Kapanmak istiyorum kapanamıyorum çevrem engel

Misafir Sorusu

Deneyimli Üye
iyi günler ben kapanamıyorum bilmiyorum kendimi hazır hissediyorum ancak çevremdeki insanlar fikrimi değiştirmeme neden oluyor yanlış anlamayın çevremdeki insanlar kötü değiller ancak ben sanki onlar yargılayacakmış gibi bakacaklar.
 

Mukeka

Düzenleyici
Moderator
Özel Üye
iyi günler ben kapanamıyorum bilmiyorum kendimi hazır hissediyorum ancak çevremdeki insanlar fikrimi değiştirmeme neden oluyor yanlış anlamayın çevremdeki insanlar kötü değiller ancak ben sanki onlar yargılayacakmış gibi bakacaklar.
Kapanmak Allahü Teala Hazretlerinin emridir. Kim ne diyor boş ver bunları eğer milletin lafına bakarsak işimiz zor. Millet ne der diye İslami değerlerden uzaklaşıp ve Allahü Teala Celle Celalühü Hazretlerinin emir ve yasaklarını yaşamazsak cehennemde yerimizi hazırlamış oluruz ve o millet ne der dediklerimizin bize ora da hiç bir faydası olmaz. Söyle onlara cehennemden seni kurtaracaklar mıymış. Benim yazacaklarım bu kadar asıl sözün sahibi Rabbimiz Kuranı Kerim de ne diyor;

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

(30) (Habîbim!) İmanlı erkeklere de ki; (haramlara karşı) gözlerini yumsunlar (da sadece helâllere baksın lar)ve tenâsül uzuvlarını (zina ve livâta gibi haramlar dan) korusunlar/avret yerlerini (açılmaktan) korusun lar/! İşte (günahlara düşüp kirlenmelerindense) bu kendileri için daha temiz (bir hareket)dir./(din ve dünya bakımından) daha faydalı (bir davranış)dır/! Mu hakkak Allâh onların (kime bakmakta ve ne) yapmakta olduklarını(n görünen-görünmeyen yönlerini hakkıyla bilen bir) Habîr’dir.

(31) İmanlı kadınlara da de ki; gözlerini (erkeklerin ve kadınların avret yerlerine bakmaktan) yumsunlar ve tenâsül uzuvlarını (zinadan ve şehvetle birbirine sürtünmeden) korusunlar. (Örf ve âdete göre, zorunlu olarak)kendilerinden görünen (yüzler, ayaklar ve el)ler dışında ziynet (mahalleri olan vücutlarının diğer yer)lerini meydana çıkarmasınlar/ kendilerinden (âdet gereği) görünen (yüzük ve kına gibi) şeyler dışında (örtünmesi gereken bilezik, halhal, küpe ve gerdanlık gibi) süslerini (bile) açığa çıkarmasınlar/! Örtülerini başlarından doğru (câhiliyet devrinde olduğu gibi arka taraflarına değil de,) yakaları üzere (, gerdanlarını, göğüslerini ve tüm vücutlarını kapatacak ve şekil belli etmeyecek bir halde) atsınlar! (Gizlemeleri gereken) ziynet (yer)lerini (hiçbir kimseye) açmasınlar; ancak kocalarına veya babalarına yahut kocalarının babalarına ya da oğullarına veya kocalarının (başka hanımlarından olan)oğullarına yahut erkek kardeşlerine ya da erkek kardeşlerinin oğullarına veya kız kardeşlerinin oğullarına (ya da amca ve da yıları gibi müebbet mahremlerine) yahut kendi(leri gibi imanlı ve hür) kadınlarına ya da (kâfir de olsalar câriyelerden) sağ ellerinin mâlik bulunduklarına veya (kadını erkekten ayıramayacak derecede bunak veya ahmak) erkeklerden (kadınla cinsel ilişkiye karşı) ihtiyaç sahibi olmadıkları halde (sadece arta kalan yemekler için) peşe takılanlara yahut kadınların avret (yer)lerinden haberleri olmaya(cak kadar küçük ola)n o çocuklara (açıvermeleri) müstesnâ!(Halhal gibi) gizlemekte oldukları o ziynetleri bilinsin (de, kendilerine meyledilsin) diye ayaklarıyla da (yere)vurmasınlar! Ey müminler! Hep birlikte Allâh’a tevbe edin! Tâ ki siz (iki cihan saâdetine kavuşarak) felâha erebilesiniz!
Hanefî mezhebinde; yüz, eller ve ayaklar avret değilse de, bun lara şehvetle bakılması haramdır. Dolayısıyla kadının, kendisine şeh vetle bakılacağına dâir en ufak bir endişesi bulunması halinde bu uzuvlarını yabancı erkeklere göstermesi câiz olmaz. Özellikle fitne kaynayan zamanımızda şehvetle bakanla bakmayanı ayırt edebilmek her kadının her an tespit edebileceği bir şey olmadığından; kocaları ve mahremleri dışındakilere bu uzuvlarını, hele de câzibe merkezi olan yüzlerini göstermemeleri en uygun olandır! Burada geçen “Humur” kelimesinin; günümüzdeki türban ve çene altında düğümlenen başörtülerle terceme edilmesi, bu konuda sahâbe ve seleften gelen görüşlere ters düşmektedir. Zira bu husustaki riva yetler; bu kelimenin, baştan aşağı tüm bedeni örtecek “Çâr,çarşaf ve ferâce” gibi örtülerden ibaret olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu gibi yerlerde sahâbe ve seleften gelen rivayetler göz ardı edilerek sadece lügate bakılıp mana verilemez. Zira Kur’ân’ın tefsirini en iyi bilenler hiç şüphesiz ki vahyin nüzûlüne şâhit olan ve kastedilen manaları ilk ağızdan alan sahâbe topluluğu ile onlardan istifâde eden tâbi`în zümresidir. Âişe (Radıyallâhu anhâ) bu âyetin tefsirinde şöyle buyurmuştur: “Allâh muhâcirlerin hanımlarına rahmet etsin!(Onlar Kur’ân’ın emirleriyle amel etmekte o kadar ileriydiler ki;) Allâh-u Te`âlâ: “Çarşaflarını başlarından doğru yakaları üzere atsınlar!” âye tini indirince, onlar hemen çarşaf gibi büyük örtüleri başlarına geçi recek şekilde yarıp onlarla örtündüler.” “Ensar kadınlarının kocaları kendilerine bu âyeti okuduğunda ise; Kur’ân’a onlardan daha kuvvetli inanan görmedim! Her biri kalkıp büyük çarşaflara dolandılarve sa bah namazına o vaziyette çıktılar.” (Buhârî, Tefsîr: 251, No: 4480-81, 4/1782, 1783; İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî, Tefsîr: 24/12, No: 4758-59, 8/347, 348) Bu sahih rivayetlerden açıkça anlaşıldığı üzere; bu âyet-i kerîmeyle amel eden sahâbe hanımlarından hiçbiri sadece başını örtecek şekilde bir örtü şekli edinmemiş, bilakis büyük çarşafların kenarlarını düzelterek ve baş geçirecek yeri yararak tüm bedenlerini kaplayacak şekilde tesettüre bürünmüşlerdir. Nitekim bu rivayetlerde geçen: “Murût” ve “Üzur” kelimelerinin müfretleri olan “Mırt” ve “İzâr” kelimeleri; lügatlerde “Çarşaf” anlamına gelen “Mülâe” kelimesiyle tefsir edil miştir. Zaten burada geçen “Humur” kelimesinin müfredi olan “Hımâr” kelimesi de, büyük müfessir Âlûsî (Rahimehullâh) tarafından; çâr, çarşaf, ferâce gibi tüm bedeni kaplayan büyük örtü anlamına gelen “Mıkne’a” kelimesiyle açıklanmıştır. Dolayısıyla lügate doğru bakanlar da, bu kelimenin, günümüzde bilinen başörtüsü anlamına gelme diğini yakînen anlayacaklardır. Kur’ân âyetleri birbiriyle asla çelişmeyip, hepsi de birbirini tasdik ve tefsir ettiğine göre; Ahzâb Sûresi`nin 59. âyetinde “Cilbâb” emredilirken, burada sadece başörtüsünün emredilmiş olduğunu iddia etmek anlaşılacak bir şey değildir. Nitekim o âyette geçen “Cilbâb” kelimesi de; burada olduğu gibi, ibni Abbâs ve ibni Cübeyr (Radıyallâhu anhüm) tarafından: “Tepeden tırnağa tüm bedeni örten çarşaf” anlamına gelen “Mıkne’a” ve “Milhafe” gibi lafızlarla tefsir edilmiştir.(Taberî, No: 25977-78, 9/306; İbn-i Kesîr: 10/218-219; Âlûsî: 18/142, 22/88) Şu kadar var ki; orada hür kadınların câriyelerden ayrılması hikmetine binaen “Cilbâblarını üzerlerine çeksinler!” buyrulmuş, burada ise; çarşafın üst kısmının, göğüs bölgesi açıkta kalacak şekilde sırt tarafına atılması suretinde vâki olan câhiliyet uygulamasını iptal için: “Çarşaflarını başlarından doğru yakaları üzerine atsınlar!” buyrulmuştur. Dolayısıyla burada “İsti’lâ” (üzerine alma) manasında vârid olan (عَلَىٰ) harf-i cerrini "İntihây-ı gâye" (son hududu bildirme) manası için olan (إِلَى) harf-i cerriyle karıştırarak: "Yakalarına kadar başörtülerini indirsinler!" manasını tercih etmek asla doğru görülemez. Bilakis doğru mana: "Çarşaflarını başlarından itibaren, yakalarının üzerini tamamen örtecek şekilde aşağı doğru atsınlar!" şeklindedir.

Nur Suresi 30. ve 31. Ayetler
 
Moderatörün son düzenlenenleri:
Üst