İşlenen suçların ve günahların çoğunu, bunları yapan kişilerde Allah korkusunun bulunmayışına bağlarız. “Bu kimseler Allah’tan korkup Onun azabından çekinselerdi, bu işleri yapmazlardı” deriz. Acaba Allah korkusu nasıl olmalıdır? Yalnızca dehşet ve korku üzerine kurulmuş bir disiplini, İslamın hoşgörü muhtevası ve Cenab-ı Hakkın sonsuz rahmetiyle nasıl bağdaştırabiliriz?
Kur’an-ı Kerim’de mü’minler şöyle anlatılır:
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığı zaman kalbleri titrer. Kendilerine Onun ayetleri okunduğunda imanları artar ve onlar yalnız Rablerine tevekkül ederler.” (1)
Bu ayetten anlaşıldığı gibi, iman nurunun artmasıyla Allah korkusunun kalbde yerleşmesi arasında çok yakın bir ilgi vardır.
Allah’ın ayetleri okundukça imanın ziyadeleşmesini merhum Elmalılı şöyle izah eder:
“İlim ve amel cihetinden gelen deliller arttıkça tahkiki iman inkişaf eder. Yakin ve iman ziyadeleşir.”(2)
Tahkiki imanın da mertebeleri vardır. Bunlardan ilmelyakin mertebesi, delillere dayanarak şüphelere karşı koyar. Taklidi, yani anne ve babadan devralınan ve derin bir araştırmaya dayanmayan bir iman bazan tek bir şüphe karşısında bile mağlûp olabilirken, delillere dayanarak elde edilen bir iman sayısız şüphe karşısında dahi sarsılmaz.
Tahkiki imanın ikinci bir mertebesi aynelyakindir ki, onun da kendi içinde mertebeleri mevcuttur. Allah’ın kainatta tecelli eden güzel isimleri ve bu isimlerin mertebeleri kadar mertebesi vardır. Mü’min o tecellileri görüp okuyabilme kabiliyeti nisbetinde sağlam ve sarsılmaz bir imana sahip olur. Bu safhanın en yüksek mertebelerinde artık kainatı bir kitap gibi okuyabilecek dereceye gelir. Yani, mesela bir çiçek üzerinde Cenab-ı Hakkın Halık, Musavvir, Müzeyyin, Mülevvin, Cemil, Rahim gibi isimlerini okur. Onu yaratan, sûret veren, süsleyen, renklendiren, güzelleştiren ve şefkat ve merhamet gösteren bir yaratıcısının isimlerinin tecellilerini seyreder.
Üçüncü mertebe de hakkalyakin olarak isimlendirilir. Bu dereceye ulaşan bir kimse artık varlık alemlerini saran perdeleri geçmiş ve şüphelerin ordular halinde hücumu karşısında dahi sarsılmayacak bir imana erişmiştir.(3)
Peygamberlerin ve maneviyat rehberlerinin imanı bu derinliğe sahiptir. Miracda Cenab-ı Hakkın cemal ve kelamına muhatap olan Resul-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) ve onun izinden giderek yerde iken Arş-ı Alayı temaşa edebilecek kadar ruhen terakki eden Abdülkadir Geylani Hazretlerinin kuvvetli imanları bu mertebeye misal olarak verilebilir.
Bu umman misali imana sahip olanların her an Cenab-ı Hakkın huzurunda imişçesine duydukları haşyet ve ürpertiyi tarif etmek mümkün müdür?
“Allah’tan ancak ilim sahipleri korkar” (4) mealindeki ayet-i kerimede bu hakikat ifade edilmektedir. Bu hürmet ve haşyet, her mü’minde imanın derecesine göre tecelli eder.
Çünkü insan ilim vasıtasıyla Rabbini tanıdıkça Ona olan sevgisi ve saygısı artmaktadır. Zira bütün kemal mertebelerinin üzerindeki sonsuz bir kemal, elbette ki sonsuz bir hürmete layıktır.Üstün vakarıyla ve eşsiz şahsiyetiyle erişilmez bir mertebeye sahip bir maneviyat büyüğünün huzurunda nasıl içimizi sevinçle karışık bir ürperti kaplıyorsa, onun sayısız defa üstünde bir kemalin sahibi olan Cenab-ı Hak katında nasıl bir ruh hali içine gireceğimizi düşünelim.
Allah sonsuz rahmet ve şefkat sahibi olduğu gibi, aynı zamanda sonsuz derecede gayret ve izzet sahibidir. Pekçok Kur’an ayetinde tekrarlandığı üzere, Allah hem Rahim’dir, hem Aziz’dir. Rahim isminin gereği olarak bütün varlık alemini sonsuz şefkat ve rahmetiyle kucaklarken, Aziz ismiyle de, kanunlarına isyan edenleri ve bu isyanlarıyla izzetine dokunanları cezalandırmaktadır.
Bu itibarla, Cenab-ı Hakkın huzurunda olan bir kul, bir taraftan o sonsuz rahmetin cazibesiyle kendisinden geçmiş, diğer taraftan da gazabının dehşeti karşısında kalbi titrer bir vaziyettedir. Böyle bir insanın Allah’ın emirlerine isyan edip yasaklarını çiğnemesi mümkün müdür?
Bu korku da, tıpkı sevgi gibi, insanı Allah’a götürür. Bu konuda Nur Külliyatında şöyle buyrulur:
“Halik-ı Zülcelalinden havf etmek [korkmak>, Onun rahmetinin şefkatine yol bulup iltica etmek demektir. Havf [korku> bir kamçıdır, Onun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir valide, mesela bir yavruyu korkutup sinesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü şefkat sinesine celb ediyor. Halbuki, bütün validelerin şefkatleri, rahmet-i İlahiyenin bir lem’asıdır [parıltısıdır> . Demek, havfullahta [Allah korkusunda> bir azim [büyük>lezzet vardır.” (5)
Şu halde, korkunun veriliş maksadı da insanı Allah’a götürmektir. Bu bakımdan, bu duygumuzu başka yerlerde kullanıp asıl maksadından uzaklaştırırsak, büyük zararlara uğrarız. Nasıl sevgimizi yanlış yerlerde kullandığımızda, sevdiklerimizden karşılık görmemek; aksine onlar tarafından tahkir edilmek gibinice ıztıraplar içine düşeriz. Aynı şekilde, korku duygusunun yanlış yerde kullanılması da, insanın hayatını zindana çevirir. Çünkü korkulmaya değmediği halde korktuğumuz varlıklar bize gayet sıkıntılı bir zillet yaşatmaktan başka hiçbir şey yapamazlar. Ne yardımcı olabilirler, ne de korkumuzu teskin edebilirler.
Korku hissinin iman ve tevekkülle olan alakası Sözler’de şöyle anlatılır:
“Tam münevverü’l-kalb bir abidi [kalbi nurlanmış bir mü’mini> küre-i arz [dünya> bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki, harika bir kudret-i Samedaniyeyi [Allah’ın kudret tecellilerini> lezzetli bir hayret ile seyredecek. Fakat meşhur bir münevverü’l-akıl denilen [aklını ilim ve düşünce ile aydınlattığı iddia edilen> kalbsiz bir fasık feylesof ise, gökte bir kuyruklu yıldızı görse yerde titrer. ‘Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı?’ der, evhama düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan Amerika titredi. Çokları gece vakti hanelerini terk ettiler.)” (6)
Kaynaklar
1. Enfal Sûresi, 2.
2. Hak Dini Kur'an Dili, 3:2367
3. Bediüzzaman Said Nursi. Emirdağ Lahikası, 1:102-3.
4. Fatır Sûresi, 28
5. Sözler, s. 331
6. A. g. e.
Kur’an-ı Kerim’de mü’minler şöyle anlatılır:
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığı zaman kalbleri titrer. Kendilerine Onun ayetleri okunduğunda imanları artar ve onlar yalnız Rablerine tevekkül ederler.” (1)
Bu ayetten anlaşıldığı gibi, iman nurunun artmasıyla Allah korkusunun kalbde yerleşmesi arasında çok yakın bir ilgi vardır.
Allah’ın ayetleri okundukça imanın ziyadeleşmesini merhum Elmalılı şöyle izah eder:
“İlim ve amel cihetinden gelen deliller arttıkça tahkiki iman inkişaf eder. Yakin ve iman ziyadeleşir.”(2)
Tahkiki imanın da mertebeleri vardır. Bunlardan ilmelyakin mertebesi, delillere dayanarak şüphelere karşı koyar. Taklidi, yani anne ve babadan devralınan ve derin bir araştırmaya dayanmayan bir iman bazan tek bir şüphe karşısında bile mağlûp olabilirken, delillere dayanarak elde edilen bir iman sayısız şüphe karşısında dahi sarsılmaz.
Tahkiki imanın ikinci bir mertebesi aynelyakindir ki, onun da kendi içinde mertebeleri mevcuttur. Allah’ın kainatta tecelli eden güzel isimleri ve bu isimlerin mertebeleri kadar mertebesi vardır. Mü’min o tecellileri görüp okuyabilme kabiliyeti nisbetinde sağlam ve sarsılmaz bir imana sahip olur. Bu safhanın en yüksek mertebelerinde artık kainatı bir kitap gibi okuyabilecek dereceye gelir. Yani, mesela bir çiçek üzerinde Cenab-ı Hakkın Halık, Musavvir, Müzeyyin, Mülevvin, Cemil, Rahim gibi isimlerini okur. Onu yaratan, sûret veren, süsleyen, renklendiren, güzelleştiren ve şefkat ve merhamet gösteren bir yaratıcısının isimlerinin tecellilerini seyreder.
Üçüncü mertebe de hakkalyakin olarak isimlendirilir. Bu dereceye ulaşan bir kimse artık varlık alemlerini saran perdeleri geçmiş ve şüphelerin ordular halinde hücumu karşısında dahi sarsılmayacak bir imana erişmiştir.(3)
Peygamberlerin ve maneviyat rehberlerinin imanı bu derinliğe sahiptir. Miracda Cenab-ı Hakkın cemal ve kelamına muhatap olan Resul-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) ve onun izinden giderek yerde iken Arş-ı Alayı temaşa edebilecek kadar ruhen terakki eden Abdülkadir Geylani Hazretlerinin kuvvetli imanları bu mertebeye misal olarak verilebilir.
Bu umman misali imana sahip olanların her an Cenab-ı Hakkın huzurunda imişçesine duydukları haşyet ve ürpertiyi tarif etmek mümkün müdür?
“Allah’tan ancak ilim sahipleri korkar” (4) mealindeki ayet-i kerimede bu hakikat ifade edilmektedir. Bu hürmet ve haşyet, her mü’minde imanın derecesine göre tecelli eder.
Çünkü insan ilim vasıtasıyla Rabbini tanıdıkça Ona olan sevgisi ve saygısı artmaktadır. Zira bütün kemal mertebelerinin üzerindeki sonsuz bir kemal, elbette ki sonsuz bir hürmete layıktır.Üstün vakarıyla ve eşsiz şahsiyetiyle erişilmez bir mertebeye sahip bir maneviyat büyüğünün huzurunda nasıl içimizi sevinçle karışık bir ürperti kaplıyorsa, onun sayısız defa üstünde bir kemalin sahibi olan Cenab-ı Hak katında nasıl bir ruh hali içine gireceğimizi düşünelim.
Allah sonsuz rahmet ve şefkat sahibi olduğu gibi, aynı zamanda sonsuz derecede gayret ve izzet sahibidir. Pekçok Kur’an ayetinde tekrarlandığı üzere, Allah hem Rahim’dir, hem Aziz’dir. Rahim isminin gereği olarak bütün varlık alemini sonsuz şefkat ve rahmetiyle kucaklarken, Aziz ismiyle de, kanunlarına isyan edenleri ve bu isyanlarıyla izzetine dokunanları cezalandırmaktadır.
Bu itibarla, Cenab-ı Hakkın huzurunda olan bir kul, bir taraftan o sonsuz rahmetin cazibesiyle kendisinden geçmiş, diğer taraftan da gazabının dehşeti karşısında kalbi titrer bir vaziyettedir. Böyle bir insanın Allah’ın emirlerine isyan edip yasaklarını çiğnemesi mümkün müdür?
Bu korku da, tıpkı sevgi gibi, insanı Allah’a götürür. Bu konuda Nur Külliyatında şöyle buyrulur:
“Halik-ı Zülcelalinden havf etmek [korkmak>, Onun rahmetinin şefkatine yol bulup iltica etmek demektir. Havf [korku> bir kamçıdır, Onun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir valide, mesela bir yavruyu korkutup sinesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü şefkat sinesine celb ediyor. Halbuki, bütün validelerin şefkatleri, rahmet-i İlahiyenin bir lem’asıdır [parıltısıdır> . Demek, havfullahta [Allah korkusunda> bir azim [büyük>lezzet vardır.” (5)
Şu halde, korkunun veriliş maksadı da insanı Allah’a götürmektir. Bu bakımdan, bu duygumuzu başka yerlerde kullanıp asıl maksadından uzaklaştırırsak, büyük zararlara uğrarız. Nasıl sevgimizi yanlış yerlerde kullandığımızda, sevdiklerimizden karşılık görmemek; aksine onlar tarafından tahkir edilmek gibinice ıztıraplar içine düşeriz. Aynı şekilde, korku duygusunun yanlış yerde kullanılması da, insanın hayatını zindana çevirir. Çünkü korkulmaya değmediği halde korktuğumuz varlıklar bize gayet sıkıntılı bir zillet yaşatmaktan başka hiçbir şey yapamazlar. Ne yardımcı olabilirler, ne de korkumuzu teskin edebilirler.
Korku hissinin iman ve tevekkülle olan alakası Sözler’de şöyle anlatılır:
“Tam münevverü’l-kalb bir abidi [kalbi nurlanmış bir mü’mini> küre-i arz [dünya> bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki, harika bir kudret-i Samedaniyeyi [Allah’ın kudret tecellilerini> lezzetli bir hayret ile seyredecek. Fakat meşhur bir münevverü’l-akıl denilen [aklını ilim ve düşünce ile aydınlattığı iddia edilen> kalbsiz bir fasık feylesof ise, gökte bir kuyruklu yıldızı görse yerde titrer. ‘Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı?’ der, evhama düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan Amerika titredi. Çokları gece vakti hanelerini terk ettiler.)” (6)
Kaynaklar
1. Enfal Sûresi, 2.
2. Hak Dini Kur'an Dili, 3:2367
3. Bediüzzaman Said Nursi. Emirdağ Lahikası, 1:102-3.
4. Fatır Sûresi, 28
5. Sözler, s. 331
6. A. g. e.