Cevap vermek, isteğini kabul etmek, ihtiyacını karşılamak. İcâbet etmek; kabul etmek ve muvafakat göstermek demektir.
Cenab-ı Hakk'ın duaya icabeti, duayı kabul etmesi demektir. Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Ey Muhammed, eğer kullarım Ben'i senden sorarlarsa, şüphesiz ki Ben, çok yakınım. Dua edenin duasını, dua ettiğinde kabul ederim. Benim emrime uysunlar ve Bana iman etsinler ki, doğru yolu bulalar " (el-Bakara, 2/186).
Yapılan meşrû bir davete icabet İslâm'ın teşvik ettiği bir ameldir. Hadisi şerîfte; "Çağırdığı zaman davetine icabet etmek, müslümanın müslüman üzerindeki haklarındandır" (Nesaî, Cenâiz, 52; İbn Mâce, Cenâiz, l; Dârimî, İsti'zân, 5) buyurulur. Başka bir hadiste, davete icabet etmeyenin Allah ve Rasûlüne karşı gelmiş sayılacağı bildirilir (bk. Müslim, Nikâh, 110; Ebû Dâvud, Et'ime, l; İbn Mâce, Nikâh, 25).
Düğün, nişan, doğum ve benzeri sevinçli zamanlarda yapılan davete katılma iki şekilde olur. l. Yardım istenmesi halinde, isteğin yerine getirilmesi, 2. Düğün yemeği (velîme) gibi hayırlı bir toplantıya bizzat katılınması. Davetin meşrû olması yanında aşağıdaki hususların da gözetilmesi İslâmî âdâptandır.
1. Zengin-yoksul ayırımı yapılmamalıdır. Bir kimse yalnız zengin ve şöhretli kişilerin davetlerine katılır, yoksul ve güçsüz kişilerinkine katılmazsa, İslâm'ın yasakladığı gurur ve kibir hastalığına maruz kalabilir (bk. en-Nahl, 16/49; el-Enbiyâ, 21/19; el-Mümin, 40/27, 56, 60, 76; en-Nahl, 16/29; ez-Zümer, 39/60, 72). Hz. Peygamber zengin, yoksul ve köle ayırımı yapmaksızın ashâb-ı kiramının davetlerine katılırdı (bk. ibn Mâce, Nikâh, 25; Ticârât, 66; Zühd, 16; Tirmizî, Cenâiz; 32; Savm, 63; Ebû Dâvud, Savm, 74; Et'ime, 1).
2. Gidilecek yerin uzaklığı davete katılmaya engel teşkil etmemelidir. Hasta ziyareti, cenazeye katılma, davete icâbet ve bir arkadaşı ziyaret ne kadar uzak yerden yapılırsa, muhatabın gönlü o kadar sevinçle dolar. Nitekim, Allah Resulu, uzakça bir yeri örnek vererek şöyle buyurmuştur: "Eğer Gamîm denilen yerde bulunan Kürâ'a davet edilsem, şüphesiz icâbet ederdim" (Buhârî, Hibe, 2; Tirmizi, Ahkâm, 10; Ahmed b. Hanbel, III, 209).
Hadiste adı geçen Kürâ', Medine'ye bir kaç mil uzaklıkta bulunan bir yerin adıdır. Hz. Peygamber, Ramazanda Medine'den çıkıp oraya vardığında, orucunu bozar ve yolculuk sırasında namazlarını Kürâ'dan itibaren seferî olarak kılmaya başlardı.
3. Nâfile oruç tutanın orucunu bozması. Farz oruç dışında nâfile oruç sebebiyle davetten geri kalmamak gerekir. Orucunu bozmak, davet sahibi sevindirecekse, kardeşinin ikramını yemekten elde edeceği sevap nâfile orucun sevabından daha üstündür. Bu orucu başka bir günde kaza eder. Hadîs-i şeriflerde nâfile oruç için böyle bir kolaylık yer almıştır (bk. Müslim, K. 13, H. 169, 170, K. 16, H. 106; Ebû Dâvud, K. 14, B. 72, 73, 75, 76; Tirmizi, K. 6, B. 34, 35, 36, 70; Nesaî, K. 22, B. 67; İbn Mâce, K. 7, B. 26, 47, 54).
4. Davet edilen yerde meşrû olmayan şeyler varsa, böyle bir davete icabet edilmez. İçki, kumar, fuhuş bulunan, kadın ve erkeklerin ortak eğlendikleri yerler buna örnek verilebilir. Böyle bir davete icabet haram veya mekruh olur.
5. Davete icabetin sırf karın doyurmak için değil, Allah ve Resulunun rızasını kazanmak için olmalıdır. Davete giderken Hz. Peygamberin sünnetine uymak için hareket etmeye niyetlenmelidir. Niyet amellerin özü ve ecir kaynağı olmasının sebebidir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulur: "Ameller niyetlere göredir. Her kişi için ancak niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah ve Resulu'ne ise, onun hicreti Allah ve Resulu'ne olmuş bulunur. Kimin hicreti de ulaşmak istediği bir dünyalık veya evlenmek istediği bir kadın için olursa, onun hicreti de bunlar için yapılmış sayılır" (Buhârî, Bedü'l- Vahy, l; ltk, 6: Menâkıbu'l-Ensâr, 45; Talâk, 11; Eymân, 23; Müslim, İmâre, 155; Ebû Dâvud, Talâk, 11, Nesaî, Tahâre, 59; Talâk, 24; Eymân, 19).
Davete icabetle ilgili bu hadisleri emir kuvvetinde gören bazı İslâm bilginleri icâbetin vacip, bazıları ise mendub olduğunu söylemişlerdir. İslâm hukukçularının çoğunluğu, düğün velîmesine katılmanın vacip olduğunu söylerken, Hanefiler bunu müstehap kabul etmişlerdir (ez-Zebîdî, Tecrîd-i Sarih, Terc. Kâmil Miras, Ankara 1985, IV, 279, 280; bk. "Davete İcabet" mad.).
Hamdi DÖNDÜREN
Cenab-ı Hakk'ın duaya icabeti, duayı kabul etmesi demektir. Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Ey Muhammed, eğer kullarım Ben'i senden sorarlarsa, şüphesiz ki Ben, çok yakınım. Dua edenin duasını, dua ettiğinde kabul ederim. Benim emrime uysunlar ve Bana iman etsinler ki, doğru yolu bulalar " (el-Bakara, 2/186).
Yapılan meşrû bir davete icabet İslâm'ın teşvik ettiği bir ameldir. Hadisi şerîfte; "Çağırdığı zaman davetine icabet etmek, müslümanın müslüman üzerindeki haklarındandır" (Nesaî, Cenâiz, 52; İbn Mâce, Cenâiz, l; Dârimî, İsti'zân, 5) buyurulur. Başka bir hadiste, davete icabet etmeyenin Allah ve Rasûlüne karşı gelmiş sayılacağı bildirilir (bk. Müslim, Nikâh, 110; Ebû Dâvud, Et'ime, l; İbn Mâce, Nikâh, 25).
Düğün, nişan, doğum ve benzeri sevinçli zamanlarda yapılan davete katılma iki şekilde olur. l. Yardım istenmesi halinde, isteğin yerine getirilmesi, 2. Düğün yemeği (velîme) gibi hayırlı bir toplantıya bizzat katılınması. Davetin meşrû olması yanında aşağıdaki hususların da gözetilmesi İslâmî âdâptandır.
1. Zengin-yoksul ayırımı yapılmamalıdır. Bir kimse yalnız zengin ve şöhretli kişilerin davetlerine katılır, yoksul ve güçsüz kişilerinkine katılmazsa, İslâm'ın yasakladığı gurur ve kibir hastalığına maruz kalabilir (bk. en-Nahl, 16/49; el-Enbiyâ, 21/19; el-Mümin, 40/27, 56, 60, 76; en-Nahl, 16/29; ez-Zümer, 39/60, 72). Hz. Peygamber zengin, yoksul ve köle ayırımı yapmaksızın ashâb-ı kiramının davetlerine katılırdı (bk. ibn Mâce, Nikâh, 25; Ticârât, 66; Zühd, 16; Tirmizî, Cenâiz; 32; Savm, 63; Ebû Dâvud, Savm, 74; Et'ime, 1).
2. Gidilecek yerin uzaklığı davete katılmaya engel teşkil etmemelidir. Hasta ziyareti, cenazeye katılma, davete icâbet ve bir arkadaşı ziyaret ne kadar uzak yerden yapılırsa, muhatabın gönlü o kadar sevinçle dolar. Nitekim, Allah Resulu, uzakça bir yeri örnek vererek şöyle buyurmuştur: "Eğer Gamîm denilen yerde bulunan Kürâ'a davet edilsem, şüphesiz icâbet ederdim" (Buhârî, Hibe, 2; Tirmizi, Ahkâm, 10; Ahmed b. Hanbel, III, 209).
Hadiste adı geçen Kürâ', Medine'ye bir kaç mil uzaklıkta bulunan bir yerin adıdır. Hz. Peygamber, Ramazanda Medine'den çıkıp oraya vardığında, orucunu bozar ve yolculuk sırasında namazlarını Kürâ'dan itibaren seferî olarak kılmaya başlardı.
3. Nâfile oruç tutanın orucunu bozması. Farz oruç dışında nâfile oruç sebebiyle davetten geri kalmamak gerekir. Orucunu bozmak, davet sahibi sevindirecekse, kardeşinin ikramını yemekten elde edeceği sevap nâfile orucun sevabından daha üstündür. Bu orucu başka bir günde kaza eder. Hadîs-i şeriflerde nâfile oruç için böyle bir kolaylık yer almıştır (bk. Müslim, K. 13, H. 169, 170, K. 16, H. 106; Ebû Dâvud, K. 14, B. 72, 73, 75, 76; Tirmizi, K. 6, B. 34, 35, 36, 70; Nesaî, K. 22, B. 67; İbn Mâce, K. 7, B. 26, 47, 54).
4. Davet edilen yerde meşrû olmayan şeyler varsa, böyle bir davete icabet edilmez. İçki, kumar, fuhuş bulunan, kadın ve erkeklerin ortak eğlendikleri yerler buna örnek verilebilir. Böyle bir davete icabet haram veya mekruh olur.
5. Davete icabetin sırf karın doyurmak için değil, Allah ve Resulunun rızasını kazanmak için olmalıdır. Davete giderken Hz. Peygamberin sünnetine uymak için hareket etmeye niyetlenmelidir. Niyet amellerin özü ve ecir kaynağı olmasının sebebidir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulur: "Ameller niyetlere göredir. Her kişi için ancak niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah ve Resulu'ne ise, onun hicreti Allah ve Resulu'ne olmuş bulunur. Kimin hicreti de ulaşmak istediği bir dünyalık veya evlenmek istediği bir kadın için olursa, onun hicreti de bunlar için yapılmış sayılır" (Buhârî, Bedü'l- Vahy, l; ltk, 6: Menâkıbu'l-Ensâr, 45; Talâk, 11; Eymân, 23; Müslim, İmâre, 155; Ebû Dâvud, Talâk, 11, Nesaî, Tahâre, 59; Talâk, 24; Eymân, 19).
Davete icabetle ilgili bu hadisleri emir kuvvetinde gören bazı İslâm bilginleri icâbetin vacip, bazıları ise mendub olduğunu söylemişlerdir. İslâm hukukçularının çoğunluğu, düğün velîmesine katılmanın vacip olduğunu söylerken, Hanefiler bunu müstehap kabul etmişlerdir (ez-Zebîdî, Tecrîd-i Sarih, Terc. Kâmil Miras, Ankara 1985, IV, 279, 280; bk. "Davete İcabet" mad.).
Hamdi DÖNDÜREN