S.a kardeşlerim.
Allah dostlarından Şakîk-i Belhî Hazretleri (ra) gençlik senelerinde tüccarlık yapıyordu. Bir ara çok şiddetli bir kıtlık baş gösterdi; herkesin suratı asıktı. Açlıktan hiç kimsenin yüzü gülmüyordu.
Bir gün çok neş’eli bir köleye rastladı. Onun hâli dikkatini çekti, “Bu köle nasıl böyle neş’eli ve sevinçli olabiliyor?” diye düşündü. Yanına yaklaşıp sordu:
“Bu kıtlıkta herkes üzüntülüyken sen neş’elisin, hikmeti nedir acaba?” diye sordu.
“Ne için üzüleyim ki? Varlıklı ve zengin bir efendim var benim. Hem şefkatli, merhametli, çok da cömerttir. Böyle iken bu kıtlığı ne diye dert edeyim?” dedi. Bu cevabı işitince:
“Aman yâ Rabbî! Ben ömrümde böyle güzel bir söz duymadım. Köle, âciz bir kula güvenip, neş’eli oluyor. Benimse, Rabbime karşı o kadar güvenim yok mu?” diyerek uzun süre ağladı. Öyle ki, gözyaşları sakallarını ıslattı.
Son birkaç çağdır Müslümanların gerilemelerinin sebeplerinden birisi, tevekkül ve kanaati yanlış anlamalarıdır. İşi, gücü, çalışmayı bırakmış, güya tevekkül ile her şeyi Allah’tan bekliyorlar!
Tevekkülü yanlış anladıklarından huzurları da kaçmıştır. O da mutsuzluğu tetikliyor.
Halbuki tevekkül; sebeplere müracaat ettikten sonra sonucu Allah’tan beklemektir. Yani, Allah’ın tabiata koyduğu kanunlara, sebeplere müracaattır. Yani, tekvinî şeriata, sünnetullaha uymaktır.
Sebeplere müracaat etmeden, şartlarına uymadan iş Allah’a havâle edilirse; bu tevekkül değil; “tembellik” olur.
Kanaat de böyledir. Kanaat; var olanla yetinmek değildir. Kanaat; gerekli çalışmayı yaptıktan sonra nasip olana, verilen razı olmak, memnuniyetini ifâde etmektir.1
Yoksa, mevcut ile yetinmek, himmetsizlik, gayretsizliktir. Şu halde bir insan, “Bu bana yeter, artık çalışmama gerek yok!” demeyecektir. Çalışacak, ama neticeye razı olacaktır.
Yazar : Ali Ferşadoğlu
Dipnot: 1- Bediüzzaman Said Nursî, Sünûhat, s. 19.
Rabbim Tevekkül ile kanaati en güzel bir biçimde anlamayı nasip etsin Amin.Allaha emanetsiniz selam ve dua ile vesselam
Allah dostlarından Şakîk-i Belhî Hazretleri (ra) gençlik senelerinde tüccarlık yapıyordu. Bir ara çok şiddetli bir kıtlık baş gösterdi; herkesin suratı asıktı. Açlıktan hiç kimsenin yüzü gülmüyordu.
Bir gün çok neş’eli bir köleye rastladı. Onun hâli dikkatini çekti, “Bu köle nasıl böyle neş’eli ve sevinçli olabiliyor?” diye düşündü. Yanına yaklaşıp sordu:
“Bu kıtlıkta herkes üzüntülüyken sen neş’elisin, hikmeti nedir acaba?” diye sordu.
“Ne için üzüleyim ki? Varlıklı ve zengin bir efendim var benim. Hem şefkatli, merhametli, çok da cömerttir. Böyle iken bu kıtlığı ne diye dert edeyim?” dedi. Bu cevabı işitince:
“Aman yâ Rabbî! Ben ömrümde böyle güzel bir söz duymadım. Köle, âciz bir kula güvenip, neş’eli oluyor. Benimse, Rabbime karşı o kadar güvenim yok mu?” diyerek uzun süre ağladı. Öyle ki, gözyaşları sakallarını ıslattı.
Son birkaç çağdır Müslümanların gerilemelerinin sebeplerinden birisi, tevekkül ve kanaati yanlış anlamalarıdır. İşi, gücü, çalışmayı bırakmış, güya tevekkül ile her şeyi Allah’tan bekliyorlar!
Tevekkülü yanlış anladıklarından huzurları da kaçmıştır. O da mutsuzluğu tetikliyor.
Halbuki tevekkül; sebeplere müracaat ettikten sonra sonucu Allah’tan beklemektir. Yani, Allah’ın tabiata koyduğu kanunlara, sebeplere müracaattır. Yani, tekvinî şeriata, sünnetullaha uymaktır.
Sebeplere müracaat etmeden, şartlarına uymadan iş Allah’a havâle edilirse; bu tevekkül değil; “tembellik” olur.
Kanaat de böyledir. Kanaat; var olanla yetinmek değildir. Kanaat; gerekli çalışmayı yaptıktan sonra nasip olana, verilen razı olmak, memnuniyetini ifâde etmektir.1
Yoksa, mevcut ile yetinmek, himmetsizlik, gayretsizliktir. Şu halde bir insan, “Bu bana yeter, artık çalışmama gerek yok!” demeyecektir. Çalışacak, ama neticeye razı olacaktır.
Yazar : Ali Ferşadoğlu
Dipnot: 1- Bediüzzaman Said Nursî, Sünûhat, s. 19.
Rabbim Tevekkül ile kanaati en güzel bir biçimde anlamayı nasip etsin Amin.Allaha emanetsiniz selam ve dua ile vesselam