HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
Her Fırsatta Tebliğ
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendi âile ve kabilesine İslâm’ı tebliğ ettikten sonra, Mekke’nin diğer âile ve kabilelerine ve bütün Arap halkına getirdiği dinin esaslarını duyurmaya çalıştı. Açık dâvet emrini alışından itibaren Hicret’e kadar Mekke’de kaldığı on yıl içinde, her yerde ve her vesile ile Nûr’u yaymaya, insanlığı kurtuluşa çağırmaya, yılmadan, yıkılmadan, çekinmeden devam etti.
Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem’ine en şerefli vasıf olan risalet sıfatı ile hitâp ederek, kendisine bildirmiş olduğu şeylerin tamamını, Kur’an-ı kerim’in bütün hükümlerini tebliğ etmesini emir buyurdu:
“Ey Resul! Rabb’inden sana indirileni tebliğ et.” (Mâide: 67)
Hiç kimseden çekinme, kimseden sana herhangi bir kötülük gelmesinden korkma.
“Eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun.” (Mâide: 67)
Onu insanların kötülüklerinden muhafaza edip korumayı Allah-u Teâlâ bizzat kendi üzerine aldı:
“Allah seni insanlardan koruyacaktır.” (Mâide: 67)
Koruyucusu Allah olana hiç kimsenin hiçbir zararı dokunamayacağı açık bir gerçektir.
“Doğrusu Allah kâfirler gürûhunu hidayete erdirmez.” (Mâide: 67)
Ona karşı herhangi bir suikast yapmaya kalkışacak olanların kâfirlerden olacağında şüphe yoktur. Onlar hidayete götüren yollarda yürümedikleri için hidayetten mahrum olmuşlardır. Kimin kâfirliğine hükmedilmişse, o aslâ hidayet bulamaz.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde geçmişte yaşayan her topluluğa bir ibadet yolu gösterdiğini, peygamber olarak gönderdiği Resulullah Aleyhisselâm’ın dosdoğru bir yolda olduğunu ve o Allah yoluna insanları dâvet etmesinin gerektiğini beyan buyurmaktadır:
“Biz her ümmete bir ibadet yolu tayin ettik, onlar ona göre ibadet etmektedirler. Öyleyse bu hususta seninle çekişmesinler. Sen Rabb’ine dâvet et, şüphesiz ki sen dosdoğru bir hidayet üzerindesin.” (Hacc: 67)
Senin dinin hidayet ve saâdet dinidir.
“Eğer seninle mücadeleye girişirlerse de ki: ‘Allah yaptıklarınızı çok iyi bilmektedir.’” (Hacc: 68)
Hiç şüphe yok ki sizin böyle bâtıl yere mücâdelenizi de bilir, elbette ki sizi lâyık olduğunuz cezalara kavuşturacaktır.
“Allah, ayrılığa düştüğünüz hususlarda kıyamet günü aranızda hüküm verecektir.” (Hacc: 69)
Böylece neyin hak, neyin bâtıl olduğunu anlayacaksınız.
•
Resulullah Aleyhisselâm bu tebliğ işini evde, çarşıda, pazarda, Kâbe’de, hususi sohbetlerde, açık toplantılarda aralıksız yürüttü.
Hacc için, seyahat veya ticaret için, her ne sebeple olursa olsun, hariçten Mekke’ye gelenlere de; zengin fakir, kadın erkek, genç yaşlı, tüccar, esnaf, işçi, köle... demeden herkese İslâm’ın esaslarını, imanın hakikatlerini anlatırdı. Bazıları sert tepki gösterir, kötü sözler söyler, hatta taş toprak atanlar bile olurdu.
Minâ, Ukâz, Mecenne ve Zülmecâz panayırlarında her kabileye uğrar, her çadıra girip şu sözleri söylerdi:
“Ey insanlar! ‘Lâ ilâhe illâllah’ deyiniz, kurtulacaksınız. Bu şehâdet kelimesi sayesinde Arabistan’ın hâkimi olacaksınız, Acemler de size tâbi olacaklar. İman ederseniz cennette her şeye sahip olacaksınız.”
Ebu Leheb de peşine takılır ve:
“Ey halk! Bu benim kardeşimin oğludur, yalancıdır, ondan sakının!” diye bağırırdı.
Bununla beraber dürüst, cesur, hakikati araştıran, akl-ı selim sahibi olan kimseler hemen müslüman oluyorlardı.
Tebliğde Azim:
Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm’a halkı uyarma vazifesini tevcih ettiğinde, bu ilâhî dâvet vazifesine azimle devam etmesini, onların arzu ve heveslerine, engellemelerine aldırmamasını emir buyurdu.
Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana da size de ne yapılacağını bilmem. Ben ancak bana vahyedilene uyarım ve ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkâf: 9)
Benim vazifem sizi imana dâvet etmektir. Bana vahyedilene göre, sizi Allah’ın azabından sakındırıyorum.
“De ki: Ben şüphesiz ki apaçık bir uyarıcıyım.” (Hicr: 89)
Yüz çevirenlerin tepesine Cebbâr olan Allah’ın azabının ineceğini açık bir şekilde haber veriyorum.
“İşte bundan ötürü sen onları tevhide, birliğe dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma.” (Şûrâ: 15)
İslâm’ı kabul etmeleri için tâviz vermeye yanaşma. İman etmek isteyen, Din-i mübin’e hâlis bir şekilde indirildiği gibi iman etsin. Çünkü tefrikanın sebebi hep heveslere tâbi olmaktır.
“Ve de ki: Allah’ın indirdiği kitaba inandım, aranızda adalet yapmakla emrolundum.” (Şûrâ: 15)
Peygamberlere indirilmiş olan bütün semâvî kitapları tasdik ettim. Kendi arzuma göre değil, Rabb’imin bana vahyettiği ilâhî hükümlere göre hakkınızda hüküm vermekle memurum.
“Allah bizim de Rabb’imiz sizin de Rabb’inizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz size âittir.” (Şûrâ: 15)
Hepimiz O’nun kullarıyız. Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan yegâne mâbud O’dur. Biz bu hakikati kendi irademizle ikrar ediyoruz.
Biz sizden uzak ve ayrıyız. Biz sizin ne iyi amellerinizden istifade ederiz, ne de kötü amellerinizden zarar görürüz.
“Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar. Dönüş de ancak O’nadır.” (Şûrâ: 15)
Çünkü hak güneş gibi açıkça ortaya çıkmıştır, başkaca münakaşaya ihtiyaç kalmamıştır.
Kıyamet gününde hepimizi bir araya toplayarak hükmünü verecek, kimin haklı kimin haksız olduğu tamamen anlaşılacaktır.
Diğer Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“Seni yalanlarlarsa de ki:
Benim yaptığım bana, sizin yaptığınız sizedir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım.” (Yunus: 41)
Benim yaptığım işlerin karşılığı bana, sizin yaptığınız işlerin karşılığı da size âittir. Eğer gerçeği inkâr ederseniz, bunun zararını siz görürsünüz.
“Allah ile birlikte başka bir ilâh edinmeyin. Ben sizi O’nun katından apaçık bir korkutucuyum.” (Zâriyât: 51)
O’nun birliğini inkâr etmeye cüret edenlerin, Hakk’ı ve hakikati yalanlayanların pek şiddetli cezalara uğrayacaklarını hatırlatıyorum.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Her Fırsatta Tebliğ
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendi âile ve kabilesine İslâm’ı tebliğ ettikten sonra, Mekke’nin diğer âile ve kabilelerine ve bütün Arap halkına getirdiği dinin esaslarını duyurmaya çalıştı. Açık dâvet emrini alışından itibaren Hicret’e kadar Mekke’de kaldığı on yıl içinde, her yerde ve her vesile ile Nûr’u yaymaya, insanlığı kurtuluşa çağırmaya, yılmadan, yıkılmadan, çekinmeden devam etti.
Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem’ine en şerefli vasıf olan risalet sıfatı ile hitâp ederek, kendisine bildirmiş olduğu şeylerin tamamını, Kur’an-ı kerim’in bütün hükümlerini tebliğ etmesini emir buyurdu:
“Ey Resul! Rabb’inden sana indirileni tebliğ et.” (Mâide: 67)
Hiç kimseden çekinme, kimseden sana herhangi bir kötülük gelmesinden korkma.
“Eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun.” (Mâide: 67)
Onu insanların kötülüklerinden muhafaza edip korumayı Allah-u Teâlâ bizzat kendi üzerine aldı:
“Allah seni insanlardan koruyacaktır.” (Mâide: 67)
Koruyucusu Allah olana hiç kimsenin hiçbir zararı dokunamayacağı açık bir gerçektir.
“Doğrusu Allah kâfirler gürûhunu hidayete erdirmez.” (Mâide: 67)
Ona karşı herhangi bir suikast yapmaya kalkışacak olanların kâfirlerden olacağında şüphe yoktur. Onlar hidayete götüren yollarda yürümedikleri için hidayetten mahrum olmuşlardır. Kimin kâfirliğine hükmedilmişse, o aslâ hidayet bulamaz.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde geçmişte yaşayan her topluluğa bir ibadet yolu gösterdiğini, peygamber olarak gönderdiği Resulullah Aleyhisselâm’ın dosdoğru bir yolda olduğunu ve o Allah yoluna insanları dâvet etmesinin gerektiğini beyan buyurmaktadır:
“Biz her ümmete bir ibadet yolu tayin ettik, onlar ona göre ibadet etmektedirler. Öyleyse bu hususta seninle çekişmesinler. Sen Rabb’ine dâvet et, şüphesiz ki sen dosdoğru bir hidayet üzerindesin.” (Hacc: 67)
Senin dinin hidayet ve saâdet dinidir.
“Eğer seninle mücadeleye girişirlerse de ki: ‘Allah yaptıklarınızı çok iyi bilmektedir.’” (Hacc: 68)
Hiç şüphe yok ki sizin böyle bâtıl yere mücâdelenizi de bilir, elbette ki sizi lâyık olduğunuz cezalara kavuşturacaktır.
“Allah, ayrılığa düştüğünüz hususlarda kıyamet günü aranızda hüküm verecektir.” (Hacc: 69)
Böylece neyin hak, neyin bâtıl olduğunu anlayacaksınız.
•
Resulullah Aleyhisselâm bu tebliğ işini evde, çarşıda, pazarda, Kâbe’de, hususi sohbetlerde, açık toplantılarda aralıksız yürüttü.
Hacc için, seyahat veya ticaret için, her ne sebeple olursa olsun, hariçten Mekke’ye gelenlere de; zengin fakir, kadın erkek, genç yaşlı, tüccar, esnaf, işçi, köle... demeden herkese İslâm’ın esaslarını, imanın hakikatlerini anlatırdı. Bazıları sert tepki gösterir, kötü sözler söyler, hatta taş toprak atanlar bile olurdu.
Minâ, Ukâz, Mecenne ve Zülmecâz panayırlarında her kabileye uğrar, her çadıra girip şu sözleri söylerdi:
“Ey insanlar! ‘Lâ ilâhe illâllah’ deyiniz, kurtulacaksınız. Bu şehâdet kelimesi sayesinde Arabistan’ın hâkimi olacaksınız, Acemler de size tâbi olacaklar. İman ederseniz cennette her şeye sahip olacaksınız.”
Ebu Leheb de peşine takılır ve:
“Ey halk! Bu benim kardeşimin oğludur, yalancıdır, ondan sakının!” diye bağırırdı.
Bununla beraber dürüst, cesur, hakikati araştıran, akl-ı selim sahibi olan kimseler hemen müslüman oluyorlardı.
Tebliğde Azim:
Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm’a halkı uyarma vazifesini tevcih ettiğinde, bu ilâhî dâvet vazifesine azimle devam etmesini, onların arzu ve heveslerine, engellemelerine aldırmamasını emir buyurdu.
Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana da size de ne yapılacağını bilmem. Ben ancak bana vahyedilene uyarım ve ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkâf: 9)
Benim vazifem sizi imana dâvet etmektir. Bana vahyedilene göre, sizi Allah’ın azabından sakındırıyorum.
“De ki: Ben şüphesiz ki apaçık bir uyarıcıyım.” (Hicr: 89)
Yüz çevirenlerin tepesine Cebbâr olan Allah’ın azabının ineceğini açık bir şekilde haber veriyorum.
“İşte bundan ötürü sen onları tevhide, birliğe dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma.” (Şûrâ: 15)
İslâm’ı kabul etmeleri için tâviz vermeye yanaşma. İman etmek isteyen, Din-i mübin’e hâlis bir şekilde indirildiği gibi iman etsin. Çünkü tefrikanın sebebi hep heveslere tâbi olmaktır.
“Ve de ki: Allah’ın indirdiği kitaba inandım, aranızda adalet yapmakla emrolundum.” (Şûrâ: 15)
Peygamberlere indirilmiş olan bütün semâvî kitapları tasdik ettim. Kendi arzuma göre değil, Rabb’imin bana vahyettiği ilâhî hükümlere göre hakkınızda hüküm vermekle memurum.
“Allah bizim de Rabb’imiz sizin de Rabb’inizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz size âittir.” (Şûrâ: 15)
Hepimiz O’nun kullarıyız. Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan yegâne mâbud O’dur. Biz bu hakikati kendi irademizle ikrar ediyoruz.
Biz sizden uzak ve ayrıyız. Biz sizin ne iyi amellerinizden istifade ederiz, ne de kötü amellerinizden zarar görürüz.
“Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar. Dönüş de ancak O’nadır.” (Şûrâ: 15)
Çünkü hak güneş gibi açıkça ortaya çıkmıştır, başkaca münakaşaya ihtiyaç kalmamıştır.
Kıyamet gününde hepimizi bir araya toplayarak hükmünü verecek, kimin haklı kimin haksız olduğu tamamen anlaşılacaktır.
Diğer Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“Seni yalanlarlarsa de ki:
Benim yaptığım bana, sizin yaptığınız sizedir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım.” (Yunus: 41)
Benim yaptığım işlerin karşılığı bana, sizin yaptığınız işlerin karşılığı da size âittir. Eğer gerçeği inkâr ederseniz, bunun zararını siz görürsünüz.
“Allah ile birlikte başka bir ilâh edinmeyin. Ben sizi O’nun katından apaçık bir korkutucuyum.” (Zâriyât: 51)
O’nun birliğini inkâr etmeye cüret edenlerin, Hakk’ı ve hakikati yalanlayanların pek şiddetli cezalara uğrayacaklarını hatırlatıyorum.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Son düzenleme: