عن بكر بن عبد الله رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: حياتي خير لكم تحدثون ويحدث لكم، فإذا أنا مت كانت وفاتي خيرا لكم، تعرض على أعمالكم فإذا رأيت خيرا حمدت الله وإن رأيت شرا استغفرت الله لكم.
Bekr b. Abdullah (Radıyallahu anh)’dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Benim hayatım, sizin için hayırlıdır, (sağlığımda birtakım işler) ya-parsınız, size (onlarla ilgili hükümler) bildirilir. Ben öldüğümde ise, vefâtım sizin için hayırlı olur, çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir, hayır görürsem, Allâh’a hamdederim, şer görürsem, Allâh’tan sizin için af dilerim”
Bu hadîs-i şerîfi, Bezzâr gibi bir hadîs hâfızı, Müsned’inde zikret-miştir. Hâfız Irâkî’nin oğlu “Bu hadîsin isnâdı çok iyidir” demiştir.
Heysemî, “Bu hadîsi Bezzâr rivâyet etti, ricâl-i sahihte geçen zevâttır” demiştir.
İmam Süyûtî, “Bu hadîs sahihtir” demiştir. Kastalânî, Buhârî Şerhi’-nde sahih, Alî el-Kârî “Şifâ Şerhi”nde sahih, Zerkanî de, “Mevâhib Şerhi”nde bu hadîs-i şerîfin sahih olduğunu söylemişlerdir.
Abdullâh b. Sıddîk el-Gumarî (Rahimehullâh), “Nihâyetü’l-âmâl fî şerhi ve tashîh-i hadîs-i arzi’l-e’mâl” isimli müstakil bir risâleyi, sadece bu hadîsin sıhhatini beyân etmeye tahsis etmiştir.
Bu hadîsin sahîh olduğuna ve dört mezhep imamı dâhil birçok imama göre huccet kabul edilen sahîh ve mürsel yollarla rivâyet edildiğine dâir, müstakil kitaplar yazılacak kadar ilim mevcutken, inançlarını hadislere göre ayarlamak yerine, hadisleri inançlarına göre tahlîle tâbi tutma yolunu seçen Elbânî gibilerin, bu hadîsi zayıf kabul etmeleri hatadır.
Ama elden ne gelir ?
Hadîs-i şerîfte vârid olduğu üzere:
“Dini iyi anlamak, yalnızca Allah’ın kendileri hakkında hayır dilediği kimselere nasiptir.” Artık “Ben vefatından sonra, Resûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın istiğfârından bir şey ummuyorum” diyene, “İnkârcının nasibi ancak mahrû-miyettir” demekten başka ne denebilir? Oysa görüldüğü üzere; biz, vefâtından sonra da, sağlığındaki gibi Resûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in duâ ve istiğfarından faydalanmaya devam etmekteyiz.
İleride gelecek olan 5. hadiste Mâlik ed-Dâr’ın rivayetinde görüleceği üzere sahabe Resulullah’ın kabrine gelip, yağmur yağması, için Allah’a dua etmesini Resulullah’tan istemiş daha sonra da yağmur yağmıştır.
Kerâmet sâhibi bir kişi, tıpkı mucize sâhibi bir Nebî aleyhisselâm (hat-tâ sıradan insanların sıradan işlerinde olduğu) gibi, Allah (celle celâlühû)’ın izni, yaratması ve var etmesi ile sebep olma yoluyla yardım isteyene yardımda bulunabilir. Yani, böyle bir durumda, yaratıcı Allah-u Teâlâ’dır, kerâmet sahibi kişi ise vesiledir. Allah (Azze ve Celle) onun aracılığı ile onun elinden dilediğini halk etmiştir.
Bunun, birazcık akla, insafa, cüz’î ilme ve irfâna, as-garî Ehl-i Sünnet akîdesi ve anlayışına sâhip olana göre, Kur’ân ve Sünnetten delîlleri çoktur.
Büyük hadis âlimi Ebû Dâvûd et-Tayâlisî’nin Müsnedin’de Câbir’den rivâyet ettiğine göre, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Yaptığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıklarına gösterilir. İşleriniz iyi ise sevinirler, iyi değilse ya Rabbi! İyi işler yapmaları için kalplerine ilham eyle, derler.”
Allah, “şehitler için ölü demeyiniz, onlar diridirler”, buyuruyor. Peygamberlerin kabirlerinde diri oldukları, sahih hadislerle bildirilmiştir. Allah’ın irade ve müsaadesiyle bizi görebilen, duyabilen, bizim için dua eden, Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve kendileri için kabirleri başında dûa ettiğimiz insanlara “bizi işitemezler!” demek akıl sahiplerinin işi değildir.
Müfessir Âlûsî, Rûhu’l-Meânî’sinde, işleri düzenleyip yönetenler hakkı için âyetinin tefsirinde, ona göre bazı yanlış anlamalara cevap verdikten sonra şöyle diyor:
“Evet, Allah (celle celâlühû) bazen dostlarından dilediklerine, ölmeden evvel olduğu gibi, öldükten sonra da dilediği kerâmeti verir ve Hakk Sübhanehû ve Teâlâ, hastayı iyileştirir, boğulmakta olanı kurtarır, düşmana karşı yardım eder, yağmur yağdırır ve bunu kerâmet olarak verebilir.
Bazen de, o kişiye benzeyen bir sûret ortaya çıkarır ve o sûret, o kişi-nin hürmetine, günah olmayan şeylerden Allah (Celle Celâlühû) istenileni, isteyenin istediğini yerine getirmek için yapar...” (Âlûsî’nin sözü bitti.)
