Kur'an-ı Kerim'in, Türkçe'ye ve diğer dünya dillerine meal ve tercümesi ilk olarak ne zaman yapılmıştır?
Tercümeyi genel olarak harfi (lafzî) ve tefsiri (manevî) diye ikiye ayırmak mümkündür. Harfi tercüme, nazmın nazma, tertibin tertibe, hatta kelimelerin birbirine muvafık olması şartıyla bir dildeki lafızları başka bir dildeki benzer lafızlarla ifade etmektir. Bu tercüme şeklinde, asıl dildeki hiç bir kelime atılmaz. Kur'ân-ı Kerim açısından bakıldığında harfi tercüme, "mütercimin kapasitesi ve dilin yeterliliği nisbetinde Kur'an'ın her lafzının yerine tercüme edilen dilde o lafzın karşılığı olan başka bir lafzın konması, Kur'an'ın kelime, ibare yahut nas cihetiyle Arapça'dan başka bir dile aktarılması" şeklinde tanımlanabilir. Bu tür çeviri gerçekte bazı harf, fiil ve isimlerin mânalarını karşılayıp karşılamadığına veya ne ölçüde karşılandığına bakılmaksızın Kur'ânî ibarelerin harfen nakline dayanır. Harfî tercümenin ilmî ve hukukî eserlerde kullanımı kolay ve pratik ise de edebî eserler ve özellikle Kur'ân-ı Kerîm açısından uygulanması son derece güç, hatta bazen imkânsızdır.
Tefsirî tercüme, asıl dildeki kelimelerin tertibine, nazmına, sayısına vb. şeklî özelliklere bağlı kalmaksızın bir sözün anlamını başka bir dille açıklamaktır. Bu tür çeviride esas olarak mânaya itibar edilir; bazı tabirler atılabilir veya ilâveler yapılabilir. Bu tercüme tarzında mütercim, asıl dildeki ifadeleri iyice anladıktan sonra onların belirttiği mânayı başka bir dile kendi üslûp ve ifadesiyle nakleder. Tefsirî tercümede tercümenin harf ve lafızlarında, cümle ve ibarelerinde, îcâz ve ıtnabında, hacim ve kapsamında asıl metne eşitlik şart olmadığı gibi, her harf ve kelimesinin tercüme edilmesi de zorunlu değildir.
Türkiye'de Kur'ân-ı Kerîm tercümesi yerine daha çok "meal" lafzı kullanılmakta olup bu tercihle yapılan tercümenin eksik ve yetersiz olduğu belirtilmekte ve Kur'an'ın yerini tutmadığına işaret edilmektedir.
Allah kelamı olan Kur’an’ın hakiki tercümesinin mümkün olmadığı ve bütün dünya dillerine biraz genişçe bir mealinin yapılarak Kur’an’ı bütün insanlığın anlamasına yardımcı olunması gerektiği de bilinmelidir.
Herhangi bir eserin dahi anlam ve içeriğinden hiçbir şey kaybetmeden başka bir dile çevrilmesi çok güç olduğuna göre Kur'ân-ı Kerîm'in tercümesi söz konusu edildiğinde bu güçlüğün ve onun doğurduğu sorumluluğun kat kat artacağı açıktır. Zira Allah'ın mu'ciz kelâmı olan Kur'an'ı fesahat, belagat, îcâz ve üslubuyla başka bir dile çevirmek imkânsızdır. Bununla birlikte Kur'an'ın bu özellikleri onun tercümesine engel değildir ve yüce mesajları dili ne olursa olsun her insana ulaşmalıdır. Tercüme, mu'ciz belagat yönünü ifade etmese de aslî mânalarda saklı bulunan diğer i'câz cihetlerini muhafaza edebilir.
Kur'ân-ı Kerîm, Araplar arasından seçilmiş bir peygambere nazil olduğuna ve öncelikle onlara hitap ettiğine göre dilinin Arapça olması tabiidir. Ancak onun muhatapları yalnız Araplar değil bütün insanlardır. Zira Kur'an kendisini insanlar için hidayet kaynağı, şifa ve rahmet, öğüt, uyarıcı ve müjdeleyici olarak tanıtır. (meselâ bk. Yûnus, 10/57; İsrâ, 17/82) Şu halde Kur'an'ı sadece Araplara hasretmek diğer insanların onun şifa, rahmet ve hidayetinden faydalanmasına engel olmak Allah'ın her şeyi kuşatan rahmetini (Arâf, 7/156) daraltmak demektir. Bütün bunlar Kur'an'ın diğer dillere çevrilmesini gerektirir. Kur'an'ın evvelkilerin kitabında geçtiğini (Şuarâ, 26/196) her millete mutlaka kendi dillerini bilen bir elçinin gönderildiğini (İbrâhîm, 14/4; İsrâ 17/15; Şuarâ, 26/208; Kasas, 28/59) belirten âyetler de onun tercüme edilmesinin lüzumunu ifade etmektedir. Evrensel bir özellik taşıyan her mesajın yaygınlaşmasının tek yolu budur. Dolayısıyla Kur'ân-ı Kerîm'in tebliği vacip hükmünde olup onu Arapların dışındaki insanlara ulaştırmanın en pratik yolu tercüme olduğundan çeşitli dillere çevrilmesi gereklidir.
Hz. Peygamber (asv) pek çok hadisinde kendisinden öğrenilenlerin başkalarına ulaştırılmasını istemiştir. (Müsned, II, 159, 214, 606; Buhârî, Enbiyâ, 50) Ayrıca bazı davranış ve uygulamalarıyla Kur'an'ı tercüme etmenin gerekli olduğunu göstermiştir. Nitekim Bizans, İran, Habeşistan gibi ülkelerin hükümdarlarına tercüme edileceğini bilerek içinde âyetler bulunan mektuplar göndermiştir. (Buhârî, Ahbâr, 4) Onun hayatından da ilâhî emirleri bütün insanlara bildirmenin gereğine işaret eden hususlar tesbit etmek mümkündür. Zeyd b. Sâbit'e yabancı dil öğrenmesini emretmesi. (İbn Sa'd, II, 358-359) Kur'an'ın yedi harf üzerine indiğini belirterek onu öğrenip okumayı ümmeti için kolaylaştırması, Selmân-ı Fârisî'nin Fatiha sûresini Farsça'ya çevirmesi ve bu çeviriyi Hz. Peygamber (asv)in menetmemiş olması yönündeki haberler (Serahsî, I, 37) bunlardan bazılarıdır.
Kur'ân-ı Kerîm'in Tercümesi Tarihi
Kur'an'ın tercümesi tarihini İslâmiyet'in ilk dönemlerine kadar götürmek mümkündür. Ca'fer b. Ebû Tâlib'in Necâşi’nin huzurunda Kur'an okuduğu bilinmekte, (İbn Hişâm.l, 360; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, l, 362) bazı kaynaklarda da Necâşî'nin Arapça bildiği kaydedilmektedir. Bu husus dikkate alındığında okunan âyetlerin tercüme edilmemiş olması akla gelebilirse de Necâşî'nin etrafındakilerin de Arapça bildiğini düşünmek mümkün değildir. Buna göre okunan âyetler din âlimleriyle saray mensupları için tercüme edilmiş olmalıdır. Resûl-i Ekrem (asv)'in komşu ülkelerin hükümdarlarına gönderdiği mektuplar içinde yer alan besmelenin ve âyetlerin tercüme edildiği de muhakkaktır. Bu tercümeler şifahî olsa da Selmân-ı Fârisî'ye atfedilen mektupta yapılan çeviri yazılıdır.
270'li (883-84) yıllarda Mehrûk b. Râik adlı bir melikin Abdullah b. Ömer b. Abdülazîz'den Kur'an'ın mânalarını kendisi için tercüme ettirmesini istemesi üzerine bu görev şiir ve edebiyatta üstünlüğüyle tanınan Iraklı bir âlime verilmiş, adı bilinmeyen bu âlimin yaptığı çeviriyi inceleyen Mehrûk Müslüman olmuş, ancak tebaasından korktuğu için bunu gizli tutmuştur. Bu tercümeden önce de Kur'an'ın başka dillere çevrildiği zikredilmekte olup ilk Berberice tercümenin 127 (745) yılında yapıldığı belirtilmektedir.
Sâmânî Hükümdarı Mansûr b. Nuh'un emriyle, içinde Türk asıllı olanların da bulunduğu Horasan ve Mâverâünnehirli âlimlerden meydana gelen bir heyet. Kur'an'ın tamamını Muhammed b. Cerîr et-Taberi’nin Câm’u'l-beyan adlı tefsirinin özetiyle birlikte Farsça'ya çevirmiştir. Bu tercümenin bir nüshası Seymaniye diğer bir nüshası Dresden kütüphanelerinde kayıtlıdır. Tercüme ayrıca basılmıştır (Tahran 1941). Eser, satır arası harfi bir tercüme olup Farsça cümle tertibine riayet edilmeksizin âyetlerde geçen kelimelerin altına Farsça karşılıkları yazılmıştır. Günümüze ulaşan ilk tercüme olması yanında bu çalışmanın diğer bir özelliği Türkçe'ye yapılan ilk tercüme için model teşkil etmesidir.
Kaynaklarda belirtildiğine göre aslında ilk tercüme Farsça'ya çok yakın olan Hûzistan diliyle yapılan, Mu'tezile âlimi Ebû Ali el-Cübbâîye (ö. 303/916) ait çeviridir. Ancak bu çalışmanın günümüze ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir. Câhız'ın verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre Mûsâ b. Seyyar el-Esvârî de Kur'an'ı Farsça'ya çevirmiş, Farsça'yı ve Arapça'yı çok iyi bilen bu zat, okuduğu âyetleri meclisinde bulunan İranlılar için Farsça olarak açıklamıştır. Kur'ân-ı Kerîm'in Farsça'ya tercümesi bundan sonra da devam etmiştir. Halen 250 kadar Farsça Kur'an tercüme ve tefsirinin mevcudiyetinden söz edilmektedir.
Türkçe Kur'an Tercümeleri
Kur'ân-ı Kerîm'in tercüme edildiği en eski dillerden biri de Türkçe'dir. 950'li yıllardan itibaren toplu olarak İslâmiyet'i kabul eden Türklerin Kur'an'ın bazı küçük sûrelerini kendi dillerine çevirmiş olmaları muhtemeldir. Zira Türkler, daha önce intisap ettikleri dinlerin kutsal metinlerini kendi dillerine tercüme etmişlerdi. İlk Türkçe Kur'an tercümesinin tarihi ve mütercimi bilinmemekle beraber bu çalışmanın V. (X-XI.) yüzyıllarda gerçekleştiği tesbit edilmiştir. (İnan, Kur'ân-ı Kerîm'in Türkçe Tercemeleri, s. 4, 8)
Eski Türkçe Kur'an tercümeleri satır arası ve tefsiri olmak üzere ikiye ayrılır. Satır arası kelime kelime Kur'an tercümesi geleneği Orta Asya'dan gelmiş. Horasanlı ve Hârizmli âlimler İranlılar'dan öğrendikleri bu metodu Anadolu'ya nakletmişlerdir. Satır arası Kur'an tercümelerinde her kelimenin altına o kelimenin tercüme edilen dildeki karşılığı yazılır. Bu tür çevirilerde cümle yapısı, söz dizimi vb. hususlarda tercümenin yapıldığı dilin kurallarına uyulmaz; söz diziminde Arapça'nın kuvvetli etkisi görülür. Çevirideki kelimeler yanyana dizildiğinde bazen bunlardan bir anlam çıkarmak zorlaşır.
