KÜFRE GÖTÜREN AMİLLER
Mikro âlemleri, makro âlemleri, nefislerimizi, Resûlullah'ın muhteşem inkılâplarını mütalaa edip sağlam bir Uluhiyet akidesine sahip olma, Ma'bud-u Mutlak'a hakkıyla inanma, yani, Ma'rifetullah dersine başlamadan evvel; dünden bugüne, eski-yeni bütün kafirlerin ve sapıkların sapkınlıkları ile küfre düşmelerini iktiza eden amiller üzerinde duracağım. Kur'ân-ı Mu'cizü-l Beyan'ın irşad ve iş'arına dayanarak, dört hususu izahtan sonra da Allah'a götüren yol ve amilleri arzetmeye çalışacağım.
CEHALET:
Allah'a karşı küfrün ve dalâletin sebeplerinden birincisi ve en büyüğü cehalettir. Eşyanın varoluşundaki niçin ve neden ile onun subûtunu kavrayamayıştır. Varlığın binlerce hesapla, planla ve tarfelerle tekamülünü, en mükemmel hâle gelişini ve keyfiyetlerine esas olan terkibi kavrayamayıştır. Feza araştırmaları yaparken bile Allah'a inanmayan insanın inançsızlığına amil cehildir, cehalettir. Hem de ilmin içindeki cehalettir.
Bugünün teknik muvaffakiyetlerini netice veren ilimlerin ve ilim adamlarının iddia ettikleri bir kısım hükümler; yarış pistine kulvar dışı girerek vardıkları kanaatlardır. Sebepler zincirinin bütün halkalarını dizip, adım adım son halkaya ilerleyerek, hepsinin niçinini ve nedenini araştırıp, neticede -haşa- "Allah yoktur" hükmüne varılmamıştır. Gerçek dışı bu iddia, meçhul bir perdenin önünde durup, ötesi hakkında sığ ve kısır bir kanaatı ibraz etmektir.
Allah'ı bilemeyen o cahiller, sığ ve sathî idrakleriyle diyalektik yaparak "Allah bizimle konuşsa ya... Allah varsa niye sadece Peygamberle konuşuyor? Bizimle de konuşsa ya..." derler. Dün Mekke sokaklarında gezen o cahillerin sözünü, bugünün mektepli cahilleri de ilim adına söylemekteler. "Allah, Peygamberle konuştuğu gibi bizimle de konuşsa ya..." Kur'ân-ı Kerim, kafirin cehaletini, kainattaki olup-bitenleri kavrayamayışını, "Bir âyet bir mucize gelse ya... Hani taşın, ağacın konuştuğunu görsek ya..."(1) demeleriyle ifade eder.
O cahiller, kâinattaki olup-bitenlerin şaşılacak yapısını kavrayamamaktadırlar. Taş ve ağaçların konuşmamasının, insanın konuşması kadar mucizevî olduğunu, onların da ayrı ayrı diller ve lisanlarla, yaratılışın sırlarını haykırdıklarını duyamamaktadırlar. Kendilerinden daha kocaman bir kelle, daha uzun bir dil, daha büyük bir beyin taşıyan hayvanların düşünemediklerini, konuşamadıklarını görüyorlar; buna rağmen, düşünmek gibi, konuşmak gibi nimetler ile mucizelerin kıymet ve ma'nâsını idrak edemiyor "Bize bir mucize gelse ya..." diyorlar.
Bütün cahiller, böyle birbirine benzer laflar ederler. Kur'ân-ı Kerim, Hazret-i Adem'in karşısındaki kafirin, Resûl-ü Ekrem'in karşısındaki kafirin ve bugün ilim adına cehaletini arzeden üniversiteli kafirin laflarının nasıl da birbirine benzediğini anlatır. Çünkü, hepsi de aynı kaynaktan besleniyorlar: Hâdiselerin nedenini ve niçinini idrak edemeyen basit, sığ ve kısır mantıklarının ürünü olan cehaletten...
Müslüman, inandığı şeyin nedenini, niçinini, nasılını, aslını, faslını, herşeyini bilmelidir. Mü'min, Allah'a hangi esaslara müsteniden inandığını bilmedikçe -bugün olmasa bile yarın- şeytanın oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Kendisi olmasa bile evladı veya torunları o kötü duruma düşmekten uzak kalamazlar. Bu hususu kavrayamayan yakın ecdadımızın, kendilerinden sonra gelen nesillerinin dinsiz olması en bariz misaldir.
Bilerek inanmadıkları, Allah'a îmanla dolup-taşan gönüllere sahip olmadıkları sathî ve basit îmanlarıyla evlatlarına tahkikî îmanı telkin edemedikleri için; çocuklarının îmanları cehaletin ve taklidin ifadesi oldu, tesirsiz kaldı. Böylesi bir îman üç-beş zaman yetse bile uzun zaman tatmin etmedi ve dinsiz, ateist nesiller meydana geldi.
Müslüman cahil değildir, olamaz da. Şeriat dilindeki cahil, kafir demektir. Onun için mü'min herşeyi bilecek; bilmeyi de bilgisizliği de bilecek...
Mikro âlemleri, makro âlemleri, nefislerimizi, Resûlullah'ın muhteşem inkılâplarını mütalaa edip sağlam bir Uluhiyet akidesine sahip olma, Ma'bud-u Mutlak'a hakkıyla inanma, yani, Ma'rifetullah dersine başlamadan evvel; dünden bugüne, eski-yeni bütün kafirlerin ve sapıkların sapkınlıkları ile küfre düşmelerini iktiza eden amiller üzerinde duracağım. Kur'ân-ı Mu'cizü-l Beyan'ın irşad ve iş'arına dayanarak, dört hususu izahtan sonra da Allah'a götüren yol ve amilleri arzetmeye çalışacağım.
CEHALET:
Allah'a karşı küfrün ve dalâletin sebeplerinden birincisi ve en büyüğü cehalettir. Eşyanın varoluşundaki niçin ve neden ile onun subûtunu kavrayamayıştır. Varlığın binlerce hesapla, planla ve tarfelerle tekamülünü, en mükemmel hâle gelişini ve keyfiyetlerine esas olan terkibi kavrayamayıştır. Feza araştırmaları yaparken bile Allah'a inanmayan insanın inançsızlığına amil cehildir, cehalettir. Hem de ilmin içindeki cehalettir.
Bugünün teknik muvaffakiyetlerini netice veren ilimlerin ve ilim adamlarının iddia ettikleri bir kısım hükümler; yarış pistine kulvar dışı girerek vardıkları kanaatlardır. Sebepler zincirinin bütün halkalarını dizip, adım adım son halkaya ilerleyerek, hepsinin niçinini ve nedenini araştırıp, neticede -haşa- "Allah yoktur" hükmüne varılmamıştır. Gerçek dışı bu iddia, meçhul bir perdenin önünde durup, ötesi hakkında sığ ve kısır bir kanaatı ibraz etmektir.
Allah'ı bilemeyen o cahiller, sığ ve sathî idrakleriyle diyalektik yaparak "Allah bizimle konuşsa ya... Allah varsa niye sadece Peygamberle konuşuyor? Bizimle de konuşsa ya..." derler. Dün Mekke sokaklarında gezen o cahillerin sözünü, bugünün mektepli cahilleri de ilim adına söylemekteler. "Allah, Peygamberle konuştuğu gibi bizimle de konuşsa ya..." Kur'ân-ı Kerim, kafirin cehaletini, kainattaki olup-bitenleri kavrayamayışını, "Bir âyet bir mucize gelse ya... Hani taşın, ağacın konuştuğunu görsek ya..."(1) demeleriyle ifade eder.
O cahiller, kâinattaki olup-bitenlerin şaşılacak yapısını kavrayamamaktadırlar. Taş ve ağaçların konuşmamasının, insanın konuşması kadar mucizevî olduğunu, onların da ayrı ayrı diller ve lisanlarla, yaratılışın sırlarını haykırdıklarını duyamamaktadırlar. Kendilerinden daha kocaman bir kelle, daha uzun bir dil, daha büyük bir beyin taşıyan hayvanların düşünemediklerini, konuşamadıklarını görüyorlar; buna rağmen, düşünmek gibi, konuşmak gibi nimetler ile mucizelerin kıymet ve ma'nâsını idrak edemiyor "Bize bir mucize gelse ya..." diyorlar.
Bütün cahiller, böyle birbirine benzer laflar ederler. Kur'ân-ı Kerim, Hazret-i Adem'in karşısındaki kafirin, Resûl-ü Ekrem'in karşısındaki kafirin ve bugün ilim adına cehaletini arzeden üniversiteli kafirin laflarının nasıl da birbirine benzediğini anlatır. Çünkü, hepsi de aynı kaynaktan besleniyorlar: Hâdiselerin nedenini ve niçinini idrak edemeyen basit, sığ ve kısır mantıklarının ürünü olan cehaletten...
Müslüman, inandığı şeyin nedenini, niçinini, nasılını, aslını, faslını, herşeyini bilmelidir. Mü'min, Allah'a hangi esaslara müsteniden inandığını bilmedikçe -bugün olmasa bile yarın- şeytanın oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Kendisi olmasa bile evladı veya torunları o kötü duruma düşmekten uzak kalamazlar. Bu hususu kavrayamayan yakın ecdadımızın, kendilerinden sonra gelen nesillerinin dinsiz olması en bariz misaldir.
Bilerek inanmadıkları, Allah'a îmanla dolup-taşan gönüllere sahip olmadıkları sathî ve basit îmanlarıyla evlatlarına tahkikî îmanı telkin edemedikleri için; çocuklarının îmanları cehaletin ve taklidin ifadesi oldu, tesirsiz kaldı. Böylesi bir îman üç-beş zaman yetse bile uzun zaman tatmin etmedi ve dinsiz, ateist nesiller meydana geldi.
Müslüman cahil değildir, olamaz da. Şeriat dilindeki cahil, kafir demektir. Onun için mü'min herşeyi bilecek; bilmeyi de bilgisizliği de bilecek...