Devlete ait bir arazinin menfaat ve tasarrufunun, yönetici tarafından, hazinede istihkâkı bulunan kimseye verilmesi.
Biraz daha geniş bir ıstılâhî tarif ile ikta'; halifeler tarafından, hukûkî durumuna göre değişen vergilerini ödemek şartıyla, bir şahsın mülkiyetinde olmayıp devlete ait olan toprakların veya maktu' bir hazine gelirini temin ettikten sonra; bir yere ait sadece vergilerin, yahut da muayyen yerlere ait devlet gelirlerinin, hizmet ve maaşlarına karşılık olarak kumandan, asker ve sivil erkâna birtakım vesikalar ile tahsis edilmesine denir.
Devlet arazileri (diğer isimleriyle hazine veya mîrî araziler) devlet başkanının her türlü tasarrufta bulunma hakkının olduğu arazilerdir. Bu tür araziler iki kısımdır:
a) Mülk edinebilen araziler. Bu tür arazilerin ikta'ına, temlîken ikta' (ikta'ı temlîk) denilmektedir.
b) Yalnızca faydalanılabilen araziler. Bu tür arazinin iktâ'ına da istiğlâlen ikta' (ikta'ı istiğlâlî) adı verilmektedir.
1- Temlik Suretiyle İkta'
Mülk edinilebilen arazilerden bir arazinin rakabe ve mülkiyeti ile tasarruf haklarının bir kimseye verilmesi suretiyle gerçekleşen ikta' çeşididir.
Arazi-ı mukâtaa ismi de verilen bu tür araziler iki kısına ayrılır:
A- Ölü Hazine Arazileri (Arâzi-i Mevât): Hazineye ait olup kullanılmayan ve istifâde edilmeyen arazilere denir. Bunlar da iki kısımdır:
1) Bütün yıllar boyu ölü ve eskiden beri işlenmemiş olan arazilerdir. Halife bu tip araziyi işleyene ve orasını ihya edene verebilir ve mülkiyet hakkını tanıyabilir. Hanefi mezhebine göre, bu tür araziyi işlemek için halifenin izni gerekirken; Şâfiî hukukçulara göre halifenin iznine gerek yoktur. Ancak her iki görüşe göre de, mîrî arazilerin bir parçasını işe yarar hale getiren, başkalarından daha üstün bir hakka sahiptir.
Mecelle'nin 1270 inci maddesinde ölü arazi şöyle tarif edilir: "Arazi-i mevât ol yerlerdir ki, kimsenin mülkü ve bir kasaba ve karyenin merası ve ya muhtatabı yani baltalığı olmadığı halde aksayı umrândan baîd ola".
Bu tür arazilerin ikta'ındaki meşrûiyyet, bizzat Hz. Peygamber'in uygulaması ve "her kim kimseye ait olmayan ölü bir araziyi ihya ederse ona mâlik olur" hadisiyle sabittir (bk. Buhârî, Hars, 15; Tirmizî, Ahkâm, 38; Ebû Dâvud, İmâre, 37, 38, 39; Dârimî, Buyû', 65; Muvatta', Akdiyye, 37). Uygulaması ise, Hz. Peygamberin, Zübeyr b. Avvâm'a Nakî mıntıkasından ölü bir araziden bir parçayı at talimi yapmak için vermesidir.
Bu tür arazilerin ikta'ında esas şart, o arazinin imar ve ihyâsını sağlamak ve bunu devam ettirmektir. Bu sebeple üç sene şartı konmuştur. Şayet üç sene süresince, verilen şahıs o araziyi imar ve ihya etmezse, devlet hazinesi namına o arazi geri alınıp başkasına verilir. Bu husus aynı zamanda Hz. Ömer'in ictihadıyla sabittir. Hz. Ömer, Hz. Peygamber (s.a.s) tarafından Cuheyne ve Müzeyne kabilelerine ikta' olunan yerlerin imar edilmediğini görünce, Resulullah'ın yaptığı bir uygulamayı bozmaktan çekinerek o araziyi onlardan almamış; fakat, daha sonraki uygulamalara üç yıl şartını koyarak bunu uygulamıştır. Mecelle'nin 1276. maddesinde de "bir kimse arâzi-i mevâttan bir mahalli tahcir etse, üç sene müddetle o yer ona başkasından ehak olur. Üç seneye kadar ihya etmezse haklı kalmaz. Ve ihya etmek üzere başkasına verilir" denilmektedir.
2) Önce imar olunmuş iken sonradan harap olan topraklardır. Bunlar da iki şekilde olur:
Birincisi; Câhiliyye devrinden kalan arazilerdir. bu arazilerin işe yarar hale getirilmesinde üç farklı görüş vardır. İmam Şâfiî'ye göre, sahipleri bilinsin veya bilinmesin işe yarar hale getirmekle mâlik olunamaz. İmam Mâlik'e göre, bunlara sahip olunur. İmam-ı Âzam'a göre ise, sahipleri biliniyorsa ihya etmekle mâlik olunamaz, sahipleri bilinmiyorsa ihya ile mâlik olunur.
B- İmar Görmüş Araziler (Arâzi-i Âmir): Herhangi bir külfet gerekmeden ziraatı mümkün olan arazilerdir. Bunlar da iki kısımdır:
l) Maliki belli olan fakat halîfenin hazine malı olarak kabul ettiği araziler. Bu tür bir arazinin ikta'ı caiz olmayıp, onlar üzerinde Beytülmâl'in hakkı yalnız öşür ve haraç gibi vergilerin istihsâlinden ibarettir. Bu arazi eğer İslâm ülkesinde ise sahibi ister müslüman olsun ister zımmî olsun durum değişmez. Eğer harp ülkesinde ise, müslümanların da o yer üzerinde mâlik olduğu bilinmiyorsa, halife zaferden sonra mülkiyeti, işlemesi mümkün olsun diye parçalamak istiyorsa bu caizdir. Resulullah'ın ashabından olan Temîmu'd-Dârî, fetholunmadan önce, Şam tarafındaki bir arazinin kendisine tahsis edilmesini istemiş, Resulullah da o yeri Temîm'e vermiştir.
2) Mâliki ve hak sahipleri bilinmeyen araziler. Bunlar da üç kısıma ayrılırlar:
a- Fetholunan ülkelerde halifenin hazineye ayırdığı mülkler, Yani ganimetin beşte biri olan humus. Hz. Ömer Irak arazisini alınca, İran hükümdarının ve devlet adamlarının mallarını, kaçanların mülklerini veya harap olmuş malları hazineye ayırmıştır ki, bunların para olarak değeri dokuzmilyon dirhemi bulmuştur. Bütün bunları müslümanların işine harcamış, herhangi bir şahsa arazi parçası vermemiştir. Hz. Osman ise, bu mülkleri şahıslara dağıtmıştır. Zira, bunları parçalara ayırıp, şahıslara vermenin, buna karşılık fey hakkı olarak ücret almanın daha faydalı olacağını görmüştür. Rivayete göre bunlardan elde edilen icâr bedeli ellimilyon dirheme ulaşmıştır. Hz. Osman da bu paradan yardım ve bağışlarda bulunmuştur. Bu uygulama h. 82 yılına kadar devam etmiştir.
Bu tür mamur arazilerde mülkiyet şahıslara verilmiyor, hazineye bırakılıyor, dolayısıyla bütün müslümanların mülkü oluyor ve mülkiyet daima vakıf hükmünde devam ediyor. Halife bu tür arazilerde muhayyerdir. Dilerse Hz. Ömer'in yaptığı gibi arazinin gelirini hazineye aktarır, dilerse Hz. Osman'ın yaptığı gibi araziyi işletip, imar edeceklere, gelire göre haraç karşılığı kiraya verir.
b-Haraç arazileri. bu arazilerin mülkiyeti kimseye verilemez. Bunların bir kısmının mülkiyeti vakıftır Vakıfların temliki ise mümkün değildir, satılıp bağışlanamaz. Bir kısmının ise mülkiyeti, rakabesi şahsa aittir. Dolayısıyla ikta'ı sahih olmaz.
c- Sahipleri ölüp, mirasçıları ve hak sahipleri bulunmayan mâmur yerler. Bunlar bütün müslümanlar için miras olarak hazineye kalır.
Şimdiye kadar saydığımız ölü hazine arazileri ile imar görmüş arazilerin dışında, bir de yer altında mevcut olan malın yani madenlerin ve bunların bulunduğu arazinin ikta'ı vardır ki, buna "rikâz" denir. Bu konudaki hükümlerin meşrûiyeti de şu hadis ile sabittir: Hz. Peygamber "rikâzda beşte bir nisbetinde harç vâcibdir" buyurmuş rikâzın ne olduğu sorulurunca da "rikâz Cenâb-ı Hakk'ın yeryüzü ile birlikte yarattığı altın madenidir" diye, cevap vermiştir. Bir başka rivayette de "rikâz, yeryüzünde yaratılan mâdendir" diye tarif etmişlerdir (Ahmed Naim, Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, III, 317; Ayrıca yukarıdaki hadisi için bk Buhârî, Zekât, 16; Ebû Dâvud, İmâre, 40; Müslim, Hudûd, 45-46; Tirmizî, Ahkâm, 37).
