Örnek almadan veya bir başkasına uymadan yeni bir şey yapmak. Allahu Tealâ hakkında kullanıldığında, âlet, madde zaman ve mekân söz konusu olmadan vücut vermek anlamına gelir ve bu şekilde ancak Allah için kullanılır.
"Bedîu's-Semâvâti ve'l-arz" (el-Bakara, 2,117) ayetinde olduğu gibi, mübdi', yani gökleri ve yeri örneksiz, aletsiz, herhangi bir zaman ve mekânla sınırlı olmadan icat eden, varlık alanına çıkaran anlamındadır. Bu kullanılış Kur'an'da iki ayette geçer (bk. El-En'âm, 6/101). Bid' ise, hem fail (işi yapan) hem de mef'ul (iş üzerinde yapılan) olarak kullanılır: "Ben 'bid'an mine'r-rusul' (yeni gönderilmiş veya risaleti ilk başlatan) değilim de" (el-Ahkaf, 46/9) ayetinde olduğu gibi.
İslâm literatüründe ibdâ' kelimesiyle ilgili en önemli kavramlardan birisi de 'bid'at' tır Ayet-i Kerime'de şu şekilde kullanılmıştır: "(Hristiyanlar) ruhbâniyeti emredilmediği halde) kendileri ortaya çıkardı" (el-Hadid, 57/27).
Esasen, bir başkasını örnek almadan bir iş yapabilmek ve icat kabiliyetine sahip olmak, kuşkusuz yerilecek bir şey değildir. Fakat insanın insanlığı, kendine has fıtratı, duygu ve ihtiyaçları, yapısı, çevresini saran kâinat ve başka insanlarla bir arada ve tabiî çevrede yaşamak gibi pek çok ferdî ve sosyal özellikleri ilk insandan bu yana değişiklik göstermediğinden, ayrıca her insanın dünyadaki görevi ve temel insanî fonksiyonu aynı olduğundan, insan ve insan toplumları için değişmez yasaların ve prensiplerin varlığı kaçınılmazdır. Bu yüzden iman, ibadetin ve muamelâtın özüne ve ahlâka mütealik dini prensipler ilk insandan bu yana değişmemiş ve her peygamber daima İslâm'ı, Allah'ın insanlar için seçip razı olduğu dini tebliğ etmiştir. Bu dinin nasıl yaşanacağını bizzat hayatları sonra sözleri ve ayrıca sahabelerinden görüp de dinin özüne uygun düştüğü için tasvip anlamında ses çıkarmadıkları bazı davranışlar ile ilgili takrirleriyle rasûller göstere gelmişlerdir. İslâm son olarak son nebi, son rasul Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s) tarafından Kıyamete kadar geçerli olmak ve değiştirilmemek üzere gönderilmiş ve kemâle erdirilmiştir. Resulullah (s.a.s), Kur'an ve Sünnetinden (sözleri, davranışları ve takrirleri) oluşan temel prensipleriyle İslâm'ı yaşamış, uygulamış ve gelecek nesillere bırakmıştır. Bu bakımdan, onun iman ile ilgili esaslarında en ufak bir değişikliğe gitmek, küfrü gerektiren bir ibda hareketidir, yani kişiyi kâfir yapacak bir bid'attır. İkinci olarak onun sünnetinin İslâm'ın temel prensiplerine, temel hükümlerine, ibadetlerine ruhuna ve hattâ şekline ait olan kısmı farz veya vacipler içinde olup, asla değişim, yani bid'at kabul etmez. Sünnetin bir kısmı nafile türündendir. Bunlar da; ibadete ait olanlarla, edeplere ait olanlar olmak üzere ikiye ayrılır. İbadetle ilgili olanlar yine kesinlikle değiştirilemez. Edepler kısmına ait olanlar ise, örf ve adette ve beşerî muamelelerde Resulullah'a uymak; sözgelimi onun gibi konuşmak, onun gibi yiyip içmek ve yatmak gibi âdet ve hareketlerdir ki, bunlara uymamak bid'at olmamakla birlikte, uymaya çalışmak kişinin âdetini ve her hareketini ibadete çevirir. İslâm'ın prensipleriyle ilgili bir takım sünnetler vardır ki, bunlar toplumun hukuku türünden cemiyete ait bir ubudiyet hükmündedir. Efendimiz (s.a.s), her bid'atın delâlet olduğunu her delâletin de ateşe girmeye vesile olacağını ve dinde bid'at çıkaranların, o bidati işleyenlerin de günahlarını yükleneceklerini ifade buyurmuşlardır (bk. Müslim, Cumu'a, 43; Ebu Davud, Sünne, 5).
Ali ÜNAL
"Bedîu's-Semâvâti ve'l-arz" (el-Bakara, 2,117) ayetinde olduğu gibi, mübdi', yani gökleri ve yeri örneksiz, aletsiz, herhangi bir zaman ve mekânla sınırlı olmadan icat eden, varlık alanına çıkaran anlamındadır. Bu kullanılış Kur'an'da iki ayette geçer (bk. El-En'âm, 6/101). Bid' ise, hem fail (işi yapan) hem de mef'ul (iş üzerinde yapılan) olarak kullanılır: "Ben 'bid'an mine'r-rusul' (yeni gönderilmiş veya risaleti ilk başlatan) değilim de" (el-Ahkaf, 46/9) ayetinde olduğu gibi.
İslâm literatüründe ibdâ' kelimesiyle ilgili en önemli kavramlardan birisi de 'bid'at' tır Ayet-i Kerime'de şu şekilde kullanılmıştır: "(Hristiyanlar) ruhbâniyeti emredilmediği halde) kendileri ortaya çıkardı" (el-Hadid, 57/27).
Esasen, bir başkasını örnek almadan bir iş yapabilmek ve icat kabiliyetine sahip olmak, kuşkusuz yerilecek bir şey değildir. Fakat insanın insanlığı, kendine has fıtratı, duygu ve ihtiyaçları, yapısı, çevresini saran kâinat ve başka insanlarla bir arada ve tabiî çevrede yaşamak gibi pek çok ferdî ve sosyal özellikleri ilk insandan bu yana değişiklik göstermediğinden, ayrıca her insanın dünyadaki görevi ve temel insanî fonksiyonu aynı olduğundan, insan ve insan toplumları için değişmez yasaların ve prensiplerin varlığı kaçınılmazdır. Bu yüzden iman, ibadetin ve muamelâtın özüne ve ahlâka mütealik dini prensipler ilk insandan bu yana değişmemiş ve her peygamber daima İslâm'ı, Allah'ın insanlar için seçip razı olduğu dini tebliğ etmiştir. Bu dinin nasıl yaşanacağını bizzat hayatları sonra sözleri ve ayrıca sahabelerinden görüp de dinin özüne uygun düştüğü için tasvip anlamında ses çıkarmadıkları bazı davranışlar ile ilgili takrirleriyle rasûller göstere gelmişlerdir. İslâm son olarak son nebi, son rasul Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s) tarafından Kıyamete kadar geçerli olmak ve değiştirilmemek üzere gönderilmiş ve kemâle erdirilmiştir. Resulullah (s.a.s), Kur'an ve Sünnetinden (sözleri, davranışları ve takrirleri) oluşan temel prensipleriyle İslâm'ı yaşamış, uygulamış ve gelecek nesillere bırakmıştır. Bu bakımdan, onun iman ile ilgili esaslarında en ufak bir değişikliğe gitmek, küfrü gerektiren bir ibda hareketidir, yani kişiyi kâfir yapacak bir bid'attır. İkinci olarak onun sünnetinin İslâm'ın temel prensiplerine, temel hükümlerine, ibadetlerine ruhuna ve hattâ şekline ait olan kısmı farz veya vacipler içinde olup, asla değişim, yani bid'at kabul etmez. Sünnetin bir kısmı nafile türündendir. Bunlar da; ibadete ait olanlarla, edeplere ait olanlar olmak üzere ikiye ayrılır. İbadetle ilgili olanlar yine kesinlikle değiştirilemez. Edepler kısmına ait olanlar ise, örf ve adette ve beşerî muamelelerde Resulullah'a uymak; sözgelimi onun gibi konuşmak, onun gibi yiyip içmek ve yatmak gibi âdet ve hareketlerdir ki, bunlara uymamak bid'at olmamakla birlikte, uymaya çalışmak kişinin âdetini ve her hareketini ibadete çevirir. İslâm'ın prensipleriyle ilgili bir takım sünnetler vardır ki, bunlar toplumun hukuku türünden cemiyete ait bir ubudiyet hükmündedir. Efendimiz (s.a.s), her bid'atın delâlet olduğunu her delâletin de ateşe girmeye vesile olacağını ve dinde bid'at çıkaranların, o bidati işleyenlerin de günahlarını yükleneceklerini ifade buyurmuşlardır (bk. Müslim, Cumu'a, 43; Ebu Davud, Sünne, 5).
Ali ÜNAL