Yanıltmak, saptırmak, şüpheye düşürmek, vesvese vermek; şeytanın insanı İslâm yolundan ayırmak için; onun kalbine verdiği vesvese. Buna "hizlân" da denir.
İnsanın kalbi melekle şeytanın etki alanıdır. Melek insanı daima iyiliğe ve hayra çağırır. Kalpte doğan iyilik duygularının kaynağı melek olup, bunlara "ilham" denir. Şeytanın çağırdığı şer ve kötülük taşıyan duygulara ise "vesvese" adı verilir. Bazen insan ve cinlerden sapık olanlar da insanı saptırmak için vesvese verebilir. Nâs Sûresi bu anlamı kapsar.
"Ey Muhammed! De ki: Cin ve insanlardan olan ve insanlardan kalplerine vesvese veren, o sinsi vesvesecinin şerrinden, insanların Rabbi, insanların mâliki ve insanların Rabbi, insanların mâliki ve insanların ma'budu olan Allah'a sığınırım" (en-Nâs, 114/1-6).
Ebû Zer (r.a) Mecsid'te Hz. Peygamber'in yanına oturmuş, Nebî (s.a.s), ona namazı kılıp kılmadığını sorunca o kılmadığını söylemişti. Hz. Peygamber: "Kalk namazını kıl" buyurdu. Ebû Zer namazı kılıp Resulullah'ın yanına oturunca, Allah elçisi şöyle buyurdu: "Ey Ebû Zer! İnsan ve cinlerden olan şeytanların şerrinden Allah'a sığın". Ebû Zer'in, insandan şeytanın olup olmadığını sorması üzerine, Resulullah (s.a.s) buna "evet" diye cevap verdi" (Nesaî, İstiâze, 48; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 178, 265; İbn Kesir, Muhtasaru Tefsir İbn Kesir, Beyrut 1402/1981, III, 696, 697).
Kur'an-ı Kerîm'de şeytanın iğvâsı ile ilgili pek çok ayet vardır. Bazıları şunlardır:
"İblis: Benim azmama hükmettiğin için senin doğru yolunda kullarının önünü keseceğim" (el-A'râf, 7/16).
"İblis şöyle dedi: Rabbim! Beni saptırdığın için, mutlaka ben de, yeryüzünde Ademoğullarına, kötülükleri güzel göstereceğim ve onların hepsini azdıracağım. Ancak kullarından ihlâslı olanlar müstesnadır" (el-Hicr, 15/39, 40)
"O gün, aleyhlerinde hüküm kesinleşenler: Rabbimiz! İşte doğru yoldan saptırdıklarımız. Kendimiz sapıttığımız gibi onları da saptırdık. Onlardan uzaklaşıp sana geldik. Zaten onlar bize tapmıyorlardı, derler" (el-Kasas, 28/63)
"Eğer Allah, sizi azdırmayı dilerse, öğüt vermek istesem de, öğüdüm size fayda vermez. O, sizin Rabbinizdir. Tekrar O'na döndürüleceksiniz" (Hûd, 11/34).
Kalp, yaratılış bakımından melekten gelen etkileri de, şeytandan gelen etkileri de eşit bir şekilde kabul etmeye elverişlidir. Prensip olarak bunlardan birisi diğerine ağır basmaz. Kişi irade gücünü kullanarak bu iki etkiden birisine ağırlık kazandırma imkânına sahiptir. Öfke, şehvet ve nefsin hevâsına uymak kalpteki kötülük meylini güçlendirirken, bu duyguları İslâmî sınırlar içinde tutma gayreti, insanı iyiliğe sevkeder.
Şeytanın nüfûz etmek için çare ve fırsatlar aramadığı hiç bir kalp yoktur. şeytanın kalbi istilası, kişinin şehvet duygularına ve nefsinin meşrû olmayan isteklerine tâbi olmasıyla başlar. Bundan sonra, kalbi şeytanın azığından yani gayr-i meşrû istek ve arzulardan kalbi boşaltmak suretiyle elekler tarafından fethi mümkün olur. Bu da, Allah'a kulluk, ibadet, taat ve zikirle gerçekleşir. İhlasla Allah'a kulluk eden kimse üzerinde, şeytan bir üstünlük kuramaz. Ayette şöyle buyurulur: "Ey İblis! Şüphesiz, benim o gerçek kullarım üzerinde senin hiç bir hakimiyetin yoktur. Rabbin vekil olarak yeter" (el-İsrâ, 17/65).
Bu duruma göre, nefsinin meşru olmayan isteklerine uyan kimse, nefsinin hevâsının kulu olmuştur. Böyle bir kimsede hidayet yoluna dönüş için bir gayret kalmayınca Cenâb-ı Hak ona şeytanı musallat eder. Bir bakıma üzerinden mânevî koruma kalkar. Çünkü kişi Allah'tan korunma (istiâze) talebinde de bulunmamaktadır. Ayette şöyle buyurulur: "Ey Muhammed! Şimdi o kimseyi gördün ya. Hidayeti bırakıp, gayri meşru isteklerine taparcasına zevkini kendisine ilâh edinmiş..." (el-Câsiye, 45/23).
Amr İbnü'l-Âs, Resulullah (s.a.s)'a; "Şeytan benimle namazım ve okuyuşum arasına girdi" deyince, Hz. Peygamber (s.a.s) cevap olarak şöyle buyurmuştur: "O, kendisine Hanzeb denilen bir şeytandır. Seninle ibadetinin arasına girdiğini hissettiğin zaman, onun şerrinden Allah'a sığın" (Müslim, Selâm, 68; Ahmed. Hanbel, Müsned, IV, 216). Amr der ki; Ben Resulullah'ın dediğini yaptım ve Cenâb-ı hak beni o şeytanın vesvese ve iğvâsından uzaklaştırdı.
Şeytan insana abdestle ilgili vesveseler de vermeye çalışır. Bundan korunmanın çaresi de Allah'a sığınmaktır. Hadiste şöyle buyurulur: "Şüphesiz abdestin "Velhân" adlı bir şeytanı vardır. Onun şerrinden Allah'a sığınınız" (Tirmizî, Tahâre, 43; İbn Mâce, Tahâre, 48; Ahmed b. Hanbel, V, 136).
Şeytandan korunmanın yolu ayette şöyle belirlenir: "Allah'tan korkanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman Allah'ı ve azabı düşünürler. Bakarsın ki, onlar hemen doğru yolu bulup şeytanın vesvesesinden kurtulmuşlardır" (el-A'râf, 7/201).
Gayri meşrû isteklerin insanoğlunun etine ve kanına işlemesi gibi, şeytanın tasallutu da etine ve kanına karışmış ve her taraftan kalbini muhasara altına almış bulunur. Allah Resulu bu olumsuz psikolojik, biyolojik ve fizik etkiyi kırmak için şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz şeytan, Âdemoğlunun damarlarında, kanın dolaştığı gibi dolaşır. Onun dolaştığı yolları açlıkla (oruç) daraltınız" (Buhârî, Ahkâm, 21, İtikâf, 11, 12, Bedü'l-Halk, II, Edeb, 121; Müslim, Selâm, 23-25; Ebû Dâvud, Sünne, 17, 18). Oruç, şehveti kırar; güzel ve meşru duyguları güçlendirir; böylece şeytanın kalp üzerindeki etkisini yok eder.
Hz. Peygamber, geçmiş devirlerde şeytanın dürüst bir râhibi vesvese yoluyla nasıl felâkete sürüklediğini şöyle haber verir: "İsrailoğullarından bir râhip vardı. Onun devrinde şeytan bir kız çocuğunu etkileyerek rûhî bunalıma itti. Sonra bu kız çocuğunun aile fertlerinin kalbine; bu kızınızın tedavisi ancak râhibin yanında mümkündür, diye ilkâ etti. Kızı râhibe getirdiler. Rahip tedaviden kaçındı ise de, çok ısrar ettiler ve kızı tedavi için râhibin yanında bıraktılar. Bu sırada şeytan kızla cinsî ilişkide bulunmasını râhibin kalbine vesvese yoluyla ilkâ etti ve rahip kızla cinsî ilişkide bulununcaya kadar şeytan bu vesvesesine devam etti. Kız gebe kalınca da râhibe şu vesveseyi verdi: Bu olay ortaya çıkarsa rezil olursun. Kızın ailesi sana gelecektir. En iyisi kızı öldür ve toprağa göm. Senin için başka bir çıkar yol da yoktur. Kızın ailesi gelip, kızlarını sorarlarsa; hastalığının artıp vefat ettiğini söylersin.
Bunun üzerin rahip kızı öldürüp gömdü. Sonra da şeytan kızın ailesinin kalplerine vesvese yoluyla, kızın râhip tarafından gebe bırakıldıktan sonra öldürüldüğü şüphesini soktu. Kızın ailesi gelip, râhibi öldürmek isteyince, şeytan râhibe; iki tarafa bütün bu düşünce ve vesveseleri kendisinin verdiğini, isterse kendisini ölümden kurtarabileceğini söyledi. Ancak bunun için râhipten, kendisine iki defa secde etmesini istedi.
Bunun üzerine râhip şeytana iki defa secde etti. Artık şeytan râhibi imanından da soyutlamış ve iğvâsında amacına ulaşmıştı. "ben senden beri ve uzağım" diyerek, râhibi kendi kaderiyle başbaşa bıraktı (Gazzâlî, İhyâu Ulûmi'd-Dîn, Terc. Ali Arslan, İstanbul 1972, VI, 100-102).
İşte Kur'an-ı Kerîm'de bu râhibe işaret edilerek şöyle buyurulur: "(Yahudileri savaşa teşvik eden münâfıkların hâli de) şeytanın hali gibidir. Çünkü şeytan insana "inkâr et" der de, o inkâr edince: "Ben gerçekten senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım " der" (el-Haşr, 59/16).
Hamdi DÖNDÜREN
İnsanın kalbi melekle şeytanın etki alanıdır. Melek insanı daima iyiliğe ve hayra çağırır. Kalpte doğan iyilik duygularının kaynağı melek olup, bunlara "ilham" denir. Şeytanın çağırdığı şer ve kötülük taşıyan duygulara ise "vesvese" adı verilir. Bazen insan ve cinlerden sapık olanlar da insanı saptırmak için vesvese verebilir. Nâs Sûresi bu anlamı kapsar.
"Ey Muhammed! De ki: Cin ve insanlardan olan ve insanlardan kalplerine vesvese veren, o sinsi vesvesecinin şerrinden, insanların Rabbi, insanların mâliki ve insanların Rabbi, insanların mâliki ve insanların ma'budu olan Allah'a sığınırım" (en-Nâs, 114/1-6).
Ebû Zer (r.a) Mecsid'te Hz. Peygamber'in yanına oturmuş, Nebî (s.a.s), ona namazı kılıp kılmadığını sorunca o kılmadığını söylemişti. Hz. Peygamber: "Kalk namazını kıl" buyurdu. Ebû Zer namazı kılıp Resulullah'ın yanına oturunca, Allah elçisi şöyle buyurdu: "Ey Ebû Zer! İnsan ve cinlerden olan şeytanların şerrinden Allah'a sığın". Ebû Zer'in, insandan şeytanın olup olmadığını sorması üzerine, Resulullah (s.a.s) buna "evet" diye cevap verdi" (Nesaî, İstiâze, 48; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 178, 265; İbn Kesir, Muhtasaru Tefsir İbn Kesir, Beyrut 1402/1981, III, 696, 697).
Kur'an-ı Kerîm'de şeytanın iğvâsı ile ilgili pek çok ayet vardır. Bazıları şunlardır:
"İblis: Benim azmama hükmettiğin için senin doğru yolunda kullarının önünü keseceğim" (el-A'râf, 7/16).
"İblis şöyle dedi: Rabbim! Beni saptırdığın için, mutlaka ben de, yeryüzünde Ademoğullarına, kötülükleri güzel göstereceğim ve onların hepsini azdıracağım. Ancak kullarından ihlâslı olanlar müstesnadır" (el-Hicr, 15/39, 40)
"O gün, aleyhlerinde hüküm kesinleşenler: Rabbimiz! İşte doğru yoldan saptırdıklarımız. Kendimiz sapıttığımız gibi onları da saptırdık. Onlardan uzaklaşıp sana geldik. Zaten onlar bize tapmıyorlardı, derler" (el-Kasas, 28/63)
"Eğer Allah, sizi azdırmayı dilerse, öğüt vermek istesem de, öğüdüm size fayda vermez. O, sizin Rabbinizdir. Tekrar O'na döndürüleceksiniz" (Hûd, 11/34).
Kalp, yaratılış bakımından melekten gelen etkileri de, şeytandan gelen etkileri de eşit bir şekilde kabul etmeye elverişlidir. Prensip olarak bunlardan birisi diğerine ağır basmaz. Kişi irade gücünü kullanarak bu iki etkiden birisine ağırlık kazandırma imkânına sahiptir. Öfke, şehvet ve nefsin hevâsına uymak kalpteki kötülük meylini güçlendirirken, bu duyguları İslâmî sınırlar içinde tutma gayreti, insanı iyiliğe sevkeder.
Şeytanın nüfûz etmek için çare ve fırsatlar aramadığı hiç bir kalp yoktur. şeytanın kalbi istilası, kişinin şehvet duygularına ve nefsinin meşrû olmayan isteklerine tâbi olmasıyla başlar. Bundan sonra, kalbi şeytanın azığından yani gayr-i meşrû istek ve arzulardan kalbi boşaltmak suretiyle elekler tarafından fethi mümkün olur. Bu da, Allah'a kulluk, ibadet, taat ve zikirle gerçekleşir. İhlasla Allah'a kulluk eden kimse üzerinde, şeytan bir üstünlük kuramaz. Ayette şöyle buyurulur: "Ey İblis! Şüphesiz, benim o gerçek kullarım üzerinde senin hiç bir hakimiyetin yoktur. Rabbin vekil olarak yeter" (el-İsrâ, 17/65).
Bu duruma göre, nefsinin meşru olmayan isteklerine uyan kimse, nefsinin hevâsının kulu olmuştur. Böyle bir kimsede hidayet yoluna dönüş için bir gayret kalmayınca Cenâb-ı Hak ona şeytanı musallat eder. Bir bakıma üzerinden mânevî koruma kalkar. Çünkü kişi Allah'tan korunma (istiâze) talebinde de bulunmamaktadır. Ayette şöyle buyurulur: "Ey Muhammed! Şimdi o kimseyi gördün ya. Hidayeti bırakıp, gayri meşru isteklerine taparcasına zevkini kendisine ilâh edinmiş..." (el-Câsiye, 45/23).
Amr İbnü'l-Âs, Resulullah (s.a.s)'a; "Şeytan benimle namazım ve okuyuşum arasına girdi" deyince, Hz. Peygamber (s.a.s) cevap olarak şöyle buyurmuştur: "O, kendisine Hanzeb denilen bir şeytandır. Seninle ibadetinin arasına girdiğini hissettiğin zaman, onun şerrinden Allah'a sığın" (Müslim, Selâm, 68; Ahmed. Hanbel, Müsned, IV, 216). Amr der ki; Ben Resulullah'ın dediğini yaptım ve Cenâb-ı hak beni o şeytanın vesvese ve iğvâsından uzaklaştırdı.
Şeytan insana abdestle ilgili vesveseler de vermeye çalışır. Bundan korunmanın çaresi de Allah'a sığınmaktır. Hadiste şöyle buyurulur: "Şüphesiz abdestin "Velhân" adlı bir şeytanı vardır. Onun şerrinden Allah'a sığınınız" (Tirmizî, Tahâre, 43; İbn Mâce, Tahâre, 48; Ahmed b. Hanbel, V, 136).
Şeytandan korunmanın yolu ayette şöyle belirlenir: "Allah'tan korkanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman Allah'ı ve azabı düşünürler. Bakarsın ki, onlar hemen doğru yolu bulup şeytanın vesvesesinden kurtulmuşlardır" (el-A'râf, 7/201).
Gayri meşrû isteklerin insanoğlunun etine ve kanına işlemesi gibi, şeytanın tasallutu da etine ve kanına karışmış ve her taraftan kalbini muhasara altına almış bulunur. Allah Resulu bu olumsuz psikolojik, biyolojik ve fizik etkiyi kırmak için şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz şeytan, Âdemoğlunun damarlarında, kanın dolaştığı gibi dolaşır. Onun dolaştığı yolları açlıkla (oruç) daraltınız" (Buhârî, Ahkâm, 21, İtikâf, 11, 12, Bedü'l-Halk, II, Edeb, 121; Müslim, Selâm, 23-25; Ebû Dâvud, Sünne, 17, 18). Oruç, şehveti kırar; güzel ve meşru duyguları güçlendirir; böylece şeytanın kalp üzerindeki etkisini yok eder.
Hz. Peygamber, geçmiş devirlerde şeytanın dürüst bir râhibi vesvese yoluyla nasıl felâkete sürüklediğini şöyle haber verir: "İsrailoğullarından bir râhip vardı. Onun devrinde şeytan bir kız çocuğunu etkileyerek rûhî bunalıma itti. Sonra bu kız çocuğunun aile fertlerinin kalbine; bu kızınızın tedavisi ancak râhibin yanında mümkündür, diye ilkâ etti. Kızı râhibe getirdiler. Rahip tedaviden kaçındı ise de, çok ısrar ettiler ve kızı tedavi için râhibin yanında bıraktılar. Bu sırada şeytan kızla cinsî ilişkide bulunmasını râhibin kalbine vesvese yoluyla ilkâ etti ve rahip kızla cinsî ilişkide bulununcaya kadar şeytan bu vesvesesine devam etti. Kız gebe kalınca da râhibe şu vesveseyi verdi: Bu olay ortaya çıkarsa rezil olursun. Kızın ailesi sana gelecektir. En iyisi kızı öldür ve toprağa göm. Senin için başka bir çıkar yol da yoktur. Kızın ailesi gelip, kızlarını sorarlarsa; hastalığının artıp vefat ettiğini söylersin.
Bunun üzerin rahip kızı öldürüp gömdü. Sonra da şeytan kızın ailesinin kalplerine vesvese yoluyla, kızın râhip tarafından gebe bırakıldıktan sonra öldürüldüğü şüphesini soktu. Kızın ailesi gelip, râhibi öldürmek isteyince, şeytan râhibe; iki tarafa bütün bu düşünce ve vesveseleri kendisinin verdiğini, isterse kendisini ölümden kurtarabileceğini söyledi. Ancak bunun için râhipten, kendisine iki defa secde etmesini istedi.
Bunun üzerine râhip şeytana iki defa secde etti. Artık şeytan râhibi imanından da soyutlamış ve iğvâsında amacına ulaşmıştı. "ben senden beri ve uzağım" diyerek, râhibi kendi kaderiyle başbaşa bıraktı (Gazzâlî, İhyâu Ulûmi'd-Dîn, Terc. Ali Arslan, İstanbul 1972, VI, 100-102).
İşte Kur'an-ı Kerîm'de bu râhibe işaret edilerek şöyle buyurulur: "(Yahudileri savaşa teşvik eden münâfıkların hâli de) şeytanın hali gibidir. Çünkü şeytan insana "inkâr et" der de, o inkâr edince: "Ben gerçekten senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım " der" (el-Haşr, 59/16).
Hamdi DÖNDÜREN