İman zayıflığı Diyanetin zaafından kaynaklanıyor
Bismillahirrahmanirrahim
Zaman gösterdi ki, hilâfeti temsil eden şu Meşihat-ı İslâmiye, yalnız İstanbul ve Osmanlılara mahsus değildir. Umum İslâma şâmil bir müessese-i celiledir. Bu sönük vaziyetle, değil koca âlem-i İslâmın, belki yalnız İstanbul’un irşadına da kâfi gelmiyor. Öyleyse, bu mevki öyle bir vaziyete getirilmelidir ki, âlem-i İslâm ona itimat edebilsin. Hem menba, hem mâkes vaziyetini alsın. Âlem-i İslâma karşı vazife-i diniyesini hakkıyla ifa edebilsin.
Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferit bir şahıs olabilirdi, onun fikrini tashih ve tâdil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatten çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevîdir ki, şûrâlar o ruhu temsil eder.
Şöyle bir hâkimin müftüsü de ona mücanis olup, bir şûrâ-yı âliye-i ilmiyeden tevellüd eden bir şahs-ı mânevî olmak gerektir. Ta ki, sözünü ona işittirebilsin. Dine taallûk eden noktalardan, sırat-ı müstakîme sevk edebilsin. Yoksa, fert dâhi de olsa, cemaatin ferd-i mânevîsine karşı sivrisinek kadar kalır. Şu mühim mevki, böyle sönük kalmakla, İslâmın ukde-i hayatiyesini tehlikeye mâruz bırakıyor.
Hattâ diyebiliriz, şimdiki zaaf-ı diyanet ve şeair-i İslâmiyetteki lâkaytlık ve içtihadattaki fevzâ, meşihatın zaafından ve sönük olmasından meydan almıştır. Çünkü, hariçte bir adam reyini, ferdiyete istinat eden meşihata karşı muhafaza edebilir. Fakat böyle bir şûrâya istinat eden bir şeyhülislâmın sözü, en büyük bir dâhiyi de, ya içtihadından vazgeçirir, ya o içtihadı ona münhasır bırakır. (Sünûhat)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
ferd-i mânevî : belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişi, tüzel kişi
fevzâ : kargaşa, anarşi
irşad : doğru yolu gösterme
içtihad : dinen kesin olarak belirtilmeyen konularda Kur’ân ve hadise dayanarak hüküm çıkarma
lâkaytlık : ilgisizlik, duyarsızlık
mâkes : ayna
menba : kaynak
Meşihat-ı İslâmiye : şeyhülislâmlık makamı; İslâmın ilmî meseleleri ile uğraşan devlet dairesi; Osmanlıda Diyanet İşleri Başkanlığının adı
müessese-i celile : büyük ve muhteşem müessese, kurum
mücanis: Aynı cinsten olan. Cinsleri beraber olan.
münferit : tek başına
mütehassis : hassas, duygulu
ruh-u cemaat : cemaat ruhu; toplumu meydana getiren ruh
şahs-ı mânevî : belirli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik, tüzel kişilik
sırat-ı müstakim: En doğru yol, İslâmiyet yolu. Hak yolu. Allah'ın râzı olduğu en doğru yol.
şahs-ı vâhid : tek şahıs
şeair-i İslâmiyet : İslâma sembol olmuş işaret, iş ve ibadetler
taalluk:Bağlılık. Münasebet. Alâkalı oluş. Ait olma
tâdil etme : düzeltme, doğrultma
tashih : düzeltme
tevellüd:Doğma. Doğum.
ukde-i hayatiye : hayat düğümü, çekirdeği
zaaf-ı diyanet : dinde zayıflık, gevşeklik gösterme
Bismillahirrahmanirrahim
Zaman gösterdi ki, hilâfeti temsil eden şu Meşihat-ı İslâmiye, yalnız İstanbul ve Osmanlılara mahsus değildir. Umum İslâma şâmil bir müessese-i celiledir. Bu sönük vaziyetle, değil koca âlem-i İslâmın, belki yalnız İstanbul’un irşadına da kâfi gelmiyor. Öyleyse, bu mevki öyle bir vaziyete getirilmelidir ki, âlem-i İslâm ona itimat edebilsin. Hem menba, hem mâkes vaziyetini alsın. Âlem-i İslâma karşı vazife-i diniyesini hakkıyla ifa edebilsin.
Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferit bir şahıs olabilirdi, onun fikrini tashih ve tâdil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatten çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevîdir ki, şûrâlar o ruhu temsil eder.
Şöyle bir hâkimin müftüsü de ona mücanis olup, bir şûrâ-yı âliye-i ilmiyeden tevellüd eden bir şahs-ı mânevî olmak gerektir. Ta ki, sözünü ona işittirebilsin. Dine taallûk eden noktalardan, sırat-ı müstakîme sevk edebilsin. Yoksa, fert dâhi de olsa, cemaatin ferd-i mânevîsine karşı sivrisinek kadar kalır. Şu mühim mevki, böyle sönük kalmakla, İslâmın ukde-i hayatiyesini tehlikeye mâruz bırakıyor.
Hattâ diyebiliriz, şimdiki zaaf-ı diyanet ve şeair-i İslâmiyetteki lâkaytlık ve içtihadattaki fevzâ, meşihatın zaafından ve sönük olmasından meydan almıştır. Çünkü, hariçte bir adam reyini, ferdiyete istinat eden meşihata karşı muhafaza edebilir. Fakat böyle bir şûrâya istinat eden bir şeyhülislâmın sözü, en büyük bir dâhiyi de, ya içtihadından vazgeçirir, ya o içtihadı ona münhasır bırakır. (Sünûhat)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
ferd-i mânevî : belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişi, tüzel kişi
fevzâ : kargaşa, anarşi
irşad : doğru yolu gösterme
içtihad : dinen kesin olarak belirtilmeyen konularda Kur’ân ve hadise dayanarak hüküm çıkarma
lâkaytlık : ilgisizlik, duyarsızlık
mâkes : ayna
menba : kaynak
Meşihat-ı İslâmiye : şeyhülislâmlık makamı; İslâmın ilmî meseleleri ile uğraşan devlet dairesi; Osmanlıda Diyanet İşleri Başkanlığının adı
müessese-i celile : büyük ve muhteşem müessese, kurum
mücanis: Aynı cinsten olan. Cinsleri beraber olan.
münferit : tek başına
mütehassis : hassas, duygulu
ruh-u cemaat : cemaat ruhu; toplumu meydana getiren ruh
şahs-ı mânevî : belirli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik, tüzel kişilik
sırat-ı müstakim: En doğru yol, İslâmiyet yolu. Hak yolu. Allah'ın râzı olduğu en doğru yol.
şahs-ı vâhid : tek şahıs
şeair-i İslâmiyet : İslâma sembol olmuş işaret, iş ve ibadetler
taalluk:Bağlılık. Münasebet. Alâkalı oluş. Ait olma
tâdil etme : düzeltme, doğrultma
tashih : düzeltme
tevellüd:Doğma. Doğum.
ukde-i hayatiye : hayat düğümü, çekirdeği
zaaf-ı diyanet : dinde zayıflık, gevşeklik gösterme