Sürgüsü çekilmemiş koca bir tarihtir yaşadığımız
Yıllarca isimsiz sevdalar serpildi ozan toprağımıza
Yüklü trenlerde güz sonu bir yolculuktur yaptığımız
Islak yollarda boynu bükük bir çiçektir gördüğümüz.
Düşlerindeki ıslaklığın zerrecikleriyle günlerdir ben de sırılsıklamım şimdi. Yüreğimde dinmeyen bir yağmurun coşkulu sesi var. Kelimelerim utangaç çocukların korkusunu, yüreğim aşkına sobelenen bir sevda kaçağının deli adımlarını atıyor şimdi. Yüreğine sevinç taşıdığım iki oda, bir salon bir yüreğe fındık kabuğundan yapılmış bir sandalla gidiyorum adalarına. Uzağımda kalan yıkık bir kentte sayıyorum yüreğimin deli atışlarını. Bir bahar yatmış içimde ve uyuyor karlar içinde. Dalgaların üzerinde saçlarımın beyazlarında yitik bir mevsim, her şeye boş veren gençliğim, yağmurlu bir düş serabı gibi seninle ıslanıyorum sevdanın sokaklarında.
Bir Eylül serinliğinde korkularını bırakmıştın kapıma. Tırnakları ziftlere bulaşmış bir çocuktum senden önce. Bir bakışın, bir gülüşün ve düşünüşün resmini yapmıştım ilk kez seninle. Yüreğindeki mevsim çiçeklerini atarken tutsaklığıma, ezik bir gül bahçesinin tam orta yerinde seni bekliyordum belki de. İçimdeki dar sokaklardan, kulelerden ve mabetlerden geçerek buldun beni. Dudaklarındaki şifa, ellerindeki melhem ve yüreğinin alyuvarlarındaki hayatla çaldın kapımı sen.
Suyumda hüzünlü bir yaprak, dalgın yüreğimin koridorlarında bir çocuk sevdası, gecemin bahçelerinde turkuaz resminle bir ırmak yürüyor sana doğru şimdi. Bir gün işleyeceksin mavi günlüğüne beni de. Kırlarımla, dağlarımla, yaşanan ve yaşanılacak sevdalarımla bir gökkuşağı çizeceksin gönlüne. Beni korumaktan usandığında, kırlangıçların güller taşıdığı bir kentte, her baharın yeşili özlemediği bir litaratürde beni sevebilme kolaylığı içerisinde iman edeceksin seni sevdiğime.
Bilirim ki, yüreğin mavi bir denizde doğdu senin. Cemrelerin düşüşünü tamamladığı bir günde de ismini koydular. Köpükten kulelerin, ışıktan evlerin ve dudak arayan öpüşlerle kavrulan ihtirasların oldu. Ben, uyumadan önce gördüğün tüm düşleri hayra yoran bir bezirgan, geçmişten bugüne ardında bıraktığın izleri arayan bir gezgin, her doyumdan aldığım pişmanlıklarımı bir mandalla güneşe asan bir dervişim işte.
Anlayacağın, yorulmuş bir kar serpintisidir gecemin üzerine yağan. Yüklü trenlerde güz sonu bir yolculuktur yaptığımız. Islak yollarda boynu bükük bir çiçektir gördüğümüz. Bu yangın saatlerinde ellerimizdeki zarları ne kadar yüksekten atsak da hep yek düşer şansımıza. Ne kadar inkar edersek edelim, bülbül çekip gider, bir yalnızlık vuslatı duyulur kurumuş dallarımızdan. İşte bunun için içimizdeki sevda ağrısıyla kimi zalim, kimi korkulu bakışlarla süzeriz birbirimizi. Hayatın ve yaşamın kenarlarımızı çevrelediği bir ülkede düğünlerimiz sadece ikimizin halayına durur.
Oysa ki, hangi şarkı, hangi güfte ve hangi saz kesebilir bu alevin hızını. Öfkeler tüterken bu şehrin bacalarından her gece kapımızı yeni sevdalar çalar. Gözlerimizdeki utku da bunun için gridir. Sağanak başlayınca kaçışlara, güneş açınca arayışlara, gece olunca da düşünüşlere durduğumuz bu hayat sahnesinde bir cigara sarmalında parmaklarımızdaki özlemi göklere savururuz. Anlayacağın, kafesini içinde taşıyamayan her kuş özgürdür. Her ağaç yaprağını yeşil tuttukça ölümsüzdür. Aynalarının tozunu her sabah bunun için alıyorsun ve bu ışıkları hiç sönmeyen kentte umutla yaşıyorsun.
Acıyı sevinçle yola çıkarırsan şiirlerin ipekli bir mintan gibi durur sırtında. Umudun alnına kara çalanları sevmez bu şehir. Yaşamak, bizden sonra da anılacak bil sevgili. Bir gösteridir aslında yaşam ve bu kalabalık sahnede ölümün anılmadığı bir yurt bulacağız biz kendimize. İşte bunun için yeni şafaklar olsun düşlerimizde. Her yazdığımız şiirin adını birbirimiz koyalım. Sevinci olalım aydınlık sabahların ve bir tan yeri ağartısında uzağında olalım yaşanmamışlığın. Ben künyeme gülü, bedenime alevi giydim şimdilerde. Bir gelinciğin kaderini taşıyan bu yürekle, gerçekle düş’ü iç içe yaşarım katran karası gecelerde. Göğsümdeki ince ağrıyla ve yüreğimdeki asil sevdayla bir kaçak yolcuyum bu hayat treninde.
Selahattin Yetgin
Yıllarca isimsiz sevdalar serpildi ozan toprağımıza
Yüklü trenlerde güz sonu bir yolculuktur yaptığımız
Islak yollarda boynu bükük bir çiçektir gördüğümüz.
Düşlerindeki ıslaklığın zerrecikleriyle günlerdir ben de sırılsıklamım şimdi. Yüreğimde dinmeyen bir yağmurun coşkulu sesi var. Kelimelerim utangaç çocukların korkusunu, yüreğim aşkına sobelenen bir sevda kaçağının deli adımlarını atıyor şimdi. Yüreğine sevinç taşıdığım iki oda, bir salon bir yüreğe fındık kabuğundan yapılmış bir sandalla gidiyorum adalarına. Uzağımda kalan yıkık bir kentte sayıyorum yüreğimin deli atışlarını. Bir bahar yatmış içimde ve uyuyor karlar içinde. Dalgaların üzerinde saçlarımın beyazlarında yitik bir mevsim, her şeye boş veren gençliğim, yağmurlu bir düş serabı gibi seninle ıslanıyorum sevdanın sokaklarında.
Bir Eylül serinliğinde korkularını bırakmıştın kapıma. Tırnakları ziftlere bulaşmış bir çocuktum senden önce. Bir bakışın, bir gülüşün ve düşünüşün resmini yapmıştım ilk kez seninle. Yüreğindeki mevsim çiçeklerini atarken tutsaklığıma, ezik bir gül bahçesinin tam orta yerinde seni bekliyordum belki de. İçimdeki dar sokaklardan, kulelerden ve mabetlerden geçerek buldun beni. Dudaklarındaki şifa, ellerindeki melhem ve yüreğinin alyuvarlarındaki hayatla çaldın kapımı sen.
Suyumda hüzünlü bir yaprak, dalgın yüreğimin koridorlarında bir çocuk sevdası, gecemin bahçelerinde turkuaz resminle bir ırmak yürüyor sana doğru şimdi. Bir gün işleyeceksin mavi günlüğüne beni de. Kırlarımla, dağlarımla, yaşanan ve yaşanılacak sevdalarımla bir gökkuşağı çizeceksin gönlüne. Beni korumaktan usandığında, kırlangıçların güller taşıdığı bir kentte, her baharın yeşili özlemediği bir litaratürde beni sevebilme kolaylığı içerisinde iman edeceksin seni sevdiğime.
Bilirim ki, yüreğin mavi bir denizde doğdu senin. Cemrelerin düşüşünü tamamladığı bir günde de ismini koydular. Köpükten kulelerin, ışıktan evlerin ve dudak arayan öpüşlerle kavrulan ihtirasların oldu. Ben, uyumadan önce gördüğün tüm düşleri hayra yoran bir bezirgan, geçmişten bugüne ardında bıraktığın izleri arayan bir gezgin, her doyumdan aldığım pişmanlıklarımı bir mandalla güneşe asan bir dervişim işte.
Anlayacağın, yorulmuş bir kar serpintisidir gecemin üzerine yağan. Yüklü trenlerde güz sonu bir yolculuktur yaptığımız. Islak yollarda boynu bükük bir çiçektir gördüğümüz. Bu yangın saatlerinde ellerimizdeki zarları ne kadar yüksekten atsak da hep yek düşer şansımıza. Ne kadar inkar edersek edelim, bülbül çekip gider, bir yalnızlık vuslatı duyulur kurumuş dallarımızdan. İşte bunun için içimizdeki sevda ağrısıyla kimi zalim, kimi korkulu bakışlarla süzeriz birbirimizi. Hayatın ve yaşamın kenarlarımızı çevrelediği bir ülkede düğünlerimiz sadece ikimizin halayına durur.
Oysa ki, hangi şarkı, hangi güfte ve hangi saz kesebilir bu alevin hızını. Öfkeler tüterken bu şehrin bacalarından her gece kapımızı yeni sevdalar çalar. Gözlerimizdeki utku da bunun için gridir. Sağanak başlayınca kaçışlara, güneş açınca arayışlara, gece olunca da düşünüşlere durduğumuz bu hayat sahnesinde bir cigara sarmalında parmaklarımızdaki özlemi göklere savururuz. Anlayacağın, kafesini içinde taşıyamayan her kuş özgürdür. Her ağaç yaprağını yeşil tuttukça ölümsüzdür. Aynalarının tozunu her sabah bunun için alıyorsun ve bu ışıkları hiç sönmeyen kentte umutla yaşıyorsun.
Acıyı sevinçle yola çıkarırsan şiirlerin ipekli bir mintan gibi durur sırtında. Umudun alnına kara çalanları sevmez bu şehir. Yaşamak, bizden sonra da anılacak bil sevgili. Bir gösteridir aslında yaşam ve bu kalabalık sahnede ölümün anılmadığı bir yurt bulacağız biz kendimize. İşte bunun için yeni şafaklar olsun düşlerimizde. Her yazdığımız şiirin adını birbirimiz koyalım. Sevinci olalım aydınlık sabahların ve bir tan yeri ağartısında uzağında olalım yaşanmamışlığın. Ben künyeme gülü, bedenime alevi giydim şimdilerde. Bir gelinciğin kaderini taşıyan bu yürekle, gerçekle düş’ü iç içe yaşarım katran karası gecelerde. Göğsümdeki ince ağrıyla ve yüreğimdeki asil sevdayla bir kaçak yolcuyum bu hayat treninde.
Selahattin Yetgin