Kabrinin yerini gizleyen devlet Bediüzzaman’la nasıl barışacak!
26 Temmuz 2011 Salı 07:37
Kabrinin yerini gizleyen devlet Bediüzzaman’la nasıl barışacak!
Geçtiğimiz günlerde Üstad Bediüzzaman Hazreteleri’nin mümtaz talebelerinden Abdullah Yeğin ağabey, bir sual üzerine Üstad’ın kayıp kabri meselesine dair konuşmuş ve söyledikleri Nurcuların alâka ile tâkib ettikleri Risale Haber sitesinde neşredilmişti. Abdullah abi, Üstad’ın mezarının saklı kalmasına dair vasiyetiyle birlikte mezar ziyaretlerindeki yanlışlıklara da dikkat çekerek, “Ben şahsen Üstadın mezarının açıklanmasını istemiyorum ve lüzum görmüyorum.” diyordu.
Daha önce de bir kaç vesile ile yazip ifâde ettiğim ve içimde kor bir ateş gibi duran Üstad’ın meçhûllerdeki naaşı meselesini bu vesile ile bir daha önümde buldum.
Bediüzzaman Hazretleri’nin mübarek naaşının mezar soyguncusu 1960 darbecilerince bir meçhûle tevdi idilmiş olması, yalnız Nur Talebeleri’nin değil, meseleye muttali olan her vatanperverin kalbinde bir ukde, zaman zaman kanayan bir yaradır. Zirâ hayatta iken rahat verdirmeyip sürgünden sürgüne, hapishaneden hapishaneye attıkları insanlığın yüz akı bu insanın ölüsünden bile ödleri patlayan haydut darbeciler, bir gece vakti Halil-u Rahman Dergâhı’ndaki kabrini balyozlarla parçalamış ve çaldıkları naaşını bâzı rivayetlere göre Isparta topraklarında meçhûl bir yere defnetmişlerdi.
Bugünkü Kürt meselesi de dâhil, çözmekte zorlandığımız bütün büyük meselelerde mutlak hisse sahibi olan darbecilerin bu fiilinin bugüne kadar hesabının sorulmamış olması elîm ve şaşırtıcıdır. O devrin cânilerince idamına hükmedilen merhum Menderes ve arkadaşlarına iâde-i itibâr ile özür dileyip “anıt mezar” diken Ankara, her ne hikmetse Üstad’ın kabrine sıra gelince sağır sultan kesiliyor!
Üstad’ın vasiyetinin zaman ve şartlara taalluku var. Şartlar vücud bulduğunda gizlililiğin de gereği kalmaz. Nitekim Süfyan’dan haber veren Beşinci Şua’ı odun yığınları altında saklamışken bir arama esnasında bulunduktan sonra sahiplenmiş ve bir daha gizlememiştir.
Kaldı ki, Üstad’ın naaşını gizleyenlerin maksadı, en kaba cinsinden din düşmanlığıdır ve dehşetli bir zulümdür. Devlet, Bediüzzaman’dan özür dileyip barışmadığı müddetçe bir çok meselenin hallinde muvaffak olamayacaktır. Muvaffak olmanın yegane şartı Üstad’ın çizgisine gelmek, Risale-i Nurlar’ı rehber ittihaz etmektir. Devletin bu çizgiye gelebilmesinin birinci şartı ise Üstad’a yaptığı zulümlerden ve mezar soygunculuğu alçaklığından dolayı özür dilemesidir.
Bediüzzaman’ı öcü gibi gördüğünü, kabrinin yerini saklamakta ısrar ederek gösteren devlet, mânevî saltanatı insanlığın çehresini değiştirmeye başlayan bu büyük insan ve şâkirdleriyle nasıl barışacak? Perhiz ile lahana turşusu bir arada olur mu? Devlet, er veya geç Bediüzzaman’dan özür dileyerek iâde-i itibârda bulunacak ve kabrinin yerini ifşâ edecektir, etmelidir de.
Kaldı ki, mezarı soyanların ahfâdları olan Ergenekoncular yargı karşısında hesap verirken, bu şeni darbeler devrini başlatan cedlerinin en çirkin, en rezil ve en zulümlü fiillerine sahip çıkmak mümkün mü? Bu kadar tezâdı akıl ve iz’an kabul eder mi? Üstadları’nın kabrini bir gece vakti parçalayarak naaşını çalanların cürmünü mukaddes bir sır gibi saklayan devlete Nur Talebeleri kalblerini samimiyetle açabilirler mi?
Üstad’ın vasiyetinin kıyamete kadar olduğunu söyleyebilecek durumda değiliz. Vasiyet iki temel esasa oturtulmuş: Birincisi ihlâs sırrı, diğeri ise türbe âdâbını bilmemek!.. Her iki sebeb de hükümden ıskat oldu, olmak üzere… İdâdiyeyi çoktan geçtik, ne kimse Üstad’ın şahsına teveccühle ihlâsına zarar verir, ne de boş çayıra giren koyun sürüsü gibi türbesine girilebilir. Nihayetinde üç beş insanın istihdamı ile bütün o hurâfelerin önüne geçilebilir. Kahir ziyaretçisi de Nurlar’ın tedrisinden geçmiş şâkirdleri olacaklarına göre hüküm de ekseriyete göre şekillenir.
Kaldı ki, devlet yerini söylemek istese ağzını mı kapatacağız, “Söyleme!” diye!.. Kaderin hikmetine selâm durmak ayrı, zâlim nebbâşların arsız suratlarını tokatlayıp tükürmek ayrı meseledir! Kürt Meselesi ile başı derde giren devlet, bir şekilde Bediüzzaman ve şâkirdlerinin Kürtler ile Türkleri bir arada tutacak en büyük ve hayatî unsur olduğunu farkedecektir. Türkler gibi Kürtler arasında da yüzbinlerce ferâsetli ve hakperest talebesi bulunan Bediüzzaman’ın kabrini saklamakta devam etmek, onu yok saymakta ısrar etmek demektir. Yok ve düşman saymakta ısrar…
Hayır, bu zulüm daha fazla devam etmemeli. Dokunulmaz denilen bir çok tabuya dokunan, çözülemez denilen bir çok meseleyi çözen veya çözmek için el atan bu cesur iktidar, Bediüzzaman’ın kabrini ifşâ ile bir sulh zemini için kolları sıvamalıdır. Millet ve memleketin selâmeti de bunu iktizâ ediyor.
Bugün
26 Temmuz 2011 Salı 07:37
Kabrinin yerini gizleyen devlet Bediüzzaman’la nasıl barışacak!
Geçtiğimiz günlerde Üstad Bediüzzaman Hazreteleri’nin mümtaz talebelerinden Abdullah Yeğin ağabey, bir sual üzerine Üstad’ın kayıp kabri meselesine dair konuşmuş ve söyledikleri Nurcuların alâka ile tâkib ettikleri Risale Haber sitesinde neşredilmişti. Abdullah abi, Üstad’ın mezarının saklı kalmasına dair vasiyetiyle birlikte mezar ziyaretlerindeki yanlışlıklara da dikkat çekerek, “Ben şahsen Üstadın mezarının açıklanmasını istemiyorum ve lüzum görmüyorum.” diyordu.
Daha önce de bir kaç vesile ile yazip ifâde ettiğim ve içimde kor bir ateş gibi duran Üstad’ın meçhûllerdeki naaşı meselesini bu vesile ile bir daha önümde buldum.
Bediüzzaman Hazretleri’nin mübarek naaşının mezar soyguncusu 1960 darbecilerince bir meçhûle tevdi idilmiş olması, yalnız Nur Talebeleri’nin değil, meseleye muttali olan her vatanperverin kalbinde bir ukde, zaman zaman kanayan bir yaradır. Zirâ hayatta iken rahat verdirmeyip sürgünden sürgüne, hapishaneden hapishaneye attıkları insanlığın yüz akı bu insanın ölüsünden bile ödleri patlayan haydut darbeciler, bir gece vakti Halil-u Rahman Dergâhı’ndaki kabrini balyozlarla parçalamış ve çaldıkları naaşını bâzı rivayetlere göre Isparta topraklarında meçhûl bir yere defnetmişlerdi.
Bugünkü Kürt meselesi de dâhil, çözmekte zorlandığımız bütün büyük meselelerde mutlak hisse sahibi olan darbecilerin bu fiilinin bugüne kadar hesabının sorulmamış olması elîm ve şaşırtıcıdır. O devrin cânilerince idamına hükmedilen merhum Menderes ve arkadaşlarına iâde-i itibâr ile özür dileyip “anıt mezar” diken Ankara, her ne hikmetse Üstad’ın kabrine sıra gelince sağır sultan kesiliyor!
Üstad’ın vasiyetinin zaman ve şartlara taalluku var. Şartlar vücud bulduğunda gizlililiğin de gereği kalmaz. Nitekim Süfyan’dan haber veren Beşinci Şua’ı odun yığınları altında saklamışken bir arama esnasında bulunduktan sonra sahiplenmiş ve bir daha gizlememiştir.
Kaldı ki, Üstad’ın naaşını gizleyenlerin maksadı, en kaba cinsinden din düşmanlığıdır ve dehşetli bir zulümdür. Devlet, Bediüzzaman’dan özür dileyip barışmadığı müddetçe bir çok meselenin hallinde muvaffak olamayacaktır. Muvaffak olmanın yegane şartı Üstad’ın çizgisine gelmek, Risale-i Nurlar’ı rehber ittihaz etmektir. Devletin bu çizgiye gelebilmesinin birinci şartı ise Üstad’a yaptığı zulümlerden ve mezar soygunculuğu alçaklığından dolayı özür dilemesidir.
Bediüzzaman’ı öcü gibi gördüğünü, kabrinin yerini saklamakta ısrar ederek gösteren devlet, mânevî saltanatı insanlığın çehresini değiştirmeye başlayan bu büyük insan ve şâkirdleriyle nasıl barışacak? Perhiz ile lahana turşusu bir arada olur mu? Devlet, er veya geç Bediüzzaman’dan özür dileyerek iâde-i itibârda bulunacak ve kabrinin yerini ifşâ edecektir, etmelidir de.
Kaldı ki, mezarı soyanların ahfâdları olan Ergenekoncular yargı karşısında hesap verirken, bu şeni darbeler devrini başlatan cedlerinin en çirkin, en rezil ve en zulümlü fiillerine sahip çıkmak mümkün mü? Bu kadar tezâdı akıl ve iz’an kabul eder mi? Üstadları’nın kabrini bir gece vakti parçalayarak naaşını çalanların cürmünü mukaddes bir sır gibi saklayan devlete Nur Talebeleri kalblerini samimiyetle açabilirler mi?
Üstad’ın vasiyetinin kıyamete kadar olduğunu söyleyebilecek durumda değiliz. Vasiyet iki temel esasa oturtulmuş: Birincisi ihlâs sırrı, diğeri ise türbe âdâbını bilmemek!.. Her iki sebeb de hükümden ıskat oldu, olmak üzere… İdâdiyeyi çoktan geçtik, ne kimse Üstad’ın şahsına teveccühle ihlâsına zarar verir, ne de boş çayıra giren koyun sürüsü gibi türbesine girilebilir. Nihayetinde üç beş insanın istihdamı ile bütün o hurâfelerin önüne geçilebilir. Kahir ziyaretçisi de Nurlar’ın tedrisinden geçmiş şâkirdleri olacaklarına göre hüküm de ekseriyete göre şekillenir.
Kaldı ki, devlet yerini söylemek istese ağzını mı kapatacağız, “Söyleme!” diye!.. Kaderin hikmetine selâm durmak ayrı, zâlim nebbâşların arsız suratlarını tokatlayıp tükürmek ayrı meseledir! Kürt Meselesi ile başı derde giren devlet, bir şekilde Bediüzzaman ve şâkirdlerinin Kürtler ile Türkleri bir arada tutacak en büyük ve hayatî unsur olduğunu farkedecektir. Türkler gibi Kürtler arasında da yüzbinlerce ferâsetli ve hakperest talebesi bulunan Bediüzzaman’ın kabrini saklamakta devam etmek, onu yok saymakta ısrar etmek demektir. Yok ve düşman saymakta ısrar…
Hayır, bu zulüm daha fazla devam etmemeli. Dokunulmaz denilen bir çok tabuya dokunan, çözülemez denilen bir çok meseleyi çözen veya çözmek için el atan bu cesur iktidar, Bediüzzaman’ın kabrini ifşâ ile bir sulh zemini için kolları sıvamalıdır. Millet ve memleketin selâmeti de bunu iktizâ ediyor.
Bugün