İSLÂM İLMİHALİ
Allah-u Teâlâ'ya İnanmak
• Büluğ çağına eren akıllı her insanın, Allah-u Teâlâ'nın varlığına ve birliğine iman etmesi farzdır. Dini tebliğden haberi olmayan insanlar bile, O'nun varlığını ve birliğini akılları ile bulmakla mükelleftirler. Çünkü Allah-u Teâlâ insanları, kendisini bulacak ve inanacak bir kabiliyette yaratmıştır, bu inanç insanın fıtratında vardır.
Allah-u Teâlâ'yı inkâr edenlerin bile, başları dara geldiği zaman yine Allah-u Teâlâ'ya yöneldikleri görülmektedir.
Bu hususta Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Gemiye bindikleri zaman dini yalnız O'na has kılarak Allah'a yalvarırlar. Fakat kendilerini karaya çıkararak kurtarınca, bir bakarsın ki hemen şirke koşarlar." (Ankebut: 65)
• Güzeli çirkinden, iyiyi kötüden, hakkı haksızlıktan ayırabilecek bir istidatta yaratılan insan, o büyük iman hakikatını da bulabilecek kabiliyettedir. Çünkü güzelde, iyide hep O vardır ve yaratılışın gayesi de zaten O'dur.
İman ve ibadet etme gücünde yaratılan insanoğlu, Allah-u Teâlâ'nın rahmetinin muktezası olarak da Peygamberler vasıtası ile takviye edilmişlerdir. Dini hükümleri bilebilmek için ilâhi hitaba ihtiyaç vardır.
• Zerreden kürreye kadar kâinatta her şey Allah-u Teâlâ'nın varlığına şehâdet etmektedir.
Âyet-i kerime'de:
"De ki: Göklerde ve yerde neler var, baksanıza!" buyuruluyor. (Yunus: 101)
Diğer Âyet-i kerime'lerde ise şöyle buyuruluyor:
"Onlar üstlerindeki göğü nasıl yapmışız, donatmışız bir bakmazlar mı? Onda hiçbir çatlak da yok!
Yeryüzünü de döşedik ve oraya sâbit dağlar yerleştirdik, orada her güzel türden çift çift bitirdik.
Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ibret vermek için (Bunları yaptık.)" (Kaf: 6-7-8)
Yarattıklarının seyrine doyulmaz, hakikatine erilmez. Âlemdeki akıllara durgunluk veren şeyler, O'nun kudretinin eserleridir.
Gökler, yıldızlar O'nun emriyle durmakta, rüzgârlar O'nun emriyle esmekte, denizler O'nun emriyle dalgalanmakta, mevsimler O'nun izniyle gelip gitmektedir.
O Allah ki; geceyi dinlenmemiz için karanlık, gündüzü de çalışmamız için aydınlık yapmıştır.
Eğer geceyi kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirseydi, yeryüzünü O'ndan başka kim aydınlatabilirdi? Gündüzü kıyamet gününe kadar uzatsaydı, geceyi O'ndan başka bize kim getirebilirdi?
O bize bütün bu ihsan ve ikramları verirken, hiçbir karşılık da talep etmedi. Sadece kendisini tanımamızı ve kulluk yapmamızı istedi.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:
"İşte Rabb'iniz Allah budur, O'ndan başka ilâh yoktur. O, her şeyi yaratır. Öyleyse O'na ibadet edin, O her şeye vekildir." (En'âm: 102)
• Müslümanlıktaki Allah inancını, Allah-u Teâlâ'nın varlığını ve birliğini "İhlâs" sûre-i şerifi en güzel ve en kâmil bir mânâda beyan etmektedir:
"De ki: O Allah bir tektir. Allah Samed'dir, her şey O'na muhtaç, O ise hiçbir şeye muhtaç değildir. Doğurmamış, doğurulmamıştır. Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri değildir."
"Bir tek" mânâsına gelen "Ehad" lâfzı, Zât-ı ilâhî'ye ait has bir sıfat olup, başka hiç kimse hakkında kullanılmaz. Çünkü Allah-u Teâlâ zâtında birdir ve tektir.
Sıfatlarında birdir, hiçbir sıfatının benzeri başkasında yoktur. Mahlûkatta, bilhassa insanlarda O'nun sıfatlarının benzeri değil nişâneleri vardır. O nişânelerden Allah-u Teâlâ'nın ilâhi sıfatları sezilir ve iman edilir. Fiillerinde birdir, yaratmakta, yarattıklarını idâre etmekte yardımcıya ihtiyacı yoktur. İsimlerinde birdir, Esmâ-i hüsnâ'sında hiçbir isimde hakiki mânâsıyla benzeri yoktur.
Allah-u Teâlâ şerefi en üstün olan Şerif'tir, azameti en yüce olan Azîm'dir, hilmi en mükemmel olan Halîm'dir, ilmi en mükemmel olan Âlim'dir. Her türlü şeref ve yücelikte mükemmelin kendisidir. O'ndan başkası için bu sıfatlar kullanılmaz.
• "Kul hüvallahu ehad" Âyet-i kerime'sinde insanların üç sınıfına ve bu sınıfların mertebelerine işaret edilmiştir.
"Hüve", "İşte O!" demektir. O ise hitap eden ile hitap edilen arasında malum olan şeydir. Bu "Hass'ül-has" olanların mertebesidir. Çünkü ârifler mârifetullah için delile muhtaç olmadıklarından, onlar için işâret kâfidir.
Daha sonra "Has" insanların mertebesine işaret için "Allah" lâfza-i celâli zikrolunmuştur. Zira onlar Allah-u Teâlâ'yı delillerle ispat etmeye çalışırlar. Yarattığı mahlûkatın yaratılışlarındaki ince sanattan Hâlik-ı Azimüşan'ın varlığına intikal ederler.
"Avam" halkın mertebesine işaret için de "Ehad" lâfzı gelmiştir. Çünkü onların anlayış kabiliyetleri diğerleri gibi olmadığından, şirke düşmemek için, Allah-u Teâlâ'nın vahdaniyetini, birliğini ifade eden "Ehad" lafzı zikredilmiştir.
Hükümlerinde birdir, hakimiyet O'nun şânıdır.
"Allah Samed'dir" Ehadiyet sıfatı ile muttasıf olan Allah-u Teâlâ, bütün mahlûkatın ihtiyaç ve isteklerinde yegâne mercidir.
O öyle bir Allah ki;
İnsanı yoktan var etti, sayılması imkânsız olan çeşit çeşit nimetler verdi, onu kendi mülkünde yaşatıyor, her işini görüyor, her ihtiyacını gideriyor.
Bütün istek ve ihtiyaçları O verir. İhtiyaçlar yalnız ve yalnız O'ndan talep olunur. Dilekleri yalnız ve yalnız O yerine getirir.
Dilekler çoğaldıkça ihsan ve keremi de çoğalıyor. Hâcetler arttıkça in'am ve ikramı da artıyor. İyilik ve güzellikleri bitmez tükenmez.
Âyet-i kerime'sinde:
"Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size vermiştir." buyuruyor. (İbrahim: 34)
Sıkıntılı ve darlıklı günlerde kendisine başvurulan kapı O'nun kapısıdır. Her şeyden ve herkesten müstağni olan, her şeyin ve herkesin kendisine muhtaç olduğu zât O'dur. Cömertliği, lütufkârlığı son haddine ulaşmış olan ilâh O'dur. O'nun izni ve emri olmadan hiçbir iş hükme bağlanmaz.
O öyle bir Allah ki "Doğurmamış, doğurulmamıştır." Çocuğu, babası, eşi olmaktan münezzehtir.
Yahudiler "Üzeyr Allah'ın oğludur." Hıristiyanlar da "İsâ Allah'ın oğludur." dediler. Arap müşrikleri ise "Melekler Allah'ın kızlarıdır." diyerek "Ehadiyet" akidesini bozdular ve "Tevhid inancı"na aykırı bir yol tuttular. Bu iftiralardan dolayı Allah-u Teâlâ'nın ilâhî gadabına mâruz kalmışlardır:
"Onlar o Rahman olan Allah'a bir evlât isnad ettiler diye, bu sözlerinden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar dağılıp çökecekti. Oysa Rahman olan Allah'a çocuk isnad etmek asla yakışmaz." (Meryem: 90-91-92)
Müslümanlar ise "Lem yelid velem yûled" itikadı ile bu bozuk inançlardan tamamen kurtulmuşlardır.
Allah-u Teâlâ İhlâs sûre-i şerif'inin sonunda "Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri değildir." fermânı ile, ilâhî sıfatlarının hepsinin neticesini beyan buyurmuştur.
Allah-u Teâlâ ezelî ve ebedîdir. Zâtının evveli ve âhiri, dengi ve benzeri olmadığı gibi; sıfatlarının da öncesi ve sonrası yoktur.
O'nun bir ve Samed olması; doğurmadığını, doğurulmadığını, dengi ve benzerinin olmadığını göstermektedir.
Binâenaleyh İhlâs sûre-i şerif'i "Tevhid akidesi"nin özünü ihtiva etmektedir. İslâm'da ayrı bir önemi olması sebebiyledir ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki İhlâs sûresi Kur'an'ın üçte birine denktir." buyurmuşlardır. (Buhârî)
Bu sûre-i şerif'in bir çok isimleri vardır.
Beyan ettiği gerçekleri benimseyip inanan kimse dininde ihlâs sahibi olduğu, bu inançla ölen kimseyi de cehennemden halâs ettiği için Sûre-i ihlâs denmiştir.
Sûre-i tevhid: Allah-u Teâlâ'nın varlığını, birliğini, eşi benzeri ortağı olmadığını beyan eder.
Sûre-i tecrid: Allah-u Teâlâ'yı Zât-ı ecell-ü Â'lâ'sına yakışmayan bütün noksan sıfatlardan ayırıp, kemâl sıfatları ile vasıflandırır.
Sûre-i mârifet: Mârifetullah bu sûre-i şerif'in mânâsına tamamıyla vâkıf olmakla tanımlanır.
Sûre-i velâyet: Bu sûre-i şerif'i kemâl-i edeble okuyan, tebliğ ettiği mânâlara nüfuz eden kimse velâyet makamına yükseltilir.
Sûre-i nûr: İnsanların gönüllerini nûrlandırır.
Sûre-i muhzar: Bu sûre-i şerif okunduğunda işitmek için melâike-i kiram hazır olur, kemâl-î edeple dinlerler.
Sûre-i esas: Bu sûre-i şerif'in mânâsı dinin esasını teşkil eder. Göklerle yer bu sûre-i şerif'in esası üzerine kurulmuştur.
Sûre-i necat: Okuyanı dünyada şirk ve küfürden, ahirette cehennemden necata sebep olur.
Sûre-i samed: Bu sûre-i şerif Allah-u Teâlâ'nın mutlak ganî olduğunu; her şeyin ve herkesin O'na muhtaç olduğunu, O'nun ise hiç kimseye muhtaç olmadığını anlatır.
Sûre-i berâet: Bu sûre-i şerif'i okuyan bir zât için Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Gerçekten bu adam şirkten beri oldu." buyurmuşlardır.
•
"Kâfirun" sûre-i şerif'inde "Sizin dininiz size benim dinim bana." buyurularak, "Tevhid" ile "Şirk" arasındaki her türlü yakınlık, araya bir çizgi konularak kestirip atılmıştır.
Bu sûre-i şerif'te ise İslâm'ın getirdiği Tevhid akidesi bütün açıklığı ile zihinlere nakşedilmiştir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz her gün sabah namazının sünnetini edâ ederlerken bu iki sûre-i şerif'i okurlardı.
Allah-u Teâlâ'ya İnanmak
• Büluğ çağına eren akıllı her insanın, Allah-u Teâlâ'nın varlığına ve birliğine iman etmesi farzdır. Dini tebliğden haberi olmayan insanlar bile, O'nun varlığını ve birliğini akılları ile bulmakla mükelleftirler. Çünkü Allah-u Teâlâ insanları, kendisini bulacak ve inanacak bir kabiliyette yaratmıştır, bu inanç insanın fıtratında vardır.
Allah-u Teâlâ'yı inkâr edenlerin bile, başları dara geldiği zaman yine Allah-u Teâlâ'ya yöneldikleri görülmektedir.
Bu hususta Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Gemiye bindikleri zaman dini yalnız O'na has kılarak Allah'a yalvarırlar. Fakat kendilerini karaya çıkararak kurtarınca, bir bakarsın ki hemen şirke koşarlar." (Ankebut: 65)
• Güzeli çirkinden, iyiyi kötüden, hakkı haksızlıktan ayırabilecek bir istidatta yaratılan insan, o büyük iman hakikatını da bulabilecek kabiliyettedir. Çünkü güzelde, iyide hep O vardır ve yaratılışın gayesi de zaten O'dur.
İman ve ibadet etme gücünde yaratılan insanoğlu, Allah-u Teâlâ'nın rahmetinin muktezası olarak da Peygamberler vasıtası ile takviye edilmişlerdir. Dini hükümleri bilebilmek için ilâhi hitaba ihtiyaç vardır.
• Zerreden kürreye kadar kâinatta her şey Allah-u Teâlâ'nın varlığına şehâdet etmektedir.
Âyet-i kerime'de:
"De ki: Göklerde ve yerde neler var, baksanıza!" buyuruluyor. (Yunus: 101)
Diğer Âyet-i kerime'lerde ise şöyle buyuruluyor:
"Onlar üstlerindeki göğü nasıl yapmışız, donatmışız bir bakmazlar mı? Onda hiçbir çatlak da yok!
Yeryüzünü de döşedik ve oraya sâbit dağlar yerleştirdik, orada her güzel türden çift çift bitirdik.
Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ibret vermek için (Bunları yaptık.)" (Kaf: 6-7-8)
Yarattıklarının seyrine doyulmaz, hakikatine erilmez. Âlemdeki akıllara durgunluk veren şeyler, O'nun kudretinin eserleridir.
Gökler, yıldızlar O'nun emriyle durmakta, rüzgârlar O'nun emriyle esmekte, denizler O'nun emriyle dalgalanmakta, mevsimler O'nun izniyle gelip gitmektedir.
O Allah ki; geceyi dinlenmemiz için karanlık, gündüzü de çalışmamız için aydınlık yapmıştır.
Eğer geceyi kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirseydi, yeryüzünü O'ndan başka kim aydınlatabilirdi? Gündüzü kıyamet gününe kadar uzatsaydı, geceyi O'ndan başka bize kim getirebilirdi?
O bize bütün bu ihsan ve ikramları verirken, hiçbir karşılık da talep etmedi. Sadece kendisini tanımamızı ve kulluk yapmamızı istedi.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:
"İşte Rabb'iniz Allah budur, O'ndan başka ilâh yoktur. O, her şeyi yaratır. Öyleyse O'na ibadet edin, O her şeye vekildir." (En'âm: 102)
• Müslümanlıktaki Allah inancını, Allah-u Teâlâ'nın varlığını ve birliğini "İhlâs" sûre-i şerifi en güzel ve en kâmil bir mânâda beyan etmektedir:
"De ki: O Allah bir tektir. Allah Samed'dir, her şey O'na muhtaç, O ise hiçbir şeye muhtaç değildir. Doğurmamış, doğurulmamıştır. Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri değildir."
"Bir tek" mânâsına gelen "Ehad" lâfzı, Zât-ı ilâhî'ye ait has bir sıfat olup, başka hiç kimse hakkında kullanılmaz. Çünkü Allah-u Teâlâ zâtında birdir ve tektir.
Sıfatlarında birdir, hiçbir sıfatının benzeri başkasında yoktur. Mahlûkatta, bilhassa insanlarda O'nun sıfatlarının benzeri değil nişâneleri vardır. O nişânelerden Allah-u Teâlâ'nın ilâhi sıfatları sezilir ve iman edilir. Fiillerinde birdir, yaratmakta, yarattıklarını idâre etmekte yardımcıya ihtiyacı yoktur. İsimlerinde birdir, Esmâ-i hüsnâ'sında hiçbir isimde hakiki mânâsıyla benzeri yoktur.
Allah-u Teâlâ şerefi en üstün olan Şerif'tir, azameti en yüce olan Azîm'dir, hilmi en mükemmel olan Halîm'dir, ilmi en mükemmel olan Âlim'dir. Her türlü şeref ve yücelikte mükemmelin kendisidir. O'ndan başkası için bu sıfatlar kullanılmaz.
• "Kul hüvallahu ehad" Âyet-i kerime'sinde insanların üç sınıfına ve bu sınıfların mertebelerine işaret edilmiştir.
"Hüve", "İşte O!" demektir. O ise hitap eden ile hitap edilen arasında malum olan şeydir. Bu "Hass'ül-has" olanların mertebesidir. Çünkü ârifler mârifetullah için delile muhtaç olmadıklarından, onlar için işâret kâfidir.
Daha sonra "Has" insanların mertebesine işaret için "Allah" lâfza-i celâli zikrolunmuştur. Zira onlar Allah-u Teâlâ'yı delillerle ispat etmeye çalışırlar. Yarattığı mahlûkatın yaratılışlarındaki ince sanattan Hâlik-ı Azimüşan'ın varlığına intikal ederler.
"Avam" halkın mertebesine işaret için de "Ehad" lâfzı gelmiştir. Çünkü onların anlayış kabiliyetleri diğerleri gibi olmadığından, şirke düşmemek için, Allah-u Teâlâ'nın vahdaniyetini, birliğini ifade eden "Ehad" lafzı zikredilmiştir.
Hükümlerinde birdir, hakimiyet O'nun şânıdır.
"Allah Samed'dir" Ehadiyet sıfatı ile muttasıf olan Allah-u Teâlâ, bütün mahlûkatın ihtiyaç ve isteklerinde yegâne mercidir.
O öyle bir Allah ki;
İnsanı yoktan var etti, sayılması imkânsız olan çeşit çeşit nimetler verdi, onu kendi mülkünde yaşatıyor, her işini görüyor, her ihtiyacını gideriyor.
Bütün istek ve ihtiyaçları O verir. İhtiyaçlar yalnız ve yalnız O'ndan talep olunur. Dilekleri yalnız ve yalnız O yerine getirir.
Dilekler çoğaldıkça ihsan ve keremi de çoğalıyor. Hâcetler arttıkça in'am ve ikramı da artıyor. İyilik ve güzellikleri bitmez tükenmez.
Âyet-i kerime'sinde:
"Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size vermiştir." buyuruyor. (İbrahim: 34)
Sıkıntılı ve darlıklı günlerde kendisine başvurulan kapı O'nun kapısıdır. Her şeyden ve herkesten müstağni olan, her şeyin ve herkesin kendisine muhtaç olduğu zât O'dur. Cömertliği, lütufkârlığı son haddine ulaşmış olan ilâh O'dur. O'nun izni ve emri olmadan hiçbir iş hükme bağlanmaz.
O öyle bir Allah ki "Doğurmamış, doğurulmamıştır." Çocuğu, babası, eşi olmaktan münezzehtir.
Yahudiler "Üzeyr Allah'ın oğludur." Hıristiyanlar da "İsâ Allah'ın oğludur." dediler. Arap müşrikleri ise "Melekler Allah'ın kızlarıdır." diyerek "Ehadiyet" akidesini bozdular ve "Tevhid inancı"na aykırı bir yol tuttular. Bu iftiralardan dolayı Allah-u Teâlâ'nın ilâhî gadabına mâruz kalmışlardır:
"Onlar o Rahman olan Allah'a bir evlât isnad ettiler diye, bu sözlerinden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar dağılıp çökecekti. Oysa Rahman olan Allah'a çocuk isnad etmek asla yakışmaz." (Meryem: 90-91-92)
Müslümanlar ise "Lem yelid velem yûled" itikadı ile bu bozuk inançlardan tamamen kurtulmuşlardır.
Allah-u Teâlâ İhlâs sûre-i şerif'inin sonunda "Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri değildir." fermânı ile, ilâhî sıfatlarının hepsinin neticesini beyan buyurmuştur.
Allah-u Teâlâ ezelî ve ebedîdir. Zâtının evveli ve âhiri, dengi ve benzeri olmadığı gibi; sıfatlarının da öncesi ve sonrası yoktur.
O'nun bir ve Samed olması; doğurmadığını, doğurulmadığını, dengi ve benzerinin olmadığını göstermektedir.
Binâenaleyh İhlâs sûre-i şerif'i "Tevhid akidesi"nin özünü ihtiva etmektedir. İslâm'da ayrı bir önemi olması sebebiyledir ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki İhlâs sûresi Kur'an'ın üçte birine denktir." buyurmuşlardır. (Buhârî)
Bu sûre-i şerif'in bir çok isimleri vardır.
Beyan ettiği gerçekleri benimseyip inanan kimse dininde ihlâs sahibi olduğu, bu inançla ölen kimseyi de cehennemden halâs ettiği için Sûre-i ihlâs denmiştir.
Sûre-i tevhid: Allah-u Teâlâ'nın varlığını, birliğini, eşi benzeri ortağı olmadığını beyan eder.
Sûre-i tecrid: Allah-u Teâlâ'yı Zât-ı ecell-ü Â'lâ'sına yakışmayan bütün noksan sıfatlardan ayırıp, kemâl sıfatları ile vasıflandırır.
Sûre-i mârifet: Mârifetullah bu sûre-i şerif'in mânâsına tamamıyla vâkıf olmakla tanımlanır.
Sûre-i velâyet: Bu sûre-i şerif'i kemâl-i edeble okuyan, tebliğ ettiği mânâlara nüfuz eden kimse velâyet makamına yükseltilir.
Sûre-i nûr: İnsanların gönüllerini nûrlandırır.
Sûre-i muhzar: Bu sûre-i şerif okunduğunda işitmek için melâike-i kiram hazır olur, kemâl-î edeple dinlerler.
Sûre-i esas: Bu sûre-i şerif'in mânâsı dinin esasını teşkil eder. Göklerle yer bu sûre-i şerif'in esası üzerine kurulmuştur.
Sûre-i necat: Okuyanı dünyada şirk ve küfürden, ahirette cehennemden necata sebep olur.
Sûre-i samed: Bu sûre-i şerif Allah-u Teâlâ'nın mutlak ganî olduğunu; her şeyin ve herkesin O'na muhtaç olduğunu, O'nun ise hiç kimseye muhtaç olmadığını anlatır.
Sûre-i berâet: Bu sûre-i şerif'i okuyan bir zât için Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Gerçekten bu adam şirkten beri oldu." buyurmuşlardır.
•
"Kâfirun" sûre-i şerif'inde "Sizin dininiz size benim dinim bana." buyurularak, "Tevhid" ile "Şirk" arasındaki her türlü yakınlık, araya bir çizgi konularak kestirip atılmıştır.
Bu sûre-i şerif'te ise İslâm'ın getirdiği Tevhid akidesi bütün açıklığı ile zihinlere nakşedilmiştir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz her gün sabah namazının sünnetini edâ ederlerken bu iki sûre-i şerif'i okurlardı.
Kod:
İslâm İlmihali Programı 1.0 3D E-Kitap
http://www.mediafire.com/download/cdrgw3jzx7b5dou/İSLÂM_İLMİHALİ.exe
İslâm İlmihali Programı 1.0 Pdf
http://www.mediafire.com/view/0289km2872zbdei/İSLÂM_İLMİHALİ.pdf
Dini Programlar İndir(Güncel)
http://1drv.ms/1Dqhmtn
Moderatörün son düzenlenenleri: