Hicr:
(Hicir) Men'etmek, bırakmak.
* Şer'an haram olan şey.
* Semud Kavmi'nin bulundukları vadinin ismi. (Bak: Hacr)
Hicr sûresi:
Kur'an-ı Kerim'in 15. suresidir.
99 âyettir.
(Üçüncü Nokta: Kur'ân, o asırdan tâ şimdiye kadar öyle bir belâgat göstermiş ki, Kâbe'nin duvarında altın ile yazılan en meşhur ediblerin "Muallakât-ı Seb'a" nâmiyle şöhretşiâr kasîdelerini o dereceye indirdi ki, Lebid'in kızı babasının kasîdesini Kâbe'den indirirken demiş: "âyâta karşı bunun kıymeti kalmadı."
Hem, bedevî bir edip,
-1- âyeti okunurken, işittiği vakit secdeye kapanmış.
Ona dediler: "Sen Müslüman mı oldun?"
O dedi: "Yok, ben bu âyetin belâgatına secde ettim."
Hem, ilm-i belâgatın dâhîlerinden Abdulkâhir-i Cürcânî ve Sekkâkî ve Zemahşerî gibi binlerle dâhî imamlar ve mütefennin edibler icmâ ve ittifakla karar vermişler ki, "Kur'ân'ın belâgatı, tâkat-ı beşerin fevkındedir; yetişilmez."S.)
1- Artık emrolunduğun şeyi kafalarını çatlatırcasına ısrarla anlat. (Hicr Sûresi: 94.)
Hicr (2):
Ayrılık.
* Başkalarından ayrı fâzıl ve üstün kimse.
* Sayıklama.
Hicrân:
Uzaklaşma. Ayrılık. Ayrılıktan gelen keder, sızı, acı. Dostluğu ve ülfeti kesmek.
Hicrân-ı lâ yezâlî:
Sonsuz ayrılık. Ayrılıktan gelen sonu gelmez üzüntü.
(Bak, rahmetin cilvelerinden ve latîf âsârından olan aşk ve şefkat ve akıl nimetlerine dikkat et. Eğer firâk-ı ebedî ve hicrân-ı lâyezâlîye, hayat-ı insaniye incirâr edeceğini farz etsen, görürsün ki; o latîf muhabbet, en büyük bir musîbet olur, o leziz şefkat en büyük bir illet olur, o nurânî akıl en büyük bir belâ olur. Demek, rahmet, (çünkü rahmettir) hicrân-ı ebedîyi, muhabbet-i hakikiyeye karşı çıkaramaz. Onuncu Sözün İkinci Hakikati, bu hakikati gayet güzel bir sûrette gösterdiğinden, burada ihtisar edildi.S.)
Hicran-meal:
Hicran bildiren, hicran anlatan.
Hicran-zede:
Ayrılmış, üzüntülü, hicrâna uğramış.
K:Yeni Lûgat
(Hicir) Men'etmek, bırakmak.
* Şer'an haram olan şey.
* Semud Kavmi'nin bulundukları vadinin ismi. (Bak: Hacr)
Hicr sûresi:
Kur'an-ı Kerim'in 15. suresidir.
99 âyettir.
(Üçüncü Nokta: Kur'ân, o asırdan tâ şimdiye kadar öyle bir belâgat göstermiş ki, Kâbe'nin duvarında altın ile yazılan en meşhur ediblerin "Muallakât-ı Seb'a" nâmiyle şöhretşiâr kasîdelerini o dereceye indirdi ki, Lebid'in kızı babasının kasîdesini Kâbe'den indirirken demiş: "âyâta karşı bunun kıymeti kalmadı."
Hem, bedevî bir edip,
Ona dediler: "Sen Müslüman mı oldun?"
O dedi: "Yok, ben bu âyetin belâgatına secde ettim."
Hem, ilm-i belâgatın dâhîlerinden Abdulkâhir-i Cürcânî ve Sekkâkî ve Zemahşerî gibi binlerle dâhî imamlar ve mütefennin edibler icmâ ve ittifakla karar vermişler ki, "Kur'ân'ın belâgatı, tâkat-ı beşerin fevkındedir; yetişilmez."S.)
1- Artık emrolunduğun şeyi kafalarını çatlatırcasına ısrarla anlat. (Hicr Sûresi: 94.)
Hicr (2):
Ayrılık.
* Başkalarından ayrı fâzıl ve üstün kimse.
* Sayıklama.
Hicrân:
Uzaklaşma. Ayrılık. Ayrılıktan gelen keder, sızı, acı. Dostluğu ve ülfeti kesmek.
Hicrân-ı lâ yezâlî:
Sonsuz ayrılık. Ayrılıktan gelen sonu gelmez üzüntü.
(Bak, rahmetin cilvelerinden ve latîf âsârından olan aşk ve şefkat ve akıl nimetlerine dikkat et. Eğer firâk-ı ebedî ve hicrân-ı lâyezâlîye, hayat-ı insaniye incirâr edeceğini farz etsen, görürsün ki; o latîf muhabbet, en büyük bir musîbet olur, o leziz şefkat en büyük bir illet olur, o nurânî akıl en büyük bir belâ olur. Demek, rahmet, (çünkü rahmettir) hicrân-ı ebedîyi, muhabbet-i hakikiyeye karşı çıkaramaz. Onuncu Sözün İkinci Hakikati, bu hakikati gayet güzel bir sûrette gösterdiğinden, burada ihtisar edildi.S.)
Hicran-meal:
Hicran bildiren, hicran anlatan.
Hicran-zede:
Ayrılmış, üzüntülü, hicrâna uğramış.
K:Yeni Lûgat