HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
İnatça İtirazlar
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde müşriklerin Hakk ve hakikate karşı ne kadar gururlu ve koyu bir taassup içinde olduklarını beyan buyurmaktadır:
“Şirk koşanlar dediler ki: ‘Eğer Allah dileseydi biz de, atalarımız da O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık, O’nsuz hiçbir şeyi de haram etmezdik.’
Onlardan öncekiler de aynı şeyi yapmışlardı. Peygamberlere düşen apaçık tebliğ değil midir?” (Nahl: 35)
Sonraki asırlarda gelen müşrikler, eski kavimlerin başlarına gelen felâketlerden hiçbir ibret almadılar.
“Sâd. Zikir sahibi Kur’an’a yemin ederim ki! Kâfirler bilâkis bir gurur ve ayrılık içindedirler.” (Sâd: 1-2)
Kendilerine çok büyük değer veriyorlar, kibirlerinden dolayı o yüce Peygamber’e muhalefet ediyorlar, böylece de küfür içinde yaşıyorlar.
Allah-u Teâlâ müşriklerin azgınlık ve inatlarına, Hakk’ı yalanlamalarına bir başka misal olmak üzere Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Kâfirler: ‘Ona Rabb’inden bir âyet (mucize) indirilmeli değil miydi?’ dediler.” (Ra’d: 7 ve 27)
Resulullah Aleyhisselâm’dan aydınlanmak için değil, inat ve alay olsun diye bir işaret istiyorlardı.
“Ve dediler ki:
Bu ne biçim peygamber! Yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor. Kendisine bir melek indirilip, onunla birlikte o da uyarıcı olmalıydı!” (Furkân: 7)
Câhilliklerinden ötürü; yiyip içmenin, geçim temini için çalışmanın peygamberliğe bir engel teşkil etmeyeceğini anlayamıyorlardı. İnsanlara yine insanların içinden peygamber gönderilmesinin hikmetini düşünemiyorlardı.
Müşrikler bu arzularını güya hafif görerek şöyle dediler:
“Yahut kendisine bir hazine atılmalı veya meyvelerinden yiyeceği bir bahçesi olmalı değil miydi?” (Furkân: 8)
Bütün bunlar Allah-u Teâlâ’ya göre son derece kolaydır. Fakat böyle dilememesindeki hikmet yine kendisine âittir.
Müşrikler bir taraftan Resulullah Aleyhisselâm’la mücâdele ederken, bir taraftan da inananları alaya almaktan, onları yollarından alıkoymaktan geri kalmıyorlardı.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“O zâlimler: ‘Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz!’ dediler.” (Furkân: 8)
İşte onların Resulullah Aleyhisselâm’a karşı tavırları bu idi.
“O zulmedenler kendi aralarında şöyle fısıldaştılar: Bu, sizin gibi bir beşer değil midir? Siz göz göre göre sihrin peşinden mi gidiyorsunuz?” (Enbiyâ: 3)
Resulullah Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ’dan aldığı bilgi ile onlara ne söylediklerini haber verdi. Bu haber üzerine şaşırıp kaldılar ve: “Nereden duydun?” dediler.
Cevap olarak:
“Dedi ki: Benim Rabb’im gökte ve yerde söyleneni bilir. O, işitendir, bilendir.” (Enbiyâ: 4)
O’na karşı hiçbir şey gizli kalmaz.
“Şüphesiz ki O, sözün açığa vurulanını da bilir, gizlediklerinizi de bilir.” (Enbiyâ: 110)
İslâmiyet aleyhindeki düşüncelerinizden, müslümanlar hakkında kalplerinizde sakladığınız düşmanlığınızdan haberdardır.
•
Müşriklerin bu iddiâ ve itirazlarına karşı Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Resul’üm! Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de hiç şüphesiz yemek yerler ve çarşılarda dolaşırlardı.” (Furkân: 20)
Bu durum hiçbir zaman onların peygamberliğine mâni olmadı.
“Biz senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber olarak göndermedik.” (Enbiyâ: 7)
Geçmişte yaşamış bütün kavimlere gönderilen peygamberler, kendi cinslerinden olan erkek insanlardan ibarettir.
“Biz onları yemek yemeyen birer ceset kılmadık. Onlar ebedî de değillerdi.” (Enbiyâ: 8)
Onlar da insan oldukları için yiyip içmek ve diğer beşerî ihtiyaçlar hususunda diğer insanlar gibidirler. Onlar da diğer insanlar gibi vefat edip, ruhları cesetlerinden ayrılmıştır.
“Resul’üm! Andolsun ki senden önce nice peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah’ın izni olmadan hiçbir peygamber bir âyet (mucize) getiremez. Her müddetin (yazıldığı) bir kitabı vardır.” (Ra’d: 38)
Bu müddet içinde kendini düzeltmek, kurtuluş yollarını araştırmak için insanlara bir mühlet tanınmış, bir takım imkânlar sunulmuştur. Her birinin yazılı vakti vardır, o vakit gelince azapları artık geri bırakılmaz.
“Bize kavuşmayı ummayanlar: ‘Bize melekler indirilmeliydi, ya da Rabb’imizi görmeliydik.’ dediler. Andolsun ki onlar kendi kendilerine büyüklenmişler ve azgınlıkta haddi aşmışlardır.” (Furkân: 21)
Çünkü onlar göz kamaştırıcı mucizeleri gözleriyle görmüşler, fakat Hakk ve hakikati inkâr etmekle görülmemiş bir zulüm işlemişlerdir.
“Onlar kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabb’inin emrinin gelmesini mi bekliyorlar? Onlardan öncekiler de aynı şeyi yapmışlardı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.” (Nahl: 33)
Peygamber’lerini tasdik etmedikleri için başlarına gelen belâlara kendileri sebep oldular.
“Sonunda da yaptıklarının cezasına uğradılar ve alay ettikleri şey onları kuşatıverdi.” (Nahl: 34)
Böylece hem dünyalarını hem ahiretlerini kaybetmiş oldular.
“Hakkında ihtilâfa düştükleri şeyi onlara açıklaması ve kâfir olanların da gerçekten yalancı olduklarını bilmeleri için (onları diriltecektir).” (Nahl: 39)
Onlar kıyamet gününde, tuttukları yolun ne kadar sapık olduğunu anlayacaklar. Çünkü perde artık kalkmış, imtihanın sonucu gözle görülmüş olacaktır.
•
Allah-u Teâlâ onların bu tutumlarını beyan ettikten sonra, bir taraftan Resul’ünü teselli etmek, diğer taraftan da uyarmak ve ayrıca onlara karşı delil ortaya koymak için Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurdu:
“İşte böylece biz onu (inkârı) suçluların kalplerine sokarız. Kendilerinden öncekilerin sünneti (başlarına gelenler) geçmiş olduğu halde, yine de ona inanmazlar.” (Hicr: 12-13)
Geçmişte peygamberleri yalanlayan ve onlarla alay edenleri, Allah-u Teâlâ’nın o inanmadıkları şeylerle helâk etmiş olduğu tecrübe ile sâbit bir gerçek iken ve bunca ibretler gözlerinin önünde iken yine de inanmamakta diretirler.
“Bir bak, senin hakkında ne biçim temsiller getirdiler ve saptılar. Artık bir daha da yol bulamazlar.” (Furkân: 9)
Çünkü Hakk birdir. Hakk’ın dışına çıkan bir kimse nereye yönelirse yönelsin, sapıklık içindedir.
Bundan sonra Allah-u Teâlâ, dilemiş olsaydı Peygamber’ine onların söylediklerinden daha üstün ve daha güzelini vereceğini haber vererek Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurdu:
“Şânı ne yücedir o Allah’ın ki, eğer dilerse sana onların söylediklerinden daha hayırlısını, altından ırmaklar akan cennetler verir ve senin için köşkler ihsan eder.” (Furkân: 10)
Nitekim ahirette nice âlî makamlar ihsan ve ikram buyuracaktır.
Onlar bu sözlerini kıyameti yalanladıkları için söylemektedirler. Ahiret hayatına inanmamaları, onları bu gibi sözleri söylemeye sevketmiştir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Üstelik onlar kıyameti de yalanladılar. Biz o saati yalanlayanlara alevli bir ateş hazırladık.” (Furkân: 11)
Çünkü ahiret hayatı inkâr edilince, doğru ile yanlışı göz önünde tutmanın hiçbir mânâsı kalmayacaktır.
“Kahrolsun o koyu yalancılar! Onlar koyu bir cehâlet içinde kalmış gâfillerdir.” (Zâriyât: 10-11)
Başlarına gelecek felâketlerin farkında değildirler.
“Sabret! Çünkü Allah muhsinlerin mükâfatını zâyi etmez.” (Hûd: 115)
Şüphesiz ki O, seninle beraberdir.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
İnatça İtirazlar
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde müşriklerin Hakk ve hakikate karşı ne kadar gururlu ve koyu bir taassup içinde olduklarını beyan buyurmaktadır:
“Şirk koşanlar dediler ki: ‘Eğer Allah dileseydi biz de, atalarımız da O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık, O’nsuz hiçbir şeyi de haram etmezdik.’
Onlardan öncekiler de aynı şeyi yapmışlardı. Peygamberlere düşen apaçık tebliğ değil midir?” (Nahl: 35)
Sonraki asırlarda gelen müşrikler, eski kavimlerin başlarına gelen felâketlerden hiçbir ibret almadılar.
“Sâd. Zikir sahibi Kur’an’a yemin ederim ki! Kâfirler bilâkis bir gurur ve ayrılık içindedirler.” (Sâd: 1-2)
Kendilerine çok büyük değer veriyorlar, kibirlerinden dolayı o yüce Peygamber’e muhalefet ediyorlar, böylece de küfür içinde yaşıyorlar.
Allah-u Teâlâ müşriklerin azgınlık ve inatlarına, Hakk’ı yalanlamalarına bir başka misal olmak üzere Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Kâfirler: ‘Ona Rabb’inden bir âyet (mucize) indirilmeli değil miydi?’ dediler.” (Ra’d: 7 ve 27)
Resulullah Aleyhisselâm’dan aydınlanmak için değil, inat ve alay olsun diye bir işaret istiyorlardı.
“Ve dediler ki:
Bu ne biçim peygamber! Yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor. Kendisine bir melek indirilip, onunla birlikte o da uyarıcı olmalıydı!” (Furkân: 7)
Câhilliklerinden ötürü; yiyip içmenin, geçim temini için çalışmanın peygamberliğe bir engel teşkil etmeyeceğini anlayamıyorlardı. İnsanlara yine insanların içinden peygamber gönderilmesinin hikmetini düşünemiyorlardı.
Müşrikler bu arzularını güya hafif görerek şöyle dediler:
“Yahut kendisine bir hazine atılmalı veya meyvelerinden yiyeceği bir bahçesi olmalı değil miydi?” (Furkân: 8)
Bütün bunlar Allah-u Teâlâ’ya göre son derece kolaydır. Fakat böyle dilememesindeki hikmet yine kendisine âittir.
Müşrikler bir taraftan Resulullah Aleyhisselâm’la mücâdele ederken, bir taraftan da inananları alaya almaktan, onları yollarından alıkoymaktan geri kalmıyorlardı.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“O zâlimler: ‘Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz!’ dediler.” (Furkân: 8)
İşte onların Resulullah Aleyhisselâm’a karşı tavırları bu idi.
“O zulmedenler kendi aralarında şöyle fısıldaştılar: Bu, sizin gibi bir beşer değil midir? Siz göz göre göre sihrin peşinden mi gidiyorsunuz?” (Enbiyâ: 3)
Resulullah Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ’dan aldığı bilgi ile onlara ne söylediklerini haber verdi. Bu haber üzerine şaşırıp kaldılar ve: “Nereden duydun?” dediler.
Cevap olarak:
“Dedi ki: Benim Rabb’im gökte ve yerde söyleneni bilir. O, işitendir, bilendir.” (Enbiyâ: 4)
O’na karşı hiçbir şey gizli kalmaz.
“Şüphesiz ki O, sözün açığa vurulanını da bilir, gizlediklerinizi de bilir.” (Enbiyâ: 110)
İslâmiyet aleyhindeki düşüncelerinizden, müslümanlar hakkında kalplerinizde sakladığınız düşmanlığınızdan haberdardır.
•
Müşriklerin bu iddiâ ve itirazlarına karşı Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Resul’üm! Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de hiç şüphesiz yemek yerler ve çarşılarda dolaşırlardı.” (Furkân: 20)
Bu durum hiçbir zaman onların peygamberliğine mâni olmadı.
“Biz senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber olarak göndermedik.” (Enbiyâ: 7)
Geçmişte yaşamış bütün kavimlere gönderilen peygamberler, kendi cinslerinden olan erkek insanlardan ibarettir.
“Biz onları yemek yemeyen birer ceset kılmadık. Onlar ebedî de değillerdi.” (Enbiyâ: 8)
Onlar da insan oldukları için yiyip içmek ve diğer beşerî ihtiyaçlar hususunda diğer insanlar gibidirler. Onlar da diğer insanlar gibi vefat edip, ruhları cesetlerinden ayrılmıştır.
“Resul’üm! Andolsun ki senden önce nice peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah’ın izni olmadan hiçbir peygamber bir âyet (mucize) getiremez. Her müddetin (yazıldığı) bir kitabı vardır.” (Ra’d: 38)
Bu müddet içinde kendini düzeltmek, kurtuluş yollarını araştırmak için insanlara bir mühlet tanınmış, bir takım imkânlar sunulmuştur. Her birinin yazılı vakti vardır, o vakit gelince azapları artık geri bırakılmaz.
“Bize kavuşmayı ummayanlar: ‘Bize melekler indirilmeliydi, ya da Rabb’imizi görmeliydik.’ dediler. Andolsun ki onlar kendi kendilerine büyüklenmişler ve azgınlıkta haddi aşmışlardır.” (Furkân: 21)
Çünkü onlar göz kamaştırıcı mucizeleri gözleriyle görmüşler, fakat Hakk ve hakikati inkâr etmekle görülmemiş bir zulüm işlemişlerdir.
“Onlar kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabb’inin emrinin gelmesini mi bekliyorlar? Onlardan öncekiler de aynı şeyi yapmışlardı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.” (Nahl: 33)
Peygamber’lerini tasdik etmedikleri için başlarına gelen belâlara kendileri sebep oldular.
“Sonunda da yaptıklarının cezasına uğradılar ve alay ettikleri şey onları kuşatıverdi.” (Nahl: 34)
Böylece hem dünyalarını hem ahiretlerini kaybetmiş oldular.
“Hakkında ihtilâfa düştükleri şeyi onlara açıklaması ve kâfir olanların da gerçekten yalancı olduklarını bilmeleri için (onları diriltecektir).” (Nahl: 39)
Onlar kıyamet gününde, tuttukları yolun ne kadar sapık olduğunu anlayacaklar. Çünkü perde artık kalkmış, imtihanın sonucu gözle görülmüş olacaktır.
•
Allah-u Teâlâ onların bu tutumlarını beyan ettikten sonra, bir taraftan Resul’ünü teselli etmek, diğer taraftan da uyarmak ve ayrıca onlara karşı delil ortaya koymak için Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurdu:
“İşte böylece biz onu (inkârı) suçluların kalplerine sokarız. Kendilerinden öncekilerin sünneti (başlarına gelenler) geçmiş olduğu halde, yine de ona inanmazlar.” (Hicr: 12-13)
Geçmişte peygamberleri yalanlayan ve onlarla alay edenleri, Allah-u Teâlâ’nın o inanmadıkları şeylerle helâk etmiş olduğu tecrübe ile sâbit bir gerçek iken ve bunca ibretler gözlerinin önünde iken yine de inanmamakta diretirler.
“Bir bak, senin hakkında ne biçim temsiller getirdiler ve saptılar. Artık bir daha da yol bulamazlar.” (Furkân: 9)
Çünkü Hakk birdir. Hakk’ın dışına çıkan bir kimse nereye yönelirse yönelsin, sapıklık içindedir.
Bundan sonra Allah-u Teâlâ, dilemiş olsaydı Peygamber’ine onların söylediklerinden daha üstün ve daha güzelini vereceğini haber vererek Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurdu:
“Şânı ne yücedir o Allah’ın ki, eğer dilerse sana onların söylediklerinden daha hayırlısını, altından ırmaklar akan cennetler verir ve senin için köşkler ihsan eder.” (Furkân: 10)
Nitekim ahirette nice âlî makamlar ihsan ve ikram buyuracaktır.
Onlar bu sözlerini kıyameti yalanladıkları için söylemektedirler. Ahiret hayatına inanmamaları, onları bu gibi sözleri söylemeye sevketmiştir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Üstelik onlar kıyameti de yalanladılar. Biz o saati yalanlayanlara alevli bir ateş hazırladık.” (Furkân: 11)
Çünkü ahiret hayatı inkâr edilince, doğru ile yanlışı göz önünde tutmanın hiçbir mânâsı kalmayacaktır.
“Kahrolsun o koyu yalancılar! Onlar koyu bir cehâlet içinde kalmış gâfillerdir.” (Zâriyât: 10-11)
Başlarına gelecek felâketlerin farkında değildirler.
“Sabret! Çünkü Allah muhsinlerin mükâfatını zâyi etmez.” (Hûd: 115)
Şüphesiz ki O, seninle beraberdir.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Son düzenleme: