HUNEYN SAVAŞI
19 ŞUBAT 2019 NÜBÜVVETİ,SİYER-İ NEBÎ
Huneyn savaşı, Arabistan yarımadasındaki putları temizlemek isteyen Müslümanlar ile putperest Hevâzin kabîlesi arasında 630 yılında gerçekleşti.
Allâh Resûlü, Mekke’nin fethinden sonra sâdece Kâbe’deki putları yıkmakla kalmamış, civardakileri de yok etmek için mücâhit gruplar tertipleyip şirkin o cansız taşlarını harâb etmeye göndermişti. Yâni bir tevhîd temizliği başlatmıştı.[1]
Ancak bu durumu, Huneyn’de yaşayan Hevâzin kabîlesi ile Tâif’te meskûn Benî Sakîf hazmedemediler. Müslümanların üzerine hücûm etmeye karar verdiler. Bunun için büyük bir ordu hazırladılar. Bir ölüm-kalım harbine çıkmışçasına her şeylerini berâberlerine aldılar.[2]
Onların bu hareketlerini öğrenen Allâh Resûlü de kendi ordusuna Mekke’den iki bin kişi daha katarak üzerlerine yürüdü. Ne hikmetli bir tecellîdir ki, orduda yıllarca şirk adına Müslümanlarla savaşmış ve onlara bin bir sıkıntı çektirmiş bulunan Ebû Süfyân da vardı. Şimdi ise İslâm saflarının gâlibiyeti için çarpışacaktı. Hattâ Mekkeli seksen kadar müşrik de orduya iştirâk etmişti.[3]
“Böyle bir ordu aslâ yenilmez!” diyerek düşmanı küçümsemelerine ve maddî güce rağbetle gâlibiyete mutlak gözüyle bakmalarına sebep oldu. İşte bu bir anlık gurur ve ucub, Müslümanların ilâhî imtihâna tâbî tutulmalarına sebebiyet verdi:
İslâm ordusunun öncü kuvvetleri, Huneyn’e girilen dar yollarda kendilerinden emîn bir şekilde ilerlerken, sabahın alacakaranlığında âniden pusuya düşürüldüler. Büyük bir panik zuhûr etti. Müslümanlar, üzerlerine yağmur gibi yağan oklar karşısında durakladılar. İslâm ordusunda, tereddüt ve telâş dolu bir dağınıklık ve bozulma başgösterdi. Bu, arkadan gelenlere de sirâyet edince, Müslüman safları çözülüp geriledi. Hevâzin ve Sakîf kabîleleri de onları tâkibe koyuldu.
Huneyn vadisi
O dehşetli hengâmede yerinden ayrılmayan, sürekli olarak düşmanın üzerine yürüyen ve bindiği hayvanı dâimâ ileri sürerek kendisini düşmanın ortasına atan yalnız Allâh Resûlü oldu. O gün Resûlullâh, eşsiz bir cesâret ve dâsitânî bir şecaat nümûnesi sergiledi. Hattâ amcası Hazret-i Abbâs ve Ebû Süfyân bin Hâris, O’nun mübârek cânının tehlikeye düşmemesi için hayvanının dizginini tutmuşlar, daha fazla ilerlemesine mânî olmaya çalışıyorlardı.[4]
Diğer taraftan, İslâm ordusunun karışıklığı devâm ediyordu. Aralarında:
“−Bugün sihir bozuldu.” diye feryâd edenlerden:
“−Bu bozgunluğun arkası denize kadar alınamaz!” diyenlere kadar birçok ye’se kapılanlar vardı. Mekkelilerden bâzılarının arasından da:
“−Hazret-i Peygamber öldü. Araplar eski dinlerine dönecekler!” diye şâyialar duyuluyordu.
“–Ey Ensâr! Ey Muhâcirler! Ey Allâh’ın kulları! Buraya geliniz! Ben Allâh’ın kulu ve peygamberiyim!..”
Sonra gür sesli olan amcası Hazret-i Abbâs’a işâret buyurarak, İslâm ordusuna seslenmeye devâm etmesini istediler. Hazret-i Abbâs da yüksek sesle:
“–Ey Akabe’de bey’at edenler! Ey Rıdvân ağacı altında söz verenler! (Koşunuz), Allâh’ın Resûlü burada!..”diyerek seslenmeye başladı.
Bu dâveti duyan sahâbe; لَبَّيْكَ لَبَّيْكَ diyerek Allâh Resûlü’nün yanına koştu. Böylece esen bir rüzgârla dağılan kelebeklerin, tekrar büyük bir câzibeyle nûrun etrâfına koşmalarına benzer bir gayretle Varlık Nûru’nun yanında saf tutmaya başlayan mü’min gönüller, içine düştükleri korkudan sıyrılarak huzur ve sükûnete erdi. Yavaş yavaş Allâh’ın lutfuyla bütün İslâm safları derlenip toparlandı. Bundan sonra Allâh Resûlü, ellerini yüce dergâha açıp:
“Allâh’ım! Bana olan zafer vaadini ihsân buyur!” niyâzında bulundu.
Tıpkı Bedir Harbi’ndeki gibi yerden mübârek elleriyle bir avuç toprak alarak düşman saflarına doğru attı ve ashâb-ı güzîne:
“–Haydi şimdi sıdk u sadâkatle hücûm ediniz!” buyurdu. (Müslim, Cihâd, 76-81; Ahmed, III, 157, V, 286; İbn-i Hişâm, IV, 72; Vâkıdî, III, 897-899)
Şüphesiz ki bu hâl, yüce Allâh’ın mü’minlere nasîb buyurduğu büyük bir lutfu ve ikrâmı idi. Çünkü onlar, başlangıçta yenilmiş durumda iken netîcede Hazret-i Peygamber’in şecaat, cesâret, îtidal ve Cenâb-ı Hakk’a gönülden ilticâ ve niyâzıyla zafere nâil olmuşlardı. Allâh Teâlâ bu hakîkati Kur’ân-ı Kerîm’inde şöyle beyân etmektedir:
“And olsun ki Allâh, birçok yerde (harp meydanlarında) ve Huneyn Muhârebesi’nde size yardım etti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezîmete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonunda gerisin geri dönmüştünüz. Sonra Allâh, Rasûlü ile mü’minler üzerine sekînetini indirdi; sizin görmediğiniz ordular (melekler) gönderdi de kâfirlere azâb eyledi. İşte bu, o kâfirlerin cezâsıdır.” (et-Tevbe, 25-26)
Nitekim o gün müşrik saflarında olup da sonradan îmân edenler, Allâh Teâlâ’nın mü’minlere olan bu yardımını ifâde sadedinde, kendilerine, o âna kadar hiç görmedikleri kimselerin hücumda bulunduklarını hayretle îtirâf etmişlerdir.[6]
Mağlûb olan Hevâzin ordularından bir kısmı Tâif’e, bir kısmı Nahle’ye gitti, bir kısmı da Evtâs’ta ordugâh kurdu.][7]
Huneyn Harbi’ni kazanan Allâh Resûlü, kaçan düşmanların tâkibini emir buyurarak, esir ve ganîmetleri de Cîrâne’ye sevk ettirdi. Ardından, yapılan harekâtı tamamlamak üzere Ebû Mûsâ el-Eş’arî’nin amcası Ebû Âmir’in kumandasında bir kuvveti, Evtâs Vâdisi’ne gönderirken, kendileri de İslâm ordusuyla birlikte Tâif’e yöneldiler.
Dipnotlar:
[1] Vâkıdî, III, 873. Hâlid bin Velîd, Uzzâ putunu yıkıp Mekke’ye dönünce, Resûlullâh, onu 350 kişilik bir askerî birliğin başında, Allâh’a îmâna dâvet etmek üzere Benî Cezîme Kabîlesi’ne gönderdi. Hazret-i Hâlid, bu harekâtta bir yanlışlık neticesi otuz kişiyi öldürdü. Haber, Resûlullâh’a ulaşınca, Âlemlerin Efendisi çok mahzûn oldu. Ellerini semâya kaldırıp iki kere:
“–Allâh’ım! Halid’in yaptığı şeyden berî (uzak) olduğumu Sana arz ederim!” diyerek Allâh’a sığındı. Hazret-i Ali’yi mühim miktarda para ile Benî Cezîme kabîlesine göndererek öldürülen kimselerin diyetlerini ödetti. Hazret-i Ali, ganimet olarak alınmış ve zâyî edilmiş bütün malları, köpek yalaklarına varıncaya kadar, tazmîn etti. Artan parayı da fazladan muhtemel zararlar için Benî Cezîme kabîlesine bıraktı. Ali, geri dönüp yaptıklarını Allâh Resûlü’ne anlattığında Rahmeten li’l-âlemîn olan Efendimiz:
“–Çok iyi yaptın, isâbet etmişsin!” buyurdu. (Buhârî, Meğâzî, 58, Ahkâm 35; Nesâî, Âdâbu’l-Kudât, 16; İbn-i Hişâm, IV, 53-57; Vâkıdî, III, 875-884)
Bu hâdise Resûlullâh’ın sâhip olduğu engin şefkat ve merhametin ufkunu göstermekte ve O’nun, Hâlık’ın nazarı ile mahlûkâta bakış tarzını sergilemektedir. Kırılan köpek yalakları dahî tazmîn edilerek hayvanların haklarına da riâyet edilmesi, bizler için ne zirve bir örnektir.
[2] İbn-i Hişâm, IV, 65; İbn-i Sa’d, II, 150.
[3] İbn-i Hişâm, IV, 68; Vâkıdî, III, 890.
[4] Müslim, Cihâd, 76.
[5] İbn-i Hişâm, IV, 79.
[6] Ahmed, V, 286; Heysemî, VI, 182-183; İbn-i Hişâm, IV, 79.
[7] İbn-i Hişâm, IV, 84.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları
19 ŞUBAT 2019 NÜBÜVVETİ,SİYER-İ NEBÎ
Huneyn savaşı ne zaman ve kimlerle yapıldı? Huneyn savaşının sebepleri ve sonuçları nelerdir? Müslümanların en çok ganimet kazandığı savaş: Huneyn savaşının kısaca tarihi…
Huneyn savaşı, Arabistan yarımadasındaki putları temizlemek isteyen Müslümanlar ile putperest Hevâzin kabîlesi arasında 630 yılında gerçekleşti.
HUNEYN SAVAŞININ SEBEBİ
Allâh Resûlü, Mekke’nin fethinden sonra sâdece Kâbe’deki putları yıkmakla kalmamış, civardakileri de yok etmek için mücâhit gruplar tertipleyip şirkin o cansız taşlarını harâb etmeye göndermişti. Yâni bir tevhîd temizliği başlatmıştı.[1]
HUNEYN SAVAŞI KİMLERLE YAPILDI?
Ancak bu durumu, Huneyn’de yaşayan Hevâzin kabîlesi ile Tâif’te meskûn Benî Sakîf hazmedemediler. Müslümanların üzerine hücûm etmeye karar verdiler. Bunun için büyük bir ordu hazırladılar. Bir ölüm-kalım harbine çıkmışçasına her şeylerini berâberlerine aldılar.[2]
Onların bu hareketlerini öğrenen Allâh Resûlü de kendi ordusuna Mekke’den iki bin kişi daha katarak üzerlerine yürüdü. Ne hikmetli bir tecellîdir ki, orduda yıllarca şirk adına Müslümanlarla savaşmış ve onlara bin bir sıkıntı çektirmiş bulunan Ebû Süfyân da vardı. Şimdi ise İslâm saflarının gâlibiyeti için çarpışacaktı. Hattâ Mekkeli seksen kadar müşrik de orduya iştirâk etmişti.[3]
İslâm ordusu her bakımdan mükemmeldi. Göz kamaştırıcı bir ihtişamla Huneyn’e doğru ilerliyordu. Herkes, şimdiye dek böyle techîzat ve teşkîlâtlı kalabalık bir ordunun Arabistan’da görülmediğini düşünüyordu. Bu durum, ashâb-ı kirâm hazarâtının gönlünü bir an gurûra sevk edip:MÜSLÜMANLARIN KAPILDIĞI GURUR
“Böyle bir ordu aslâ yenilmez!” diyerek düşmanı küçümsemelerine ve maddî güce rağbetle gâlibiyete mutlak gözüyle bakmalarına sebep oldu. İşte bu bir anlık gurur ve ucub, Müslümanların ilâhî imtihâna tâbî tutulmalarına sebebiyet verdi:
İslâm ordusunun öncü kuvvetleri, Huneyn’e girilen dar yollarda kendilerinden emîn bir şekilde ilerlerken, sabahın alacakaranlığında âniden pusuya düşürüldüler. Büyük bir panik zuhûr etti. Müslümanlar, üzerlerine yağmur gibi yağan oklar karşısında durakladılar. İslâm ordusunda, tereddüt ve telâş dolu bir dağınıklık ve bozulma başgösterdi. Bu, arkadan gelenlere de sirâyet edince, Müslüman safları çözülüp geriledi. Hevâzin ve Sakîf kabîleleri de onları tâkibe koyuldu.
Huneyn vadisi
O dehşetli hengâmede yerinden ayrılmayan, sürekli olarak düşmanın üzerine yürüyen ve bindiği hayvanı dâimâ ileri sürerek kendisini düşmanın ortasına atan yalnız Allâh Resûlü oldu. O gün Resûlullâh, eşsiz bir cesâret ve dâsitânî bir şecaat nümûnesi sergiledi. Hattâ amcası Hazret-i Abbâs ve Ebû Süfyân bin Hâris, O’nun mübârek cânının tehlikeye düşmemesi için hayvanının dizginini tutmuşlar, daha fazla ilerlemesine mânî olmaya çalışıyorlardı.[4]
Diğer taraftan, İslâm ordusunun karışıklığı devâm ediyordu. Aralarında:
“−Bugün sihir bozuldu.” diye feryâd edenlerden:
“−Bu bozgunluğun arkası denize kadar alınamaz!” diyenlere kadar birçok ye’se kapılanlar vardı. Mekkelilerden bâzılarının arasından da:
“−Hazret-i Peygamber öldü. Araplar eski dinlerine dönecekler!” diye şâyialar duyuluyordu.
Oysa Hazret-i Peygamber, sağ idi ve düşmana mukâvemet göstererek hayvanının üzerinde dimdik durmaktaydı. Allâh’a tevekkül ve teslîmiyet hâlinde ashâbına sesleniyordu:PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN ÇAĞRISI
“–Ey Ensâr! Ey Muhâcirler! Ey Allâh’ın kulları! Buraya geliniz! Ben Allâh’ın kulu ve peygamberiyim!..”
Sonra gür sesli olan amcası Hazret-i Abbâs’a işâret buyurarak, İslâm ordusuna seslenmeye devâm etmesini istediler. Hazret-i Abbâs da yüksek sesle:
“–Ey Akabe’de bey’at edenler! Ey Rıdvân ağacı altında söz verenler! (Koşunuz), Allâh’ın Resûlü burada!..”diyerek seslenmeye başladı.
Bu dâveti duyan sahâbe; لَبَّيْكَ لَبَّيْكَ diyerek Allâh Resûlü’nün yanına koştu. Böylece esen bir rüzgârla dağılan kelebeklerin, tekrar büyük bir câzibeyle nûrun etrâfına koşmalarına benzer bir gayretle Varlık Nûru’nun yanında saf tutmaya başlayan mü’min gönüller, içine düştükleri korkudan sıyrılarak huzur ve sükûnete erdi. Yavaş yavaş Allâh’ın lutfuyla bütün İslâm safları derlenip toparlandı. Bundan sonra Allâh Resûlü, ellerini yüce dergâha açıp:
“Allâh’ım! Bana olan zafer vaadini ihsân buyur!” niyâzında bulundu.
Tıpkı Bedir Harbi’ndeki gibi yerden mübârek elleriyle bir avuç toprak alarak düşman saflarına doğru attı ve ashâb-ı güzîne:
“–Haydi şimdi sıdk u sadâkatle hücûm ediniz!” buyurdu. (Müslim, Cihâd, 76-81; Ahmed, III, 157, V, 286; İbn-i Hişâm, IV, 72; Vâkıdî, III, 897-899)
Bu defâ İslâm ordusu, harbe yeni başlarcasına bir hızla müşriklerin üzerine saldırdı. Yaptıkları şiddetli hücûm ve hamlelerle kısa zamanda düşmanı perişan edip hüsrâna uğrattılar. Sâdece dört şehît verilmiş, buna mukâbil müşriklerden yetmiş kişi öldürülmüştü. Düşman öyle mağlûb edilmişti ki, onların harp meydanına getirdikleri her şey Müslümanlara kalmıştı. Ele geçen ganîmetin hadd ü hesâbı yoktu.[5]HUNEYN SAVAŞI SONUÇLARI
Şüphesiz ki bu hâl, yüce Allâh’ın mü’minlere nasîb buyurduğu büyük bir lutfu ve ikrâmı idi. Çünkü onlar, başlangıçta yenilmiş durumda iken netîcede Hazret-i Peygamber’in şecaat, cesâret, îtidal ve Cenâb-ı Hakk’a gönülden ilticâ ve niyâzıyla zafere nâil olmuşlardı. Allâh Teâlâ bu hakîkati Kur’ân-ı Kerîm’inde şöyle beyân etmektedir:
“And olsun ki Allâh, birçok yerde (harp meydanlarında) ve Huneyn Muhârebesi’nde size yardım etti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezîmete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonunda gerisin geri dönmüştünüz. Sonra Allâh, Rasûlü ile mü’minler üzerine sekînetini indirdi; sizin görmediğiniz ordular (melekler) gönderdi de kâfirlere azâb eyledi. İşte bu, o kâfirlerin cezâsıdır.” (et-Tevbe, 25-26)
Nitekim o gün müşrik saflarında olup da sonradan îmân edenler, Allâh Teâlâ’nın mü’minlere olan bu yardımını ifâde sadedinde, kendilerine, o âna kadar hiç görmedikleri kimselerin hücumda bulunduklarını hayretle îtirâf etmişlerdir.[6]
Mağlûb olan Hevâzin ordularından bir kısmı Tâif’e, bir kısmı Nahle’ye gitti, bir kısmı da Evtâs’ta ordugâh kurdu.][7]
Huneyn Harbi’ni kazanan Allâh Resûlü, kaçan düşmanların tâkibini emir buyurarak, esir ve ganîmetleri de Cîrâne’ye sevk ettirdi. Ardından, yapılan harekâtı tamamlamak üzere Ebû Mûsâ el-Eş’arî’nin amcası Ebû Âmir’in kumandasında bir kuvveti, Evtâs Vâdisi’ne gönderirken, kendileri de İslâm ordusuyla birlikte Tâif’e yöneldiler.
Dipnotlar:
[1] Vâkıdî, III, 873. Hâlid bin Velîd, Uzzâ putunu yıkıp Mekke’ye dönünce, Resûlullâh, onu 350 kişilik bir askerî birliğin başında, Allâh’a îmâna dâvet etmek üzere Benî Cezîme Kabîlesi’ne gönderdi. Hazret-i Hâlid, bu harekâtta bir yanlışlık neticesi otuz kişiyi öldürdü. Haber, Resûlullâh’a ulaşınca, Âlemlerin Efendisi çok mahzûn oldu. Ellerini semâya kaldırıp iki kere:
“–Allâh’ım! Halid’in yaptığı şeyden berî (uzak) olduğumu Sana arz ederim!” diyerek Allâh’a sığındı. Hazret-i Ali’yi mühim miktarda para ile Benî Cezîme kabîlesine göndererek öldürülen kimselerin diyetlerini ödetti. Hazret-i Ali, ganimet olarak alınmış ve zâyî edilmiş bütün malları, köpek yalaklarına varıncaya kadar, tazmîn etti. Artan parayı da fazladan muhtemel zararlar için Benî Cezîme kabîlesine bıraktı. Ali, geri dönüp yaptıklarını Allâh Resûlü’ne anlattığında Rahmeten li’l-âlemîn olan Efendimiz:
“–Çok iyi yaptın, isâbet etmişsin!” buyurdu. (Buhârî, Meğâzî, 58, Ahkâm 35; Nesâî, Âdâbu’l-Kudât, 16; İbn-i Hişâm, IV, 53-57; Vâkıdî, III, 875-884)
Bu hâdise Resûlullâh’ın sâhip olduğu engin şefkat ve merhametin ufkunu göstermekte ve O’nun, Hâlık’ın nazarı ile mahlûkâta bakış tarzını sergilemektedir. Kırılan köpek yalakları dahî tazmîn edilerek hayvanların haklarına da riâyet edilmesi, bizler için ne zirve bir örnektir.
[2] İbn-i Hişâm, IV, 65; İbn-i Sa’d, II, 150.
[3] İbn-i Hişâm, IV, 68; Vâkıdî, III, 890.
[4] Müslim, Cihâd, 76.
[5] İbn-i Hişâm, IV, 79.
[6] Ahmed, V, 286; Heysemî, VI, 182-183; İbn-i Hişâm, IV, 79.
[7] İbn-i Hişâm, IV, 84.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları
Moderatörün son düzenlenenleri: