İsrâîlî bir kaynaktan yazılı ya da sözlü olarak aktarılan olay ve kıssalar. İsrâiliyye kelimesinin çoğuludur. Kur'an'da zikredilen meşhur on iki Yahudi kolunun atası olan Hz. Yakub'un ismi veya lakabı İsrâil'dir. "Tevrat indirilmeden önce, İsrâil'in (Ya'kub'un) kendisine haram kıldığı şeyler dışında, İsrailoğullarına bütün yiyecekler helâldi" (Âlu İmrân, 3/93). Yahudiler Kur'an'da genellikle Benû İsrâil (İsrailoğulları) olarak anılırlar. İbranice olan İsrâil kelimesi, "kul" anlamına gelen "isra" ile, Allah anlamına gelen "İl"den oluşup "Allah'ın kulu" demektir. Ancak Tevrat'taki bir bölüme dayanarak, İsrail kelimesinin "Allah'la uğrasan" anlamına da kullanıldığını söyleyenler vardır. "...Ve ona dedi: Adın nedir? Ve o dedi: Ya'kub. Ve dedi: Artık sana Ya'kub değil ancak İsrail denecek, çünkü sen Allah'la ve insanlarla uğraşıp..." (Kitahı Mukaddes, Tekvin, 32:22-31).
Kelimenin lügavî anlamı hangi anlama delalet ederse etsin, meseleyi sadece tefsire girmiş Yahudi kültürü olarak ifade etmek yanlış olur. İslâm'a yabancı olan her şey bu kelimenin bünyesinde mütalaa edilmelidir. Öyle ki İslâm'a, özellikle Kur'an'ın tefsirine girmiş olan Yahudi, Hristiyan ve diğer dinlere ait kültür kalıntılarıyla, dinin gerek lehine gerek aleyhine uydurulup Hz. Peygambere ve O'nun çağdaşları olan sahabeler ve sonraki nesillere izafe edilen her türlü haber, "İsrailiyyat" kavramı içine girer (Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrailiyyat, Ankara 1979, s. 6, 7).
Yahudilerin Tevrat'ın ayetlerini bilerek değiştirdiklerine dair bir çok ayet vardır.
"İşte bir kitap ki onu bir feyz kaynağı olarak, elleri arasındaki (Tevrat ve İncil'i) tasdik edici (ve doğrultucu) olarak... indirdik" (el-En'âm, 6/92). "(Habibim) de ki; kim Cebrail'e düşman olursa (kahrından gebersin). Çünkü kendinden evvelki kitapları tasdik edici (ve doğrultucu) ve müminler için ayn-ı hidâyet ve müjde olan Kur'an'ı Allah'ın izni ile sana o indirmiştir" (el-Bakara, 2/97);
"Yahudi olanlardan kimi kelimeleri (Allah tarafından) konuldukları yerlerinden (kaldırıp) değiştirirler" (en-Nisa, 4/46);
"(Yahudiler de) Allah'ın kadrini O'na layık olacak bir sûrette hakkıyla takdir etmediler. Çünkü,"Allah, hiç bir beşere, hiç bir şey indirmedi" dediler. Söyle (onlara) ki; "Musa'nın insanlara bir nur ve hidâyet olmak üzere getirdiği ve sizin de parça parça kâğıtlar haline koyup (işinize geleni gösterip) açıkladığınız, (fakat) çoğunu gizlediğiniz o kitabı kim indirdi? Sizin de atalarınızın da bilmediğiniz şeyler Kur'an'da size öğretilmiştir" (el-En'âm, 6/91). Aynı mealdeki diğer ayetler için bk. el-Maide, 5/13; İbn Kesir, Tefsîru'l-Kur'ani'l Azîm, II, 572, v.d).
İsrâiliyyat'ın müslümanlar nezdinde delil olması ve kullanılması konusunda bir takım ihtilaflar olmuştur. Kur'an'da kesinlikle peygambere vahyin dışındaki bilgilere iltifat etmemesi ve sadece kendisine vahyolunana tabi olunması hakkında kesin emirler olduğu, bu konuda sahabeden kesin tavırlar rivayet edildiği halde isrâiliyyatın İslam kültürüne girmesi engellenememiştir. İsrâiliyyatı İslâm'a uygunluğuna göre üç kısımda müteâla etmek mümkündür:
1- Sıhhati bilinip Kur'an'a uygun olanlardır. Bunlar kabul edilir.
2- Yalan olduğu bilinip Kur'an'a ters düşenler; bunlar asla kabul edilmez, rivayeti caiz değildir.
3- Sıhhatini tam olarak bilmediklerimiz. Bunlar ne kabul edilir ve ne de reddedilir (İsmâil Cerrahoğlu, Kur'ân Tefsirinin doğuşu ve buna hız veren amiller, Ankara 1965, s. 65).
Kur'an-ı Kerim, Ashâb-ı Kehf olayını anlattıktan sonra, bir meselenin ayrıntısı konusunda peygambere şunu emreder: "Onlar hakkında bu kısaca anlatılanın dışında kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey sorma" (el-Kehf, 18/22). Kur'an'ın öngördüğü tavrı Resulullah'ın hayatında da görüyoruz. Ebu Hureyre'nin nakline göre, Hz. Peygamber zamanında Ehl-i kitaptan Yahudiler, Tevrat'ı İbranice okurlar ve onu müslümanlar anlasınlar diye Arapça olarak tefsir ederlerdi. Durumdan haberdar olan Resulullah: "Ehl-i kitabı tasdik de, tekzip de etmeyin; sizler "biz Allah'a ve O'nun tarafından indirilene iman ettik" deyiniz" (el-Bakara, 2/136) buyurdu (Buhârî, Şehâdet, 29; İ'tisâm, 25).
Yine Ahmed b. Hanbel'in ve el-Bezzâr'ın Câbir'den rivayetlerine göre, Hz. Ömer Tevrat'tan bir paça yazmıştı. Yazdığı bu parçayı Hz. Peygamber'e getirdi ve okumaya başladı. Bu esnada Hz. Peygamberin yüzü renkten renge girdi. Mecliste bulunan Ensar'dan bir zat Hz. Ömer'e; "Yazıklar olsun sana ey Hattab oğlu Ömer! Sen Resulullah'ın yüzünü gõrmüyor musun?" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber; "Ehl-i kitaba bir şey sormayın. Kendileri sapık olan bu adamlar sizi asla doğru yola iletemezler. Sizler de ya hak olan bir şeyi yalanlamış ya da batıl olan bir şeyi doğrulamış olursunuz. Allah'a yemin ederim ki eğer Musa sağ olsaydı, bana iman edip yoluma uymaktan başka çare bulamazdı" buyurdu (Ahmed b. Hanbel, III, 387).
İbn Abbas, bir gün bazı müslümanlara şöyle çıkıştı: "Ey müslümanlar topluluğu! Elinizde Allah'ın Resulu Muhammed'e indirdiği ve okumakta olduğunuz en son ve hiç bozulmamış Kitab'ı bulunduğu halde, nasıl oluyor da Ehl-i kitaba (bazı şeyler) soruyorsunuz? Kaldı ki Allah Ehl-i kitabın kendilerine indirilen şeyleri değiştirdiklerini, Kitabı elleriyle tağyir edip bozduklarını haber verdi: "Onlar elleriyle Kitabı yazıp da, sonra onu az bir parayla satabilmek için, bu Allah katındandır dediler (el-Bakara, 2/79). Vahye dayalı olarak size gelen ilimden bunca şey, sizi onlara müracaattan alıkoymuyor mu? Andolsun ki biz onlardan hiç birinin size indirilenden sorduğunu asla görmüyoruz" (Buhârî, İ'tisâm, 25; Tevhîd, 42, 43; Şehadet, 31).
Bunlara ve benzer bir çok rivayete rağmen, Sahabe döneminden günümüze kadar bir çok müfessirin, âlimin İsrail haberleri eserlerine aldıkları görülmektedir. Fakat bundan kendilerini koruyan âlimlerin sayısı da az değildir. Bunlar konuyu fıkhî açıdan ele alarak, Kur'an dışında kalan mukaddes kitapların -nakil şurada dursun- tetkik ve okunmasına dahi müsaade etmemişlerdir.
Yukarıda Ehl-i kitab'tan rivayette bulunma konusundaki tavrını gördüğümüz İbn Abbas'tan buna muhalif olarak İsrâil rivâyetler nakledilmiştir. Oysa İmam Şafiî, İbn Abbas'tan tefsîre ait gelen yüz rivayetin dışında kalanların ona ait olmadığını söylemektedir. Bu da İbn Abbas'ın isminin istismar edildiğini ve uydurma bazı rivayetlerin ona isnâd edildiğini gösterir.
Önceden hristiyan veya yahudi olan bazı kimselerin İslâm'a girdikten sonra eski kültürlerini, bilgilerini bir müslüman olarak anlatması sonucu bir çok İsrail rivayet İslâm'a girmiştir. Bu rivayetlerin dine girmesinin bir başka etkeni de insanların merak duygusu ve daha çok ayrıntıyı bilme isteği olmuştur.
Kur'an'ın özlü, güzel bir tarzda anlattığı kıssalarla ilgili birçok şeyler düşünülmüş nakledilmiş ve yakıştırılmıştır. Kur'an'da ayrıntıya girilmemiştir. Ayrıntılı bilgiler bazı kimseler tarafından Tevrât ve İncil'den tenkit süzgecinden geçirilmeden nakledilmiş ve tefsir kitaplarına ek bilgi kabilinden kaydedilmiştir. Daha sonra ise, bu hurâfeler dinin aslından zannedilmiş ve böylece Kur'an'da anlatıları kıssalardan oldukça farklı sonuçların ortaya çıkmasına neden olunmuştur. Halbuki geçmişle ilgili bilinmeyen konulardaki tartışma yasaklanmıştır. Kur'an'da bildirilmeyen geçmiş ümmetler ve medeniyetler hakkındaki hiç bir bilgi kesin ilim ifade etmez; zan ve tahmine dayanır. Bu çeşit tahmini bilgiler de dinin temel esaslarını ilgilendiren konularda bir ölçü kabul edilmez.
Abdullah YÜCEL
Kelimenin lügavî anlamı hangi anlama delalet ederse etsin, meseleyi sadece tefsire girmiş Yahudi kültürü olarak ifade etmek yanlış olur. İslâm'a yabancı olan her şey bu kelimenin bünyesinde mütalaa edilmelidir. Öyle ki İslâm'a, özellikle Kur'an'ın tefsirine girmiş olan Yahudi, Hristiyan ve diğer dinlere ait kültür kalıntılarıyla, dinin gerek lehine gerek aleyhine uydurulup Hz. Peygambere ve O'nun çağdaşları olan sahabeler ve sonraki nesillere izafe edilen her türlü haber, "İsrailiyyat" kavramı içine girer (Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrailiyyat, Ankara 1979, s. 6, 7).
Yahudilerin Tevrat'ın ayetlerini bilerek değiştirdiklerine dair bir çok ayet vardır.
"İşte bir kitap ki onu bir feyz kaynağı olarak, elleri arasındaki (Tevrat ve İncil'i) tasdik edici (ve doğrultucu) olarak... indirdik" (el-En'âm, 6/92). "(Habibim) de ki; kim Cebrail'e düşman olursa (kahrından gebersin). Çünkü kendinden evvelki kitapları tasdik edici (ve doğrultucu) ve müminler için ayn-ı hidâyet ve müjde olan Kur'an'ı Allah'ın izni ile sana o indirmiştir" (el-Bakara, 2/97);
"Yahudi olanlardan kimi kelimeleri (Allah tarafından) konuldukları yerlerinden (kaldırıp) değiştirirler" (en-Nisa, 4/46);
"(Yahudiler de) Allah'ın kadrini O'na layık olacak bir sûrette hakkıyla takdir etmediler. Çünkü,"Allah, hiç bir beşere, hiç bir şey indirmedi" dediler. Söyle (onlara) ki; "Musa'nın insanlara bir nur ve hidâyet olmak üzere getirdiği ve sizin de parça parça kâğıtlar haline koyup (işinize geleni gösterip) açıkladığınız, (fakat) çoğunu gizlediğiniz o kitabı kim indirdi? Sizin de atalarınızın da bilmediğiniz şeyler Kur'an'da size öğretilmiştir" (el-En'âm, 6/91). Aynı mealdeki diğer ayetler için bk. el-Maide, 5/13; İbn Kesir, Tefsîru'l-Kur'ani'l Azîm, II, 572, v.d).
İsrâiliyyat'ın müslümanlar nezdinde delil olması ve kullanılması konusunda bir takım ihtilaflar olmuştur. Kur'an'da kesinlikle peygambere vahyin dışındaki bilgilere iltifat etmemesi ve sadece kendisine vahyolunana tabi olunması hakkında kesin emirler olduğu, bu konuda sahabeden kesin tavırlar rivayet edildiği halde isrâiliyyatın İslam kültürüne girmesi engellenememiştir. İsrâiliyyatı İslâm'a uygunluğuna göre üç kısımda müteâla etmek mümkündür:
1- Sıhhati bilinip Kur'an'a uygun olanlardır. Bunlar kabul edilir.
2- Yalan olduğu bilinip Kur'an'a ters düşenler; bunlar asla kabul edilmez, rivayeti caiz değildir.
3- Sıhhatini tam olarak bilmediklerimiz. Bunlar ne kabul edilir ve ne de reddedilir (İsmâil Cerrahoğlu, Kur'ân Tefsirinin doğuşu ve buna hız veren amiller, Ankara 1965, s. 65).
Kur'an-ı Kerim, Ashâb-ı Kehf olayını anlattıktan sonra, bir meselenin ayrıntısı konusunda peygambere şunu emreder: "Onlar hakkında bu kısaca anlatılanın dışında kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey sorma" (el-Kehf, 18/22). Kur'an'ın öngördüğü tavrı Resulullah'ın hayatında da görüyoruz. Ebu Hureyre'nin nakline göre, Hz. Peygamber zamanında Ehl-i kitaptan Yahudiler, Tevrat'ı İbranice okurlar ve onu müslümanlar anlasınlar diye Arapça olarak tefsir ederlerdi. Durumdan haberdar olan Resulullah: "Ehl-i kitabı tasdik de, tekzip de etmeyin; sizler "biz Allah'a ve O'nun tarafından indirilene iman ettik" deyiniz" (el-Bakara, 2/136) buyurdu (Buhârî, Şehâdet, 29; İ'tisâm, 25).
Yine Ahmed b. Hanbel'in ve el-Bezzâr'ın Câbir'den rivayetlerine göre, Hz. Ömer Tevrat'tan bir paça yazmıştı. Yazdığı bu parçayı Hz. Peygamber'e getirdi ve okumaya başladı. Bu esnada Hz. Peygamberin yüzü renkten renge girdi. Mecliste bulunan Ensar'dan bir zat Hz. Ömer'e; "Yazıklar olsun sana ey Hattab oğlu Ömer! Sen Resulullah'ın yüzünü gõrmüyor musun?" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber; "Ehl-i kitaba bir şey sormayın. Kendileri sapık olan bu adamlar sizi asla doğru yola iletemezler. Sizler de ya hak olan bir şeyi yalanlamış ya da batıl olan bir şeyi doğrulamış olursunuz. Allah'a yemin ederim ki eğer Musa sağ olsaydı, bana iman edip yoluma uymaktan başka çare bulamazdı" buyurdu (Ahmed b. Hanbel, III, 387).
İbn Abbas, bir gün bazı müslümanlara şöyle çıkıştı: "Ey müslümanlar topluluğu! Elinizde Allah'ın Resulu Muhammed'e indirdiği ve okumakta olduğunuz en son ve hiç bozulmamış Kitab'ı bulunduğu halde, nasıl oluyor da Ehl-i kitaba (bazı şeyler) soruyorsunuz? Kaldı ki Allah Ehl-i kitabın kendilerine indirilen şeyleri değiştirdiklerini, Kitabı elleriyle tağyir edip bozduklarını haber verdi: "Onlar elleriyle Kitabı yazıp da, sonra onu az bir parayla satabilmek için, bu Allah katındandır dediler (el-Bakara, 2/79). Vahye dayalı olarak size gelen ilimden bunca şey, sizi onlara müracaattan alıkoymuyor mu? Andolsun ki biz onlardan hiç birinin size indirilenden sorduğunu asla görmüyoruz" (Buhârî, İ'tisâm, 25; Tevhîd, 42, 43; Şehadet, 31).
Bunlara ve benzer bir çok rivayete rağmen, Sahabe döneminden günümüze kadar bir çok müfessirin, âlimin İsrail haberleri eserlerine aldıkları görülmektedir. Fakat bundan kendilerini koruyan âlimlerin sayısı da az değildir. Bunlar konuyu fıkhî açıdan ele alarak, Kur'an dışında kalan mukaddes kitapların -nakil şurada dursun- tetkik ve okunmasına dahi müsaade etmemişlerdir.
Yukarıda Ehl-i kitab'tan rivayette bulunma konusundaki tavrını gördüğümüz İbn Abbas'tan buna muhalif olarak İsrâil rivâyetler nakledilmiştir. Oysa İmam Şafiî, İbn Abbas'tan tefsîre ait gelen yüz rivayetin dışında kalanların ona ait olmadığını söylemektedir. Bu da İbn Abbas'ın isminin istismar edildiğini ve uydurma bazı rivayetlerin ona isnâd edildiğini gösterir.
Önceden hristiyan veya yahudi olan bazı kimselerin İslâm'a girdikten sonra eski kültürlerini, bilgilerini bir müslüman olarak anlatması sonucu bir çok İsrail rivayet İslâm'a girmiştir. Bu rivayetlerin dine girmesinin bir başka etkeni de insanların merak duygusu ve daha çok ayrıntıyı bilme isteği olmuştur.
Kur'an'ın özlü, güzel bir tarzda anlattığı kıssalarla ilgili birçok şeyler düşünülmüş nakledilmiş ve yakıştırılmıştır. Kur'an'da ayrıntıya girilmemiştir. Ayrıntılı bilgiler bazı kimseler tarafından Tevrât ve İncil'den tenkit süzgecinden geçirilmeden nakledilmiş ve tefsir kitaplarına ek bilgi kabilinden kaydedilmiştir. Daha sonra ise, bu hurâfeler dinin aslından zannedilmiş ve böylece Kur'an'da anlatıları kıssalardan oldukça farklı sonuçların ortaya çıkmasına neden olunmuştur. Halbuki geçmişle ilgili bilinmeyen konulardaki tartışma yasaklanmıştır. Kur'an'da bildirilmeyen geçmiş ümmetler ve medeniyetler hakkındaki hiç bir bilgi kesin ilim ifade etmez; zan ve tahmine dayanır. Bu çeşit tahmini bilgiler de dinin temel esaslarını ilgilendiren konularda bir ölçü kabul edilmez.
Abdullah YÜCEL