İnsanın elle oynama veya herhangi bir şeyle kendi kendini cinsel yönden tatmin etmesi.
İslâm'a göre kendi kendini tatminin hükmü, kişinin içinde bulunduğu şartlar gözönüne alınmadan değerlendirilemez. Bu açıdan, önce insanın biyolojik ve ruhi yaratılışı ve yaşadığı ortamı iyi değerlendirmek gerekir. Herşeyi çift çift yaratan yüce Allah, insanı da neslinin devamı ve huzuru için, birbirine kaynaşmaya elverişli ve birbirini çekici iki cins olarak yaratmış ve onların ihtiyaçlarını da karşılıklı yaratmıştır. İnsanın bu ihtiyacını giderme yolu olarak evlilik müessesesini helâl ve gerekli kılan Allah Teâlâ, bunun dışındaki yolların insan yaratılışına aykırı olduğunu bildirmiştir. İslâm insanları kadın-erkek ayrımı gözetmeksizin evliliğe teşvik ederken evlilik dışı ilişkileri şiddetle cezalandırmaktadır. Bekârlığın ortadan kaldırılmasını sürekli öğütleyen İslâm, müslümanlara aralarındaki bekarları evlendirme yükümlülüğünü getirmektedir. İslâm'ın teklif etliği toplum modelinde sorumluluk yüklenebileceği erkek ve kadınlar evlenerek yuva kurarlar; evlenmeye gücü yetmeyenler de sabreder ve isteklerine gem yardımcı olması için oruç tutarlar. Bu, Hz. Peygamber'in bekarlara tavsiye ettiği bir yoldur (Buharî, Savm, 10).
Ekonomik olarak dayanışmalı bir İslâm toplumunda evlenmeye gücü yetmeyen kişiler de toplumsal dayanışma ve yardımlaşmayla bu olumsuz durumdan kurtulup evlenme imkânı bulacağı muhakkaktır. Bekârlığı tercih eden kitle azınlık durumundadır. İslâm'da toplum ailelerden meydana gelir. Ayrıca islâm toplumunda kadın-erkek ilişkileri en az seviyededir. Bu sebeple insanın (bekar dahi olsa) rasgele, okulda, çarşıda, sokakta cinsel yönden huzurlu bir toplumdur. Böyle bir toplumda insanın kendi kendini tatmin gibi çirkin bir yola ihtiyaç duymayacağı açıktır. Ancak, İslam'ın öngördüğü vasıflardan uzak olan günümüz toplumlarında. bir müslümanın durumu ile İslâm toplumunun şartlarını ayrıştırmak gerekir. Müslümanlar küfür toplumunda yaşamaktalar, bu sebeple inandıkları değerleri göz ardı edilmekte, hatta ayaklar altına alınmaktadır. İnsanlar bu toplumda sokağa çıktıklarında, çarşıda pazarda, işyerinde, okulda. otobüste sürekli olarak cinsel saldırılarla karşı karşıyalar. Hatta birçok (tamamına yakını) müslüman, televizyonun inanmayan bir azınlığın kontrolünde olduğu için evinde dahi bu saldırılara muhataptır. Günahtır diye gitmediği, uzak durduğu en çirkin görüntüler oturma odasına, yatak odasına kadar girmiştir. Müslüman gençlerin çoğunluğunun da ekonomik yönden zayıf ailelerden gelmesi, günümüz şartlarında evlenmeyi zorlaştıran bir olaydır. Böyle bir toplumda, müslümanlar "güçsüz bekârla evlendirme" sorumluluğunu yerine getirmiyor iseler o toplumda yaşamak zorunda olan bir müslümanın kendi kendini tatmin etmesi haram mıdır, helâl mıdır?
"Onlar, eşleri ve cariyeleri dışında mahrem yerlerini herkesten korurlar. Doğrusu bunlar yerilemezler. Bu sınırları aşmak isteyenler; işte bunlar, aşın gidenlerdir" (el-Müminûn, 23/5-7) ayeti ile benzer anlam taşıyan (el-Meâric, 71/29-31) ayetlerine göre, bu fiil "sınırları aşmak" "aşırı gitmek" olarak değerlendirilip, haram sayılabilir mi? İslâm âlimlerinin çoğunluğu, buradaki aşırı gitmek sözünden eş ve cariye dışına bir başka kadınla birleşmeyi anlamışlar ve istimnâyı bu birinci derecede haramların arasında saymamışlardır."Elle boşalan lânetlidir" hadisi şerifi kesin bir hüküm koyuyor, yasaklıyor. Ancak İslâm âlimleri bu hadisin, sahih hadis kitaplarına girecek kadar sağlam senetli olmadığı için, haram-helâl bağlamında delil olmayacağını savunurlar. Bazı Hanefî ve Hanbelî âlimleri eşi olmayan birinin, alışkanlık haline getirmemek şartıyla bu sıkıntısını giderebileceği görüşündedirler. Ancak bunu, zina tehlikesine düşmemek ve çok fazla zihni meşgul etmemek için açık bırakıları bir zaruret kapısı olarak görmek gerekir. Asıl olarak helâl değildir. Bunu hiçbir İslâm âlimi savunmamıştır. İki tercih arasında kalan bir müslüman zararı daha az olanını tercih etmelidir. Bu bir fıkıh kuralıdır. Eğer bir müslüman, zina yapabilecek kadar kendi kontrolünü kaybetmişse, daha hafif olan bu yolu tercih eder ve zina tehlikesinden kendisini kurtarır.
İbn Âbidîn bu konuda şu tesbitleri yapar: "Keyfî olarak şehvetini gidermek için el ile menisini getirmek haramdır. Ancak şehveti kendisine galebe çalıp da karısı veya cariyesi bulunmazsa, şehvetini teskin için bunu yaptığında günahkâr olmayacağı umulur. Hatta Ebu'l-Leys şöyle demiştir: Böyle bir kimse zina edeceğinden korkarsa, el ile meni getirerek şehvetini teskin etmesi vacip olur" (İbn Abidîn, Reddü'l-Muhtâr, İstanbul 1984, IV, 27, 28).
Başka bir yerde konuya şöyle yer verilir: "El ile meni indirme zinadan korunmak için yapılmışsa bu vacip olur. Çünkü daha hafiftir. Burada Fethu'l-Kadîr'in ifadesi şöyledir: "Şehveti galebe çalar da, onu teskin için yaparsa cezalanmaması umulur". Mi'râcu'd-Dirâye'de bu bilgilere şu ilâveler yapılmıştır. "Ahmed b. Hanbel'e ve Şafiî'nin eski görüşüne göre, bu konuda ruhsat vardır. Fakat yeni görüşünde haramdır. Erkeğin, menisini karısının veya ceriyesinin eli ile indirmesi caizdir". El ile meni indirmeye mekruh denilmesi tenzihen olmalıdır. es-Sirâc' adlı eserde şöyle denilmektedir: "Bununla kalbi meşgul edecek derecede fazla olan şehveti teskin etmek ister de, evlenmemiş bekâr olur, ceriyesi de bulunmazsa; yahut bulunup da bir özründen dolayı ona yaklaşamazsa; Ebu'l-Leys; "Böylesine bir vebal olmayacağını umarım" demiştir. Ama şehvetini celbetmek için yaparsa günahkâr olur" (İbn Âbidîn, a.g.e., II, 399 vd).
Ahmed b. Hanbel meniyi kan aldırmak gibi vücuttan dışarı atılması gereken bir fazlalık olarak görmüştür. Bu yüzden zinaya düşme korkusu ve evlenmeye gücü yetmeme hallerinde bunun caiz olduğunu söylemiştir (Yusuf el-Kardavî, el-Halâl ve'l-Harâm, el-Mektebetü'l-İslâmî, 1978, s. 166).
Bu şartlar gözönünde bulundurulacak olursa, elle boşalmanın hükmünü herkes kendi vicdanında daha iyi verebilir. Ancak insan fıtratı bunu hoş karşılamaz; yaptıktan sonra pişmanlık duygusu gelen bir fiilin de kesin olarak helalliğine hiçbir müslüman inanamaz ve bu yolu çözüm olarak göremez. Haramlar bellidir, helâller bellidir. İkisi arasında şüpheli şeyler vardır. En güzeli bunlardan uzak durmaktır. Nitekim tıp otoriteleri de aşırı alışkanlık haline getirilen istimnânın ruhî ve fizyolojik zararlarını ortaya koymaktadırlar.
Fedakâr KIZMAZ
İslâm'a göre kendi kendini tatminin hükmü, kişinin içinde bulunduğu şartlar gözönüne alınmadan değerlendirilemez. Bu açıdan, önce insanın biyolojik ve ruhi yaratılışı ve yaşadığı ortamı iyi değerlendirmek gerekir. Herşeyi çift çift yaratan yüce Allah, insanı da neslinin devamı ve huzuru için, birbirine kaynaşmaya elverişli ve birbirini çekici iki cins olarak yaratmış ve onların ihtiyaçlarını da karşılıklı yaratmıştır. İnsanın bu ihtiyacını giderme yolu olarak evlilik müessesesini helâl ve gerekli kılan Allah Teâlâ, bunun dışındaki yolların insan yaratılışına aykırı olduğunu bildirmiştir. İslâm insanları kadın-erkek ayrımı gözetmeksizin evliliğe teşvik ederken evlilik dışı ilişkileri şiddetle cezalandırmaktadır. Bekârlığın ortadan kaldırılmasını sürekli öğütleyen İslâm, müslümanlara aralarındaki bekarları evlendirme yükümlülüğünü getirmektedir. İslâm'ın teklif etliği toplum modelinde sorumluluk yüklenebileceği erkek ve kadınlar evlenerek yuva kurarlar; evlenmeye gücü yetmeyenler de sabreder ve isteklerine gem yardımcı olması için oruç tutarlar. Bu, Hz. Peygamber'in bekarlara tavsiye ettiği bir yoldur (Buharî, Savm, 10).
Ekonomik olarak dayanışmalı bir İslâm toplumunda evlenmeye gücü yetmeyen kişiler de toplumsal dayanışma ve yardımlaşmayla bu olumsuz durumdan kurtulup evlenme imkânı bulacağı muhakkaktır. Bekârlığı tercih eden kitle azınlık durumundadır. İslâm'da toplum ailelerden meydana gelir. Ayrıca islâm toplumunda kadın-erkek ilişkileri en az seviyededir. Bu sebeple insanın (bekar dahi olsa) rasgele, okulda, çarşıda, sokakta cinsel yönden huzurlu bir toplumdur. Böyle bir toplumda insanın kendi kendini tatmin gibi çirkin bir yola ihtiyaç duymayacağı açıktır. Ancak, İslam'ın öngördüğü vasıflardan uzak olan günümüz toplumlarında. bir müslümanın durumu ile İslâm toplumunun şartlarını ayrıştırmak gerekir. Müslümanlar küfür toplumunda yaşamaktalar, bu sebeple inandıkları değerleri göz ardı edilmekte, hatta ayaklar altına alınmaktadır. İnsanlar bu toplumda sokağa çıktıklarında, çarşıda pazarda, işyerinde, okulda. otobüste sürekli olarak cinsel saldırılarla karşı karşıyalar. Hatta birçok (tamamına yakını) müslüman, televizyonun inanmayan bir azınlığın kontrolünde olduğu için evinde dahi bu saldırılara muhataptır. Günahtır diye gitmediği, uzak durduğu en çirkin görüntüler oturma odasına, yatak odasına kadar girmiştir. Müslüman gençlerin çoğunluğunun da ekonomik yönden zayıf ailelerden gelmesi, günümüz şartlarında evlenmeyi zorlaştıran bir olaydır. Böyle bir toplumda, müslümanlar "güçsüz bekârla evlendirme" sorumluluğunu yerine getirmiyor iseler o toplumda yaşamak zorunda olan bir müslümanın kendi kendini tatmin etmesi haram mıdır, helâl mıdır?
"Onlar, eşleri ve cariyeleri dışında mahrem yerlerini herkesten korurlar. Doğrusu bunlar yerilemezler. Bu sınırları aşmak isteyenler; işte bunlar, aşın gidenlerdir" (el-Müminûn, 23/5-7) ayeti ile benzer anlam taşıyan (el-Meâric, 71/29-31) ayetlerine göre, bu fiil "sınırları aşmak" "aşırı gitmek" olarak değerlendirilip, haram sayılabilir mi? İslâm âlimlerinin çoğunluğu, buradaki aşırı gitmek sözünden eş ve cariye dışına bir başka kadınla birleşmeyi anlamışlar ve istimnâyı bu birinci derecede haramların arasında saymamışlardır."Elle boşalan lânetlidir" hadisi şerifi kesin bir hüküm koyuyor, yasaklıyor. Ancak İslâm âlimleri bu hadisin, sahih hadis kitaplarına girecek kadar sağlam senetli olmadığı için, haram-helâl bağlamında delil olmayacağını savunurlar. Bazı Hanefî ve Hanbelî âlimleri eşi olmayan birinin, alışkanlık haline getirmemek şartıyla bu sıkıntısını giderebileceği görüşündedirler. Ancak bunu, zina tehlikesine düşmemek ve çok fazla zihni meşgul etmemek için açık bırakıları bir zaruret kapısı olarak görmek gerekir. Asıl olarak helâl değildir. Bunu hiçbir İslâm âlimi savunmamıştır. İki tercih arasında kalan bir müslüman zararı daha az olanını tercih etmelidir. Bu bir fıkıh kuralıdır. Eğer bir müslüman, zina yapabilecek kadar kendi kontrolünü kaybetmişse, daha hafif olan bu yolu tercih eder ve zina tehlikesinden kendisini kurtarır.
İbn Âbidîn bu konuda şu tesbitleri yapar: "Keyfî olarak şehvetini gidermek için el ile menisini getirmek haramdır. Ancak şehveti kendisine galebe çalıp da karısı veya cariyesi bulunmazsa, şehvetini teskin için bunu yaptığında günahkâr olmayacağı umulur. Hatta Ebu'l-Leys şöyle demiştir: Böyle bir kimse zina edeceğinden korkarsa, el ile meni getirerek şehvetini teskin etmesi vacip olur" (İbn Abidîn, Reddü'l-Muhtâr, İstanbul 1984, IV, 27, 28).
Başka bir yerde konuya şöyle yer verilir: "El ile meni indirme zinadan korunmak için yapılmışsa bu vacip olur. Çünkü daha hafiftir. Burada Fethu'l-Kadîr'in ifadesi şöyledir: "Şehveti galebe çalar da, onu teskin için yaparsa cezalanmaması umulur". Mi'râcu'd-Dirâye'de bu bilgilere şu ilâveler yapılmıştır. "Ahmed b. Hanbel'e ve Şafiî'nin eski görüşüne göre, bu konuda ruhsat vardır. Fakat yeni görüşünde haramdır. Erkeğin, menisini karısının veya ceriyesinin eli ile indirmesi caizdir". El ile meni indirmeye mekruh denilmesi tenzihen olmalıdır. es-Sirâc' adlı eserde şöyle denilmektedir: "Bununla kalbi meşgul edecek derecede fazla olan şehveti teskin etmek ister de, evlenmemiş bekâr olur, ceriyesi de bulunmazsa; yahut bulunup da bir özründen dolayı ona yaklaşamazsa; Ebu'l-Leys; "Böylesine bir vebal olmayacağını umarım" demiştir. Ama şehvetini celbetmek için yaparsa günahkâr olur" (İbn Âbidîn, a.g.e., II, 399 vd).
Ahmed b. Hanbel meniyi kan aldırmak gibi vücuttan dışarı atılması gereken bir fazlalık olarak görmüştür. Bu yüzden zinaya düşme korkusu ve evlenmeye gücü yetmeme hallerinde bunun caiz olduğunu söylemiştir (Yusuf el-Kardavî, el-Halâl ve'l-Harâm, el-Mektebetü'l-İslâmî, 1978, s. 166).
Bu şartlar gözönünde bulundurulacak olursa, elle boşalmanın hükmünü herkes kendi vicdanında daha iyi verebilir. Ancak insan fıtratı bunu hoş karşılamaz; yaptıktan sonra pişmanlık duygusu gelen bir fiilin de kesin olarak helalliğine hiçbir müslüman inanamaz ve bu yolu çözüm olarak göremez. Haramlar bellidir, helâller bellidir. İkisi arasında şüpheli şeyler vardır. En güzeli bunlardan uzak durmaktır. Nitekim tıp otoriteleri de aşırı alışkanlık haline getirilen istimnânın ruhî ve fizyolojik zararlarını ortaya koymaktadırlar.
Fedakâr KIZMAZ