Bir ölüm haberi duyulunca "Biz Allah'ınız ve ancak O'na dönücüleriz" ayetini okumak.
İstircâ' lügatta, "geri dönmek, geri vermek, geri almak, dönmesini istemek" anlamlarına gelir. Terim olarak ise, "musibet anında inna lillahi ve inna ileyhi râciûn (biz Allah'ınız ve ancak O'na dönücüleriz) ayetini (el-Bakara, 2/156) okumaya" denir. (İbn Manzûr, Lisânü'l-Arab, Beyrut, ty., I, 1130).
Bir müminin, bir yakınının ölüm haberini aldığında veya herhangi bir musibete uğradığında istircâ etmesi (innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn demesi) müstehabdır (Tirmizî, Deâvât, 83; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 313). Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Andolsun, sizi biraz korku, (biraz) açlık, (biraz da) mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenlere (lütuf ve keremimi) müjdele. Ki onlar, kendilerine bir belâ geldiği zaman "Biz (dünyada) Allah'ın (teslim olmuş kullarıy)ız ve biz (ahirette de) ancak O'na dönücüleriz" diyenlerdir" (el-Bakara, 2/155-156).
Bu cümle, Muhammed ümmetine hastır. Mümin, bir belaya uğrayınca; kendisine sayısız nimetler veren Allah tarafından imtihan için aynı zamanda bir hikmet olarak bu musibetin verildiğini düşünerek sabreder ve nice mükâfâtlara kavuşur. Nitekim bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz, "Müslümanın basına gelen hiçbir musibet yoktur ki onun sebebiyle günahı affolunmasını. Hatta ayağına batan dikenle bile" (Müslim, Birr, 49) buyurmuştur. Böylece mü'min herhangi bir âfet, musibet ve belâ ile karşılaşınca isyan etmez; o belanın Allah'tan ve bir hikmete bağlı olarak geldiğini düşünerek sabreder. Allah'a dua ve yakarmasını artırır. Böylece bu musibet onun Allah'a daha çok yakınlaşmasına ve günahlarının affolunmasına vesile olur. Bir başka hadislerinde Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurur: "Başına bir musibet gelen hiçbir müslüman yoktur ki Allah'ın emrettiği şekilde; "Biz Allah'ınız ve ancak O'na dönücüleriz; Allahım! Musibetim hususunda bana ecir ver ve bana bunun arkasından daha hayırlısını ihsân eyle" desin de Allah ona mutlaka daha hayırlısını ihsân buyurmasın" (Müslim, Cenâiz, 3, 4; İbn Mâce, Cenâiz, 55; İbn Kesîr, Tefsîr, Beyrut 1388 h. I, 198; Seyyid Sâbık, Fıkhu's Sünne, Beyrut ty., I, 504).
Mümin, bir musibetle karşılaşınca, hemen feryâd ve figan etmez; onu sabır ve metanetle karşılar; canlarımızın ve mallarımızın Allah'ın mülkü olduğunu düşünür ve Allah'ın mülkünde dilediği gibi tasarruf ettiğini itiraf ederek istircâ eder. Dolayısıyla Allah'ın kaza ve kaderine rıza gösterdiğini itiraf etmiş olur. Böylece sabrının karşılığını görür.
Musibetler, ihlaslı kulları âsî kullardan ayırt etmeye yarar.
Mehmet BULUT
İstircâ' lügatta, "geri dönmek, geri vermek, geri almak, dönmesini istemek" anlamlarına gelir. Terim olarak ise, "musibet anında inna lillahi ve inna ileyhi râciûn (biz Allah'ınız ve ancak O'na dönücüleriz) ayetini (el-Bakara, 2/156) okumaya" denir. (İbn Manzûr, Lisânü'l-Arab, Beyrut, ty., I, 1130).
Bir müminin, bir yakınının ölüm haberini aldığında veya herhangi bir musibete uğradığında istircâ etmesi (innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn demesi) müstehabdır (Tirmizî, Deâvât, 83; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 313). Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Andolsun, sizi biraz korku, (biraz) açlık, (biraz da) mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenlere (lütuf ve keremimi) müjdele. Ki onlar, kendilerine bir belâ geldiği zaman "Biz (dünyada) Allah'ın (teslim olmuş kullarıy)ız ve biz (ahirette de) ancak O'na dönücüleriz" diyenlerdir" (el-Bakara, 2/155-156).
Bu cümle, Muhammed ümmetine hastır. Mümin, bir belaya uğrayınca; kendisine sayısız nimetler veren Allah tarafından imtihan için aynı zamanda bir hikmet olarak bu musibetin verildiğini düşünerek sabreder ve nice mükâfâtlara kavuşur. Nitekim bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz, "Müslümanın basına gelen hiçbir musibet yoktur ki onun sebebiyle günahı affolunmasını. Hatta ayağına batan dikenle bile" (Müslim, Birr, 49) buyurmuştur. Böylece mü'min herhangi bir âfet, musibet ve belâ ile karşılaşınca isyan etmez; o belanın Allah'tan ve bir hikmete bağlı olarak geldiğini düşünerek sabreder. Allah'a dua ve yakarmasını artırır. Böylece bu musibet onun Allah'a daha çok yakınlaşmasına ve günahlarının affolunmasına vesile olur. Bir başka hadislerinde Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurur: "Başına bir musibet gelen hiçbir müslüman yoktur ki Allah'ın emrettiği şekilde; "Biz Allah'ınız ve ancak O'na dönücüleriz; Allahım! Musibetim hususunda bana ecir ver ve bana bunun arkasından daha hayırlısını ihsân eyle" desin de Allah ona mutlaka daha hayırlısını ihsân buyurmasın" (Müslim, Cenâiz, 3, 4; İbn Mâce, Cenâiz, 55; İbn Kesîr, Tefsîr, Beyrut 1388 h. I, 198; Seyyid Sâbık, Fıkhu's Sünne, Beyrut ty., I, 504).
Mümin, bir musibetle karşılaşınca, hemen feryâd ve figan etmez; onu sabır ve metanetle karşılar; canlarımızın ve mallarımızın Allah'ın mülkü olduğunu düşünür ve Allah'ın mülkünde dilediği gibi tasarruf ettiğini itiraf ederek istircâ eder. Dolayısıyla Allah'ın kaza ve kaderine rıza gösterdiğini itiraf etmiş olur. Böylece sabrının karşılığını görür.
Musibetler, ihlaslı kulları âsî kullardan ayırt etmeye yarar.
Mehmet BULUT