HAZRET-İ ALİ (KERREMALLÂHÜ VECHEH)
Hulefâ-yı Râşidîn'in dördüncüsü Ali bin Ebû Tâlib'dir. Vâlidesi Fâtıma binti Esed bin Hâşim'dir.
Hz. Ali (k.v.) dünyaya geldiğinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.) onun ismini "Ali" koydular.
Hz. Ali'ye 'kerremallâhü vecheh' denilmesinin iki sebebi vardır. Birinci sebebi: Ana ve baba cihetinden Hâşimî; yani Resûlullâh'ın (s.a.v.) aşireti Hâşimoğullarından olmasıdır.
İkinci sebebi ise hiç puta tapmamış, henüz bülûğa ermeden, on yaşında Müslüman olmasıdır.
Hazret-i Ali'nin fazîletleri çoktur, saymakla bitmez.
Gâyet zâhid idi, asla dünyaya meyletmemişti.
Hz. Ali, Basra valisi Osmân bin Hanîfe yazdığı mektupta: "İyi biliniz ki sizin bu halifeniz şu dünyadan eski iki kat elbiseyle yetindi. Açlığının şiddetini bir iki lokma ekmekle geçiştirdi. Eti de senede sadece kurban günlerinde yemektedir." buyurmuş, Müslümanları zâhid olmaya; dünyaya rağbet etmemeye davet etmiş idi. Hz. Ali gâyet cömert idi. Hz. Hâlid'e Seyfullâh dendiği gibi ona da cömertliğinden ve şecaatinden dolayı Esedullâh (Allâh'ın aslanı) denilir. Zira şecâat, sehavetten (cömertlikten) ileri gelir.
Fahr-i Âlem hazretleri (s.a.v.) Tebük'e giderlerken Hz. Ali'yi (k.v.) Medine'de yerine vekil olarak bıraktı. Hz. Ali (k.v.): "Yâ Resûlallâh, beni çocuk ve kadınlar arasında mı bırakıyorsunuz?" deyince:
"Ey Ali! Sen benim yanımda, Mûsâ yanında Hârûn aleyhimesselâm gibi olmak istemez misin? Şu farkla ki benden sonra peygamber gelmez." buyurdular. Yani Hz. Mûsâ (a.s.) Tûr
dağına gittiğinde yerine İsrailoğullarına Hz. Hârûn'u (a.s.) vekil bırakmış idi.
Hicretin kırkıncı senesi Ramazân ayının on yedisinde Cuma gecesi sabah namazına giderken suikastta yaralandı. O yaradan dolayı pazar gecesi şehîd oldular. Namazını oğlu Hz. Hasan kıldırdı.
(Kerremallâhü vecheh)
Hulefâ-yı Râşidîn'in dördüncüsü Ali bin Ebû Tâlib'dir. Vâlidesi Fâtıma binti Esed bin Hâşim'dir.
Hz. Ali (k.v.) dünyaya geldiğinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.) onun ismini "Ali" koydular.
Hz. Ali'ye 'kerremallâhü vecheh' denilmesinin iki sebebi vardır. Birinci sebebi: Ana ve baba cihetinden Hâşimî; yani Resûlullâh'ın (s.a.v.) aşireti Hâşimoğullarından olmasıdır.
İkinci sebebi ise hiç puta tapmamış, henüz bülûğa ermeden, on yaşında Müslüman olmasıdır.
Hazret-i Ali'nin fazîletleri çoktur, saymakla bitmez.
Gâyet zâhid idi, asla dünyaya meyletmemişti.
Hz. Ali, Basra valisi Osmân bin Hanîfe yazdığı mektupta: "İyi biliniz ki sizin bu halifeniz şu dünyadan eski iki kat elbiseyle yetindi. Açlığının şiddetini bir iki lokma ekmekle geçiştirdi. Eti de senede sadece kurban günlerinde yemektedir." buyurmuş, Müslümanları zâhid olmaya; dünyaya rağbet etmemeye davet etmiş idi. Hz. Ali gâyet cömert idi. Hz. Hâlid'e Seyfullâh dendiği gibi ona da cömertliğinden ve şecaatinden dolayı Esedullâh (Allâh'ın aslanı) denilir. Zira şecâat, sehavetten (cömertlikten) ileri gelir.
Fahr-i Âlem hazretleri (s.a.v.) Tebük'e giderlerken Hz. Ali'yi (k.v.) Medine'de yerine vekil olarak bıraktı. Hz. Ali (k.v.): "Yâ Resûlallâh, beni çocuk ve kadınlar arasında mı bırakıyorsunuz?" deyince:
"Ey Ali! Sen benim yanımda, Mûsâ yanında Hârûn aleyhimesselâm gibi olmak istemez misin? Şu farkla ki benden sonra peygamber gelmez." buyurdular. Yani Hz. Mûsâ (a.s.) Tûr
dağına gittiğinde yerine İsrailoğullarına Hz. Hârûn'u (a.s.) vekil bırakmış idi.
Hicretin kırkıncı senesi Ramazân ayının on yedisinde Cuma gecesi sabah namazına giderken suikastta yaralandı. O yaradan dolayı pazar gecesi şehîd oldular. Namazını oğlu Hz. Hasan kıldırdı.
(Kerremallâhü vecheh)
Son düzenleme: