Kabileler arasında anlaşmazlık çıkması
Herkes kendisine düşen taraf için taş taşıyor ve duvarlar örülüyordu. Bina, Hacerü’l-Esved’in konulacağı yere kadar yükseltilmişti. Ancak, bu mübarek taşı yerine koymada kabileler arasında anlaşmazlık çıktı. Her kabile, kendisini diğer kabilelerden bu hususa daha lâyık görüyordu. Kabile taassubunun bütün şiddetiyle hüküm sürdüğü bir zamanda, hangi kabile bu şerefi başkasına kaptırmak isterdi? İş kızıştı, tartışma ve münakaşa son derece sertleşti. Öyle ki, birbirleriyle vuruşacaklarına dair yemin bile ettiler.1
Ortalığı bir kargaşalık kaplamıştı. Her an çarpışma bekleniyordu. Çarpışma vuku bulursa, çok kişi hayatını kaybedebilir, çok mal telef olabilirdi. Bu duruma bir çare bulmak gerekiyordu.
Dört beş gün Kâbe’nin duvarlarına tek taş koymadan, Kureyş kabileleri, bekleyip durdular. Sonra tekrar Mescid-i Haram’da toplandılar. Birbirleriyle konuştular, tartıştılar Bu arada, kabileleri uzlaşmaya davet edenler de vardı.
Kanlı bir hâdisenin kopması her an beklenirken, Kureyş’in en yaşlılarından Ebu Ümeyye diye bilinen Huzeyfe bin Muğire, ortaya atıldı ve taraflara şu teklifi sundu:
“Ey Kureyşliler! Anlaşamadığınız şu işte, ma’bedin kapısından (Benî Şeybe kapısını eliyle işaret ederek) ilk girecek zâtı aranızda hakem yapın, o kimse bu işi bir neticeye bağlasın.”2
Ebû Ümeyye’nin bu beklenmedik teklifi, taraflarca tereddütsüz kabul gördü.
Muhammedü’l-Emîn geliyor!
Artık, bütün gözler Benî Şeybe kapısındaydı. Acaba kim çıkacaktı ve kabilelerin anlaşmazlığına nasıl bir çare ile son verecekti? Hiçbir kabilenin gönlünü kırmadan bu işi nasıl halledecekti? Merak dolu bakışlar, Mescid’in mezkûr kapısını dikkatle süzmekte idi.
Kapıdan bir zât belirdi. Uzaktan fark ettiler, kendisine mahsus boyu, posu ve yürüyüşüyle vakar içinde gelen bu zâtı derhal tanıdılar ve sevinç içinde bağırdılar:
“El-Emîn, o! Muhammed, o! Onun aramızda vereceği hükme razıyız.”1
Evet, gelen Muhammedü’l-Emîndi (a.s.m.). Herkesin itimadını kazanmış olan dürüst insandı. Bu sebeple merak dolu bakışlar, birden sevinç bakışlarına döndü. Çünkü, âdil karar vereceğinden, hepsi, tereddütsüz emîndi.
Elbette, isabetli karar vermekten şaşmayan Efendimizin gelişi, tesadüfî değildi. Vereceği hükümle, onlara, peygamberliğinden önce de isabetli görüşe, derin düşünceye sahip olduğunu tasdik ettirecekti.
Kureyş, durumu kendilerine anlattı. Kalbi gibi, zihni de ter temizdi, Efendimizin. İsâbetli kararı vermekte gecikmedi ve şu emri verdi:
“Hemen bana bir örtü getiriniz!”
Ânında getirdiler. Bir rivâyete göre, bu Velid bin Muğire’nin elbisesi idi. Diğer bir rivâyete göre ise, Peygamber Efendimiz bizzat kendi ridâsını bu işte kullandı.2
Kâinatın Efendisi, getirilen örtüyü yere serdi. Küçük büyük herkesin dikkatli bakışları, Efendimizin üzerinde toplanmıştı. O, örtü ile ne yapacaktı?
Merakları fazla sürmedi. Sevgili Peygamberimiz, Hacerü’l-Esved’i bu örtünün ortasına koydu. Sonra da, “Her kabileden bir kişi bunun birer köşesinden tutsun!” diye emretti. Öyle yaptılar. Hacerü’l-Esvedi örtüyle konulacak yere kadar kaldırdılar. Ve Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hacerü’l-Esved’i bizzat kendi elleriyle yerine koyarak, bu şerefe nâil oldu.
Bundan sonra duvar örülmeye başlandı ve kısa zamanda tamamlandı.1
Böylece, Allah Resûlü, İlâhî mevhibenin bir eseri olan isâbetli kararıyla, kabileler arasında büyük bir kanlı çarpışmayı önlemiş oldu. Bu kararıyla, Sevgili Peygamberimiz, kendisinden çok daha yaşlı ve haliyle tecrübeli bulunanlardan bile daha isabetli görüşe, daha kuvvetli muhakemeye ve daha ziyade zekâya sahip bulunduğunu, aynı zamanda, İlâhî bir kuvvetle te’yid edildiğini ortaya koymuş oluyordu.
İbn-i Abbas Hazretlerinin bir rivâyetine göre, Efendimiz, Hacerü’l-Esved’i yerine koyduğu gün, Pazartesi günü idi.
Mübârek taş
Renginin siyah olması sebebiyle Hacerü’l-Esved (Siyah Taş) diye adlandırılan bu mübârek taş, Kâbe’nin Şark köşesinde olup, yerden bir buçuk metre yükseklikte, kapıya yakın bir yerde yerleştirilmiştir. Üç büyük ve birkaç tane de küçük parçadan müteşekkildir. Etrafı gümüş bir halka ile çevrilidir. Bir başka ismi, Ruhu’l-Esved’dir.
Bu mübârek taş, semâvî bir taş olup, Hz. İbrahim’e (a.s.) Hz. Cebrâil tarafından getirilmiştir. Kâbe duvarına yerleştirilmeden evvel, Ebû Kubeys Dağında muhafaza edilmekteydi. Bir rivâyete göre, Kâinatın Serveri, Peygamber Efendimizin, “Ben, peygamber gönderilmeden evvel, Mekke’de bana selâm veren taşı, hâlâ biliyor ve tanıyorum” ifadelerinin işaret ettiği taş, bu Hacerü’l-Esved’dir.
Bir gün, bu taşa yaklaşıp öpen Hz. Ömer, şöyle demişti:
“Çok iyi bilirim ki, sen zararı ve menfaati olmayan bir taş parçasısın. Eğer Resûlullahın seni takbil ettiğini [öptüğünü] görmese idim, asla seni takbil etmezdim.”
Herkes kendisine düşen taraf için taş taşıyor ve duvarlar örülüyordu. Bina, Hacerü’l-Esved’in konulacağı yere kadar yükseltilmişti. Ancak, bu mübarek taşı yerine koymada kabileler arasında anlaşmazlık çıktı. Her kabile, kendisini diğer kabilelerden bu hususa daha lâyık görüyordu. Kabile taassubunun bütün şiddetiyle hüküm sürdüğü bir zamanda, hangi kabile bu şerefi başkasına kaptırmak isterdi? İş kızıştı, tartışma ve münakaşa son derece sertleşti. Öyle ki, birbirleriyle vuruşacaklarına dair yemin bile ettiler.1
Ortalığı bir kargaşalık kaplamıştı. Her an çarpışma bekleniyordu. Çarpışma vuku bulursa, çok kişi hayatını kaybedebilir, çok mal telef olabilirdi. Bu duruma bir çare bulmak gerekiyordu.
Dört beş gün Kâbe’nin duvarlarına tek taş koymadan, Kureyş kabileleri, bekleyip durdular. Sonra tekrar Mescid-i Haram’da toplandılar. Birbirleriyle konuştular, tartıştılar Bu arada, kabileleri uzlaşmaya davet edenler de vardı.
Kanlı bir hâdisenin kopması her an beklenirken, Kureyş’in en yaşlılarından Ebu Ümeyye diye bilinen Huzeyfe bin Muğire, ortaya atıldı ve taraflara şu teklifi sundu:
“Ey Kureyşliler! Anlaşamadığınız şu işte, ma’bedin kapısından (Benî Şeybe kapısını eliyle işaret ederek) ilk girecek zâtı aranızda hakem yapın, o kimse bu işi bir neticeye bağlasın.”2
Ebû Ümeyye’nin bu beklenmedik teklifi, taraflarca tereddütsüz kabul gördü.
Muhammedü’l-Emîn geliyor!
Artık, bütün gözler Benî Şeybe kapısındaydı. Acaba kim çıkacaktı ve kabilelerin anlaşmazlığına nasıl bir çare ile son verecekti? Hiçbir kabilenin gönlünü kırmadan bu işi nasıl halledecekti? Merak dolu bakışlar, Mescid’in mezkûr kapısını dikkatle süzmekte idi.
Kapıdan bir zât belirdi. Uzaktan fark ettiler, kendisine mahsus boyu, posu ve yürüyüşüyle vakar içinde gelen bu zâtı derhal tanıdılar ve sevinç içinde bağırdılar:
“El-Emîn, o! Muhammed, o! Onun aramızda vereceği hükme razıyız.”1
Evet, gelen Muhammedü’l-Emîndi (a.s.m.). Herkesin itimadını kazanmış olan dürüst insandı. Bu sebeple merak dolu bakışlar, birden sevinç bakışlarına döndü. Çünkü, âdil karar vereceğinden, hepsi, tereddütsüz emîndi.
Elbette, isabetli karar vermekten şaşmayan Efendimizin gelişi, tesadüfî değildi. Vereceği hükümle, onlara, peygamberliğinden önce de isabetli görüşe, derin düşünceye sahip olduğunu tasdik ettirecekti.
Kureyş, durumu kendilerine anlattı. Kalbi gibi, zihni de ter temizdi, Efendimizin. İsâbetli kararı vermekte gecikmedi ve şu emri verdi:
“Hemen bana bir örtü getiriniz!”
Ânında getirdiler. Bir rivâyete göre, bu Velid bin Muğire’nin elbisesi idi. Diğer bir rivâyete göre ise, Peygamber Efendimiz bizzat kendi ridâsını bu işte kullandı.2
Kâinatın Efendisi, getirilen örtüyü yere serdi. Küçük büyük herkesin dikkatli bakışları, Efendimizin üzerinde toplanmıştı. O, örtü ile ne yapacaktı?
Merakları fazla sürmedi. Sevgili Peygamberimiz, Hacerü’l-Esved’i bu örtünün ortasına koydu. Sonra da, “Her kabileden bir kişi bunun birer köşesinden tutsun!” diye emretti. Öyle yaptılar. Hacerü’l-Esvedi örtüyle konulacak yere kadar kaldırdılar. Ve Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hacerü’l-Esved’i bizzat kendi elleriyle yerine koyarak, bu şerefe nâil oldu.
Bundan sonra duvar örülmeye başlandı ve kısa zamanda tamamlandı.1
Böylece, Allah Resûlü, İlâhî mevhibenin bir eseri olan isâbetli kararıyla, kabileler arasında büyük bir kanlı çarpışmayı önlemiş oldu. Bu kararıyla, Sevgili Peygamberimiz, kendisinden çok daha yaşlı ve haliyle tecrübeli bulunanlardan bile daha isabetli görüşe, daha kuvvetli muhakemeye ve daha ziyade zekâya sahip bulunduğunu, aynı zamanda, İlâhî bir kuvvetle te’yid edildiğini ortaya koymuş oluyordu.
İbn-i Abbas Hazretlerinin bir rivâyetine göre, Efendimiz, Hacerü’l-Esved’i yerine koyduğu gün, Pazartesi günü idi.
Mübârek taş
Renginin siyah olması sebebiyle Hacerü’l-Esved (Siyah Taş) diye adlandırılan bu mübârek taş, Kâbe’nin Şark köşesinde olup, yerden bir buçuk metre yükseklikte, kapıya yakın bir yerde yerleştirilmiştir. Üç büyük ve birkaç tane de küçük parçadan müteşekkildir. Etrafı gümüş bir halka ile çevrilidir. Bir başka ismi, Ruhu’l-Esved’dir.
Bu mübârek taş, semâvî bir taş olup, Hz. İbrahim’e (a.s.) Hz. Cebrâil tarafından getirilmiştir. Kâbe duvarına yerleştirilmeden evvel, Ebû Kubeys Dağında muhafaza edilmekteydi. Bir rivâyete göre, Kâinatın Serveri, Peygamber Efendimizin, “Ben, peygamber gönderilmeden evvel, Mekke’de bana selâm veren taşı, hâlâ biliyor ve tanıyorum” ifadelerinin işaret ettiği taş, bu Hacerü’l-Esved’dir.
Bir gün, bu taşa yaklaşıp öpen Hz. Ömer, şöyle demişti:
“Çok iyi bilirim ki, sen zararı ve menfaati olmayan bir taş parçasısın. Eğer Resûlullahın seni takbil ettiğini [öptüğünü] görmese idim, asla seni takbil etmezdim.”