Fahruddîn-i Râzî, Tefsîr-i Kebîr’inde ve El-Metâlibu’l-Âliyye’de…
Allâme Seyyid Şerîf Cürcânî, el-Metâli’ üzerine yazdığı haşiyesinin başlarında, İbnu’l-Kayyim de, “Er-Rûh” isimli kitâbında ölülerin birtakım tasarruflarda bulunabileceklerini ve dirilere faydalı olabileceklerini söylemektedirler.
Hâs ve dar manada velî olduğuna inanılan bir kimseden kerâmet beklenilmesi, ne Kitâp ne sünnet, ne de icmâa ters düşen bir şey değildir. Hattâ bu kıyasa bile uyar. Şöyle ki, Allah bu âlemde yaptığı rızık ve benzeri yardımlardan birçoğunu kulları vasıtasıyla yapar.
O vasıtalardan gördüğümüz rızık ve nimetleri bizzat kendilerinden sayarsak, bu, tek Rezzâk’ın Allah olduğuna dair inen âyete ters düşmekle bir çeşit şirk sebebi olur. O bakımdan doğrusu kulları sebep ve vasıta Allah’ıda (Cel-le Celâlühû) yaratan ve îcâd eden görmektir.
İbn Teymiyye: Bazı kimselerin, Peygamber Efendimiz (sallallahu aley-hi ve sellem) veya ümmetine mensup salih bir şahsiyet aracılığı ile Allah’tan bir şey dilemeleri ve bu dileklerinin Allah tarafından, Peygamber’inin veya o kulunun elinden yerine getirilmesidir. Bu da çok görülen bir olaydır.
İbn Teymiyye: böyle bir dileğin yerine gelmesi yanı başında duâ edilen mezarda yatan ölünün kerâmeti olarak sayılabilir.
İbn Teymiyye böyle bir dilekte bulunmayı doğru bulmamakla beraber, böyle dileklerin, Allah’ın (Celle Celalühü) izni ile kabul olunabildiğini itiraf etmiştir.
İbnü’l Kayyim el-Cevziyye Kitâbu’r-Ruh, s. 25.de şu kıssayı anlatır.
Ölülerin dirilere yardımının dokunabileceğinin delillerinden biri de, İmam Buhârî’nin kısa, İmam Taberânî’nin de uzun olarak Enes (radı-yallahu anh)’den rivayet ettiği hadistir:
“Yemâme (Muhârebesi) gününde (harp bitince ve) insanlar aralanınca Sâbit b. Kays’a: “Baksana ey amca!” dedim. Onu karışık sözler söyler halde buldum.
“Biz Resûlullah ile beraber böyle harp etmezdik. Akranlarınızı ne kötü alıştırdınız! Ey Allah’ım! Şunların getirdiklerinden ve yaptıklarından sana sığınıyorum” de(miş)di. Sonra harp etti ve nihayet şehit edildi. Üzerinde kıymetli bir zırh vardı. Ona bir Müslüman uğrayıp o zırhı aldı.
Müslümanlardan bir adam uyurken, Sâbit (Radıyallahu anh) rüyasında O’na geldi ve (şöyle) dedi:
— “Sana bir vasiyette bulunacağım. Sakın ha! ‘bu karışık bir rüyadır’ deyip de onu zayi etme!.. Ben şehit edildiğim zaman, zırhımı falanca kişi aldı. Onun evi, insanların (oturdukları mıntıkanın) en uzağındandır. Çadırının yanında oynaşan bir at vardır. Bu at, o zırha bir eski ip fazlasıyla bağlanmıştır. Üzerinde de atın üzerine bağlanan bir şey/çul vardır. Halid (Radıyallahu anh)’a git, ona emret, o zırhı alsın ve Ebû Bekir radıyallahu anh’e: üzerimde falancanın şu kadar alacağı bulunduğunu ve falanca kölenin de azad edilmiş bir köle olduğunu söylesin!”
Adam uyandı, Halid’e geldi ve ona (rüyâyı) haber verdi. Bunun üzerine Hâlid zırha bir adam gönderdi ve (adam) onu anlattığı gibi getirdi. Daha sonra adam rüyasını Hazreti Ebû Bekir’e haber verdi. O da ölünün vasiyyetini yerine getirdi.” Bunu, Beğavî de başka bir senedle Atâ el-Horasânî yoluyla Sabit b. Kays’dan uzun olarak rivayet etti.
Selefi görüşü üzere olduğunu idda edenlerin imamımız dedikleri İbnü’l Kayyim el-Cevziyye, İbn Teymiyye’nin talebesi olduktan sonra yazdığı Kitâbu’r-Ruh, s. 25.de bu kıssayı yazıp şöyle demiştir:
İbnü’l Kayyim el-Cevziyye: Adeletin temsilcisi veliler, hırsızlardan çalıntıları almıştır. Buna bile karşı çıkanların malları çalındığında, her nedense buna başvurmuşlardır.
Bu kıssa, ölünün, diri tarafından ona yapılanı hissettiğini, hattâ dirinin onun malından gizlediği şeyi ve yerini tam olarak bildiğini ifâde etmektedir.
Eğer, ‘bu (hâdise), Allah celle celâlühû'nün o günde vasiyet etmeye güç yetiremezler Yasin:5 âyetinin açık manasına tersdir,’ dersen,
Bizde şöyle deriz: Bu ayet (insanların) üzerlerine ansızın kıyamet kopup da vaktin darlığından dolayı vasiyet edemeyecekleri hakkındadır. Nitekim İmam, Müfessir el-Mukrî’ Alauddîn Ali İbni Muhammed İbni İbrahim eş-Şafiî el-Bağdâdî, Hâzin diye tanınır Hâzin rahimehullah dahi Tefsîr’inde buna işâret etmiştir.