HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
İmana Karşı, Küfür Taktikleri
Resulullah Aleyhisselâm Kur’an-ı kerim âyetlerini yüksek sesle alenen okur, etrafta bulunan insanları nurlandırmaya çalışırdı. Allah kelâmını işitmeye tahammül edemeyen müşrikler, Kur’an-ı kerim’in okunmasını, dinlenmesini ve anlaşılmasını önlemek için birçok taktikler deniyorlardı.
Ebu Cehil: “Muhammed Kur’an okurken yüzüne karşı gürültü yapın da ne diyeceğini bilemesin!” derdi.
Onlar Kur’an-ı kerim’in etkili bir kelâm olduğunu, dinleyenlerin muhakkak surette onun tesiri altına gireceğini biliyorlardı. Bunun için de Resulullah Aleyhisselâm Kur’an-ı kerim okumaya ve İslâm’ı tebliğ etmeye başladığı zaman dinleyen insanları dağıtıyorlar, ıslık çalıyorlar, çığlık atıyorlar, alkış koparıyorlar, bağırıp çağırıp gürültü yapıyorlardı. Ayrıca şiir okuyorlar, beyitler söylüyorlar, tenkit ediyorlar, Resulullah Aleyhisselâm’ı şaşırtmaya çalışıyorlardı.
Allah-u Teâlâ onların bu davranışlarını Kur’an-ı kerim’inde haber veriyor:
“Kâfirler dediler ki: Bu Kur’an’ı dinlemeyin! Okunurken gürültü patırtı yapın! Belki üstünlük sağlar onu bastırırsınız.” (Fussilet: 26)
Müşriklerin İslâmiyet’in intişârını, nurun yayılmasını önlemek gayesiyle başvurdukları çarelerden birisi de, halkın dikkatlerini hafif ve şehvânî yönlere çevirmekti. Bunun için de çeşitli eğlenceler tertip ederler; oradan buradan hikâyeciler, fıkracılar, mukallitler, kâhin, sihirbaz, hokkabazlar, ayrıca sanatçı adı altında şarkıcı kadınlar, dansçılar ve fahişeler getirirlerdi.
Tabiidir ki onların bu azgınlıklarının cezâsı da elbette ağır olacaktı.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Andolsun ki kâfirlere çetin bir azap tattıracağız ve yaptıklarının en kötüsüyle cezalandıracağız.” (Fussilet: 27)
“En kötü ceza”olan şiddetli azap, Allah ve Peygamber düşmanlığının cezası olan cehennem ateşidir.
“İşte böyle... Allah’ın düşmanlarının cezâsı ateştir. Âyetlerimizi bile bile inkâr etmelerinden dolayı, orada onlara ebedî kalma yurdu vardır.” (Fussilet: 28)
Bu ceza, Kur’an-ı kerim’i inkâr etmelerine ve Allah’ın âyetleriyle alay etmelerine karşılık olarak onlara verilmiştir.
•
Müşrikler Resulullah Aleyhisselâm’ı Kur’an-ı kerim okurken alaylı bir tarzda dinlerler, daha sonra da ona karşı bir oyun hazırlamak üzere toplanırlardı. Bazen de bir kimsenin Kur’an-ı kerim’den etkilendiğini hissederlerse, hep birlikte peşine takılıp bu etkiden kurtarmaya çalışırlardı.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Onların seni dinlerken neye kulak verdiklerini (ne maksatla dinlediklerini) biz çok iyi biliriz.
Kendi aralarında fısıldaşırlarken de, hani o zâlimler: ‘Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz!’ diyorlardı.” (İsrâ: 47)
Resulullah Aleyhisselâm’ı büyülenmiş, cinlenmiş olmakla itham etmek için, aralarında gizlice karar verirlerdi.
“Bak! Sana nasıl misaller veriyorlar? Bunun için dalâlete düştüler ve bir daha yol bulamamaktadırlar.” (İsrâ: 48)
Bir türlü Hakk’a yönelemiyorlar, hakikati bulamıyorlar.
•
Müşrik gürûhu Resulullah Aleyhisselâm’ın etrafında bölük bölük toplanıyor, sözlerini dinliyor, onunla ve Ashâb’ı ile alay ederek: “Eğer Muhammed’in dediği gibi şunlar cennete girerlerse, biz onlardan daha önce gireriz.” diyorlardı.
Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruldu:
“Resul’üm! O kâfirlere ne oluyor ki sağdan ve soldan, ayrı ayrı gruplar halinde boyunlarını uzatarak sana doğru koşuyorlar. Onlardan her biri Naîm cennetine sokulacağını mı umuyor?” (Meâric: 36-38)
Hak dâveti duymaya bile tahammül edemeyen ve o nuru karartmaya çalışan kişiler, nasıl olur da cennete girmeyi ümit ederler?
“Düşünmüyor musunuz?” (Yunus: 3)
Bir Başka Taktik:
Müşrikler Kur’an-ı kerim âyetlerini te’vil etmeye, başka mânâlar vermeye kalkarlardı. Bazen de Âyet-i kerime’lerin başından veya sonundan bazı kısımları çıkarırlar, bazı cümle ve kelimelerini alıp halka yanlış bilgi vermeye, herkese Kur’an-ı kerim’i yanlış bir kelâm imiş gibi göstermeye çalışırlardı.
Kur’an-ı kerim’i kıyamete kadar koruyacağını vâdeden Allah-u Teâlâ onların bu yaptıklarını ve daha sonraki asırlarda böyle bir cehâlete cüret edecek olanların çok ağır bir cezaya çarptırılacaklarını Âyet-i kerime’sinde beyan buyuruyor:
“Âyetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp sapıklığa düşenler bizden gizli kalmazlar. O halde ateşin içine atılan mı daha hayırlıdır, yoksa kıyamet gününde emin olarak gelen mi daha hayırlıdır? Dilediğinizi yapın! Doğrusu O, yaptıklarınızı görmektedir.” (Fussilet: 40)
Âyet-i kerime’de geçen “İlhad”; doğruluktan eğrilmek, istikametten ayrılmak, Hakk’tan bâtıla sapmak, bâtıl tevillerde bulunmak mânâlarına gelir.
İlhad iki türlüdür: Birisi, Allah-u Teâlâ’ya şirk ilhadı ki, böyle bir ilhad imanı yok eder.
İkincisi ise, “Âyet-i kerime’lerde ilhad”tır. Âyet-i kerime’lere doğru mânâ vermeyip eğriye çekmek, bâtıl bir şekilde te’vil etmektir.
Allah-u Teâlâ, Âyetlerini yalanlayıp inkâr edenlerin cehennem ateşi ile cezalandırılacaklarını, inananların ise kıyamet gününde emniyet içinde olacaklarını beyan buyurmaktadır.
Diğer Âyet-i kerime’lerinde ise şöyle buyurdu:
“İşte bu bir zikirdir.” (Sâd: 49)
Resulullah Aleyhisselâm’ın insanlar arasında dâima güzellikle anılmasına bir vesiledir.
“Kendilerine Zikir geldiğinde onu inkâr edenler, mutlaka cezalarını çekeceklerdir. Halbuki o azîz bir Kitap’tır.” (Fussilet: 41)
Yani bir kitap ki eşi bulunmaz, Semâvî kitapların sonuncusudur. Asr-ı saâdet’ten bugüne kadar muhafaza edilmiş, hiç kimse onu tahrif edememiş, bozamamıştır.
“Ona ne önünden ne de ardından bâtıl gelemez. O, hikmet sahibi ve övülmeye lâyık olan Allah katından indirilmiştir.” (Fussilet: 42)
Hangi mevzuda olursa olsun, bir hususu beyan etmişse, o mutlak surette doğrudur. Verdiği bilgiler hiçbir şekilde iptal edilmeyecek derecede sağlamdır.
“Resul’üm! Biz bu Kitab’ı sana, sırf anlaşmazlığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman ve iman eden bir topluluğa da hidayet ve rahmet olması için indirdik.” (Nahl: 64)
Bu ilâhî Kitap’tan istifade edecek olanlar, ancak müminlerdir.
“Ancak Allah’tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik.” (Tâhâ: 3)
Kur’an-ı kerim’den ancak kalbinde Allah korkusu olanlar öğüt alırlar.
•
Allah-u Teâlâ müşriklerin eziyetlerinden dolayı Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini teselli etmek üzere şöyle buyurdu:
“Resul’üm! Sana söylenen şeyler, senden önceki peygamberlere söylenmiş olandan başka bir şey değildir. Şüphesiz ki senin Rabb’in hem mağfiret sahibi, hem de acı verecek bir azap sahibidir.” (Fussilet: 43)
Sen yalanlandığın gibi onlar da yalanlanmışlardı.
Tevbekâr olanlara bağışlaması büyük olmakla birlikte, düşmanlarına vereceği ceza çok elem vericidir. Gün gelir, yola gelmek istemeyen inkârcıların cezalarını verir.
“Resul’üm! Andolsun ki biz senden önce nice peygamberleri kendi kavimlerine gönderdik. Onlara apaçık delillerle geldiler. Biz de günahkârlardan intikam aldık.” (Rûm: 47)
Peygamberleri yalanlayan, getirdikleri hükümleri reddeden kavimlerin niceleri Kahhâr olan Allah-u Teâlâ’nın intikamından kurtulamamışlardır.
“Daha öncekilere de nice peygamberler göndermiştik. Kendilerine ne zaman bir peygamber gelse, mutlaka onu alaya alırlardı. Biz onlardan daha güçlü olanları da helâk ettik. Nitekim öncekilere âit nice misaller geçmiştir.” (Zuhruf: 6-8)
İnkârları yüzünden geçmişte yaşamış kavimlerin nasıl bir felâkete uğramış olduklarına dâir misaller Kur’an-ı kerim’de anlatılarak insanlar intibâha dâvet edilmiştir.
“Biz dilersek onların üzerine gökten bir âyet (mucize) indiririz de ona boyun eğmek zorunda kalırlar.” (Şuarâ: 4)
O halde onların eziyetlerine aldırma, inanmamaları sebebiyle üzülme!
•
Daha sonra Allah-u Teâlâ kâfirlerin inatçılıklarını, gerçek ortaya çıktıktan sonra, kibirlenip onu kabul etmemelerini Âyet-i kerime’sinde beyan buyurdu:
“Biz onu yabancı bir dil ile okunan bir kitap yapsaydık, onlar mutlaka: ‘Âyetleri tafsilatlı bir şekilde genişçe açıklanmalı değil miydi? Arap bir peygambere yabancı dil öyle mi?’ derlerdi.
De ki: Bu, iman edenlere bir hidayet ve bir şifâdır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında ağırlık vardır ve Kur’an onlara göre körlüktür.
Sanki onlara uzak bir yerden sesleniliyor da duymuyorlar.” (Fussilet: 44)
Uzaktan yapılan bir çağrıyı insan belki duyabilir amma, o sesin ne dediğini anlayamaz. İnatçı kâfirlerin durumları da böyledir, Hakk’ı kabul edip hakikati bulmak istemezler.
Onların durumları diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle anlatılmaktadır:
“Kâfirlerin hâli, sadece bir çağırma veya bağırmadan başkasını işitmeyerek haykıran kimsenin durumu gibidir. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, onlar düşünmezler.” (Bakara: 171)
Bunlara söz söyleyecek olanların hali bir çobana benzer. Çoban onlara insan gibi: “Yiyiniz, içiniz, yayılınız!..” derse anlamazlar. Islık çalar, mânâsız seslerle bağırıp çağırırsa, bir şey duyarlar. İşte kâfirlerin durumu da böyledir. Bunlar dinden diyanetten, ahlâktan faziletten bir şey anlamazlar, hikmetli sözleri duymazlar. Çan ve düdük sesleri arasında dolaşır dururlar.
“Onlara: ‘Rükû edin!’ denildiği zaman rükû etmezler.” (Mürselât: 48)
Aksine ısrarlı bir şekilde kibirlenmeye devam eder dururlar.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
İmana Karşı, Küfür Taktikleri
Resulullah Aleyhisselâm Kur’an-ı kerim âyetlerini yüksek sesle alenen okur, etrafta bulunan insanları nurlandırmaya çalışırdı. Allah kelâmını işitmeye tahammül edemeyen müşrikler, Kur’an-ı kerim’in okunmasını, dinlenmesini ve anlaşılmasını önlemek için birçok taktikler deniyorlardı.
Ebu Cehil: “Muhammed Kur’an okurken yüzüne karşı gürültü yapın da ne diyeceğini bilemesin!” derdi.
Onlar Kur’an-ı kerim’in etkili bir kelâm olduğunu, dinleyenlerin muhakkak surette onun tesiri altına gireceğini biliyorlardı. Bunun için de Resulullah Aleyhisselâm Kur’an-ı kerim okumaya ve İslâm’ı tebliğ etmeye başladığı zaman dinleyen insanları dağıtıyorlar, ıslık çalıyorlar, çığlık atıyorlar, alkış koparıyorlar, bağırıp çağırıp gürültü yapıyorlardı. Ayrıca şiir okuyorlar, beyitler söylüyorlar, tenkit ediyorlar, Resulullah Aleyhisselâm’ı şaşırtmaya çalışıyorlardı.
Allah-u Teâlâ onların bu davranışlarını Kur’an-ı kerim’inde haber veriyor:
“Kâfirler dediler ki: Bu Kur’an’ı dinlemeyin! Okunurken gürültü patırtı yapın! Belki üstünlük sağlar onu bastırırsınız.” (Fussilet: 26)
Müşriklerin İslâmiyet’in intişârını, nurun yayılmasını önlemek gayesiyle başvurdukları çarelerden birisi de, halkın dikkatlerini hafif ve şehvânî yönlere çevirmekti. Bunun için de çeşitli eğlenceler tertip ederler; oradan buradan hikâyeciler, fıkracılar, mukallitler, kâhin, sihirbaz, hokkabazlar, ayrıca sanatçı adı altında şarkıcı kadınlar, dansçılar ve fahişeler getirirlerdi.
Tabiidir ki onların bu azgınlıklarının cezâsı da elbette ağır olacaktı.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Andolsun ki kâfirlere çetin bir azap tattıracağız ve yaptıklarının en kötüsüyle cezalandıracağız.” (Fussilet: 27)
“En kötü ceza”olan şiddetli azap, Allah ve Peygamber düşmanlığının cezası olan cehennem ateşidir.
“İşte böyle... Allah’ın düşmanlarının cezâsı ateştir. Âyetlerimizi bile bile inkâr etmelerinden dolayı, orada onlara ebedî kalma yurdu vardır.” (Fussilet: 28)
Bu ceza, Kur’an-ı kerim’i inkâr etmelerine ve Allah’ın âyetleriyle alay etmelerine karşılık olarak onlara verilmiştir.
•
Müşrikler Resulullah Aleyhisselâm’ı Kur’an-ı kerim okurken alaylı bir tarzda dinlerler, daha sonra da ona karşı bir oyun hazırlamak üzere toplanırlardı. Bazen de bir kimsenin Kur’an-ı kerim’den etkilendiğini hissederlerse, hep birlikte peşine takılıp bu etkiden kurtarmaya çalışırlardı.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Onların seni dinlerken neye kulak verdiklerini (ne maksatla dinlediklerini) biz çok iyi biliriz.
Kendi aralarında fısıldaşırlarken de, hani o zâlimler: ‘Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz!’ diyorlardı.” (İsrâ: 47)
Resulullah Aleyhisselâm’ı büyülenmiş, cinlenmiş olmakla itham etmek için, aralarında gizlice karar verirlerdi.
“Bak! Sana nasıl misaller veriyorlar? Bunun için dalâlete düştüler ve bir daha yol bulamamaktadırlar.” (İsrâ: 48)
Bir türlü Hakk’a yönelemiyorlar, hakikati bulamıyorlar.
•
Müşrik gürûhu Resulullah Aleyhisselâm’ın etrafında bölük bölük toplanıyor, sözlerini dinliyor, onunla ve Ashâb’ı ile alay ederek: “Eğer Muhammed’in dediği gibi şunlar cennete girerlerse, biz onlardan daha önce gireriz.” diyorlardı.
Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruldu:
“Resul’üm! O kâfirlere ne oluyor ki sağdan ve soldan, ayrı ayrı gruplar halinde boyunlarını uzatarak sana doğru koşuyorlar. Onlardan her biri Naîm cennetine sokulacağını mı umuyor?” (Meâric: 36-38)
Hak dâveti duymaya bile tahammül edemeyen ve o nuru karartmaya çalışan kişiler, nasıl olur da cennete girmeyi ümit ederler?
“Düşünmüyor musunuz?” (Yunus: 3)
Bir Başka Taktik:
Müşrikler Kur’an-ı kerim âyetlerini te’vil etmeye, başka mânâlar vermeye kalkarlardı. Bazen de Âyet-i kerime’lerin başından veya sonundan bazı kısımları çıkarırlar, bazı cümle ve kelimelerini alıp halka yanlış bilgi vermeye, herkese Kur’an-ı kerim’i yanlış bir kelâm imiş gibi göstermeye çalışırlardı.
Kur’an-ı kerim’i kıyamete kadar koruyacağını vâdeden Allah-u Teâlâ onların bu yaptıklarını ve daha sonraki asırlarda böyle bir cehâlete cüret edecek olanların çok ağır bir cezaya çarptırılacaklarını Âyet-i kerime’sinde beyan buyuruyor:
“Âyetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp sapıklığa düşenler bizden gizli kalmazlar. O halde ateşin içine atılan mı daha hayırlıdır, yoksa kıyamet gününde emin olarak gelen mi daha hayırlıdır? Dilediğinizi yapın! Doğrusu O, yaptıklarınızı görmektedir.” (Fussilet: 40)
Âyet-i kerime’de geçen “İlhad”; doğruluktan eğrilmek, istikametten ayrılmak, Hakk’tan bâtıla sapmak, bâtıl tevillerde bulunmak mânâlarına gelir.
İlhad iki türlüdür: Birisi, Allah-u Teâlâ’ya şirk ilhadı ki, böyle bir ilhad imanı yok eder.
İkincisi ise, “Âyet-i kerime’lerde ilhad”tır. Âyet-i kerime’lere doğru mânâ vermeyip eğriye çekmek, bâtıl bir şekilde te’vil etmektir.
Allah-u Teâlâ, Âyetlerini yalanlayıp inkâr edenlerin cehennem ateşi ile cezalandırılacaklarını, inananların ise kıyamet gününde emniyet içinde olacaklarını beyan buyurmaktadır.
Diğer Âyet-i kerime’lerinde ise şöyle buyurdu:
“İşte bu bir zikirdir.” (Sâd: 49)
Resulullah Aleyhisselâm’ın insanlar arasında dâima güzellikle anılmasına bir vesiledir.
“Kendilerine Zikir geldiğinde onu inkâr edenler, mutlaka cezalarını çekeceklerdir. Halbuki o azîz bir Kitap’tır.” (Fussilet: 41)
Yani bir kitap ki eşi bulunmaz, Semâvî kitapların sonuncusudur. Asr-ı saâdet’ten bugüne kadar muhafaza edilmiş, hiç kimse onu tahrif edememiş, bozamamıştır.
“Ona ne önünden ne de ardından bâtıl gelemez. O, hikmet sahibi ve övülmeye lâyık olan Allah katından indirilmiştir.” (Fussilet: 42)
Hangi mevzuda olursa olsun, bir hususu beyan etmişse, o mutlak surette doğrudur. Verdiği bilgiler hiçbir şekilde iptal edilmeyecek derecede sağlamdır.
“Resul’üm! Biz bu Kitab’ı sana, sırf anlaşmazlığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman ve iman eden bir topluluğa da hidayet ve rahmet olması için indirdik.” (Nahl: 64)
Bu ilâhî Kitap’tan istifade edecek olanlar, ancak müminlerdir.
“Ancak Allah’tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik.” (Tâhâ: 3)
Kur’an-ı kerim’den ancak kalbinde Allah korkusu olanlar öğüt alırlar.
•
Allah-u Teâlâ müşriklerin eziyetlerinden dolayı Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini teselli etmek üzere şöyle buyurdu:
“Resul’üm! Sana söylenen şeyler, senden önceki peygamberlere söylenmiş olandan başka bir şey değildir. Şüphesiz ki senin Rabb’in hem mağfiret sahibi, hem de acı verecek bir azap sahibidir.” (Fussilet: 43)
Sen yalanlandığın gibi onlar da yalanlanmışlardı.
Tevbekâr olanlara bağışlaması büyük olmakla birlikte, düşmanlarına vereceği ceza çok elem vericidir. Gün gelir, yola gelmek istemeyen inkârcıların cezalarını verir.
“Resul’üm! Andolsun ki biz senden önce nice peygamberleri kendi kavimlerine gönderdik. Onlara apaçık delillerle geldiler. Biz de günahkârlardan intikam aldık.” (Rûm: 47)
Peygamberleri yalanlayan, getirdikleri hükümleri reddeden kavimlerin niceleri Kahhâr olan Allah-u Teâlâ’nın intikamından kurtulamamışlardır.
“Daha öncekilere de nice peygamberler göndermiştik. Kendilerine ne zaman bir peygamber gelse, mutlaka onu alaya alırlardı. Biz onlardan daha güçlü olanları da helâk ettik. Nitekim öncekilere âit nice misaller geçmiştir.” (Zuhruf: 6-8)
İnkârları yüzünden geçmişte yaşamış kavimlerin nasıl bir felâkete uğramış olduklarına dâir misaller Kur’an-ı kerim’de anlatılarak insanlar intibâha dâvet edilmiştir.
“Biz dilersek onların üzerine gökten bir âyet (mucize) indiririz de ona boyun eğmek zorunda kalırlar.” (Şuarâ: 4)
O halde onların eziyetlerine aldırma, inanmamaları sebebiyle üzülme!
•
Daha sonra Allah-u Teâlâ kâfirlerin inatçılıklarını, gerçek ortaya çıktıktan sonra, kibirlenip onu kabul etmemelerini Âyet-i kerime’sinde beyan buyurdu:
“Biz onu yabancı bir dil ile okunan bir kitap yapsaydık, onlar mutlaka: ‘Âyetleri tafsilatlı bir şekilde genişçe açıklanmalı değil miydi? Arap bir peygambere yabancı dil öyle mi?’ derlerdi.
De ki: Bu, iman edenlere bir hidayet ve bir şifâdır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında ağırlık vardır ve Kur’an onlara göre körlüktür.
Sanki onlara uzak bir yerden sesleniliyor da duymuyorlar.” (Fussilet: 44)
Uzaktan yapılan bir çağrıyı insan belki duyabilir amma, o sesin ne dediğini anlayamaz. İnatçı kâfirlerin durumları da böyledir, Hakk’ı kabul edip hakikati bulmak istemezler.
Onların durumları diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle anlatılmaktadır:
“Kâfirlerin hâli, sadece bir çağırma veya bağırmadan başkasını işitmeyerek haykıran kimsenin durumu gibidir. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, onlar düşünmezler.” (Bakara: 171)
Bunlara söz söyleyecek olanların hali bir çobana benzer. Çoban onlara insan gibi: “Yiyiniz, içiniz, yayılınız!..” derse anlamazlar. Islık çalar, mânâsız seslerle bağırıp çağırırsa, bir şey duyarlar. İşte kâfirlerin durumu da böyledir. Bunlar dinden diyanetten, ahlâktan faziletten bir şey anlamazlar, hikmetli sözleri duymazlar. Çan ve düdük sesleri arasında dolaşır dururlar.
“Onlara: ‘Rükû edin!’ denildiği zaman rükû etmezler.” (Mürselât: 48)
Aksine ısrarlı bir şekilde kibirlenmeye devam eder dururlar.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Son düzenleme: