir demeyi dezorlaştırmıştır. Eşyada aslolan mubahlıktır kaidesi temel alındığı için mubahufku genişlemiş ve bu bakış açısı büyük ölçüde akidlere de yansımıştır.Ahmed b. Hanbel'in çoğu müstakil veya mezhepte müctehid olan talebeve müntesipleri, onun görüşleri etrafında Hanbelî fıkıh ekolünün oluşmasınısağlamışlar, önceleri Bağdat'ta doğan bu mezhep daha sonra diğer İslâmbölgelerine de yayılmaya başlamıştır. Hanbelî mezhebinin usul ve özellikleri,temelde Ahmed b. Hanbel'in metodolojisi ve fıkhî görüşlerine dayanır. Mezhebinayırıcı vasfı olarak re’y ve kıyastan çok âyet, hadis ve sahâbe kavligibi naklî delillere dayanması dikkat çeker. Mezhepte bir bakıma hadisedayalı fıkıh anlayışı hâkimdir. Sadece fiilen karşılaşılan problemlere çözümüretilmiştir. Teknik anlamda tam bir fıkıh mezhebi değil, bir nevi hadis ekolüolarak da görüldüğü için, Hanbelîliği fıkıh mezhepleri arasında saymayanlarda vardır. Ahmed b. Hanbel'in, devrinde Şîa'ya ve diğer Ehl-i sünnet dışıfikrî ve itikadî akımlara karşı mücadele etmesi, onlara karşı hadisleri ve gelenekseldin anlayışını (Selefîlik) savunmuş olması, onu devrinde Ehl-i sünnet'intemsilcisi konumuna getirmiş, Hanbelîliğin fıkıh mezhebi olmasındabu hususun büyük etkisi olmuştur. Ancak Hanbelîliğin fikrî ve fıkhî gelişimindeyukarıda zikredilen tedvîn faaliyetlerinin yanı sıra İbn Teymiyye veöğrencisi İbn Kayyim el-Cevziyye'nin eserlerinin de büyük payı vardır.Son yüzyılda Arap dünyasında baş gösteren ve dinî olduğu kadar siyasî vesosyo ekonomik bir mahiyet de arzeden Vehhâbîlik hareketi, özellikle akaidalanındaki görüşleri ve Selefî tavrı sebebiyle Hanbelî mezhebini kendilerineyakın bulduğu için Hanbelî mezhebi günümüzde başta Hicaz bölgesi olmaküzere Irak, Suriye, Filistin ve Mısır'da da bir hayli taraftar bulmuş durumdadır.Hanbelî mezhebi bugün Suudi Arabistan'da resmî mezhep konumundadır.Re’y ve ictihad faaliyetinin yoğunlaşıp fıkhî düşüncenin daha doktrinerve sistematik hale geldiği ve hoşgörülü-hürriyetçi bir fikrî tartışma ortamınınbulunduğu hicrî II ve III. yüzyılda, yukarıda haklarında özet bilgi verilendört büyük Sünnî fıkıh mezhebinin imamının ve öğrencilerinin yanı sırabirçok büyük ve bağımsız müctehidin yetiştiği ve bunların da görüşleri etrafındakısmî bir gruplaşmanın olduğu bilinmektedir. Bunlar arasında Mekke'deSüfyân b. Uyeyne (ö. 198/813); Kûfe'de Süfyân es-Sevrî (ö. 161/778), İbn Ebû Leylâ (ö. 148/765), İbn Şübrüme (ö. 144/761); Bağdat'ta EbûSevr (ö. 240/854), Dâvûd ez-Zâhirî (ö. 270/883). İbn Cerîr et-Taberî (ö.310/922); Mısır'da Leys b. Sa‘d (ö. 175/791); Basra'da Hasan-ı Basrî (ö.110/728); Şam'da Evzâî (ö. 157/774); Nîşâbur'da İshak b. Râhûye (ö. 238/853) sayılabilir. İctihad metotları ve delillerden hüküm çıkarma açısından kendilerineözgü görüşleri bulunması itibariyle müstakil birer müctehid olan bu vebenzeri fakihlerin pek çoğu sonradan müntesipleri kalmadığı için mezhepimamı olarak tanınmamış ve görüşleri mezhep olarak fiilî hayata aksetmemiştir.Bununla birlikte ilk dönem hadis ve fıkıh literatüründe görüşlerine yer verilenbu müctehidler, hem İslâm hukukunun doktrin boyutunu ve yorum-çözümzenginliğini göstermesi hem de günümüzdeki kanunlaştırmalarda ihtiyaç duyulabilecekalternatif çözümleri hatırlatması yönüyle ayrı bir önem taşırlar.Günümüzde müntesibi kalmamış olmasına rağmen re’y ve ictihad hareketinekarşı sürdürdüğü sert eleştirileriyle, farklı bakış açılarıyla ve görüşleriylefıkıh kültürüne ayrı bir zenginlik kazandıran Zâhiriyye ekolü ve buekolün iki büyük imamı Dâvûd ez-Zâhirî (ö. 270/883) ve İbn Hazm (ö. 456/1064) burada ayrıca anılmaya değer. Kıyasa ve re’y ictihadına şiddetle karşıçıkıp âyet ve hadislerin zâhirine tutunmanın tek yol olduğunu savunan buekol hicrî IV. asırdan itibaren bir süre etkili olmuş ise de daha sonra, kısmenyakın bir anlayışa sahip olan Şâfiî mezhebi içinde erimiştir. Fıkhın usul vefürû alanında birçok eser veren ve kendinden önceki fakihlerin görüşlerineve metotlarına nasların lafzını esas alma ve hadise bağlılık geleneği içindekalarak ciddi bir eleştiri yönelten İbn Hazm, ekolün fıkıh yönü ön planaçıkan bir mezhep halinde tanınmasını da sağlamıştır.Sünnî mezheplerin dışında kalan fıkhî mezhep ve ekollerin, müntesipleriitibariyle en önemli kısmını Şîa grubunda yer alan fıkhî ekoller teşkil eder.Şîa esasen başlangıçta siyasî, devamında da itikadî bir gruplaşma iken mezhepleşmesürecine bağlı olarak kendine özgü fıkıh doktrin ve uygulaması dageliştirdiğinden Şîa'nın üç büyük fırkası aynı zamanda birer fıkıh mezhebiolarak da görülebilir. İmâmiyye akaid ve fıkıhta Ca‘fer es-Sâdık'ın görüşleriniesas aldığından Ca‘feriyye olarak da anılır. Ca‘ferî fıkhında Sünnî kesimdekiehl-i hadîs ehl-i re’y ayırımını kısmen andırır tarzda iki temel eğilimgörülür ve bunların temsilcileri Ahbârîler ve Usûlîler diye anılırlar. Birincilerhüküm çıkarmada hadisleri esas alır ve Kur'an'ın da ancak bu hadislerleanlaşılabileceğini söylerken ikinci grup kitap, sünnet, icmâ ve akıl şeklindedört delilden söz eder. Ancak Şîa'nın sünnet ve icmâ anlayışı Sünnî mezheplerinkindenoldukça farklı olup Hz. Peygamber'in ve mâsum imamların(on iki imam) söz, fiil ve tasviplerini ölçü alır, sadece Ehl-i beyt’in rivayetettiği hadisleri kabul ederler. Müt‘a nikâhını câiz görme, abdestte çıplakayakların üstüne meshi yeterli sayma, boşamada iki şahit zorunluluğu, beşvakit namazı cem‘ yoluyla üç vakitte kılma, zekâtı (humus) din adamlarıeliyle toplama gibi bazı farklı görüş ve uygulamaları vardır.Şîa'nın diğer kolu olan Zeydiyye, fıkhî görüşleri itibariyle Hanefî mezhebinebir hayli yakındır. Mest üzerine meshi, gayri müslimin kestiğini yemeyive Ehl-i kitap’tan bir kadınla evlenmeyi câiz görmezler. Esasen birersiyasî-itikadî fırka hareketi olan Şîa'nın diğer kolları veya Hâricîlik fıkıh alanındabazı farklı görüşlere sahip ise de bu tür fıkhî farklılıklar diğer Sünnîfıkıh mezhepleri içinde de mevcut olduğundan fazla bir önem taşımazlar.
Kaynak:Diyanet İlmihali
Kaynak:Diyanet İlmihali
Son düzenleme: