Varlığı kendinden olan, var olmasında başka bir şeye muhtaç bulunmayan Zâtı delillendirme. Her şeyi var edip idare eden bu yüce kudretin varlığı her devirde akıl, nakil yani semavi kitaplar ve insanın iç dünyası ile dış alemdeki nizam, gaye, sebeplilik, hikmet, inayet gibi hususlardan hareketle delillendirilip ispatlanmaya çalışılmıştır.
İsbat-ı vacip başka bir ifadeyle Allah'ın varlığını delillendirme konusu, başta kelâm ilminin olmak üzere felsefenin ve filozofların en önde gelen konularındandır. Meselâ, İslâm felsefesinde el-Kindî'den (252/266 civarı) başlamak üzere; Farabî (339/950), ibn Sina (428/1037), İbn Rüşd (595/1198) gibi büyük İslam filozofları, Allah'ın varlığını çeşitli delillerle ispatlama yoluna gitmişlerdir.
İsbat-ı vacip konusuyla Selefiyye de ilgilenmiştir. İbn Teymiyye (728/1382) İbn Kayyim el-Cevziyye (751/1350) ve İbnü'l-Vezir (840/1436), bunlardan bazılarıdır. Allah'ın sonsuz kudretini ve hikmetinin eseri olan mahlukatın bazı sırlarını inceleyen ve bu yolla isbat-ı vacip yapan,"el-Hikme fi mahlukati'llah" eserinin müellifi Gazzalî (505/1111) ile İbn Hazm (456/1064) da aynı konu ile derinden ilgilenmiştir (Bekir Topaloğlu, İslâm Kelamcıları ve Filozoflarına Göre Allah'ın Varlığı (İsbat-ı Vacip), Ankara, t.y., s. 16).
İslâm kelamcıları ve filozoflar isbat-ı vacib hususunda Kur'ân-ı Kerîm'e büyük ölçüde başvururlar. Çünkü, hudüs delili, imkân delili, inayet ve hikmet delili Kur'an'da mevcuttur. (İsmail hakkı İzmirli, Yeni ilm-i Kelâm, s. 11, 5, vd. İstanbul 1340-1343; Bekir Topaloğlu, a.g.e., s. 25).
Kur'an-ı kerim, Allah'ın varlığını isbat eden delillerden çok, Allah'ın birliği, O'nun tek ilâh oluşu, isim ve sıfatları üzerinde durur; ortağının bulunmadığını, delilleriyle anlatır; Allah'ın kudret ve azametinin, hükümranlığının her türlü eksik sıfattan münezzeh olduğunu, dileğine karşı çıkılamayacağını ve yeriyle-göğüyle ve bunların içindekilerle bütün kâinatın O'nun emrinde olduğunu bildirir. Çünkü Allah'ın varlığı, delile ihtiyaç göstermeyecek kadar açıktır. İnsan, yaratılışı itibariyle bir yaratanın olduğunu bilir. Allah'ın varlığına inanmak, fıtrîdir. Ayrıca Allah'ın var olduğu hemen hemen her toplum tarafından kabul edilmektedir. Problem daha çok Allah'ın, bilinmesi gereken şekliyle bilinmemesi ve başkasının şu veya bu şekilde O'na ortak koşulmasıdır.
Ayrıca Allah, peygamberlerini mucizelerle göndermiştir. Bu mucizeler, peygamberlerin peygamberliğini ispat etmenin yanısıra, Allah'ın varlığının da ispatı durumundadır. Bir de, Allah'ın sıfatları dile getirilirken dolaylı olarak da olsa Allah'ın varlığının isbatı gündeme gelebilmektedir Buna şu âyetleri misal olarak zikretmek mümkündür: "İnsan, bizim kendisini nasıl bir nutfeden (spermadan) yarattığımızı görmedi mi ki, simdi apaçık bir hasım kesildi. Kendi yaratılışını unutarak bize bir misal verdi;'Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?' dedi. De ki;'Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir. O ki size yeşil ağaçtan ateş yaptı da siz ondan yakıyorsunuz " (Yâsîn, 36/77-80);
"Görmedin mi, Allah (nasıl) gökten su indirdi. (Böylece) onunla renkleri çeşit çeşit meyvalar çıkardı. Dağlardan (geçen)beyaz, kırmızı, değişik renklerde ve simsiyah yollar (yarattı)" (el-Fâtır, 35/27). "O'nun ayetlerinden (sonsuz gücünün işaretlerinden) biri, sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra siz, (yeryüzüne) yayılan insanlar oluverdiniz" (er-Rûm, 30/20);
"Bakmıyorlar mı develere; nasıl yaratıldı? Göğe; nasıl yükseltildi? Dağlara; nasıl dikildi? Yere; nasıl yayılıp döşendi?" (el-Gâşiye, 88/17-20).
Allah'ın varlığını dolaylı olarak isbatlayan bu ayetlere baktığımızda görürüz ki Kur'an, felsefi ve mücerred delillerden çok, her insanın anlayabileceği, günlük hayatında karşılaştığı delilleri zikretmektedir.
Gerek müslüman, gerek diğer dinlere mensup mütefekkirler, hatta bazen dinleri kabul etmeyip sadece Allah'ın varlığına inanan mütefekkirler, Allah'ın varlığını isbat için birçok aklı deliller zikretmişlerdir. Biz burada daha çok müslüman mütefekkirlerin ileri sürdüğü delillerden belli başlı birkaç tanesini zikretmekle yetineceğiz:
a- Hudûs delili: 'Hudûs', sonradan meydana gelme anlamındadır. Bu delil, kâinatta görülen varlıkların hallerinden ve niteliklerinden; evrenin sonradan meydana gelmiş olmasından Allah'ın varlığını isbata ulaşan bir delildir. Söyle bir önerme ile ifade edilir:
Bu kâinat, sûretiyle ve madesiyle sonradan meydana gelmiştir.
Her sonradan meydana gelen, mutlaka onu meydana getiren birinin varlığına muhtaçtır.
O halde bu kâinat, onu meydana getiren birine muhtaçtır ve o da Allah'tır.
Çevremize baktığımızda her şeyin biz insanlardan daha geri ve güçsüz, varlıklar içerisinde en mükemmelinin insan olduğunu görürüz. Oysa insan, çevresindekileri yaratacak güçte olmadığı gibi, kendisi başkasına muhtaç bir durumdadır.
b- İmkân delili: Kâinat ve kâinatta bulunanlar varlığı zorunlu şeyler değildir. Yani var olmaları da, yok olmaları da mümkündür. O halde var olmaları, ancak varlığa gelmelerini yokluklarına tercih eden birinin varlığına bağlıdır ki; O da varlığı zorunlu olan Allah'tır.
c- Gaye ve nizam delili: Kâinatta her şeyin bir sebebi ve gayesi vardı. Boşuna yaratılmış hiç bir şey yoktur. Ayrıca kâinatta her şey yerli yerine oturtulmuştur.
Her şeyin böyle bir nizam ve belli bir gayeye yönelik olması, onları düzenleyen birine ihtiyaç gösterir. Ayrıca bu düzenleyicinin, kâinattaki her şeye hâkim bulunması da kaçınılmazdır. Bu düzenleyici, Allah'tan başkası olamaz.
Kur'an-ı Kerîm'de de, Allah'ın azamet ve kudretini isbat konusunda sık sık bu delile başvurulur.
d- İlk sebep delili: Meydana gelen her şeyin ve her değişimin bir sebebi vardır. Bu sebepler, zincirleme olarak sonsuzluğa kadar geçmişe uzanamaz. Onları başlatan bir ilk sebep mutlaka olmalıdır, O da Allah'tır.
e- Şehadet-i âmme delili: Tarihte en iptidaî kavimlerden en ileri olanlarına kadar insanlar daima bir din inancına sahip olmuş ve Allah'ın varlığına inanmışlardır. Allah inancı insan fıtratında var olan bir olaydır.
İnsan fıtratında böyle bir şeyin varlığı, bu fıtratı ona veren, yaratılış mayasına bunu katan birinin varlığına delildir, O da Yüce Allah'tır.
M. Sait ŞİMŞEK
İsbat-ı vacip başka bir ifadeyle Allah'ın varlığını delillendirme konusu, başta kelâm ilminin olmak üzere felsefenin ve filozofların en önde gelen konularındandır. Meselâ, İslâm felsefesinde el-Kindî'den (252/266 civarı) başlamak üzere; Farabî (339/950), ibn Sina (428/1037), İbn Rüşd (595/1198) gibi büyük İslam filozofları, Allah'ın varlığını çeşitli delillerle ispatlama yoluna gitmişlerdir.
İsbat-ı vacip konusuyla Selefiyye de ilgilenmiştir. İbn Teymiyye (728/1382) İbn Kayyim el-Cevziyye (751/1350) ve İbnü'l-Vezir (840/1436), bunlardan bazılarıdır. Allah'ın sonsuz kudretini ve hikmetinin eseri olan mahlukatın bazı sırlarını inceleyen ve bu yolla isbat-ı vacip yapan,"el-Hikme fi mahlukati'llah" eserinin müellifi Gazzalî (505/1111) ile İbn Hazm (456/1064) da aynı konu ile derinden ilgilenmiştir (Bekir Topaloğlu, İslâm Kelamcıları ve Filozoflarına Göre Allah'ın Varlığı (İsbat-ı Vacip), Ankara, t.y., s. 16).
İslâm kelamcıları ve filozoflar isbat-ı vacib hususunda Kur'ân-ı Kerîm'e büyük ölçüde başvururlar. Çünkü, hudüs delili, imkân delili, inayet ve hikmet delili Kur'an'da mevcuttur. (İsmail hakkı İzmirli, Yeni ilm-i Kelâm, s. 11, 5, vd. İstanbul 1340-1343; Bekir Topaloğlu, a.g.e., s. 25).
Kur'an-ı kerim, Allah'ın varlığını isbat eden delillerden çok, Allah'ın birliği, O'nun tek ilâh oluşu, isim ve sıfatları üzerinde durur; ortağının bulunmadığını, delilleriyle anlatır; Allah'ın kudret ve azametinin, hükümranlığının her türlü eksik sıfattan münezzeh olduğunu, dileğine karşı çıkılamayacağını ve yeriyle-göğüyle ve bunların içindekilerle bütün kâinatın O'nun emrinde olduğunu bildirir. Çünkü Allah'ın varlığı, delile ihtiyaç göstermeyecek kadar açıktır. İnsan, yaratılışı itibariyle bir yaratanın olduğunu bilir. Allah'ın varlığına inanmak, fıtrîdir. Ayrıca Allah'ın var olduğu hemen hemen her toplum tarafından kabul edilmektedir. Problem daha çok Allah'ın, bilinmesi gereken şekliyle bilinmemesi ve başkasının şu veya bu şekilde O'na ortak koşulmasıdır.
Ayrıca Allah, peygamberlerini mucizelerle göndermiştir. Bu mucizeler, peygamberlerin peygamberliğini ispat etmenin yanısıra, Allah'ın varlığının da ispatı durumundadır. Bir de, Allah'ın sıfatları dile getirilirken dolaylı olarak da olsa Allah'ın varlığının isbatı gündeme gelebilmektedir Buna şu âyetleri misal olarak zikretmek mümkündür: "İnsan, bizim kendisini nasıl bir nutfeden (spermadan) yarattığımızı görmedi mi ki, simdi apaçık bir hasım kesildi. Kendi yaratılışını unutarak bize bir misal verdi;'Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?' dedi. De ki;'Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir. O ki size yeşil ağaçtan ateş yaptı da siz ondan yakıyorsunuz " (Yâsîn, 36/77-80);
"Görmedin mi, Allah (nasıl) gökten su indirdi. (Böylece) onunla renkleri çeşit çeşit meyvalar çıkardı. Dağlardan (geçen)beyaz, kırmızı, değişik renklerde ve simsiyah yollar (yarattı)" (el-Fâtır, 35/27). "O'nun ayetlerinden (sonsuz gücünün işaretlerinden) biri, sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra siz, (yeryüzüne) yayılan insanlar oluverdiniz" (er-Rûm, 30/20);
"Bakmıyorlar mı develere; nasıl yaratıldı? Göğe; nasıl yükseltildi? Dağlara; nasıl dikildi? Yere; nasıl yayılıp döşendi?" (el-Gâşiye, 88/17-20).
Allah'ın varlığını dolaylı olarak isbatlayan bu ayetlere baktığımızda görürüz ki Kur'an, felsefi ve mücerred delillerden çok, her insanın anlayabileceği, günlük hayatında karşılaştığı delilleri zikretmektedir.
Gerek müslüman, gerek diğer dinlere mensup mütefekkirler, hatta bazen dinleri kabul etmeyip sadece Allah'ın varlığına inanan mütefekkirler, Allah'ın varlığını isbat için birçok aklı deliller zikretmişlerdir. Biz burada daha çok müslüman mütefekkirlerin ileri sürdüğü delillerden belli başlı birkaç tanesini zikretmekle yetineceğiz:
a- Hudûs delili: 'Hudûs', sonradan meydana gelme anlamındadır. Bu delil, kâinatta görülen varlıkların hallerinden ve niteliklerinden; evrenin sonradan meydana gelmiş olmasından Allah'ın varlığını isbata ulaşan bir delildir. Söyle bir önerme ile ifade edilir:
Bu kâinat, sûretiyle ve madesiyle sonradan meydana gelmiştir.
Her sonradan meydana gelen, mutlaka onu meydana getiren birinin varlığına muhtaçtır.
O halde bu kâinat, onu meydana getiren birine muhtaçtır ve o da Allah'tır.
Çevremize baktığımızda her şeyin biz insanlardan daha geri ve güçsüz, varlıklar içerisinde en mükemmelinin insan olduğunu görürüz. Oysa insan, çevresindekileri yaratacak güçte olmadığı gibi, kendisi başkasına muhtaç bir durumdadır.
b- İmkân delili: Kâinat ve kâinatta bulunanlar varlığı zorunlu şeyler değildir. Yani var olmaları da, yok olmaları da mümkündür. O halde var olmaları, ancak varlığa gelmelerini yokluklarına tercih eden birinin varlığına bağlıdır ki; O da varlığı zorunlu olan Allah'tır.
c- Gaye ve nizam delili: Kâinatta her şeyin bir sebebi ve gayesi vardı. Boşuna yaratılmış hiç bir şey yoktur. Ayrıca kâinatta her şey yerli yerine oturtulmuştur.
Her şeyin böyle bir nizam ve belli bir gayeye yönelik olması, onları düzenleyen birine ihtiyaç gösterir. Ayrıca bu düzenleyicinin, kâinattaki her şeye hâkim bulunması da kaçınılmazdır. Bu düzenleyici, Allah'tan başkası olamaz.
Kur'an-ı Kerîm'de de, Allah'ın azamet ve kudretini isbat konusunda sık sık bu delile başvurulur.
d- İlk sebep delili: Meydana gelen her şeyin ve her değişimin bir sebebi vardır. Bu sebepler, zincirleme olarak sonsuzluğa kadar geçmişe uzanamaz. Onları başlatan bir ilk sebep mutlaka olmalıdır, O da Allah'tır.
e- Şehadet-i âmme delili: Tarihte en iptidaî kavimlerden en ileri olanlarına kadar insanlar daima bir din inancına sahip olmuş ve Allah'ın varlığına inanmışlardır. Allah inancı insan fıtratında var olan bir olaydır.
İnsan fıtratında böyle bir şeyin varlığı, bu fıtratı ona veren, yaratılış mayasına bunu katan birinin varlığına delildir, O da Yüce Allah'tır.
M. Sait ŞİMŞEK