Bu konudaki hükümlere gelince; rikâz yani madenler ikiye ayrılır:
a) Açıkta olan madenler: İnsanın herhangi bir müdahalesi olmadan, toprağın yüzünde olan kömür ve tuz gibi madenlerdir. Bu nevî madenler bir şahsa mülkiyeti verilmeyen ve ihsan edilemeyen sular gibi olup, aynı hükme tabidirler. Oraya gelen herkes eşit hakka sahip olup o madenden alabilir.
b) Gizli madenler: Bir takım işlemler ile kendisine ulaşılabilen, bir kısım masrafların yapılmasını gerektiren altın, gümüş, demir ve bakır gibi madenlerdir.
Bunların mülkiyetinin şahıslara verilmesi hususunda da iki farklı görüş vardır. Bir kısmına göre, bunlar açık madenler gibidir, mülkiyeti şahıslara verilemez. Diğer bir kısmına göre ise verilebilir. Buna da delil, Hz. Peygamber'in, Bilâl b. el-Hâris'e maden bulunan bir yerin mülkiyetini vermesi gösterilmektedir. Bu tür ikta' şeklinde de o madenin işletilmesi ve buna devam edilmesi esası geçerlidir.
II- İstiğlâlen ikta'
Bu ikta' çeşidinde arazinin rakabe ve mülkiyet söz konusu edilmeyerek, yalnız öşür ve haraç gibi menfaatlarını ikta' etmek sözkonusudur.
Bunlardan öşür, belirli şartlar taşıyan insanlara verilmesi gereken bir zekattır. Zekât ise sahibine teslim edilmedikçe mülk edinme sahih olamayacağından öşrün ikta'ı caiz olmamıştır.
Harac'a gelince: bunun ikta'ında ihtilâf söz konusu olmuşsa da fakîhlerin bir çoğu, bir beldenin muhafazasına memur olan askere haracın ıkta' olunabileceğini kabul etmişlerdir.
Bu tür ıkta' çeşidinde, herhangi bir temellük söz konusu olmadığından bey', hîbe, vakıf ve vasiyyet gibi tasarruf caiz olamaz.
Abdurrahim GÜZEL
Biraz daha geniş bir ıstılâhî tarif ile ikta'; halifeler tarafından, hukûkî durumuna göre değişen vergilerini ödemek şartıyla, bir şahsın mülkiyetinde olmayıp devlete ait olan toprakların veya maktu' bir hazine gelirini temin ettikten sonra; bir yere ait sadece vergilerin, yahut da muayyen yerlere ait devlet gelirlerinin, hizmet ve maaşlarına karşılık olarak kumandan, asker ve sivil erkâna birtakım vesikalar ile tahsis edilmesine denir.
Devlet arazileri (diğer isimleriyle hazine veya mîrî araziler) devlet başkanının her türlü tasarrufta bulunma hakkının olduğu arazilerdir. Bu tür araziler iki kısımdır:
a) Mülk edinebilen araziler. Bu tür arazilerin ikta'ına, temlîken ikta' (ikta'ı temlîk) denilmektedir.
b) Yalnızca faydalanılabilen araziler. Bu tür arazinin iktâ'ına da istiğlâlen ikta' (ikta'ı istiğlâlî) adı verilmektedir.
1- Temlik Suretiyle İkta'
Mülk edinilebilen arazilerden bir arazinin rakabe ve mülkiyeti ile tasarruf haklarının bir kimseye verilmesi suretiyle gerçekleşen ikta' çeşididir.
Arazi-ı mukâtaa ismi de verilen bu tür araziler iki kısına ayrılır:
A- Ölü Hazine Arazileri (Arâzi-i Mevât): Hazineye ait olup kullanılmayan ve istifâde edilmeyen arazilere denir. Bunlar da iki kısımdır:
1) Bütün yıllar boyu ölü ve eskiden beri işlenmemiş olan arazilerdir. Halife bu tip araziyi işleyene ve orasını ihya edene verebilir ve mülkiyet hakkını tanıyabilir. Hanefi mezhebine göre, bu tür araziyi işlemek için halifenin izni gerekirken; Şâfiî hukukçulara göre halifenin iznine gerek yoktur. Ancak her iki görüşe göre de, mîrî arazilerin bir parçasını işe yarar hale getiren, başkalarından daha üstün bir hakka sahiptir.
Mecelle'nin 1270 inci maddesinde ölü arazi şöyle tarif edilir: "Arazi-i mevât ol yerlerdir ki, kimsenin mülkü ve bir kasaba ve karyenin merası ve ya muhtatabı yani baltalığı olmadığı halde aksayı umrândan baîd ola".
Bu tür arazilerin ikta'ındaki meşrûiyyet, bizzat Hz. Peygamber'in uygulaması ve "her kim kimseye ait olmayan ölü bir araziyi ihya ederse ona mâlik olur" hadisiyle sabittir (bk. Buhârî, Hars, 15; Tirmizî, Ahkâm, 38; Ebû Dâvud, İmâre, 37, 38, 39; Dârimî, Buyû', 65; Muvatta', Akdiyye, 37). Uygulaması ise, Hz. Peygamberin, Zübeyr b. Avvâm'a Nakî mıntıkasından ölü bir araziden bir parçayı at talimi yapmak için vermesidir.
Bu tür arazilerin ikta'ında esas şart, o arazinin imar ve ihyâsını sağlamak ve bunu devam ettirmektir. Bu sebeple üç sene şartı konmuştur. Şayet üç sene süresince, verilen şahıs o araziyi imar ve ihya etmezse, devlet hazinesi namına o arazi geri alınıp başkasına verilir. Bu husus aynı zamanda Hz. Ömer'in ictihadıyla sabittir. Hz. Ömer, Hz. Peygamber (s.a.s) tarafından Cuheyne ve Müzeyne kabilelerine ikta' olunan yerlerin imar edilmediğini görünce, Resulullah'ın yaptığı bir uygulamayı bozmaktan çekinerek o araziyi onlardan almamış; fakat, daha sonraki uygulamalara üç yıl şartını koyarak bunu uygulamıştır. Mecelle'nin 1276. maddesinde de "bir kimse arâzi-i mevâttan bir mahalli tahcir etse, üç sene müddetle o yer ona başkasından ehak olur. Üç seneye kadar ihya etmezse haklı kalmaz. Ve ihya etmek üzere başkasına verilir" denilmektedir.
2) Önce imar olunmuş iken sonradan harap olan topraklardır. Bunlar da iki şekilde olur:
Birincisi; Câhiliyye devrinden kalan arazilerdir. bu arazilerin işe yarar hale getirilmesinde üç farklı görüş vardır. İmam Şâfiî'ye göre, sahipleri bilinsin veya bilinmesin işe yarar hale getirmekle mâlik olunamaz. İmam Mâlik'e göre, bunlara sahip olunur. İmam-ı Âzam'a göre ise, sahipleri biliniyorsa ihya etmekle mâlik olunamaz, sahipleri bilinmiyorsa ihya ile mâlik olunur.
B- İmar Görmüş Araziler (Arâzi-i Âmir): Herhangi bir külfet gerekmeden ziraatı mümkün olan arazilerdir. Bunlar da iki kısımdır:
l) Maliki belli olan fakat halîfenin hazine malı olarak kabul ettiği araziler. Bu tür bir arazinin ikta'ı caiz olmayıp, onlar üzerinde Beytülmâl'in hakkı yalnız öşür ve haraç gibi vergilerin istihsâlinden ibarettir. Bu arazi eğer İslâm ülkesinde ise sahibi ister müslüman olsun ister zımmî olsun durum değişmez. Eğer harp ülkesinde ise, müslümanların da o yer üzerinde mâlik olduğu bilinmiyorsa, halife zaferden sonra mülkiyeti, işlemesi mümkün olsun diye parçalamak istiyorsa bu caizdir. Resulullah'ın ashabından olan Temîmu'd-Dârî, fetholunmadan önce, Şam tarafındaki bir arazinin kendisine tahsis edilmesini istemiş, Resulullah da o yeri Temîm'e vermiştir.
2) Mâliki ve hak sahipleri bilinmeyen araziler. Bunlar da üç kısıma ayrılırlar:
a- Fetholunan ülkelerde halifenin hazineye ayırdığı mülkler, Yani ganimetin beşte biri olan humus. Hz. Ömer Irak arazisini alınca, İran hükümdarının ve devlet adamlarının mallarını, kaçanların mülklerini veya harap olmuş malları hazineye ayırmıştır ki, bunların para olarak değeri dokuzmilyon dirhemi bulmuştur. Bütün bunları müslümanların işine harcamış, herhangi bir şahsa arazi parçası vermemiştir. Hz. Osman ise, bu mülkleri şahıslara dağıtmıştır. Zira, bunları parçalara ayırıp, şahıslara vermenin, buna karşılık fey hakkı olarak ücret almanın daha faydalı olacağını görmüştür. Rivayete göre bunlardan elde edilen icâr bedeli ellimilyon dirheme ulaşmıştır. Hz. Osman da bu paradan yardım ve bağışlarda bulunmuştur. Bu uygulama h. 82 yılına kadar devam etmiştir.
Bu tür mamur arazilerde mülkiyet şahıslara verilmiyor, hazineye bırakılıyor, dolayısıyla bütün müslümanların mülkü oluyor ve mülkiyet daima vakıf hükmünde devam ediyor. Halife bu tür arazilerde muhayyerdir. Dilerse Hz. Ömer'in yaptığı gibi arazinin gelirini hazineye aktarır, dilerse Hz. Osman'ın yaptığı gibi araziyi işletip, imar edeceklere, gelire göre haraç karşılığı kiraya verir.
b-Haraç arazileri. bu arazilerin mülkiyeti kimseye verilemez. Bunların bir kısmının mülkiyeti vakıftır Vakıfların temliki ise mümkün değildir, satılıp bağışlanamaz. Bir kısmının ise mülkiyeti, rakabesi şahsa aittir. Dolayısıyla ikta'ı sahih olmaz.
c- Sahipleri ölüp, mirasçıları ve hak sahipleri bulunmayan mâmur yerler. Bunlar bütün müslümanlar için miras olarak hazineye kalır.
Şimdiye kadar saydığımız ölü hazine arazileri ile imar görmüş arazilerin dışında, bir de yer altında mevcut olan malın yani madenlerin ve bunların bulunduğu arazinin ikta'ı vardır ki, buna "rikâz" denir. Bu konudaki hükümlerin meşrûiyeti de şu hadis ile sabittir: Hz. Peygamber "rikâzda beşte bir nisbetinde harç vâcibdir" buyurmuş rikâzın ne olduğu sorulurunca da "rikâz Cenâb-ı Hakk'ın yeryüzü ile birlikte yarattığı altın madenidir" diye, cevap vermiştir. Bir başka rivayette de "rikâz, yeryüzünde yaratılan mâdendir" diye tarif etmişlerdir (Ahmed Naim, Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, III, 317; Ayrıca yukarıdaki hadisi için bk Buhârî, Zekât, 16; Ebû Dâvud, İmâre, 40; Müslim, Hudûd, 45-46; Tirmizî, Ahkâm, 37).
Bu konudaki hükümlere gelince; rikâz yani madenler ikiye ayrılır:
a) Açıkta olan madenler: İnsanın herhangi bir müdahalesi olmadan, toprağın yüzünde olan kömür ve tuz gibi madenlerdir. Bu nevî madenler bir şahsa mülkiyeti verilmeyen ve ihsan edilemeyen sular gibi olup, aynı hükme tabidirler. Oraya gelen herkes eşit hakka sahip olup o madenden alabilir.
b) Gizli madenler: Bir takım işlemler ile kendisine ulaşılabilen, bir kısım masrafların yapılmasını gerektiren altın, gümüş, demir ve bakır gibi madenlerdir.
Bunların mülkiyetinin şahıslara verilmesi hususunda da iki farklı görüş vardır. Bir kısmına göre, bunlar açık madenler gibidir, mülkiyeti şahıslara verilemez. Diğer bir kısmına göre ise verilebilir. Buna da delil, Hz. Peygamber'in, Bilâl b. el-Hâris'e maden bulunan bir yerin mülkiyetini vermesi gösterilmektedir. Bu tür ikta' şeklinde de o madenin işletilmesi ve buna devam edilmesi esası geçerlidir.
II- İstiğlâlen ikta'
Bu ikta' çeşidinde arazinin rakabe ve mülkiyet söz konusu edilmeyerek, yalnız öşür ve haraç gibi menfaatlarını ikta' etmek sözkonusudur.
Bunlardan öşür, belirli şartlar taşıyan insanlara verilmesi gereken bir zekattır. Zekât ise sahibine teslim edilmedikçe mülk edinme sahih olamayacağından öşrün ikta'ı caiz olmamıştır.
Harac'a gelince: bunun ikta'ında ihtilâf söz konusu olmuşsa da fakîhlerin bir çoğu, bir beldenin muhafazasına memur olan askere haracın ıkta' olunabileceğini kabul etmişlerdir.
Bu tür ıkta' çeşidinde, herhangi bir temellük söz konusu olmadığından bey', hîbe, vakıf ve vasiyyet gibi tasarruf caiz olamaz.
Abdurrahim GÜZEL