Ibâha

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Helâl kılmak, mübah kılmak, serbest bırakmak, hazr'ın, yani sakıncalı ve mahzurlu oluşun zıddı. Sevap veya cezayı gerektirmeksizin, şer'an yapılması veya terki, mükellefin serbest iradesine bırakılan şeyler (İbnü'l Manzûr, Lisânü'l-Arab, "İbâha" mad.; el-Âmidî, il-İhkâm, I, 63; el-Cürcânî, et-Ta'rifât, s. 2). İbâha hazr'ın karşıtı bir anlamda kullanılınca; farz, vâcip ve mendubu da kapsamına alır. Hanefîler bu terimi bazan, "İstihsan" veya"kitâbü'z-Zühd ve'l-verâ", diğer mezhebler ise "yiyecek, içecek, kaplar, fıtrî hasletler" gibi başlıklar altında incelemişlerdir. Çünkü bir şeyin mübah veya sakıncalı olması daha çok yeme, içme, giyim, kullanma, süslenme, cinsel temas, bakma, dokunma, eğlence ve alış-veriş alanlarında söz konusu olur.

İbâha teriminin; cevâz, helal olmak, sahih olmak, muhayyer olmak ve affetmek gibi terimlerle ilgisi vardır. Câiz; bazı usulcülere göre beş anlamda kullanılır: Mübah, şer'an veya aklen mümkün olan şey, kendisinden iki durum eşit olan şey ve hükmü şüpheli şey. Eşeğin artığının hükmü gibi. Bazı bilginlere göre câiz mübahtan daha geneldir. Bazıları da bunu yalnız mübaha hasrederler ve onun eş anlamlısı sayarlar (el-Mevsu'atü'l Fıkhıyye, "ibâha" mad.). Diğer yandan fakihler cevâzı haramın karşıtı olarak kullanırlar. Bu, mekrûha da şâmil olur.

Helâl şer'an mübahtan daha geneldir. Çünkü helâl, haramın karşıtı olarak kullanılır. Kur'an ve Sünnette bu anlamdadır. "Allah alış-verişi helâl, ribâyı (fâiz) ise haram kılmıştır" (el-Bakara, 2/275)."Ey Nebî (s.a.s) Allah'ın sana helâl kıldığı şeylerin niçin haram kılıyorsun ? " (et-Tahrîm, 66/1). Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Bana gelince, vallahi ben haramı helâl, helâlı haram kılamam" (Müslim, Fedâilu's Sahâbe, 95; Ebû Dâvud, Nikâh, 12; Darimî, Mukaddeme, 19; Ahmed b. Hanbel, III, 12). Helâl, haram karşıtı olunca İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, haramın dışında kalan mübah, mendub, vâcib ve mutlak olarak mekrûh kapsamına alır. Ebû Hanîfe'ye göre tenzîhen mekrûhu da içine alır. Bu duruma göre, bazen helâl ve mekrûh bir arada bulunabilir. Boşama gibi. Çünkü boşama helâl olmakla birlikte Allah'ın sevmediği bir tasarruftur.

Sahîh ve mübah, bazan aynı anlamı ifade eder. Ancak bir şeyin veya akdin sahih olması temelde yararlanmanın helâl olduğu anlamına gelir. Mübah fiil, bazen sahih fiille bir arada bulunur. Meselâ, Ramazan ayı dışındaki bir günde oruç tutmak mübahtır. Yani kişi şer'an buna izinli olup, rükün ve şartlarına uyunca oruç sahih olur. Bazen,de fiil temelde mübah olmakla birlikte, şartlarındaki bir eksiklik yüzünden sahih olmaz. Fâsit akitler gibi. Bazan da fiil sahih olur, fakat mübah olmaz. Gasbedilmiş bir elbiseyle namaz kılmak gibi.

Bir şeyi mübah kılmak, bazen sevap veya ceza gerekmeksizin bir şeyi yapmak veya terk etmek arasında kişinin muhayyer bırakılmasıdır. Bu, vaciplerle ilgili olabilir. Yemin keffâreti olarak: on yoksulu doyurmak veya giydirmek yahut bir köleyi hürriyetine kavuşturmak yeterlidir. Üçüncü birden terketmek câiz olmaz (el-Mâide, 4/89).

Affın mübah anlamında kullanıldığı da olur. Hadîste şöyle buyurulur: "Şüphesiz Allah bir takım farzlar emretmiştir. Bunları zayi etmeyiniz. Bir takım cezalar koymuştur; bu sınırları aşmayınız. Haramlar koymuştur; bunları işlemeyiniz. Unutmadığı halde sırf size acıdığı için bir takım şeyleri de affetmiş yani mübah olarak bırakmıştır; bunları da araştırmayınız" (Dârakutnî, Sünnen, IV, 297, 298). Bu son hükme âyette de işaret edilmiştir (el-Mâide, 4/101).

Mübah kılma ya Allah veya Rasûlü yahut da kul tarafından söz konusu olur. Darda kalanın haram bir şeyi yemesi veya içkiyi içmesi gibi. Kul da hibe veya âriyet verme yoluyla bir malını başkasına mübah kılabilir. Bir şeyin mübah oluşu âyet, hadis, örf veya maslahat (kamu yararına) delilleriyle bilinir.

"Şüphesiz O, size murdar eti, kanı, domuz etini, Allah'tan başkası anılarak kesilen hayvanı haram kılmıştır. Fakat darda kalana, aşırı gitmemek ve haddi aşmamak şartıyla günah yoktur" (el-Bakara, 2/173). Âyette, günahın olmadığının bildirilmesi mübahlık anlamındadır. Bazen de âyette helâl olduğu açıkça belirtilir. "Bu gün, size temiz olan şeyler helâl kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yemeği size helâl, sizin yemeğiniz de onlara helâldir" (el-Mâide, 4/5). "Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan helâl ve temiz şeylerden yeyin" (el-Bakara, 2/168).

Hadiste şöyle buyurulur: "Yeyiniz, içiniz, yoksullara yardım ediniz. İsrafa düşmeden, kibir ve böbürlenme olmaksızın giyininiz. Şüphesiz Allah, kulunun üzerinde nimetlerinin eserini görmeyi sever" (Buhârî, Libâs, 1 ; 'Nesâî Zekât, 66; İbn Mâce, Libâs, 23, Ahmed b. Hanbel, II, 181, 182).

İslâm'da ihtiyaçla sınırlı olarak kullanılan bazı ruhsatlar da mübahlık ifade eder. Yolcunun Ramazan günü oruç tutmaması (el-Bakara, 2/ 184) ve mestler üzerine meshetmek gibi.

Örf; yapıla yapıla insan ruh ve aklının benimsediği ve selîm tabiatın hoş gördüğü davranış olup, başka bir delil bulunmayınca bununla da sâbit olabilir. Ücreti belirlemeksizin ayakkabı boyamak gibi.

Bir şeyi mübah kılma, Allah ve Rasûlü tarafından ya mülk edinme, yada tüketme yahut da yararlanma tarzlarında olur. Mübah mal; temelde Allah'ın herhangi bir kimseye tahsis etmeksizin insanların normal olarak yararlanması için yarattığı her şeydir. Her insanın bunları mülk edinme hakkı vardır. Hayvan, bitki veya cemâdât gibi. Hadiste şöyle buyurulur: "Herhangi bir müslümanın daha önce elde etmediği bir şeyi, önce elde eden ona mâlik olur" (Azîm, Âbâdî, Avnü'l-Ma'bûd, Dâru'l-Arabî, III, 142). Bu, fiilî istilâyı ifade eder. Su, ot, ateş, ölü ve sahipsiz araziler, yerde gömülü hazineler, madenler ve kırda dolaşan yabanî hayvanlar mübah mallar arasında sayılabilir.

Allah ve Rasûlünün yararlanma için mübah kıldığı şeyler ise, toplum tarafından ortaklaşa kullanılan mallardır. Mescidler, yollar gibi.

Bir kimsenin kendi mülkünü başkasına mübah kılması da, ya tüketim ya da yararlanma amacıyla olur. Misafire yemek ikram etmek, hayvana veya araca ücretsiz binmeye izin vermek gibi.

Eşyada asıl olan mübah olmaktır. "O, yeryüzünde olan şeylerin hepsini sizin için yaratandır" (el-Bakara, 2/29). "Semâlarda ve yeryüzünde olan şeylerin hepsini 0, sizin emriniz altına verdi" (el-Câsiye, 45/13). Bu ayetler, özel bir hüküm bulunmadıkça, Allah'ın yarattığı her şeyin aslının mübah olduğuna delâlet eder (el-Âmidî, el-İhkâm, I, 176).

Bir şeyin mübah olduğu sâbit olunca günah ve güçlük kalkar. Bu şeyi mülk edinme veya kendisinden yararlanma imkanı doğar. Bir maldan yararlanmanın mübah oluşu, kişiye onu tahrip ve zarar verme hakkı vermez. Aksi halde tazmin yükümlülüğü doğabilir. Darda kalanın, başkasının yiyeceğini izinsiz olarak almasının, bu yiyeceğin kıymetini tazmin etmesine engel olmaması gibi. Çünkü Allah, herkese kendi mülkü üzerinde bir hak vermiştir. Bu mülk, onun rızası dışında başkasına geçmez. Hakkını düşürmedikçe bundan ibâha geçerli olmaz (el-Karâfî, el-Furûk, 1, 195).

Allah bir şeyi mübah kılınca, bu artık O'nun cihetinden sona ermez. Çünkü O, diri ve bâkidir. Vahiy kesilmiştir. Muhammed aleyhisselâmdan sonra vahiy yoktur. Ancak ruhsatlarda olduğu gibi sebeplerin sona ermesiyle ibâha da sona erebilir. Ramazanda gündüz yolculuk olunca, oruç tutmama ruhsatının mübahlığı da ortaya çıkar. Yolculuk bitince bu ruhsat da biter.

İnsanların bir şeyi mübah kılması ise şu durumlarda sona erer: Mübah kılma süreyle sınırlı ise, sürenin bitmesi.

Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar. İzin verenin izninden vazgeçmesi mübahlığı sona erdirir. Çünkü mübah kılma bir teberrudur.

Teberrudan vazgeçmek mümkündür. İzin verenin veya yararlanma için izin verilenin ölümü de mübah kılmayı sona erdirir. Çünkü bu konudaki tasarruflar özel olarak şart koşulmadıkça mirasçılara geçmez (es-Suyûtî, el-Eşbâh ve'n-Nezâir, s. 223; el-Mevsuatu'l-Fıkhiyye, s. 132 vd.; ez-Zuhaylî, el-Fıkhu'l-İslâmi ve Edilletuh, III, 505 vd.).

Hamdi DÖNDÜREN
 
Üst