Hastalıklar, musibetler ve sıkıntılar günahları temizler mi?
Elbette...Kuşkusuz Rahman ve Rahîm olan yüce yaratıcımız zulmetmeyi sevmez.Öyle merhamet sahibidir ki, bizleri affetmek veya derecelerimizi yükseltmek için her fırsatı değerlendirmek,her bahaneyi sebep yapmak ister.
Peygamberimiz (a.s.m.), mü'minin ayağına batan bir dikene varıncaya kadar başına gelen her güçlük ve üzüntünün onun günahlarını temizlemeye vesile olduğunu belirtir. Sadece şahsına değil, malına ve çoluk çocuğuna gelen bir belanın da Allah'ın huzuruna tertemiz çıkmasına vesile olabileceğini ifade eder. Kulun günahları olup da, sildirecek yeterli sevabı yoksa üzüntü ve hastalık bu fonksiyonu görür ve onu âhiretin acı ve sıkıntılarından kurtarır.
Musibetler, asıl büyük musibet olan inançsızlıktan alıkoyar
Asıl büyük hastalık, inançsızlık ve ibadetsizlik musibetidir. Bizi ikaz edip bu gibi dehşetli hastalıklardan kurtarmaya vesile olan maddî dertlerimiz, aslında dert değil dermandır. Allah'ı tanıyan ve ona kulluk edenin dünyası aydınlık ve mutlulukla doludur. Kişi imanın kuvvetine göre bunu hisseder. İmanın verdiği manevî sevinç ve şifa yanında küçük maddi hastalıklar hiç hükmünde kalır.
Diğer taraftan dünyada yaşadığımız acı ve sıkıntılar, âhirette nimet olarak kendini gösterecek. Dünyanın tatlı gördüğümüz günahlı birçok sahnesi ise, orada acı birer tablo halinde karşımıza çıkacak.
Dünya hizmet ve çalışma yurdudur; ücret ve mükâfat yeri değildir. Kişinin başına bir sıkıntı geldiğinde soğukkanlılığını kaybetmez, isyan etmez ve Allah'a hamd ederse, alacağı diğer sevapların yanı sıra kendisi için Cennette bir köşk inşa edilir. En büyük musibet olan ölüm bile, mü'min için bir rahatlık vesilesidir.
Musibetler, birer sabır sınavıdır
Hastalık ve musibetler bizim için birer sabır sınavıdır. Kişinin değer ve iyiliği böylesi durumlarda göstereceği sabır ölçüsündedir. Sabırdan yoksun olan, her türlü iyilikten yoksundur. Sabır, 'manimizin göstergesidir. Altın ile bakır, elmas ile cam, sıkıntı ateşiyle sınama sonucu belli olur. Peygamberimiz (a.s.m.), "Şüphesiz, büyük mükâfat büyük belalardadır. Allah bir topluluğu severse onları sıkıntılarla imtihan eder. Rıza gösteren rıza bulur. Hoşnutsuzluk gösteren de hoşnutsuzluk bulur." buyurmuşlardır. Bu gibi durumlarda sabır ve sebat gösteren, "sabırlılar defteri"ne kaydedilir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) başka bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: "Mü'minin durumu hayret vericidir. Her hali hayırdır. Bu ondan başkası için söz konusu değildir. Kendisine bir nimet gelse şükreder, mükâfat alır. Bir hastalık gelse sabreder, yine mükâfat alır. Kısacası, Allah'ın mü'min için her hükmü hayırdır."
Diğer yandan nimetle azmak, sıkıntıyla isyan etmek imanla asla bağdaşmayan bir durumdur.
Hastalık ve musibet insanı Allah'a yaklaştırır
Hastalık ve musibet insanı Allah'a yaklaştırır. Ölüm gerçeğini, dünyanın fâniliğini hatırlatıp asıl vatanını düşünmeye sevk eder. Gönlünü Rabbine bağlar. Yaptığı işte daha samimi daha içten olmasını sağlar. Büyük bir ibadet olan dua kapısını açar. "Biz insana nimet verdiğimizde o yüz çevirir, başını alır uzaklaşır. Fakat kendisine sıkıntı dokununca bir de bakarsın uzun uzun yalvarır durur."( Fussilet Sûresi, 41:51) âyeti bu gerçeğe işaret eder.
Böyle durumlarda gerçek mü'min, sadece Allah'tan yardım diler, O'na yalvarır. Şifa için derman aramakla beraber, falcıya, medyuma, üfürükçüye gitmez, mezardan, türbeden medet ummaz. Malını ve servetini hatta çoluk çocuğunu kaybeden, dil ve kalbi hariç bütün bedeni-i hastalık kaplayan, buna rağmen sabah akşam hamd ederek Rabbinin hükmüne hoşnutluğunu dile getiren, her şeyin Allah'ın elinde olduğunu bilerek halini kimseye şikâyet etmeyen, sonunda da şu samimi sözleriyle O'na seslenen Hz. Eyyûb (a.s.) gibi davranır: "Rabbim, zarar bana dokundu, Sen merhametlilerin en merhametlisisin."( Enbiyâ Sûresi, 21:83) Allah da, vazifesini bitirmiş hastalığını kaldırır ve onu över: "Biz onu sabredici bulduk. Ne iyi kuldu o! Gerçekten Allah'a yönelirdi."( Sâd Sûresi, 38:44)
Gönülde kulluk bilincini uyandırır
Hastalık ve musibetler, gönülde kulluk bilincini uyandırır; ruh dünyamızda çeşit çeşit kulluk çiçekleri açtırır. Nice hastalık ve musibet vardır ki, kul için bir şok görevi yapar. Fıtratının rayına oturmasını sağlar. Hayatına istikamet kazandırır. Tövbe ile kulluk görevine döndürür.
Böyleleri için hastalık bir sıhhat, sağlık ise bir hastalıktır. Nice sağlığı yerinde, güçlü kuvvetli, tuzu kuru insan vardır ki, bu dünyayı tatlı görüp, âhireti unutup gaflete gömülmüş asıl büyük hastalığa tutulmuşlardır. Hastalık sayesinde dünyanın fâniliğini anlamış, asıl yurdunun özlemi içine girmiş, dini görevlerini merak edip araştırmaya koyulmuş görünüşte acıdığımız, aslında gıpta edilesi bahtiyar insanlar vardır.
Böyleleri için hastalık bir nimet ve rahmettir. Nimet imtihanı, sıkıntı imtihanından daha çetindir. Bir sıkıntı ve musibete maruz kaldığımızda, geçirdiğimiz sağlık ve afiyet günlerini düşünüp soğukkanlılığımızı korumalı, isyan etmekten haya etmeliyiz.
Nitekim sahabelerden Urve b. Zübeyr'in (r.a.) bir ayağı kangrenden kesilmek zorunda kaldığında şöyle demiş: "Rabbim, yedi evladım vardı. Birini aldıysan altısını bıraktın. Toplam dört olan el ve ayaklarımdan birini aldıysan üçünü bıraktın. Bela verdiysen, daha önce afiyet de verdin. Bazı nimetleri almışsan bir kısmını da bıraktın." Sonra önünde kesik ayağını görünce, "Rabbim bilir ki, seninle bilerek asla bir kötülüğe doğru yürümedim." diyerek bundan dolayı Allah'a şükrünü dile getirmiş.
Kötü duygu ve düşünceleri giderir
Hastalık ve musibetler insanın kibir ve gurur gibi kötü duygularını giderir; insanı mütevazı, merhametli ve sevimli kılar. Ömür boyu işleri yolunda gitse, burnu bile kanamasa, aslını ve akıbetini unutup azabilir. Hastalık ve musibetlerin verdiği dersle, taştan ve demirden olmadığını, her an dağılmak üzere et ve kemikten ibaret, bin bir türlü ihtiyaç ve noksanlık içinde yuvarlanan aciz bir varlık olduğunu anlar. Kendi başına gözle görülmeyen en ufak bir mikropla dahi baş edemediğini, faydasının, zararının, hayatının, ölümünün kendi elinde olmadığını kavrar.
Dolayısıyla büyüklenmesinin, başkalarına tepeden bakmasının son derece anlamsız olduğunu fark eder. Kulluk tavrını takınır. Sürekli sağlık ve afiyet, bazen insanı şımartabilir. Elindeki nimetleri sahiplenmesine, kendisine mal edip gerçek kaynağını unutmasına sebep olabilir.
Oysa hastalık ve musibetler, bir gönül kırıklığı vererek bizi hem Allah'a hem de insanlara yaklaştırır. Her ikisi nezdinde isteklerimizin kabulüne, makbul bir insan olmamıza yardımcı olur. Nitekim ortak noktaları gariplik; alçakgönüllülük ve gönül kırıklığı olan mazlumun, yolcunun, oruçlunun ve hastanın duasının reddedilmeyeceği bildirilmiştir.
Allah katında iyi bir kul olmanın işareti sayılabilir
En büyük bela ve musibetler peygamberlere, sonra evliyalara, sonra da iyilik derecelerine göre diğer insanlara gelmiştir. Bütün o salih insanlar, musibetlere İlâhî bir hediye gözüyle bakmışlardır. Bu mübarek nurlu kafileye katılabilmek için, hastalık ve musibete onların gözüyle bakmak, şikâyet etmek şöyle dursun, sabır göstermek, hatta şükretmek gerekir.
"Yüksek dağların başı dumanlı olur." ve "Allah, dağına göre kar verir" atasözlerimiz büyük bir gerçeğe işaret ederler. Sıkıntı, musibet ve hastalık Allah nezdinde büyüklük ve makbuliyetin işareti olabilir. "Allah birinin hayrını dilediğinde ona musibet verir" hadisi de aynı gerçeği dile getirir.
Ömür boyu, sıkıntı, hastalık ve musibet görmeyen, burnu bile kanamayan bir insan çoğu zaman olgunlaşmamış, tecrübesiz ve ham insandır. Bu hamlığı onun hem dinî hem de dünyevî davranışlarına yansır. Peygamberimiz fizikî güç ve kuvvetiyle kendini beğenmiş böyle birisi için, "Cehennem ehlinden birini görmek isteyen buna baksın" buyurmuştur.
Yapamadığımız iyilik ve ibadetlerimiz aynen yazılmaya devam eder
İnsan genişlikte Allah'ı hatırlamalı ki, Allah da darlık ve sıkıntıda onu gözetsin. Hastalık ve musibet, günahları silip temizleme fonksiyonuna sahiptir. Bununla birlikte hastalık ve musibet nedeniyle yapamadığımız ibadetlerimiz, yapılıyormuş gibi yazılmaya devam eder. Bir insan, daha önce devam ettiği bir ibadet ve hayırlı işi hastalık ve musibet yüzünden sürdüremiyorsa bile, sevap ve mükâfatı aynen yazılmaya devam eder.
Hatta bunama, aklını yitirme gibi yıllarca, hatta ömür boyu süren engeller de böyledir. Bir hadis-i şerif, bu gerçeği belirtmiş ve böyle bir durumda Allah'ın, yazıcı meleklere, Kendisinin engellediği bu süre içinde daha önce gece veya gündüz yaptığı bütün iyilikleri yazmalarını emrettiğini bildirmiştir.
Dileyip de gereğini yerine getiremediğimiz yüksek derecelere erdirir
Bazen gönülden arzuladığımız ve dua edip Allah'tan istediğimiz manevî bir derece ve cennette bir mertebe olur. Fakat bu öylesine yüksektir ki ibadet ve iyiliklerimizle ona ulaşmamız mümkün olmaz. Allah da kulunu bir musibet ve sıkıntı ile imtihan eder ve sabırla ona ulaşmasını mümkün kılar.
Sağlık ve afiyet nimetinin değerini öğretip şükre sevk eder
Her şey zıddı ile bilinir. Gece olmazsa gündüz, soğuk olmazsa sıcak, kötü olmazsa iyi, açlık olmazsa tokluk, susuzluk olmazsa suyun değeri bilinmez. Hastalık da olmazsa sağlığın ne büyük nimet olduğu anlaşılmaz. "Sağlık sağlam insanların başında öyle bir taçtır ki, onu sadece bundan mahrum olanlar görür" sözü ünlüdür.
Kanunî'nin "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi" beyti de, dünyada hiçbir servetin sağlık kadar değerli olmadığını belirtir. Ömür boyu sağlık ve refah içinde yaşayanlar, sahip oldukları nimetin değerini bilemezler. Tıpkı, deryada yüzüp de denizin farkında olamayan balıklar ve her an doya doya havayı teneffüs edip de etrafındaki atmosferi göremeyen insanlar gibi...
Bilindiği gibi hangi yerimiz ağrısa vücudumuzun en önemli organının o olduğunu zannederiz. Diş, göz, kulak vs. ağrısını çekenler ömür boyu sağlık ve afiyet içerisinde istifade ettiğimiz bu cihazlarımızın ne büyük nimet olduğunu daha iyi anlarlar. İşte hastalık ve musibetlerin bir hikmeti de içinde yüzüp değerini bilemediğimiz, dolayısıyla şükrünü gereği gibi yerine getiremediğimiz nimetlerin farkına varmamıza yardımcı olmasıdır.
Ayrıca hastalık ve musibetler de derece derecedir. Herkes kendinden daha kötü durumda olanı görünce haline şükreder. Bize düşen, bilgimizin sınırlı olduğunu bilip hakkımızda hayırlısının ne olduğunu bilemediğimizin bilincinde olmak; sağlık ve huzurumuz için elimizden gelen gayreti gösterdikten sonra halimize şükretmek ve her şeyin hayırlısını Rahmeti sonsuz Rabbimizden dilemektir.
Sonucu şifa olan acı bir ilaçtır
Her hastalık ve musibet bizim için acı bir ilaç gibidir. Bilelim veya bilmeyelim, dünyamıza ya da âhiretimize yönelik mutlaka bir veya birkaç hikmeti vardır.
Yüce Allah, "Ne bilirsiniz belki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayır; hoşunuza giden bir şey de sizin için serdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz."( 5 Bakara Sûresi, 2:216) buyurarak bu gerçeğe işaret eder.
Bize düşen, kendimiz için en iyi bildiğimiz yolda var gücümüzle çaba göstermekle beraber, tersiyle karşılaştığımızda "bir hikmeti vardır" diyerek Allah'a teslim olmak ve fırtına geçinceye kadar sabretmektir.
Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın ifade ettiği gibi,
"Hak serleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Arif ânı seyr eyler
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler." diyerek isyandan kaçınmak; tatlı neticeyi ve musibet karının altındaki sevimli bahar çiçeklerinin açmasını beklemektir.
Gafleti önler, manen uyanık tutar
Hastalık, musibet ve sıkıntıyla kişi Allah'a karşı daha çok acizlik, ihtiyaç ve yoksulluğunu hisseder. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'a muhtaçtır. Allah'ın ise hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Hastalık ve musibetler olmazsa, kişi gaflete dalarak kendini unutur.
Hatta daha da ileri giderek Allah'a karşı cüretkâr iddialarda bulunmaya kalkışabilir. Tarihte tanrılık davası güden Firavun gibi kimseler hep, acizlik, fakirlik ve muhtaçlıklarını unutan mağrur kişilerden çıkmıştır. En katı ve zorba adamlar bile hastalandıklarında acizlik, yoksulluk ve çaresizliğini derinden hissederek yüreği yumuşar ve Rabbine sığınma ihtiyacını duyar.
Risâle-i Nûr'dan esinlenilmiştir.
alıntı
Elbette...Kuşkusuz Rahman ve Rahîm olan yüce yaratıcımız zulmetmeyi sevmez.Öyle merhamet sahibidir ki, bizleri affetmek veya derecelerimizi yükseltmek için her fırsatı değerlendirmek,her bahaneyi sebep yapmak ister.
Peygamberimiz (a.s.m.), mü'minin ayağına batan bir dikene varıncaya kadar başına gelen her güçlük ve üzüntünün onun günahlarını temizlemeye vesile olduğunu belirtir. Sadece şahsına değil, malına ve çoluk çocuğuna gelen bir belanın da Allah'ın huzuruna tertemiz çıkmasına vesile olabileceğini ifade eder. Kulun günahları olup da, sildirecek yeterli sevabı yoksa üzüntü ve hastalık bu fonksiyonu görür ve onu âhiretin acı ve sıkıntılarından kurtarır.
Musibetler, asıl büyük musibet olan inançsızlıktan alıkoyar
Asıl büyük hastalık, inançsızlık ve ibadetsizlik musibetidir. Bizi ikaz edip bu gibi dehşetli hastalıklardan kurtarmaya vesile olan maddî dertlerimiz, aslında dert değil dermandır. Allah'ı tanıyan ve ona kulluk edenin dünyası aydınlık ve mutlulukla doludur. Kişi imanın kuvvetine göre bunu hisseder. İmanın verdiği manevî sevinç ve şifa yanında küçük maddi hastalıklar hiç hükmünde kalır.
Diğer taraftan dünyada yaşadığımız acı ve sıkıntılar, âhirette nimet olarak kendini gösterecek. Dünyanın tatlı gördüğümüz günahlı birçok sahnesi ise, orada acı birer tablo halinde karşımıza çıkacak.
Dünya hizmet ve çalışma yurdudur; ücret ve mükâfat yeri değildir. Kişinin başına bir sıkıntı geldiğinde soğukkanlılığını kaybetmez, isyan etmez ve Allah'a hamd ederse, alacağı diğer sevapların yanı sıra kendisi için Cennette bir köşk inşa edilir. En büyük musibet olan ölüm bile, mü'min için bir rahatlık vesilesidir.
Musibetler, birer sabır sınavıdır
Hastalık ve musibetler bizim için birer sabır sınavıdır. Kişinin değer ve iyiliği böylesi durumlarda göstereceği sabır ölçüsündedir. Sabırdan yoksun olan, her türlü iyilikten yoksundur. Sabır, 'manimizin göstergesidir. Altın ile bakır, elmas ile cam, sıkıntı ateşiyle sınama sonucu belli olur. Peygamberimiz (a.s.m.), "Şüphesiz, büyük mükâfat büyük belalardadır. Allah bir topluluğu severse onları sıkıntılarla imtihan eder. Rıza gösteren rıza bulur. Hoşnutsuzluk gösteren de hoşnutsuzluk bulur." buyurmuşlardır. Bu gibi durumlarda sabır ve sebat gösteren, "sabırlılar defteri"ne kaydedilir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) başka bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: "Mü'minin durumu hayret vericidir. Her hali hayırdır. Bu ondan başkası için söz konusu değildir. Kendisine bir nimet gelse şükreder, mükâfat alır. Bir hastalık gelse sabreder, yine mükâfat alır. Kısacası, Allah'ın mü'min için her hükmü hayırdır."
Diğer yandan nimetle azmak, sıkıntıyla isyan etmek imanla asla bağdaşmayan bir durumdur.
Hastalık ve musibet insanı Allah'a yaklaştırır
Hastalık ve musibet insanı Allah'a yaklaştırır. Ölüm gerçeğini, dünyanın fâniliğini hatırlatıp asıl vatanını düşünmeye sevk eder. Gönlünü Rabbine bağlar. Yaptığı işte daha samimi daha içten olmasını sağlar. Büyük bir ibadet olan dua kapısını açar. "Biz insana nimet verdiğimizde o yüz çevirir, başını alır uzaklaşır. Fakat kendisine sıkıntı dokununca bir de bakarsın uzun uzun yalvarır durur."( Fussilet Sûresi, 41:51) âyeti bu gerçeğe işaret eder.
Böyle durumlarda gerçek mü'min, sadece Allah'tan yardım diler, O'na yalvarır. Şifa için derman aramakla beraber, falcıya, medyuma, üfürükçüye gitmez, mezardan, türbeden medet ummaz. Malını ve servetini hatta çoluk çocuğunu kaybeden, dil ve kalbi hariç bütün bedeni-i hastalık kaplayan, buna rağmen sabah akşam hamd ederek Rabbinin hükmüne hoşnutluğunu dile getiren, her şeyin Allah'ın elinde olduğunu bilerek halini kimseye şikâyet etmeyen, sonunda da şu samimi sözleriyle O'na seslenen Hz. Eyyûb (a.s.) gibi davranır: "Rabbim, zarar bana dokundu, Sen merhametlilerin en merhametlisisin."( Enbiyâ Sûresi, 21:83) Allah da, vazifesini bitirmiş hastalığını kaldırır ve onu över: "Biz onu sabredici bulduk. Ne iyi kuldu o! Gerçekten Allah'a yönelirdi."( Sâd Sûresi, 38:44)
Gönülde kulluk bilincini uyandırır
Hastalık ve musibetler, gönülde kulluk bilincini uyandırır; ruh dünyamızda çeşit çeşit kulluk çiçekleri açtırır. Nice hastalık ve musibet vardır ki, kul için bir şok görevi yapar. Fıtratının rayına oturmasını sağlar. Hayatına istikamet kazandırır. Tövbe ile kulluk görevine döndürür.
Böyleleri için hastalık bir sıhhat, sağlık ise bir hastalıktır. Nice sağlığı yerinde, güçlü kuvvetli, tuzu kuru insan vardır ki, bu dünyayı tatlı görüp, âhireti unutup gaflete gömülmüş asıl büyük hastalığa tutulmuşlardır. Hastalık sayesinde dünyanın fâniliğini anlamış, asıl yurdunun özlemi içine girmiş, dini görevlerini merak edip araştırmaya koyulmuş görünüşte acıdığımız, aslında gıpta edilesi bahtiyar insanlar vardır.
Böyleleri için hastalık bir nimet ve rahmettir. Nimet imtihanı, sıkıntı imtihanından daha çetindir. Bir sıkıntı ve musibete maruz kaldığımızda, geçirdiğimiz sağlık ve afiyet günlerini düşünüp soğukkanlılığımızı korumalı, isyan etmekten haya etmeliyiz.
Nitekim sahabelerden Urve b. Zübeyr'in (r.a.) bir ayağı kangrenden kesilmek zorunda kaldığında şöyle demiş: "Rabbim, yedi evladım vardı. Birini aldıysan altısını bıraktın. Toplam dört olan el ve ayaklarımdan birini aldıysan üçünü bıraktın. Bela verdiysen, daha önce afiyet de verdin. Bazı nimetleri almışsan bir kısmını da bıraktın." Sonra önünde kesik ayağını görünce, "Rabbim bilir ki, seninle bilerek asla bir kötülüğe doğru yürümedim." diyerek bundan dolayı Allah'a şükrünü dile getirmiş.
Kötü duygu ve düşünceleri giderir
Hastalık ve musibetler insanın kibir ve gurur gibi kötü duygularını giderir; insanı mütevazı, merhametli ve sevimli kılar. Ömür boyu işleri yolunda gitse, burnu bile kanamasa, aslını ve akıbetini unutup azabilir. Hastalık ve musibetlerin verdiği dersle, taştan ve demirden olmadığını, her an dağılmak üzere et ve kemikten ibaret, bin bir türlü ihtiyaç ve noksanlık içinde yuvarlanan aciz bir varlık olduğunu anlar. Kendi başına gözle görülmeyen en ufak bir mikropla dahi baş edemediğini, faydasının, zararının, hayatının, ölümünün kendi elinde olmadığını kavrar.
Dolayısıyla büyüklenmesinin, başkalarına tepeden bakmasının son derece anlamsız olduğunu fark eder. Kulluk tavrını takınır. Sürekli sağlık ve afiyet, bazen insanı şımartabilir. Elindeki nimetleri sahiplenmesine, kendisine mal edip gerçek kaynağını unutmasına sebep olabilir.
Oysa hastalık ve musibetler, bir gönül kırıklığı vererek bizi hem Allah'a hem de insanlara yaklaştırır. Her ikisi nezdinde isteklerimizin kabulüne, makbul bir insan olmamıza yardımcı olur. Nitekim ortak noktaları gariplik; alçakgönüllülük ve gönül kırıklığı olan mazlumun, yolcunun, oruçlunun ve hastanın duasının reddedilmeyeceği bildirilmiştir.
Allah katında iyi bir kul olmanın işareti sayılabilir
En büyük bela ve musibetler peygamberlere, sonra evliyalara, sonra da iyilik derecelerine göre diğer insanlara gelmiştir. Bütün o salih insanlar, musibetlere İlâhî bir hediye gözüyle bakmışlardır. Bu mübarek nurlu kafileye katılabilmek için, hastalık ve musibete onların gözüyle bakmak, şikâyet etmek şöyle dursun, sabır göstermek, hatta şükretmek gerekir.
"Yüksek dağların başı dumanlı olur." ve "Allah, dağına göre kar verir" atasözlerimiz büyük bir gerçeğe işaret ederler. Sıkıntı, musibet ve hastalık Allah nezdinde büyüklük ve makbuliyetin işareti olabilir. "Allah birinin hayrını dilediğinde ona musibet verir" hadisi de aynı gerçeği dile getirir.
Ömür boyu, sıkıntı, hastalık ve musibet görmeyen, burnu bile kanamayan bir insan çoğu zaman olgunlaşmamış, tecrübesiz ve ham insandır. Bu hamlığı onun hem dinî hem de dünyevî davranışlarına yansır. Peygamberimiz fizikî güç ve kuvvetiyle kendini beğenmiş böyle birisi için, "Cehennem ehlinden birini görmek isteyen buna baksın" buyurmuştur.
Yapamadığımız iyilik ve ibadetlerimiz aynen yazılmaya devam eder
İnsan genişlikte Allah'ı hatırlamalı ki, Allah da darlık ve sıkıntıda onu gözetsin. Hastalık ve musibet, günahları silip temizleme fonksiyonuna sahiptir. Bununla birlikte hastalık ve musibet nedeniyle yapamadığımız ibadetlerimiz, yapılıyormuş gibi yazılmaya devam eder. Bir insan, daha önce devam ettiği bir ibadet ve hayırlı işi hastalık ve musibet yüzünden sürdüremiyorsa bile, sevap ve mükâfatı aynen yazılmaya devam eder.
Hatta bunama, aklını yitirme gibi yıllarca, hatta ömür boyu süren engeller de böyledir. Bir hadis-i şerif, bu gerçeği belirtmiş ve böyle bir durumda Allah'ın, yazıcı meleklere, Kendisinin engellediği bu süre içinde daha önce gece veya gündüz yaptığı bütün iyilikleri yazmalarını emrettiğini bildirmiştir.
Dileyip de gereğini yerine getiremediğimiz yüksek derecelere erdirir
Bazen gönülden arzuladığımız ve dua edip Allah'tan istediğimiz manevî bir derece ve cennette bir mertebe olur. Fakat bu öylesine yüksektir ki ibadet ve iyiliklerimizle ona ulaşmamız mümkün olmaz. Allah da kulunu bir musibet ve sıkıntı ile imtihan eder ve sabırla ona ulaşmasını mümkün kılar.
Sağlık ve afiyet nimetinin değerini öğretip şükre sevk eder
Her şey zıddı ile bilinir. Gece olmazsa gündüz, soğuk olmazsa sıcak, kötü olmazsa iyi, açlık olmazsa tokluk, susuzluk olmazsa suyun değeri bilinmez. Hastalık da olmazsa sağlığın ne büyük nimet olduğu anlaşılmaz. "Sağlık sağlam insanların başında öyle bir taçtır ki, onu sadece bundan mahrum olanlar görür" sözü ünlüdür.
Kanunî'nin "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi" beyti de, dünyada hiçbir servetin sağlık kadar değerli olmadığını belirtir. Ömür boyu sağlık ve refah içinde yaşayanlar, sahip oldukları nimetin değerini bilemezler. Tıpkı, deryada yüzüp de denizin farkında olamayan balıklar ve her an doya doya havayı teneffüs edip de etrafındaki atmosferi göremeyen insanlar gibi...
Bilindiği gibi hangi yerimiz ağrısa vücudumuzun en önemli organının o olduğunu zannederiz. Diş, göz, kulak vs. ağrısını çekenler ömür boyu sağlık ve afiyet içerisinde istifade ettiğimiz bu cihazlarımızın ne büyük nimet olduğunu daha iyi anlarlar. İşte hastalık ve musibetlerin bir hikmeti de içinde yüzüp değerini bilemediğimiz, dolayısıyla şükrünü gereği gibi yerine getiremediğimiz nimetlerin farkına varmamıza yardımcı olmasıdır.
Ayrıca hastalık ve musibetler de derece derecedir. Herkes kendinden daha kötü durumda olanı görünce haline şükreder. Bize düşen, bilgimizin sınırlı olduğunu bilip hakkımızda hayırlısının ne olduğunu bilemediğimizin bilincinde olmak; sağlık ve huzurumuz için elimizden gelen gayreti gösterdikten sonra halimize şükretmek ve her şeyin hayırlısını Rahmeti sonsuz Rabbimizden dilemektir.
Sonucu şifa olan acı bir ilaçtır
Her hastalık ve musibet bizim için acı bir ilaç gibidir. Bilelim veya bilmeyelim, dünyamıza ya da âhiretimize yönelik mutlaka bir veya birkaç hikmeti vardır.
Yüce Allah, "Ne bilirsiniz belki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayır; hoşunuza giden bir şey de sizin için serdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz."( 5 Bakara Sûresi, 2:216) buyurarak bu gerçeğe işaret eder.
Bize düşen, kendimiz için en iyi bildiğimiz yolda var gücümüzle çaba göstermekle beraber, tersiyle karşılaştığımızda "bir hikmeti vardır" diyerek Allah'a teslim olmak ve fırtına geçinceye kadar sabretmektir.
Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın ifade ettiği gibi,
"Hak serleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Arif ânı seyr eyler
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler." diyerek isyandan kaçınmak; tatlı neticeyi ve musibet karının altındaki sevimli bahar çiçeklerinin açmasını beklemektir.
Gafleti önler, manen uyanık tutar
Hastalık, musibet ve sıkıntıyla kişi Allah'a karşı daha çok acizlik, ihtiyaç ve yoksulluğunu hisseder. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'a muhtaçtır. Allah'ın ise hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Hastalık ve musibetler olmazsa, kişi gaflete dalarak kendini unutur.
Hatta daha da ileri giderek Allah'a karşı cüretkâr iddialarda bulunmaya kalkışabilir. Tarihte tanrılık davası güden Firavun gibi kimseler hep, acizlik, fakirlik ve muhtaçlıklarını unutan mağrur kişilerden çıkmıştır. En katı ve zorba adamlar bile hastalandıklarında acizlik, yoksulluk ve çaresizliğini derinden hissederek yüreği yumuşar ve Rabbine sığınma ihtiyacını duyar.
Risâle-i Nûr'dan esinlenilmiştir.
alıntı