Tefsiri Kur'an tercümelerinde ise bütün bir âyetin veya bir bölümünün normal cümlelerle açıklaması yapılır. Türkler tarih boyunca Uygur ve Arap alfabeleriyle bu iki tarzda Kur'an'ı tercüme etmişler, 1928 yılında kabul edilen Latin alfabesiyle daha çok meâlen tercüme örnekleri ortaya koymuşlardır.
a) Uygur Alfabesiyle Yapılan Kur'an Tercümeleri. Türkler Müslümanlığı kabul ettikleri dönemlerde Uygur alfabesini kullandıklarına göre ilk Türkçe Kur'an tercümeleri bu dille yapılmış olmalıdır. Bunlardan herhangi bir örneğin günümüze ulaştığına dair bir bilgi yoksa da bazı eserlerde bu alfabeyle yapılmış birkaç âyet tercümesine rastlamak mümkündür. Edib Ahmed Yüknekî'nin Atebetü'l-hakâyık adlı eserinde bazı âyetlerin tercümesi bu alfabeyle yer almıştır.
b) Arap Alfabesiyle Yapılan Kur'an Tercümeleri. Türkler, İslâmiyet'e girdikten kısa bir süre sonra Uygur alfabesini terkederek Arap harflerini kullanmaya başlamışlar, Kur'ân-ı Kerîm tercümelerini son dönemlere kadar bu alfabeyle kaleme almışlardır. İlk Türkçe Kur'an tercümesi V. (XI.) yüzyılın başlarında, daha önce yapılmış olan Farsça çeviri esas alınarak satır arası tercüme metoduyla hazırlanmıştır. Mütercimi bilinmeyen bu tercümenin orijinali hakkında bilgi yoksa da asıl nüshadan istinsah edilen bazı yazmalar günümüze ulaşmış, araştırmacılar tercümenin dili, muhtevası ve özellikleri hakkında çalışmalar yapmışlardır. Bu nüshaların en eskilerinden biri olduğu kabul edilen Türk ve İslâm Eserleri Müzesi'nde kayıtlı yazma 734 (1334) yılında Şîrazlı Muhammed b. Hâc Devletşah tarafından istinsah edilmiştir. Tercümenin dili Oğuz (Doğu) Türkçesi'dir ve ilk Farsça tercüme tarzındadır.
Selçuklular devrinde ilim dili olarak Arapça'nın kullanılması sebebiyle dinî eserlerin Türkçe'ye çevrilmesi konusunda kayda değer bir gelişme olmamışsa da Osmanlılar'ın ilk dönemlerinde bazı dinî eserler, bu arada Kur'ân-ı Kerîm'in Yâsîn, Mülk, Fatiha ve İhlâs gibi daha çok kısa sûreleri Türkçe'ye tercüme edilmiştir. Türkiye kütüphanelerinde bu devreye ait çeşitli tercüme ve tefsir nüshaları mevcuttur. Ancak bunların çoğu birbirinden istinsah edilmiştir ve fazla bir özellikleri bulunmamaktadır. Bu çalışmaların içinde Kur'an'ın tamamının tercümesini ihtiva eden nüshalar oldukça azdır.
Anadolu'da tam Kur'an tercüme ve tefsir faaliyetlerinin XIV. yüzyılın sonlarında başladığı anlaşılmakta, gerek İstanbul gerekse Anadolu'daki kütüphanelerde bunların çeşitli nüshaları bulunmaktadır.
Osmanlı medreselerinde öğretim dili olarak Arapça'nın kullanılması Kur'an'ın tercümesi faaliyetlerini oldukça yavaşlatmışsa da Tanzimat'la birlikte ortaya çıkan milliyetçilik cereyanının sonucu olarak Kur'an'ın Türkçe'ye tercümesi çalışmaları ilgi görmeye başlamıştır. Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım Efendi, Ahmed Cevdet Paşa, Bereketzâde İsmail Hakkı gibi birçok âlim Kur'an'ın Türkçe'ye çevrilmesinin zaruri olduğunu belirtmiş, bazıları da bizzat bu işe teşebbüs etmiştir. Sırrı Paşa'nın Sirr-ı Furkan adlı iki ciltlik bir tercüme ve tefsiri, Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım Efendi'nin küçük bir ciltten ibaret Safvetü'l-beyân adında tamamlanmamış bir tercüme ve tefsiri vardır. Öte yandan bazı âlimler bu harekete karşı çıkmış, bunların başında yer alan Şeyhülislâm Mustafa Sabri Mes'eletü Tercemeti'l-Kur'ân adıyla Arapça bir risale yazmıştır (Kahire 1351) Türkiye'de ortaya çıkan bu tartışma kısa sürede diğer İslâm ülkelerine de yayılmıştır.
c) Latin Alfabesiyle Yapılan Kur'an Tercümeleri. Türkiye'de Cumhuriyetin ilânından sonra kısa bir süre içinde birkaç tercüme neşredildi. Bunların çoğu Arapça'ya vâkıf olmayan ve yeterli derecede dinî bilgisi bulunmayan kişilerce yapılmıştı. Mütercimler arasında Hristiyan olanlar da vardı. Bu durumdan rahatsızlık duyulması üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin isteğiyle Diyanet İşleri Reisliği, ulemâ nezdinde tasvip görecek ve halk arasında itibar kazanacak bir tercümenin hazırlanmasını kararlaştırdı. Tercüme görevi Mehmed Akif e (Ersoy) verildi. Mehmed Akif, hazırladığı tercümeyi ibadetlerde Kur'an'ın aslı yerine okutulacağı endişesiyle teslim etmedi. Bunun üzerine tercüme işi, daha önce Kur'an tefsiri yazmakla görevlendirilen Elmalılı Muhammed Hamdi'ye verildi. Onun tamamladığı çalışma Hak Dini Kur'an Dili adıyla bastırıldı. Bunun dışında yapılan tercümelerden bazıları şunlardır: İzmirli İsmail Hakkı, Meânî-yi Kur'an; Ömer Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu: Kur'ân-ı Kerîm Tercüme ve Tefsiri; Hasan Basri Çantay, Kur'an-ı Hakim ve Meâl-i Kerîm; Ömer Nasuhi Bilmen, Kur'ân-ı Kerîm'in Türkçe Meâl-i Âlîsi ve Tefsiri. Ayrıca Hüseyin Kâzım Kadri, Zeki Mugâmiz. Süleyman Tevfik, Cemil Said, Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, Osman Nebioğlu, Murat Sertoğlu, Besim Atalay, Sadi Irmak ve Abdülbaki Gölpınarlı'ya ait tercümelerle bazı gazetelerin okuyucularına verdiği çevirileri de zikretmek mümkündür. A. Adnan Sütmen, Muharrem Zeki Korgunal, Rıza Çiloğlu gibi bazı kişiler Kur'an'ı manzum olarak tercüme etmeye çalışmışlarsa da başarılı olamamışlardır.
Hristiyan Dünyasında Kur'an Tercümeleri. Gayri müslimlerin Kur'ân-ı Kerîm'le ilgilenmesi oldukça eskilere dayanır. Habeşistan Kralı Necâşi’nin ve Bizans Kralı Herakleios'un dinledikleri Kur'an âyetlerine gösterdikleri saygıyı burada zikretmek gerekir. (Buhârî, Bedü'l-vahy, 6) Ancak daha sonra Hristiyanların Kuran'la ilgilenmesi onu reddedip Hristiyan kamuoyunda itibarsız hale getirmek şeklinde olmuştur. Kur'an çevirilerinin ilklerinden sayılan Süryânîce metinlerde bu yaklaşım hâkim olduğu gibi Batı dillerine yapılmış ilk Kur'an tercümesi olan Robertus Ketenensis (Retinensis) ile Hermannus Dalmata'nın Latince tercümesi de (1143) aynı düşünceyle kaleme alınmıştır.
İlk Latince tercüme daha sonra İtalyanca'ya, bu dilden Almanca'ya çevrilmiş, Almanca tercümeden de Felemenkçe'ye aktarılmıştır. Hristiyan müsteşrikler, Kur'an'ı müstemleke ülkelerindeki Müslümanların ve müslüman olmayan milletlerin dillerine de çevirmişlerdir. Ancak bu çalışmalarda genellikle Kur'an'ın Allah kelâmı değil Hz. Muhammed (asv)'in görüş ve düşüncelerinden ibaret olduğu, Hz. Muhammed (asv)'in vefatından sonra Kur'an'ın toplanması ve istinsahı sırasında orijinalliğinin kaybolduğu, bazı kısımlarının çıkarıldığı gibi iddialarda bulunmuşlar, Kur'an'ın belagat ve fesahatini itiraf edenler bile bu tür görüşleri ileri sürmekten geri durmamışlardır. Bazı Hristiyan mütercimler karmaşık bir hale soktukları çevirilerinde açık bir isim kullanmaktan kaçınmış, bunun yerine harfler kullanmışlardır. Meselâ İspanyolca'ya yapılan bir tercümenin ilk baskısında mütercimin adının yerine harfleri yazılmış, aynı tercümenin ikinci baskısında JBB, üç ve dördüncü baskılarında JBBO harfleri kullanılmış çevirilerde takma adların kullanıldığı da görülmüştür. Bu arada tercümelerinde Kur'an sûrelerinin sıralanışındaki klasik düzenlemeye uymayanlar da olmuştur.
Kur'ân-ı Kerîm, Latince'den sonra bu dilden Andrea Arrivabene tarafından İtalyanca'ya çevrilmiştir (Venice 1574).
Fransızca dilindeki ilk çeviri, Fransa'nın Mısır konsolosu Andre du Ryer tarafından l'Alcoran de Mahomet adıyla doğrudan Arapça'dan yapılmıştır (Paris 1647). Müslüman âlimlerden Kur'an'ı Fransızca'ya tercüme edenler arasında Muhammed Hamîdullah'ın ilk baskısı 1959'da Paris'te yapılan çevirisi burada özellikle zikredilmelidir.
Kur'ân-ı Kerîm'in, mütercimi belli olmayan ve yalnızca bazı sûreleri kapsayan ilk İngilizce çevirisi XVI. yüzyılın başlarında gerçekleştirilmiştir (London 1515). Müslüman âlimlerden Kur'an'ı İngilizce'ye çevirenler arasında Muhammed Abdülhalîm Han'ın The Holy Our'an adlı tercümesi (Patiala 1905) burada kaydedilmelidir.
İspanyolca dilinde ilk tam çeviri De Jose Gerber de Robles tarafından Alcoran adıyla yapılmıştır (Madrid 1844). Seyfeddin Rahhal, Beşîr Ali. Be-şîrüddin Mahmûd Ahmed gibi bazı müslüman mütercimlerin de İspanyolca Kur'an tercümeleri mevcuttur.
Yunanca ilk tam çeviri G. I. Pentake tarafından Koranion adıyla gerçekleştirilmiş ve 1878'debasılmıştır.
Rusça olarak gerek ilk yirmi sûreyi ihtiva eden kısmî, gerekse Piotr Vaslyevitch Pastnikov'un 1716'da yaptığı tam Kur'an tercümesi Du Ryer'in Fransızca tercümesinden aktarılmıştır.
Kur'ân-ı Kerîm'in Polonyaca'ya tam çevirisi, bu ülkede yaşayan Tatar Müslüman Selim Mirza Tarak Buczacki tarafından yapılmıştır (Varşova 1858).
Kur'ân-ı Kerim bunların dışındaki dünya dillerinin hemen hepsine kısmen veya tamamen tercüme edilmiştir. Burada özellikle Asya'da konuşulan Çin, Japon, Kore, Malezya ve Urdu dilleriyle Avrupa'da konuşulan Hollanda, Romen, Macar, İsveç, Norveç, Portekiz, Danimarka. Sırp, Hırvat, Boşnak dilleri, İbrânîce ve Afrika'da Sevâhilce, Yorbaca gibi diller zikredilmelidir. (Geniş bilgi ve kaynaklar için bk. TDV. İslam Ansiklopedisi, Kur’an/Tercümesi md.)
İlave bilgi için tıklayınız:
1. Meal ve tefsirin tarifi nasıldır? 2. Tercüme meal ve tefsir arasındaki fark nedir?
Kur'an-ı Kerim'i Arapça'sından okumak mı yoksa mealinden okumak mı daha iyidir?
Kaynak: Sorularla İslamiyet
Tercümeyi genel olarak harfi (lafzî) ve tefsiri (manevî) diye ikiye ayırmak mümkündür. Harfi tercüme, nazmın nazma, tertibin tertibe, hatta kelimelerin birbirine muvafık olması şartıyla bir dildeki lafızları başka bir dildeki benzer lafızlarla ifade etmektir. Bu tercüme şeklinde, asıl dildeki hiç bir kelime atılmaz. Kur'ân-ı Kerim açısından bakıldığında harfi tercüme, "mütercimin kapasitesi ve dilin yeterliliği nisbetinde Kur'an'ın her lafzının yerine tercüme edilen dilde o lafzın karşılığı olan başka bir lafzın konması, Kur'an'ın kelime, ibare yahut nas cihetiyle Arapça'dan başka bir dile aktarılması" şeklinde tanımlanabilir. Bu tür çeviri gerçekte bazı harf, fiil ve isimlerin mânalarını karşılayıp karşılamadığına veya ne ölçüde karşılandığına bakılmaksızın Kur'ânî ibarelerin harfen nakline dayanır. Harfî tercümenin ilmî ve hukukî eserlerde kullanımı kolay ve pratik ise de edebî eserler ve özellikle Kur'ân-ı Kerîm açısından uygulanması son derece güç, hatta bazen imkânsızdır.
Tefsirî tercüme, asıl dildeki kelimelerin tertibine, nazmına, sayısına vb. şeklî özelliklere bağlı kalmaksızın bir sözün anlamını başka bir dille açıklamaktır. Bu tür çeviride esas olarak mânaya itibar edilir; bazı tabirler atılabilir veya ilâveler yapılabilir. Bu tercüme tarzında mütercim, asıl dildeki ifadeleri iyice anladıktan sonra onların belirttiği mânayı başka bir dile kendi üslûp ve ifadesiyle nakleder. Tefsirî tercümede tercümenin harf ve lafızlarında, cümle ve ibarelerinde, îcâz ve ıtnabında, hacim ve kapsamında asıl metne eşitlik şart olmadığı gibi, her harf ve kelimesinin tercüme edilmesi de zorunlu değildir.
Türkiye'de Kur'ân-ı Kerîm tercümesi yerine daha çok "meal" lafzı kullanılmakta olup bu tercihle yapılan tercümenin eksik ve yetersiz olduğu belirtilmekte ve Kur'an'ın yerini tutmadığına işaret edilmektedir.
Allah kelamı olan Kur’an’ın hakiki tercümesinin mümkün olmadığı ve bütün dünya dillerine biraz genişçe bir mealinin yapılarak Kur’an’ı bütün insanlığın anlamasına yardımcı olunması gerektiği de bilinmelidir.
Herhangi bir eserin dahi anlam ve içeriğinden hiçbir şey kaybetmeden başka bir dile çevrilmesi çok güç olduğuna göre Kur'ân-ı Kerîm'in tercümesi söz konusu edildiğinde bu güçlüğün ve onun doğurduğu sorumluluğun kat kat artacağı açıktır. Zira Allah'ın mu'ciz kelâmı olan Kur'an'ı fesahat, belagat, îcâz ve üslubuyla başka bir dile çevirmek imkânsızdır. Bununla birlikte Kur'an'ın bu özellikleri onun tercümesine engel değildir ve yüce mesajları dili ne olursa olsun her insana ulaşmalıdır. Tercüme, mu'ciz belagat yönünü ifade etmese de aslî mânalarda saklı bulunan diğer i'câz cihetlerini muhafaza edebilir.
Kur'ân-ı Kerîm, Araplar arasından seçilmiş bir peygambere nazil olduğuna ve öncelikle onlara hitap ettiğine göre dilinin Arapça olması tabiidir. Ancak onun muhatapları yalnız Araplar değil bütün insanlardır. Zira Kur'an kendisini insanlar için hidayet kaynağı, şifa ve rahmet, öğüt, uyarıcı ve müjdeleyici olarak tanıtır. (meselâ bk. Yûnus, 10/57; İsrâ, 17/82) Şu halde Kur'an'ı sadece Araplara hasretmek diğer insanların onun şifa, rahmet ve hidayetinden faydalanmasına engel olmak Allah'ın her şeyi kuşatan rahmetini (Arâf, 7/156) daraltmak demektir. Bütün bunlar Kur'an'ın diğer dillere çevrilmesini gerektirir. Kur'an'ın evvelkilerin kitabında geçtiğini (Şuarâ, 26/196) her millete mutlaka kendi dillerini bilen bir elçinin gönderildiğini (İbrâhîm, 14/4; İsrâ 17/15; Şuarâ, 26/208; Kasas, 28/59) belirten âyetler de onun tercüme edilmesinin lüzumunu ifade etmektedir. Evrensel bir özellik taşıyan her mesajın yaygınlaşmasının tek yolu budur. Dolayısıyla Kur'ân-ı Kerîm'in tebliği vacip hükmünde olup onu Arapların dışındaki insanlara ulaştırmanın en pratik yolu tercüme olduğundan çeşitli dillere çevrilmesi gereklidir.
Hz. Peygamber (asv) pek çok hadisinde kendisinden öğrenilenlerin başkalarına ulaştırılmasını istemiştir. (Müsned, II, 159, 214, 606; Buhârî, Enbiyâ, 50) Ayrıca bazı davranış ve uygulamalarıyla Kur'an'ı tercüme etmenin gerekli olduğunu göstermiştir. Nitekim Bizans, İran, Habeşistan gibi ülkelerin hükümdarlarına tercüme edileceğini bilerek içinde âyetler bulunan mektuplar göndermiştir. (Buhârî, Ahbâr, 4) Onun hayatından da ilâhî emirleri bütün insanlara bildirmenin gereğine işaret eden hususlar tesbit etmek mümkündür. Zeyd b. Sâbit'e yabancı dil öğrenmesini emretmesi. (İbn Sa'd, II, 358-359) Kur'an'ın yedi harf üzerine indiğini belirterek onu öğrenip okumayı ümmeti için kolaylaştırması, Selmân-ı Fârisî'nin Fatiha sûresini Farsça'ya çevirmesi ve bu çeviriyi Hz. Peygamber (asv)in menetmemiş olması yönündeki haberler (Serahsî, I, 37) bunlardan bazılarıdır.
Kur'ân-ı Kerîm'in Tercümesi Tarihi
Kur'an'ın tercümesi tarihini İslâmiyet'in ilk dönemlerine kadar götürmek mümkündür. Ca'fer b. Ebû Tâlib'in Necâşi’nin huzurunda Kur'an okuduğu bilinmekte, (İbn Hişâm.l, 360; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, l, 362) bazı kaynaklarda da Necâşî'nin Arapça bildiği kaydedilmektedir. Bu husus dikkate alındığında okunan âyetlerin tercüme edilmemiş olması akla gelebilirse de Necâşî'nin etrafındakilerin de Arapça bildiğini düşünmek mümkün değildir. Buna göre okunan âyetler din âlimleriyle saray mensupları için tercüme edilmiş olmalıdır. Resûl-i Ekrem (asv)'in komşu ülkelerin hükümdarlarına gönderdiği mektuplar içinde yer alan besmelenin ve âyetlerin tercüme edildiği de muhakkaktır. Bu tercümeler şifahî olsa da Selmân-ı Fârisî'ye atfedilen mektupta yapılan çeviri yazılıdır.
270'li (883-84) yıllarda Mehrûk b. Râik adlı bir melikin Abdullah b. Ömer b. Abdülazîz'den Kur'an'ın mânalarını kendisi için tercüme ettirmesini istemesi üzerine bu görev şiir ve edebiyatta üstünlüğüyle tanınan Iraklı bir âlime verilmiş, adı bilinmeyen bu âlimin yaptığı çeviriyi inceleyen Mehrûk Müslüman olmuş, ancak tebaasından korktuğu için bunu gizli tutmuştur. Bu tercümeden önce de Kur'an'ın başka dillere çevrildiği zikredilmekte olup ilk Berberice tercümenin 127 (745) yılında yapıldığı belirtilmektedir.
Sâmânî Hükümdarı Mansûr b. Nuh'un emriyle, içinde Türk asıllı olanların da bulunduğu Horasan ve Mâverâünnehirli âlimlerden meydana gelen bir heyet. Kur'an'ın tamamını Muhammed b. Cerîr et-Taberi’nin Câm’u'l-beyan adlı tefsirinin özetiyle birlikte Farsça'ya çevirmiştir. Bu tercümenin bir nüshası Seymaniye diğer bir nüshası Dresden kütüphanelerinde kayıtlıdır. Tercüme ayrıca basılmıştır (Tahran 1941). Eser, satır arası harfi bir tercüme olup Farsça cümle tertibine riayet edilmeksizin âyetlerde geçen kelimelerin altına Farsça karşılıkları yazılmıştır. Günümüze ulaşan ilk tercüme olması yanında bu çalışmanın diğer bir özelliği Türkçe'ye yapılan ilk tercüme için model teşkil etmesidir.
Kaynaklarda belirtildiğine göre aslında ilk tercüme Farsça'ya çok yakın olan Hûzistan diliyle yapılan, Mu'tezile âlimi Ebû Ali el-Cübbâîye (ö. 303/916) ait çeviridir. Ancak bu çalışmanın günümüze ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir. Câhız'ın verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre Mûsâ b. Seyyar el-Esvârî de Kur'an'ı Farsça'ya çevirmiş, Farsça'yı ve Arapça'yı çok iyi bilen bu zat, okuduğu âyetleri meclisinde bulunan İranlılar için Farsça olarak açıklamıştır. Kur'ân-ı Kerîm'in Farsça'ya tercümesi bundan sonra da devam etmiştir. Halen 250 kadar Farsça Kur'an tercüme ve tefsirinin mevcudiyetinden söz edilmektedir.
Türkçe Kur'an Tercümeleri
Kur'ân-ı Kerîm'in tercüme edildiği en eski dillerden biri de Türkçe'dir. 950'li yıllardan itibaren toplu olarak İslâmiyet'i kabul eden Türklerin Kur'an'ın bazı küçük sûrelerini kendi dillerine çevirmiş olmaları muhtemeldir. Zira Türkler, daha önce intisap ettikleri dinlerin kutsal metinlerini kendi dillerine tercüme etmişlerdi. İlk Türkçe Kur'an tercümesinin tarihi ve mütercimi bilinmemekle beraber bu çalışmanın V. (X-XI.) yüzyıllarda gerçekleştiği tesbit edilmiştir. (İnan, Kur'ân-ı Kerîm'in Türkçe Tercemeleri, s. 4, 8)
Eski Türkçe Kur'an tercümeleri satır arası ve tefsiri olmak üzere ikiye ayrılır. Satır arası kelime kelime Kur'an tercümesi geleneği Orta Asya'dan gelmiş. Horasanlı ve Hârizmli âlimler İranlılar'dan öğrendikleri bu metodu Anadolu'ya nakletmişlerdir. Satır arası Kur'an tercümelerinde her kelimenin altına o kelimenin tercüme edilen dildeki karşılığı yazılır. Bu tür çevirilerde cümle yapısı, söz dizimi vb. hususlarda tercümenin yapıldığı dilin kurallarına uyulmaz; söz diziminde Arapça'nın kuvvetli etkisi görülür. Çevirideki kelimeler yanyana dizildiğinde bazen bunlardan bir anlam çıkarmak zorlaşır.
Tefsiri Kur'an tercümelerinde ise bütün bir âyetin veya bir bölümünün normal cümlelerle açıklaması yapılır. Türkler tarih boyunca Uygur ve Arap alfabeleriyle bu iki tarzda Kur'an'ı tercüme etmişler, 1928 yılında kabul edilen Latin alfabesiyle daha çok meâlen tercüme örnekleri ortaya koymuşlardır.
a) Uygur Alfabesiyle Yapılan Kur'an Tercümeleri. Türkler Müslümanlığı kabul ettikleri dönemlerde Uygur alfabesini kullandıklarına göre ilk Türkçe Kur'an tercümeleri bu dille yapılmış olmalıdır. Bunlardan herhangi bir örneğin günümüze ulaştığına dair bir bilgi yoksa da bazı eserlerde bu alfabeyle yapılmış birkaç âyet tercümesine rastlamak mümkündür. Edib Ahmed Yüknekî'nin Atebetü'l-hakâyık adlı eserinde bazı âyetlerin tercümesi bu alfabeyle yer almıştır.
b) Arap Alfabesiyle Yapılan Kur'an Tercümeleri. Türkler, İslâmiyet'e girdikten kısa bir süre sonra Uygur alfabesini terkederek Arap harflerini kullanmaya başlamışlar, Kur'ân-ı Kerîm tercümelerini son dönemlere kadar bu alfabeyle kaleme almışlardır. İlk Türkçe Kur'an tercümesi V. (XI.) yüzyılın başlarında, daha önce yapılmış olan Farsça çeviri esas alınarak satır arası tercüme metoduyla hazırlanmıştır. Mütercimi bilinmeyen bu tercümenin orijinali hakkında bilgi yoksa da asıl nüshadan istinsah edilen bazı yazmalar günümüze ulaşmış, araştırmacılar tercümenin dili, muhtevası ve özellikleri hakkında çalışmalar yapmışlardır. Bu nüshaların en eskilerinden biri olduğu kabul edilen Türk ve İslâm Eserleri Müzesi'nde kayıtlı yazma 734 (1334) yılında Şîrazlı Muhammed b. Hâc Devletşah tarafından istinsah edilmiştir. Tercümenin dili Oğuz (Doğu) Türkçesi'dir ve ilk Farsça tercüme tarzındadır.
Selçuklular devrinde ilim dili olarak Arapça'nın kullanılması sebebiyle dinî eserlerin Türkçe'ye çevrilmesi konusunda kayda değer bir gelişme olmamışsa da Osmanlılar'ın ilk dönemlerinde bazı dinî eserler, bu arada Kur'ân-ı Kerîm'in Yâsîn, Mülk, Fatiha ve İhlâs gibi daha çok kısa sûreleri Türkçe'ye tercüme edilmiştir. Türkiye kütüphanelerinde bu devreye ait çeşitli tercüme ve tefsir nüshaları mevcuttur. Ancak bunların çoğu birbirinden istinsah edilmiştir ve fazla bir özellikleri bulunmamaktadır. Bu çalışmaların içinde Kur'an'ın tamamının tercümesini ihtiva eden nüshalar oldukça azdır.
Anadolu'da tam Kur'an tercüme ve tefsir faaliyetlerinin XIV. yüzyılın sonlarında başladığı anlaşılmakta, gerek İstanbul gerekse Anadolu'daki kütüphanelerde bunların çeşitli nüshaları bulunmaktadır.
Osmanlı medreselerinde öğretim dili olarak Arapça'nın kullanılması Kur'an'ın tercümesi faaliyetlerini oldukça yavaşlatmışsa da Tanzimat'la birlikte ortaya çıkan milliyetçilik cereyanının sonucu olarak Kur'an'ın Türkçe'ye tercümesi çalışmaları ilgi görmeye başlamıştır. Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım Efendi, Ahmed Cevdet Paşa, Bereketzâde İsmail Hakkı gibi birçok âlim Kur'an'ın Türkçe'ye çevrilmesinin zaruri olduğunu belirtmiş, bazıları da bizzat bu işe teşebbüs etmiştir. Sırrı Paşa'nın Sirr-ı Furkan adlı iki ciltlik bir tercüme ve tefsiri, Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım Efendi'nin küçük bir ciltten ibaret Safvetü'l-beyân adında tamamlanmamış bir tercüme ve tefsiri vardır. Öte yandan bazı âlimler bu harekete karşı çıkmış, bunların başında yer alan Şeyhülislâm Mustafa Sabri Mes'eletü Tercemeti'l-Kur'ân adıyla Arapça bir risale yazmıştır (Kahire 1351) Türkiye'de ortaya çıkan bu tartışma kısa sürede diğer İslâm ülkelerine de yayılmıştır.
c) Latin Alfabesiyle Yapılan Kur'an Tercümeleri. Türkiye'de Cumhuriyetin ilânından sonra kısa bir süre içinde birkaç tercüme neşredildi. Bunların çoğu Arapça'ya vâkıf olmayan ve yeterli derecede dinî bilgisi bulunmayan kişilerce yapılmıştı. Mütercimler arasında Hristiyan olanlar da vardı. Bu durumdan rahatsızlık duyulması üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin isteğiyle Diyanet İşleri Reisliği, ulemâ nezdinde tasvip görecek ve halk arasında itibar kazanacak bir tercümenin hazırlanmasını kararlaştırdı. Tercüme görevi Mehmed Akif e (Ersoy) verildi. Mehmed Akif, hazırladığı tercümeyi ibadetlerde Kur'an'ın aslı yerine okutulacağı endişesiyle teslim etmedi. Bunun üzerine tercüme işi, daha önce Kur'an tefsiri yazmakla görevlendirilen Elmalılı Muhammed Hamdi'ye verildi. Onun tamamladığı çalışma Hak Dini Kur'an Dili adıyla bastırıldı. Bunun dışında yapılan tercümelerden bazıları şunlardır: İzmirli İsmail Hakkı, Meânî-yi Kur'an; Ömer Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu: Kur'ân-ı Kerîm Tercüme ve Tefsiri; Hasan Basri Çantay, Kur'an-ı Hakim ve Meâl-i Kerîm; Ömer Nasuhi Bilmen, Kur'ân-ı Kerîm'in Türkçe Meâl-i Âlîsi ve Tefsiri. Ayrıca Hüseyin Kâzım Kadri, Zeki Mugâmiz. Süleyman Tevfik, Cemil Said, Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, Osman Nebioğlu, Murat Sertoğlu, Besim Atalay, Sadi Irmak ve Abdülbaki Gölpınarlı'ya ait tercümelerle bazı gazetelerin okuyucularına verdiği çevirileri de zikretmek mümkündür. A. Adnan Sütmen, Muharrem Zeki Korgunal, Rıza Çiloğlu gibi bazı kişiler Kur'an'ı manzum olarak tercüme etmeye çalışmışlarsa da başarılı olamamışlardır.
Hristiyan Dünyasında Kur'an Tercümeleri. Gayri müslimlerin Kur'ân-ı Kerîm'le ilgilenmesi oldukça eskilere dayanır. Habeşistan Kralı Necâşi’nin ve Bizans Kralı Herakleios'un dinledikleri Kur'an âyetlerine gösterdikleri saygıyı burada zikretmek gerekir. (Buhârî, Bedü'l-vahy, 6) Ancak daha sonra Hristiyanların Kuran'la ilgilenmesi onu reddedip Hristiyan kamuoyunda itibarsız hale getirmek şeklinde olmuştur. Kur'an çevirilerinin ilklerinden sayılan Süryânîce metinlerde bu yaklaşım hâkim olduğu gibi Batı dillerine yapılmış ilk Kur'an tercümesi olan Robertus Ketenensis (Retinensis) ile Hermannus Dalmata'nın Latince tercümesi de (1143) aynı düşünceyle kaleme alınmıştır.
İlk Latince tercüme daha sonra İtalyanca'ya, bu dilden Almanca'ya çevrilmiş, Almanca tercümeden de Felemenkçe'ye aktarılmıştır. Hristiyan müsteşrikler, Kur'an'ı müstemleke ülkelerindeki Müslümanların ve müslüman olmayan milletlerin dillerine de çevirmişlerdir. Ancak bu çalışmalarda genellikle Kur'an'ın Allah kelâmı değil Hz. Muhammed (asv)'in görüş ve düşüncelerinden ibaret olduğu, Hz. Muhammed (asv)'in vefatından sonra Kur'an'ın toplanması ve istinsahı sırasında orijinalliğinin kaybolduğu, bazı kısımlarının çıkarıldığı gibi iddialarda bulunmuşlar, Kur'an'ın belagat ve fesahatini itiraf edenler bile bu tür görüşleri ileri sürmekten geri durmamışlardır. Bazı Hristiyan mütercimler karmaşık bir hale soktukları çevirilerinde açık bir isim kullanmaktan kaçınmış, bunun yerine harfler kullanmışlardır. Meselâ İspanyolca'ya yapılan bir tercümenin ilk baskısında mütercimin adının yerine harfleri yazılmış, aynı tercümenin ikinci baskısında JBB, üç ve dördüncü baskılarında JBBO harfleri kullanılmış çevirilerde takma adların kullanıldığı da görülmüştür. Bu arada tercümelerinde Kur'an sûrelerinin sıralanışındaki klasik düzenlemeye uymayanlar da olmuştur.
Kur'ân-ı Kerîm, Latince'den sonra bu dilden Andrea Arrivabene tarafından İtalyanca'ya çevrilmiştir (Venice 1574).
Fransızca dilindeki ilk çeviri, Fransa'nın Mısır konsolosu Andre du Ryer tarafından l'Alcoran de Mahomet adıyla doğrudan Arapça'dan yapılmıştır (Paris 1647). Müslüman âlimlerden Kur'an'ı Fransızca'ya tercüme edenler arasında Muhammed Hamîdullah'ın ilk baskısı 1959'da Paris'te yapılan çevirisi burada özellikle zikredilmelidir.
Kur'ân-ı Kerîm'in, mütercimi belli olmayan ve yalnızca bazı sûreleri kapsayan ilk İngilizce çevirisi XVI. yüzyılın başlarında gerçekleştirilmiştir (London 1515). Müslüman âlimlerden Kur'an'ı İngilizce'ye çevirenler arasında Muhammed Abdülhalîm Han'ın The Holy Our'an adlı tercümesi (Patiala 1905) burada kaydedilmelidir.
İspanyolca dilinde ilk tam çeviri De Jose Gerber de Robles tarafından Alcoran adıyla yapılmıştır (Madrid 1844). Seyfeddin Rahhal, Beşîr Ali. Be-şîrüddin Mahmûd Ahmed gibi bazı müslüman mütercimlerin de İspanyolca Kur'an tercümeleri mevcuttur.
Yunanca ilk tam çeviri G. I. Pentake tarafından Koranion adıyla gerçekleştirilmiş ve 1878'debasılmıştır.
Rusça olarak gerek ilk yirmi sûreyi ihtiva eden kısmî, gerekse Piotr Vaslyevitch Pastnikov'un 1716'da yaptığı tam Kur'an tercümesi Du Ryer'in Fransızca tercümesinden aktarılmıştır.
Kur'ân-ı Kerîm'in Polonyaca'ya tam çevirisi, bu ülkede yaşayan Tatar Müslüman Selim Mirza Tarak Buczacki tarafından yapılmıştır (Varşova 1858).
Kur'ân-ı Kerim bunların dışındaki dünya dillerinin hemen hepsine kısmen veya tamamen tercüme edilmiştir. Burada özellikle Asya'da konuşulan Çin, Japon, Kore, Malezya ve Urdu dilleriyle Avrupa'da konuşulan Hollanda, Romen, Macar, İsveç, Norveç, Portekiz, Danimarka. Sırp, Hırvat, Boşnak dilleri, İbrânîce ve Afrika'da Sevâhilce, Yorbaca gibi diller zikredilmelidir. (Geniş bilgi ve kaynaklar için bk. TDV. İslam Ansiklopedisi, Kur’an/Tercümesi md.)
İlave bilgi için tıklayınız:
1. Meal ve tefsirin tarifi nasıldır? 2. Tercüme meal ve tefsir arasındaki fark nedir?
Kur'an-ı Kerim'i Arapça'sından okumak mı yoksa mealinden okumak mı daha iyidir?
Kaynak: Sorularla İslamiyet