Allah'ın adını yüceltmek için Allah'ı inkar edenlere karşı savaşmak.
Sözlük anlamı, Allah'ın kelimesini yüceltmek demek olan "i'lây-ı kelimetullah", ıstılahta Allah'ın adını veya İslâm dininin tevhid akîdesini şanına uygun bir biçimde yüceltip yayma manasına gelir. Bu terim "cihat" kelimesiyle de ifade edilmektedir.
Bilindiği üzere İslâm, sadece belirli bir millete veya topluma değil, bütün insanlığa gelmiştir. İslâm'ın getirdiği bu hayrın bütün insanlara yetişmesi ve insanlık ile hayrın arasına hiçbir engelin girmemesi, Allah Teâlâ'nın kelimesinin yücelmesi demektir. Dolayısıyla bu İslâm nimetinin bütün insanlığı kuşatacak şekilde yayılmasına karşı çıkanlar, insanla hayrın arasına girmiş olacak, böylece Allah'ın kelimesine saldıran bir mütecaviz durumuna geleceklerdir. İşte bu engelleyici güçleri ortadan kaldırmak için yapılacak mücadele, Allah'ın kelimesini yüceltmeye çalışmak demektir. Bu mücadele (savaş), insanlara zorla İslâm dinini kabul ettirmek için değil, aksine onlara fikir ve vicdan hürriyeti vererek doğru yolu bulma imkanını elde etmeleri için yapılır. İslâm dini, hiç bir kimseyi kendisine inanmaya zorlamaz. Ancak, insanlığa, İslâm'ın yolunu tıkayanları etkisiz hâle getirerek hidayete etmeleri hususunda yardımcı olur.
İslâm, bütün dünyada adaleti ve doğruluğu yerleştirmek için gelmiştir. Öyleyse saldırganlar, zâlimler ve adalete muhâlif hareket edenler Allah'ın Kelimesinin zıddına bir davranış olur. Oysa müslümanların Allah'ın kelimesini yüceltmek için savaşmaları emredilmiştir. O kelimeden uzaklaşanları -kılıca sarılmak pahasına- tekrar O'na bağlamak gerekir. Her hâlükârda ve her yerde yerine getirilmesi gereken i'lây-i kelimetullah görevi; mutlak anlamda adaletin temininden, tecavüz ve düşmanlığın önlenmesinden ibarettir. Bu konuyu destekler mahiyette şu ayeti zikredebiliriz: "Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltiniz; eğer biri diğeri üzerine saldırırsa saldıranlarla Allah'ın buyruğuna dönmelerine kadar savaşınız; eğer dönerlerse aralarını adaletle bulunuz, adil davranınız; şüphesiz Allah adil davrananları sever" (el-Hucûrât, 49/9).
İslâm'da cihadın manası, ilâyı kelimetullah uğrunda ve İslâmî bir toplum sergileme yolunda elden gelen gayreti göstermektir. Bu cihattan ilk planda meşrû müdafaa demek olan, malın, ırzın, hayatın müdafaasından da öte; İslâm toplumunun oluşmasına engel olabilecek her şeyi ortadan kaldırmak, dinî hürriyeti elde etmek ve sonuçta İslâm toplumunu tesis etmek için Allah'ın hâkimiyetini sağlamak ve emirlerini uygulamak için yapılan çalışma ve uğraşılar anlaşılır. Ancak müslümanlar kesinlikle savaşı ve düşman ile karşılaşmayı arzu etmez, fakat savaş söz konusu olduğunda da ellerinden gelen gayreti sarfederler. Nitekim Allah Teâlâ, saldırgan tarafın barış isteğinin kabul edilmesini müslümanlardan şu ayet ile ister: "Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah'a güven. O şüphesiz işitir ve bilir" (el-Enfâl, 8/61). Konuyla ilgili olarak şu hadis-i şerif de zikredilebilir: "Düşmanla karşılaşmaya pek istekli olmayın, fakat Allah'tan selamet dileyin. Bununla beraber, eğer onlarla karşılaşırsanız sebat edip sabırlı olun. Bilin ki, Cennet kılıçların gölgesi altındadır" (Buhârı, Cihad, 112; Müslim, Cihad, 19-20).
İnsanoğlunun yeryüzüne gönderiliş ve yaratılış gayesi, Allah'ın hakimiyetini ve hükümdarlığını kurmak, yalnız O'na kul olmak ve ibadet etmektir. İnsanı yaratılış gayesinden saptıran, Allah'a kul olmaktan çıkarıp kula kulluk eden güç, kuvvet ve otoritelere, Cenâb-ı Hakk'ın din ve hakimiyetine kafa tutmuş, insanların inanç ve düşünce hürriyetlerini gasp etmiş ve toplumu bir fesat çukurunun yanına sürüklemişlerdir. Kur'an-ı Kerîm ayetlerinin ifadesiyle, "hak, kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü inananları, iman etmelerinden sonra küfre döndürme hevesinde" (el-Bakara, 2/109) olan,"kendi dinlerine uyuncaya kadar asla dindarlardan hoşnut olmayan" (el-Bakara, 2/120) ve "güçleri yetse müslümanları dinlerinden döndürünceye kadar savaşa devam eden (el-Bakara 2/217) bu inkârcıların fitne ve fesatlarına engel olmak, insanları bu zihniyetteki kişilere kul olmaktan kurtarıp hak ve hürriyetlerini elde etmelerini sağlayacak Allah'a kulluğu ve O'nun hakimiyetini kurmaya çalışmak, Allah Teâlâ'nın insanlara bir emridir. Bu konudaki ilâhî buyruk, ayette ifadesini şöyle bulur: "Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din tam anlamıyla Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse sataşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur" (el-Bakara, 2/193). Bu sebeple İslâm devleti, dindar olduğunu iddia eden veya kendini ehl-i kitaba nisbet eden ve yahut müşrik olan kişi veya gruplara, Allah'ın hakimiyetine karşı kendi güç ve otoritesiyle karşı çıkarak fiilî şirkte bulundukları takdirde cihat ilân edecek ve bunu mukaddes bir görev bilecektir.
Öte yandan Kur'an-ı Kerîm'de i'lây-ı kelimetullah için, Allah'ın dinini yüceltmek ve yaymak için cihat edenlerden şu şekilde sitâyişle bahsedilir: "İnananlardan özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mal ve canlarıyla Allah yolunda cihat edenler birbirine eşit değildir. Allah, mal ve canlarıyla cihat edenleri, mertebe yönüyle oturanlardan üstün kılmıştır. Allah hepsine de cenneti vadetmiştir, ama Allah cihat edenleri, oturanlara, büyük ecirler, dereceler, mağfiret ve rahmetle üstün kılmıştır" (en-Nisâ, 4/95-96).
Allah için cihat edenlere ödül olarak verilecekler de şu ayetlerle bildirilir: "Ey inananlar! Sizi can yakıcı bu azaptan kurtaracak kazançlı bir yolu size göstereyim mi? Allah'a ve peygamberine inanırsanız, Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla cihat ederseniz; bilseniz bu sizin için en iyi yoldur. Böyle yaparsanız Allah günahlarınızı size bağışlar; sizi içlerinde ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar. Büyük kurtuluş budur" (es-Saff, 61/10-12); "Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Tevrat, İncil ve Kur'an'da söz verilmiş bir hak olarak Cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse yaptığınız alış verişe sevinin; bu büyük bir başarıdır" (et-Tevbe, 9/111).
Allah Teâlâ, müslümanları her an cihada hazır bir şekilde bulunmalarını isteyerek söyle buyurur: "Siz de düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar her türlü kuvvet ve cihat için, bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki, bununla Allah düşmanını, kendi düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmeyip de Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız, onun sevabı eksiksiz size ödenir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız" (el-Enfâl, 8/60).
Cihadın ve savaşın İslâm düşmanlarına ne zamana kadar sürdürüleceği konusunda ayet-i kerime şu hükmü ortaya koyar: "O kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Peygamberin haram ettiği şeyi haram tanımayan ve hak dinini din edinmeyen kimselerle; onlar hor ve küçülmüş oldukları halde kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşınız" (et- Tevbe, 9/29).
Diğer yandan, i'lây-ı kelimetullah veya diğer bir ifadeyle cihat konusu hadislerde de zengin bir biçimde ele alınmıştır:
Peygamber Efendimiz, gerçek manada Allah uğrunda cihat edenin kim olduğu sorusuna cevap verirken şöyle buyurmuştu: "Sadece Allah'ın adı yüce olsun diye (i'lay-ı kelimetullah için) cihat eden kişi Allah yolundadır" (Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Tercümesi, VIII, 281-282). "Fazilet yönüyle insanların hangisi daha üstündür?" sorusuna "canıyla, malıyla Allah yolunda savaşan mümindir" (Buhârî, Cihâd, 2) Hz. Peygamber Allah yolunda cihat eden kişinin savaş alanında şehit olması halinde Allah'ın inâyeti ile hesapsız ve azapsız derhal Cennete gideceğini, şehit düşmeyip evine sağ salim döndüğü takdirde, eli boş değil, ya ecir ve sevapla veya hem sevap, hem de ganimetle döneceğini" (Kâmil Miras, Tecrid, VIII, 256) bildirir.
Bu hadisler gerçek manada Allah'ın adını yüceltmek için yola çıkıldığında Allah'ın yardımının muhakkak olacağını, değişik niyetlerle değil de sadece Allah için cihat edilmesi gerektiğini, böyle hareket eden müminlerin dünyada ve ahirette Allah'ın koruması altında bulunacağını bildirmektedir. Hadisler aynı zamanda cihat sevabının elde edilmesi için başka yolları da göstermektedirler. Bu konudaki bir hadiste şöyle bir bilgi vardır: "Her kim Allah uğrunda gaza edecek bir askerin, sefer için gereken eşyasını tedârik edip hazırlarsa, o da gaza etmişçesine sevaba nail olur. Yine her kim Allah yolunda gaza eden bir askerin, geride bıraktığı işlerine ve ailesine namuslu bir şekilde bakıp gözetirse, o da gaza etmiş gibi olur" (Kâmil Miras Tecrîd, VIII, 301).
Bütün bunların yanında, İslâm devleti mümkün olduğu kadar kuvvet hazırlamak, hazırlıklarını arttırmak ve geliştirmekle sorumludur. Ancak bu kuvvetlerin hazırlanması daima hidayete ve Hakk'a götürmeyi gaye edinmelidir. Bu devlet yeryüzünün en büyük kuvveti olmalı, batıl güçler ondan titremeli, yeryüzünün en icra köşesinde bile tesiri hissedilmelidir. Hiç kimsede ve hiçbir millette İslâm yurduna saldırma gücü kalmamalı, herkes Allah'ın saltanatına sığınmalı, hiç kimse İslâm davetine karşı çıkmamalı, insanları bu davete icabetten hiçbir şey alıkoymamalı, hakimiyet hakkına sahip olmayı ve insanları kendine kul yapmayı hiç kimse iddia edememelidir. Kısaca bütünüyle din, sadece Allah'ın olmalıdır (Seyyid Kutub, Fî Zılali'l-Kur'an, VII, 57).
Özetle, maddi cihat bütün müslümanlara farz-ı kifayedir. Müslüman savaş alanına, yalnız Allah'ın kelimesinin yücelmesi ve O'nun hakimiyetinin sağlanması için çıkar.
Mefail HIZLI
Sözlük anlamı, Allah'ın kelimesini yüceltmek demek olan "i'lây-ı kelimetullah", ıstılahta Allah'ın adını veya İslâm dininin tevhid akîdesini şanına uygun bir biçimde yüceltip yayma manasına gelir. Bu terim "cihat" kelimesiyle de ifade edilmektedir.
Bilindiği üzere İslâm, sadece belirli bir millete veya topluma değil, bütün insanlığa gelmiştir. İslâm'ın getirdiği bu hayrın bütün insanlara yetişmesi ve insanlık ile hayrın arasına hiçbir engelin girmemesi, Allah Teâlâ'nın kelimesinin yücelmesi demektir. Dolayısıyla bu İslâm nimetinin bütün insanlığı kuşatacak şekilde yayılmasına karşı çıkanlar, insanla hayrın arasına girmiş olacak, böylece Allah'ın kelimesine saldıran bir mütecaviz durumuna geleceklerdir. İşte bu engelleyici güçleri ortadan kaldırmak için yapılacak mücadele, Allah'ın kelimesini yüceltmeye çalışmak demektir. Bu mücadele (savaş), insanlara zorla İslâm dinini kabul ettirmek için değil, aksine onlara fikir ve vicdan hürriyeti vererek doğru yolu bulma imkanını elde etmeleri için yapılır. İslâm dini, hiç bir kimseyi kendisine inanmaya zorlamaz. Ancak, insanlığa, İslâm'ın yolunu tıkayanları etkisiz hâle getirerek hidayete etmeleri hususunda yardımcı olur.
İslâm, bütün dünyada adaleti ve doğruluğu yerleştirmek için gelmiştir. Öyleyse saldırganlar, zâlimler ve adalete muhâlif hareket edenler Allah'ın Kelimesinin zıddına bir davranış olur. Oysa müslümanların Allah'ın kelimesini yüceltmek için savaşmaları emredilmiştir. O kelimeden uzaklaşanları -kılıca sarılmak pahasına- tekrar O'na bağlamak gerekir. Her hâlükârda ve her yerde yerine getirilmesi gereken i'lây-i kelimetullah görevi; mutlak anlamda adaletin temininden, tecavüz ve düşmanlığın önlenmesinden ibarettir. Bu konuyu destekler mahiyette şu ayeti zikredebiliriz: "Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltiniz; eğer biri diğeri üzerine saldırırsa saldıranlarla Allah'ın buyruğuna dönmelerine kadar savaşınız; eğer dönerlerse aralarını adaletle bulunuz, adil davranınız; şüphesiz Allah adil davrananları sever" (el-Hucûrât, 49/9).
İslâm'da cihadın manası, ilâyı kelimetullah uğrunda ve İslâmî bir toplum sergileme yolunda elden gelen gayreti göstermektir. Bu cihattan ilk planda meşrû müdafaa demek olan, malın, ırzın, hayatın müdafaasından da öte; İslâm toplumunun oluşmasına engel olabilecek her şeyi ortadan kaldırmak, dinî hürriyeti elde etmek ve sonuçta İslâm toplumunu tesis etmek için Allah'ın hâkimiyetini sağlamak ve emirlerini uygulamak için yapılan çalışma ve uğraşılar anlaşılır. Ancak müslümanlar kesinlikle savaşı ve düşman ile karşılaşmayı arzu etmez, fakat savaş söz konusu olduğunda da ellerinden gelen gayreti sarfederler. Nitekim Allah Teâlâ, saldırgan tarafın barış isteğinin kabul edilmesini müslümanlardan şu ayet ile ister: "Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah'a güven. O şüphesiz işitir ve bilir" (el-Enfâl, 8/61). Konuyla ilgili olarak şu hadis-i şerif de zikredilebilir: "Düşmanla karşılaşmaya pek istekli olmayın, fakat Allah'tan selamet dileyin. Bununla beraber, eğer onlarla karşılaşırsanız sebat edip sabırlı olun. Bilin ki, Cennet kılıçların gölgesi altındadır" (Buhârı, Cihad, 112; Müslim, Cihad, 19-20).
İnsanoğlunun yeryüzüne gönderiliş ve yaratılış gayesi, Allah'ın hakimiyetini ve hükümdarlığını kurmak, yalnız O'na kul olmak ve ibadet etmektir. İnsanı yaratılış gayesinden saptıran, Allah'a kul olmaktan çıkarıp kula kulluk eden güç, kuvvet ve otoritelere, Cenâb-ı Hakk'ın din ve hakimiyetine kafa tutmuş, insanların inanç ve düşünce hürriyetlerini gasp etmiş ve toplumu bir fesat çukurunun yanına sürüklemişlerdir. Kur'an-ı Kerîm ayetlerinin ifadesiyle, "hak, kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü inananları, iman etmelerinden sonra küfre döndürme hevesinde" (el-Bakara, 2/109) olan,"kendi dinlerine uyuncaya kadar asla dindarlardan hoşnut olmayan" (el-Bakara, 2/120) ve "güçleri yetse müslümanları dinlerinden döndürünceye kadar savaşa devam eden (el-Bakara 2/217) bu inkârcıların fitne ve fesatlarına engel olmak, insanları bu zihniyetteki kişilere kul olmaktan kurtarıp hak ve hürriyetlerini elde etmelerini sağlayacak Allah'a kulluğu ve O'nun hakimiyetini kurmaya çalışmak, Allah Teâlâ'nın insanlara bir emridir. Bu konudaki ilâhî buyruk, ayette ifadesini şöyle bulur: "Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din tam anlamıyla Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse sataşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur" (el-Bakara, 2/193). Bu sebeple İslâm devleti, dindar olduğunu iddia eden veya kendini ehl-i kitaba nisbet eden ve yahut müşrik olan kişi veya gruplara, Allah'ın hakimiyetine karşı kendi güç ve otoritesiyle karşı çıkarak fiilî şirkte bulundukları takdirde cihat ilân edecek ve bunu mukaddes bir görev bilecektir.
Öte yandan Kur'an-ı Kerîm'de i'lây-ı kelimetullah için, Allah'ın dinini yüceltmek ve yaymak için cihat edenlerden şu şekilde sitâyişle bahsedilir: "İnananlardan özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mal ve canlarıyla Allah yolunda cihat edenler birbirine eşit değildir. Allah, mal ve canlarıyla cihat edenleri, mertebe yönüyle oturanlardan üstün kılmıştır. Allah hepsine de cenneti vadetmiştir, ama Allah cihat edenleri, oturanlara, büyük ecirler, dereceler, mağfiret ve rahmetle üstün kılmıştır" (en-Nisâ, 4/95-96).
Allah için cihat edenlere ödül olarak verilecekler de şu ayetlerle bildirilir: "Ey inananlar! Sizi can yakıcı bu azaptan kurtaracak kazançlı bir yolu size göstereyim mi? Allah'a ve peygamberine inanırsanız, Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla cihat ederseniz; bilseniz bu sizin için en iyi yoldur. Böyle yaparsanız Allah günahlarınızı size bağışlar; sizi içlerinde ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar. Büyük kurtuluş budur" (es-Saff, 61/10-12); "Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Tevrat, İncil ve Kur'an'da söz verilmiş bir hak olarak Cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse yaptığınız alış verişe sevinin; bu büyük bir başarıdır" (et-Tevbe, 9/111).
Allah Teâlâ, müslümanları her an cihada hazır bir şekilde bulunmalarını isteyerek söyle buyurur: "Siz de düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar her türlü kuvvet ve cihat için, bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki, bununla Allah düşmanını, kendi düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmeyip de Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız, onun sevabı eksiksiz size ödenir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız" (el-Enfâl, 8/60).
Cihadın ve savaşın İslâm düşmanlarına ne zamana kadar sürdürüleceği konusunda ayet-i kerime şu hükmü ortaya koyar: "O kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Peygamberin haram ettiği şeyi haram tanımayan ve hak dinini din edinmeyen kimselerle; onlar hor ve küçülmüş oldukları halde kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşınız" (et- Tevbe, 9/29).
Diğer yandan, i'lây-ı kelimetullah veya diğer bir ifadeyle cihat konusu hadislerde de zengin bir biçimde ele alınmıştır:
Peygamber Efendimiz, gerçek manada Allah uğrunda cihat edenin kim olduğu sorusuna cevap verirken şöyle buyurmuştu: "Sadece Allah'ın adı yüce olsun diye (i'lay-ı kelimetullah için) cihat eden kişi Allah yolundadır" (Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Tercümesi, VIII, 281-282). "Fazilet yönüyle insanların hangisi daha üstündür?" sorusuna "canıyla, malıyla Allah yolunda savaşan mümindir" (Buhârî, Cihâd, 2) Hz. Peygamber Allah yolunda cihat eden kişinin savaş alanında şehit olması halinde Allah'ın inâyeti ile hesapsız ve azapsız derhal Cennete gideceğini, şehit düşmeyip evine sağ salim döndüğü takdirde, eli boş değil, ya ecir ve sevapla veya hem sevap, hem de ganimetle döneceğini" (Kâmil Miras, Tecrid, VIII, 256) bildirir.
Bu hadisler gerçek manada Allah'ın adını yüceltmek için yola çıkıldığında Allah'ın yardımının muhakkak olacağını, değişik niyetlerle değil de sadece Allah için cihat edilmesi gerektiğini, böyle hareket eden müminlerin dünyada ve ahirette Allah'ın koruması altında bulunacağını bildirmektedir. Hadisler aynı zamanda cihat sevabının elde edilmesi için başka yolları da göstermektedirler. Bu konudaki bir hadiste şöyle bir bilgi vardır: "Her kim Allah uğrunda gaza edecek bir askerin, sefer için gereken eşyasını tedârik edip hazırlarsa, o da gaza etmişçesine sevaba nail olur. Yine her kim Allah yolunda gaza eden bir askerin, geride bıraktığı işlerine ve ailesine namuslu bir şekilde bakıp gözetirse, o da gaza etmiş gibi olur" (Kâmil Miras Tecrîd, VIII, 301).
Bütün bunların yanında, İslâm devleti mümkün olduğu kadar kuvvet hazırlamak, hazırlıklarını arttırmak ve geliştirmekle sorumludur. Ancak bu kuvvetlerin hazırlanması daima hidayete ve Hakk'a götürmeyi gaye edinmelidir. Bu devlet yeryüzünün en büyük kuvveti olmalı, batıl güçler ondan titremeli, yeryüzünün en icra köşesinde bile tesiri hissedilmelidir. Hiç kimsede ve hiçbir millette İslâm yurduna saldırma gücü kalmamalı, herkes Allah'ın saltanatına sığınmalı, hiç kimse İslâm davetine karşı çıkmamalı, insanları bu davete icabetten hiçbir şey alıkoymamalı, hakimiyet hakkına sahip olmayı ve insanları kendine kul yapmayı hiç kimse iddia edememelidir. Kısaca bütünüyle din, sadece Allah'ın olmalıdır (Seyyid Kutub, Fî Zılali'l-Kur'an, VII, 57).
Özetle, maddi cihat bütün müslümanlara farz-ı kifayedir. Müslüman savaş alanına, yalnız Allah'ın kelimesinin yücelmesi ve O'nun hakimiyetinin sağlanması için çıkar.
Mefail HIZLI