Şerîat sahibinin hükmü istinat ettirdiği; varlığına hükmün varlığını, yokluğuna hükmün yokluğunu bağladığı, zahir, mazbut vasıf.
İllet; "sebep", "menât", "delil", "bais", "el-Vasfu'l-cami" olarak da isimlendirilmiştir (H. Karaman, Fıkıh Usûlü, İstanbul 1982, s. 83).
Arap darb-ı meselinde şu söz meşhurdu: "La ta'dimu hurekâu illetin" Yani; özür ve bahanenin çeşitleri çoktur. Bu tabi elinde imkan olduğu halde bahane uyduranlar için kullanılır.
Fıkıh âlimlerinin şeriatta müsbet hüküm olan emre, illet demeleri de bundan dolayıdır. Sarf alimlerinin vav, ya, elif, harflerine illet harfi demeleri de bu nedenledir. Çünkü bu harfler hastalıklı kelimeye bitişirler. (İbn Manzur, Lisanü'l-Arab, A'lele, maddesi; Mütercim Asım Efendi, Kamusü'l-Mühit Tercemesi Okyanus, el-İlle maddesi).
Usulü fıkıh açısından illet, bir çok anlamlarda kullanılmıştır. Usulcüler, "Maslahata uygun olanı yaratmak Allah'a vacip olur mu?" konusundaki kelâm ihtilafına dayalı olarak "illet" için çeşitli tarifler yapmışlardır (M. Mustafa Şelebî, Ta'lilü'l-Ahkâm, Mısır, 1943, 116).
Hanefî müelliflerden Molla Hüsrev'in illet tarifi de şudur: "Nassın hükmüne alamet kılman vasıf" (Miratü'l-Usul, 241). İllet, kıyasın dayanmış olduğu esası teşkil etmektedir. Fahrü'l-İslâm Pezdevî, "İllet, kıyasın rüknü, yani dayandığı esastır" demiştir. Bazı bilginler illeti; "zahir, mazbut ve hüküm için uygun bir vasıfdır," diye tarif etmişlerdir. Meselâ, hamra nisbetle sarhoş edicilik ve kılıca nisbetle kasden adam öldürücülük vasfı böyle bir illettir. Ölüm cezası olan kısasın hükmü öldürücü bir aleti kullanarak bir cana kıymaktır. Kurşunla adam öldürmek de buna kıyas edilir. Bazı usulcüler de, illeti, hükmün kendisine bağlı olduğunu göstermek üzere hakkında şer'î bir delil bulunan belli bir vasıftır, diye tanımlamışlardır ki, bu tanım da anlam bakımından önceki tanımla birleşmektedir.
Burada, hükümlerin illeti ile, onları gerektiren hikmetleri birbirinden ayırmak gerekir. Şöyle ki:
Bütün bilginler, Allah'ın; dinî hüküm ve kaideleri, kullarının maslahatı için koyduğunda ittifak etmişlerdir. Bu maslahat ya faydalı olanı elde etmek (celb-ı menfaat) yahut da zararlı olanı gidermek (def-ı mazarrat) şeklinde olur. Yolculuk eden kimseye, dört rekâtlı farzları iki kılması, isterse orucu bir başka zaman tutması hakkında verilen ruhsat, ondan meşakkat zararını gidermek içindir. Ortağa ve komşuya "şuf'a hakkı" tanımak da bunların zararını önlemek içindir. Taammüden ve düşmanlıkla birini öldürenin ölüme mahkum edilmesi, insanların hayatını korumak faydasını celp içindir.
Fakat hikmet ve sebep her zaman böyle açık, akıl veya duygularla bilinip bulunabilir şekilde olmaz. Bazen de bir ölçü ve sınırla tesbiti ve zaptı mümkün bulunamaz. İşte bu sebeple, hikmete uygun, açık, zaptı ve tesbiti mümkün, hükümle beraber deveran eden -yani ne zaman kendisi bulunsa hüküm de bulunan, ne zaman o bulunmazsa hüküm de bulunmayan- başka bir vasıf bulmak ve hükmü buna bina etmek gerekmektedir. İşte bu vasfa "illet" denmiştir.
Hikmet, hükmü ve teşriî gerektiren sebep; illet ise, bu sebebe uygun, onu ihtiva eden, açık, zaptedilir bir vasıftır ve kıyasta hüküm işte bu vasfa bina edilir.
Diğer bir kısım usulcüler ise, bu iki kelimenin ayrı ayrı şeyleri ifade ettiğini söylerler. Onlara göre sebep hüküm ile arasında bir münasebet olmayan şeye denir. Dolayısıyla vakit, namazın vücubu için bir sebeptir. İçkinin haram kılınışının illeti olan sarhoşluk sebep değildir. Çünkü sarhoşluk ile tahrim arasında bir münasebet vardır. Yolculuk da orucu bozmanın cevazına bir illettir; sebep değildir. Çünkü burada da hüküm ile yolculuk arasında bir münasebet vardır. Dolayısıyla bu usulcülere göre illet, uygun ve etkili bir özelliktir. Hükümde etkisi vardır. Sebep ise böyle değildir. Gerçi her ikisi de netice itibariyle şarinin hükmü için birer emaredir. Aslında bu ihtilaf, terim ve kelime üzerindedir. Gerçekte ise aykırılık yoktur. Çünkü illeti sebeple aynı anlamda görenler, sebebi ikiye ayırırlar:
a) Hükümle arasında bir münasebet bulunmayan sebep. İşte burada sebep ile illet birleşmektedir.
b) Hükümle arasında bir münasebet bulunan sebep.
Netice olarak; şart bulunur ve mani bulunmazsa; sebep, teklifî hükmü doğurur. Şart gerçekleşmez ve mani' bulunursa; sebep bir netice vermez. Meselâ; muris ölse, vârisin sağ olup olmadığı bilinmese mirasçı olmaz. Murisi, onun öldürdüğü çıkarsa yine mirasçı olamaz (M. Ebu Zehre, Usûlü'l-Fıkh, Terc. Abdülkadir fener, 68).
Fıkıh usulünde illet, kıyasın esası, odak noktası ve en önemli rüknüdür. Kıyas, illetin bilinmesi ve ferde varlığının tahakkuk etmesi halinde gerçekleşir. Böylece hakkında nass bulunan hükmün sadece o meseleye has olmadığı ve kendilerinde hükmün illetinin tahakkuk ettiği bütün meselelere bu hükmün tatbik edileceği ortaya çıkar. Örnek vermek gerekirse, hakkında yasaklayıcı nass bulunması sebebiyle kişinin din kardeşinin alışverişi üzerine alış-veriş yapması ve nişanı üzerine nişan yapması caiz değildir (Buhârî, Nikâh, 45, Buyû', 58, Şurût, 8; Müslim, Büyû, 8, Nikâh, 38, 49-52, 54-56; Ebû Dâvûd, Nikâh, 17; Tirmizî, Nikâh, 38; Nesâî, Büyû, 19; İbn Mâce, Nikâh, 10; Dârimî, Nikâh, 7; Muvatta', Nikâh, l -2, 12; Ahmed b. Hanbel Müsned, II, 122). Hükmün illeti başkasını sıkıntıya sokmak, başkasının hakkına tecavüz etmek, zarar vermek ve neticede ortaya çıkan kin ve husumettir. Başkasının kiralama mutabakatı üzerine kiralama ameliyesinde bulunma konusunda nass yoktur. Ancak hakkında nass bulunan yukarıdaki meseleyle aynı ilete sahip olduklarından bu konuda da aynı hüküm geçerlidir (Abdülkerim Zeydan, el-Vecîz, Dımaşk 1405/1985, s. 196-197, 200-201).
İlletin şartları
1. İllet zahir (açık, anlaşılır) olmalıdır. İllet anlaşılamayacak derecede açık değilse hükmü göstermesi mümkün değildir. İçkideki iskâr (sarhoş edicilik) vasfı gibi. Sarhoş edicilik içkinin haram kılınmasının illetidir. Sarhoş edicilik vasfı bulunan her türlü mayi, meşrubat haramdır. Eğer illet gizli bir vasıfsa şeriat sahibi (Şâri) ona delâlet eden açık bir vasıf koyar. Karşılıklı bedel verme suretiyle yapılan muamelelerdeki karşılıklı rıza gibi. Bu karşılıklı rıza mülkiyetin intikalinin illetidir. Rıza ise kalble ilgili ve gizli bir vasıftır. Bunun yerine şâri ona delâlet eden akdin sîgasını (icab-kabul) koymuştur.
2. İllet mazbut (standart) bir vasıf olmalıdır. Yani illet şahıs ve durumların değişmesiyle değişmemelidir, yahut önemsiz değişiklik arzetmelidir. Buna göre, yolculukta namazın kasredilebilmesinin hükmünün illeti sefer olup; meşakkat olamaz. Çünkü meşakkat, şahısların şartların ve durumların değişmesiyle farklılık arzeden bir vasıftır.
3. İllet, hükme münasip bir vasıf olmalıdır. Şeriat sahibi, hükümleri kulların maslahatını gerçekleştirmek için koymuştur. İşte hükümden şeriat sahibinin kastettiği maslahat, hükmün bu vasfa bağlanmasıyla gerçekleşmelidir. Meselâ zulmen kasıtlı olarak "bir insanı öldürmek", kendisine kısasın bağlanması için münasip bir vasıftır. Zira bu bağlanış, hükmün meşru kılınmasındaki hikmeti gerçekleştirme özeliği taşımaktadır. Bu durumda can güvenliği ve huzur temin edilmiş, boş yere kan dökülmesi ve insanlar arasında kin ve nefretin yayılması önlenmiş olur.
4. İllet "asl"a mahsus bir vasıf olmamalıdır. Eğer illet asl'a mahsus kılınmış ise bunun "fer"e geçmesi mümkün değildir ve kıyas gerçekleşemez. Yolcu veya hastanın ramazan ayında oruç tutmamalarının illeti yolculuk ve hastalıktır. Bu illet sadece yolcu ve hastada bulunur ve illet yolcu ve hastaya mahsustur. Meselâ maden ocağındaki bir işçi büyük bir meşakkatle karşılaşsa bile oruç tutmamazlık edemez; illet onlara geçmez (Abdülkerim Zeyd an, a.g.e., s. 204-207; Abdülvahhâb Hallâf, ilmu usûli'l-fıkh, Kahire 1376/1956. vb 75-78; M. Ebû Zehra, Usûlü'l-fıkh, Kahire 1377/1958, s. 188-191; Zühaylî, Usûlü'l-fıkhi'l-İslâmî, Dımaşk 1406/1986, I, 652-658).
İlleti Bulma Yolları
1. Nass: Bazen naslar, hükmün illeti olarak belli bir vasfı tayin edebilirler. Ancak nassın illete delâleti, sarih (açık) olabileceği gibi, ima ve işaretle de olabilir.
İlletten başkasına ihtimali bulunmayan, kat'î, sarih nassın illet'e delâleti, illeti göstermeye mahsus kelime ve kelime yapılan ile tahakkuk eder: "liecli" için, "likeylâ" olmaması için, "keylâ" olmasın diye vb. gibi.
"Kendilerinden sonra, insanların Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın diye (liellâ yekûne) peygamberleri müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdik" (en-Nisâ, 4/165) ayetinde peygamberlerin gönderilme illetinin "insanların Allah'a karşı bir bahanelerinin olmaması", olduğu nass tarafından açıkça belirtilmiştir.
2. İcma: İlletin icma ile tayinine misal, hem baba hem de anne tarafından akrabalığın, miras sıralamasında baba bir erkek kardeşten önce gelmesinin illeti olduğu hususundaki icmadır.
Bu duruma ana-baba bir erkek kardeşin, baba bir erkek kardeşten, şahıs üzerine velayet hakkının da önce gelmesi kıyas olunur.
3. Sebr ve taksim: Asıldaki hükmün illetine uygun vasıfları bir araya toplayıp illetliği bu vasıflara teker teker vererek hükümde müessir ve illet olma şartlarını hâiz olup olmadıklarım incelemek ve illet olma vasfını haiz olmayanları elemek suretiyle illeti bulma. Meselâ aralarında riba (faiz) cereyan eden maddelerde, hükme illet olan vasıf nedir? Renkleri mi, yenilebilirliği mi tartılabilirliği mi ölçülebilirliği mi, saklanabilirliği mi?
Müctehid bunları biraraya toplayıp, illet olamayacak olanları eledikten sonra illeti tesbit eder.
Hanefîler, buğday ve arpada riba (faiz) cereyanına illet olarak cins ile birlikte ölçülebilir; Şâfiîler yenilebilir; Mâlikiler ise yenilebilir, saklanabilir vasıflarını kabul etmişlerdir.
Sebr ve taksîm ile illet bulma bir ictihad meselesi olduğundan farklı görüşler ortaya çıkabilmektedir. Mezheplerin bazen bir mesele de değişik görüşe sahip olmalarının sebeplerinden biri de, illetin farklı şekilde tesbitinden kaynaklanmaktadır.
Tahrîcu'l-menât ve tahkîku'l-menât:
Tahrîcu'l-menât nass veya icma tarafından belirtilmemiş olan hükmün illetinin, illeti bulma yollarından birisiyle meselâ sebr ve taksım yoluyla bulunup ortaya çıkarılması demektir.
Tahkîku'l-menât ise aslın illetinin bilinmesinden sonra bu illetin "fer" de bulunup bulunmadığının tetkik edilmesidir (A. Zeydan, a.g.e, s. 212-218; A. Hallâf, a.g.e, s. 84-88; Zühaylî, a.g.e, I, 661-676; H. Karaman, a.g.e, s. 86-88; F. Atar, Fıkıh Usulü, İstanbul 1988, s. 68-69).
İllet ile Hüküm arasındaki münasebet
İllet ile hüküm arasında dört tür münasebet vardır:
1. el-Münasibü'l-müessir (uygun vasıf): Bu vasıf bizzat şeriat sahibinin hükmün kendisi için illet saydığını gösterdiği vasıftır. Hükümler için en kuvvetli illet budur."Sana kadınların hayızını soruyorlar. De ki; o bir ezadır. Onun için hayız halindeki kadınlarınızdan uzak durun" (el-Bakara, 2/222) ayetinde "eza", hayız halinde kadınla cinsi münasebetin yasaklandığının illeti olarak belirtilmiştir.
2. el-Münâsibü'i-mülâyim (elverişli vasıf): Hakkında bizzat Şari tarafından muteber sayıldığını gösteren bir delil bulunmayan, fakat o hüküm cinsinden bir hükmün illeti olduğuna, vasfın cinsinin böyle bir hüküm için illet sayıldığına, vasfın cinsinin hükmün cinsi için illet olduğuna dair hakkında nass veya icma bulunan vasfı denir. Meselâ çocuk kendi malını korumaktan âciz olduğundan baba çocuğun malı üzerinde tasarruf hakkına maliktir. Velayetin illeti "sığâr" (küçüklük) dır. Buna göre fukaha çocukluk ve acz illetini, şahıs üzerindeki velayet için de elverişli bir illet olarak kabul etmişlerdir. O halde velisi, küçük çocuğu nikâhlayabilir.
3. el-Münâsibü'l-mürsel: Muteber olduğuna veya ilga edildiğine dair Şer'î bir delil bulunmayan illet. Bu durum müctehidlerin takdirine bırakılmış bir konudur (bk. Mesâlih-i mürsele mad.).
4. el-Münâsibü'l-mülgâ (yürürlükten kaldırılmış vasıf): Şâri tarafından illetin ilga edildiğine dair bir işaret ve delâlet bulunan vasıftır. Miras konusundaki illet karâbet (hısımlık) tır. Ölen bir kişinin oğlu ve kızı arasındaki miras meselesinde aynı yakınlığa sahip olmalarına rağmen oğlun 2, kız 1 hisse alır. Mirasta kızın erkeğe eşit olması ilga edilmiştir (Zeydan, a.g.e, s. 208-211; Hallâf, a.g.e, s. 78-83; M. Ebû Zehra, a.g.e, s. 191-192; Karaman, a.g.e, s. 88-90; Atar, a.g.e, s. 66-67).
Saffet KÖSE
İllet; "sebep", "menât", "delil", "bais", "el-Vasfu'l-cami" olarak da isimlendirilmiştir (H. Karaman, Fıkıh Usûlü, İstanbul 1982, s. 83).
Arap darb-ı meselinde şu söz meşhurdu: "La ta'dimu hurekâu illetin" Yani; özür ve bahanenin çeşitleri çoktur. Bu tabi elinde imkan olduğu halde bahane uyduranlar için kullanılır.
Fıkıh âlimlerinin şeriatta müsbet hüküm olan emre, illet demeleri de bundan dolayıdır. Sarf alimlerinin vav, ya, elif, harflerine illet harfi demeleri de bu nedenledir. Çünkü bu harfler hastalıklı kelimeye bitişirler. (İbn Manzur, Lisanü'l-Arab, A'lele, maddesi; Mütercim Asım Efendi, Kamusü'l-Mühit Tercemesi Okyanus, el-İlle maddesi).
Usulü fıkıh açısından illet, bir çok anlamlarda kullanılmıştır. Usulcüler, "Maslahata uygun olanı yaratmak Allah'a vacip olur mu?" konusundaki kelâm ihtilafına dayalı olarak "illet" için çeşitli tarifler yapmışlardır (M. Mustafa Şelebî, Ta'lilü'l-Ahkâm, Mısır, 1943, 116).
Hanefî müelliflerden Molla Hüsrev'in illet tarifi de şudur: "Nassın hükmüne alamet kılman vasıf" (Miratü'l-Usul, 241). İllet, kıyasın dayanmış olduğu esası teşkil etmektedir. Fahrü'l-İslâm Pezdevî, "İllet, kıyasın rüknü, yani dayandığı esastır" demiştir. Bazı bilginler illeti; "zahir, mazbut ve hüküm için uygun bir vasıfdır," diye tarif etmişlerdir. Meselâ, hamra nisbetle sarhoş edicilik ve kılıca nisbetle kasden adam öldürücülük vasfı böyle bir illettir. Ölüm cezası olan kısasın hükmü öldürücü bir aleti kullanarak bir cana kıymaktır. Kurşunla adam öldürmek de buna kıyas edilir. Bazı usulcüler de, illeti, hükmün kendisine bağlı olduğunu göstermek üzere hakkında şer'î bir delil bulunan belli bir vasıftır, diye tanımlamışlardır ki, bu tanım da anlam bakımından önceki tanımla birleşmektedir.
Burada, hükümlerin illeti ile, onları gerektiren hikmetleri birbirinden ayırmak gerekir. Şöyle ki:
Bütün bilginler, Allah'ın; dinî hüküm ve kaideleri, kullarının maslahatı için koyduğunda ittifak etmişlerdir. Bu maslahat ya faydalı olanı elde etmek (celb-ı menfaat) yahut da zararlı olanı gidermek (def-ı mazarrat) şeklinde olur. Yolculuk eden kimseye, dört rekâtlı farzları iki kılması, isterse orucu bir başka zaman tutması hakkında verilen ruhsat, ondan meşakkat zararını gidermek içindir. Ortağa ve komşuya "şuf'a hakkı" tanımak da bunların zararını önlemek içindir. Taammüden ve düşmanlıkla birini öldürenin ölüme mahkum edilmesi, insanların hayatını korumak faydasını celp içindir.
Fakat hikmet ve sebep her zaman böyle açık, akıl veya duygularla bilinip bulunabilir şekilde olmaz. Bazen de bir ölçü ve sınırla tesbiti ve zaptı mümkün bulunamaz. İşte bu sebeple, hikmete uygun, açık, zaptı ve tesbiti mümkün, hükümle beraber deveran eden -yani ne zaman kendisi bulunsa hüküm de bulunan, ne zaman o bulunmazsa hüküm de bulunmayan- başka bir vasıf bulmak ve hükmü buna bina etmek gerekmektedir. İşte bu vasfa "illet" denmiştir.
Hikmet, hükmü ve teşriî gerektiren sebep; illet ise, bu sebebe uygun, onu ihtiva eden, açık, zaptedilir bir vasıftır ve kıyasta hüküm işte bu vasfa bina edilir.
Diğer bir kısım usulcüler ise, bu iki kelimenin ayrı ayrı şeyleri ifade ettiğini söylerler. Onlara göre sebep hüküm ile arasında bir münasebet olmayan şeye denir. Dolayısıyla vakit, namazın vücubu için bir sebeptir. İçkinin haram kılınışının illeti olan sarhoşluk sebep değildir. Çünkü sarhoşluk ile tahrim arasında bir münasebet vardır. Yolculuk da orucu bozmanın cevazına bir illettir; sebep değildir. Çünkü burada da hüküm ile yolculuk arasında bir münasebet vardır. Dolayısıyla bu usulcülere göre illet, uygun ve etkili bir özelliktir. Hükümde etkisi vardır. Sebep ise böyle değildir. Gerçi her ikisi de netice itibariyle şarinin hükmü için birer emaredir. Aslında bu ihtilaf, terim ve kelime üzerindedir. Gerçekte ise aykırılık yoktur. Çünkü illeti sebeple aynı anlamda görenler, sebebi ikiye ayırırlar:
a) Hükümle arasında bir münasebet bulunmayan sebep. İşte burada sebep ile illet birleşmektedir.
b) Hükümle arasında bir münasebet bulunan sebep.
Netice olarak; şart bulunur ve mani bulunmazsa; sebep, teklifî hükmü doğurur. Şart gerçekleşmez ve mani' bulunursa; sebep bir netice vermez. Meselâ; muris ölse, vârisin sağ olup olmadığı bilinmese mirasçı olmaz. Murisi, onun öldürdüğü çıkarsa yine mirasçı olamaz (M. Ebu Zehre, Usûlü'l-Fıkh, Terc. Abdülkadir fener, 68).
Fıkıh usulünde illet, kıyasın esası, odak noktası ve en önemli rüknüdür. Kıyas, illetin bilinmesi ve ferde varlığının tahakkuk etmesi halinde gerçekleşir. Böylece hakkında nass bulunan hükmün sadece o meseleye has olmadığı ve kendilerinde hükmün illetinin tahakkuk ettiği bütün meselelere bu hükmün tatbik edileceği ortaya çıkar. Örnek vermek gerekirse, hakkında yasaklayıcı nass bulunması sebebiyle kişinin din kardeşinin alışverişi üzerine alış-veriş yapması ve nişanı üzerine nişan yapması caiz değildir (Buhârî, Nikâh, 45, Buyû', 58, Şurût, 8; Müslim, Büyû, 8, Nikâh, 38, 49-52, 54-56; Ebû Dâvûd, Nikâh, 17; Tirmizî, Nikâh, 38; Nesâî, Büyû, 19; İbn Mâce, Nikâh, 10; Dârimî, Nikâh, 7; Muvatta', Nikâh, l -2, 12; Ahmed b. Hanbel Müsned, II, 122). Hükmün illeti başkasını sıkıntıya sokmak, başkasının hakkına tecavüz etmek, zarar vermek ve neticede ortaya çıkan kin ve husumettir. Başkasının kiralama mutabakatı üzerine kiralama ameliyesinde bulunma konusunda nass yoktur. Ancak hakkında nass bulunan yukarıdaki meseleyle aynı ilete sahip olduklarından bu konuda da aynı hüküm geçerlidir (Abdülkerim Zeydan, el-Vecîz, Dımaşk 1405/1985, s. 196-197, 200-201).
İlletin şartları
1. İllet zahir (açık, anlaşılır) olmalıdır. İllet anlaşılamayacak derecede açık değilse hükmü göstermesi mümkün değildir. İçkideki iskâr (sarhoş edicilik) vasfı gibi. Sarhoş edicilik içkinin haram kılınmasının illetidir. Sarhoş edicilik vasfı bulunan her türlü mayi, meşrubat haramdır. Eğer illet gizli bir vasıfsa şeriat sahibi (Şâri) ona delâlet eden açık bir vasıf koyar. Karşılıklı bedel verme suretiyle yapılan muamelelerdeki karşılıklı rıza gibi. Bu karşılıklı rıza mülkiyetin intikalinin illetidir. Rıza ise kalble ilgili ve gizli bir vasıftır. Bunun yerine şâri ona delâlet eden akdin sîgasını (icab-kabul) koymuştur.
2. İllet mazbut (standart) bir vasıf olmalıdır. Yani illet şahıs ve durumların değişmesiyle değişmemelidir, yahut önemsiz değişiklik arzetmelidir. Buna göre, yolculukta namazın kasredilebilmesinin hükmünün illeti sefer olup; meşakkat olamaz. Çünkü meşakkat, şahısların şartların ve durumların değişmesiyle farklılık arzeden bir vasıftır.
3. İllet, hükme münasip bir vasıf olmalıdır. Şeriat sahibi, hükümleri kulların maslahatını gerçekleştirmek için koymuştur. İşte hükümden şeriat sahibinin kastettiği maslahat, hükmün bu vasfa bağlanmasıyla gerçekleşmelidir. Meselâ zulmen kasıtlı olarak "bir insanı öldürmek", kendisine kısasın bağlanması için münasip bir vasıftır. Zira bu bağlanış, hükmün meşru kılınmasındaki hikmeti gerçekleştirme özeliği taşımaktadır. Bu durumda can güvenliği ve huzur temin edilmiş, boş yere kan dökülmesi ve insanlar arasında kin ve nefretin yayılması önlenmiş olur.
4. İllet "asl"a mahsus bir vasıf olmamalıdır. Eğer illet asl'a mahsus kılınmış ise bunun "fer"e geçmesi mümkün değildir ve kıyas gerçekleşemez. Yolcu veya hastanın ramazan ayında oruç tutmamalarının illeti yolculuk ve hastalıktır. Bu illet sadece yolcu ve hastada bulunur ve illet yolcu ve hastaya mahsustur. Meselâ maden ocağındaki bir işçi büyük bir meşakkatle karşılaşsa bile oruç tutmamazlık edemez; illet onlara geçmez (Abdülkerim Zeyd an, a.g.e., s. 204-207; Abdülvahhâb Hallâf, ilmu usûli'l-fıkh, Kahire 1376/1956. vb 75-78; M. Ebû Zehra, Usûlü'l-fıkh, Kahire 1377/1958, s. 188-191; Zühaylî, Usûlü'l-fıkhi'l-İslâmî, Dımaşk 1406/1986, I, 652-658).
İlleti Bulma Yolları
1. Nass: Bazen naslar, hükmün illeti olarak belli bir vasfı tayin edebilirler. Ancak nassın illete delâleti, sarih (açık) olabileceği gibi, ima ve işaretle de olabilir.
İlletten başkasına ihtimali bulunmayan, kat'î, sarih nassın illet'e delâleti, illeti göstermeye mahsus kelime ve kelime yapılan ile tahakkuk eder: "liecli" için, "likeylâ" olmaması için, "keylâ" olmasın diye vb. gibi.
"Kendilerinden sonra, insanların Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın diye (liellâ yekûne) peygamberleri müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdik" (en-Nisâ, 4/165) ayetinde peygamberlerin gönderilme illetinin "insanların Allah'a karşı bir bahanelerinin olmaması", olduğu nass tarafından açıkça belirtilmiştir.
2. İcma: İlletin icma ile tayinine misal, hem baba hem de anne tarafından akrabalığın, miras sıralamasında baba bir erkek kardeşten önce gelmesinin illeti olduğu hususundaki icmadır.
Bu duruma ana-baba bir erkek kardeşin, baba bir erkek kardeşten, şahıs üzerine velayet hakkının da önce gelmesi kıyas olunur.
3. Sebr ve taksim: Asıldaki hükmün illetine uygun vasıfları bir araya toplayıp illetliği bu vasıflara teker teker vererek hükümde müessir ve illet olma şartlarını hâiz olup olmadıklarım incelemek ve illet olma vasfını haiz olmayanları elemek suretiyle illeti bulma. Meselâ aralarında riba (faiz) cereyan eden maddelerde, hükme illet olan vasıf nedir? Renkleri mi, yenilebilirliği mi tartılabilirliği mi ölçülebilirliği mi, saklanabilirliği mi?
Müctehid bunları biraraya toplayıp, illet olamayacak olanları eledikten sonra illeti tesbit eder.
Hanefîler, buğday ve arpada riba (faiz) cereyanına illet olarak cins ile birlikte ölçülebilir; Şâfiîler yenilebilir; Mâlikiler ise yenilebilir, saklanabilir vasıflarını kabul etmişlerdir.
Sebr ve taksîm ile illet bulma bir ictihad meselesi olduğundan farklı görüşler ortaya çıkabilmektedir. Mezheplerin bazen bir mesele de değişik görüşe sahip olmalarının sebeplerinden biri de, illetin farklı şekilde tesbitinden kaynaklanmaktadır.
Tahrîcu'l-menât ve tahkîku'l-menât:
Tahrîcu'l-menât nass veya icma tarafından belirtilmemiş olan hükmün illetinin, illeti bulma yollarından birisiyle meselâ sebr ve taksım yoluyla bulunup ortaya çıkarılması demektir.
Tahkîku'l-menât ise aslın illetinin bilinmesinden sonra bu illetin "fer" de bulunup bulunmadığının tetkik edilmesidir (A. Zeydan, a.g.e, s. 212-218; A. Hallâf, a.g.e, s. 84-88; Zühaylî, a.g.e, I, 661-676; H. Karaman, a.g.e, s. 86-88; F. Atar, Fıkıh Usulü, İstanbul 1988, s. 68-69).
İllet ile Hüküm arasındaki münasebet
İllet ile hüküm arasında dört tür münasebet vardır:
1. el-Münasibü'l-müessir (uygun vasıf): Bu vasıf bizzat şeriat sahibinin hükmün kendisi için illet saydığını gösterdiği vasıftır. Hükümler için en kuvvetli illet budur."Sana kadınların hayızını soruyorlar. De ki; o bir ezadır. Onun için hayız halindeki kadınlarınızdan uzak durun" (el-Bakara, 2/222) ayetinde "eza", hayız halinde kadınla cinsi münasebetin yasaklandığının illeti olarak belirtilmiştir.
2. el-Münâsibü'i-mülâyim (elverişli vasıf): Hakkında bizzat Şari tarafından muteber sayıldığını gösteren bir delil bulunmayan, fakat o hüküm cinsinden bir hükmün illeti olduğuna, vasfın cinsinin böyle bir hüküm için illet sayıldığına, vasfın cinsinin hükmün cinsi için illet olduğuna dair hakkında nass veya icma bulunan vasfı denir. Meselâ çocuk kendi malını korumaktan âciz olduğundan baba çocuğun malı üzerinde tasarruf hakkına maliktir. Velayetin illeti "sığâr" (küçüklük) dır. Buna göre fukaha çocukluk ve acz illetini, şahıs üzerindeki velayet için de elverişli bir illet olarak kabul etmişlerdir. O halde velisi, küçük çocuğu nikâhlayabilir.
3. el-Münâsibü'l-mürsel: Muteber olduğuna veya ilga edildiğine dair Şer'î bir delil bulunmayan illet. Bu durum müctehidlerin takdirine bırakılmış bir konudur (bk. Mesâlih-i mürsele mad.).
4. el-Münâsibü'l-mülgâ (yürürlükten kaldırılmış vasıf): Şâri tarafından illetin ilga edildiğine dair bir işaret ve delâlet bulunan vasıftır. Miras konusundaki illet karâbet (hısımlık) tır. Ölen bir kişinin oğlu ve kızı arasındaki miras meselesinde aynı yakınlığa sahip olmalarına rağmen oğlun 2, kız 1 hisse alır. Mirasta kızın erkeğe eşit olması ilga edilmiştir (Zeydan, a.g.e, s. 208-211; Hallâf, a.g.e, s. 78-83; M. Ebû Zehra, a.g.e, s. 191-192; Karaman, a.g.e, s. 88-90; Atar, a.g.e, s. 66-67).
Saffet KÖSE