Kur'an Algısında Seyyid Kutub Farkını Anlamak

Mu@YMe

Vip Üye
Özel Üye
Kutub, 29 Ağustos 1966'da Stalin-Hitler karışımı nasyonal sosyalist bir diktatör olan Cemal Abdunnasır tarafından, siyasi sistemle uzlaşmaz muhalefeti nedeniyle idam edilmişti

İdamının üzerinden 35 yıl geçmiş Merhum Kutub, yazdıkları, söyledikleri, özellikle de yaşadıklarıyla, hâlâ günümüz İslam düşüncesi ve müslüman nesilleri üzerinde etkisini sürdürüyor

O, aksiyoner kimliğiyle öne çıktı ya da çıkartıldı Belki bunda, onun dramatik bir biçimde ortadan kaldırılışının rolü büyüktür Fakat kanaatimiz o ki, Kutub'un aksiyoner kimliğinin öne çıkartılması, onun fikir ve ilim adamı kimliğini bir parça geriye itti, hatta perdeledi

Biz Seyyid Kutub'un , Fi-Zılali'l-Kur'an yazarını emsallerinden farklı kılan önemli bir boyutunu ele almak istiyoruz Bu boyut, onun "nesneleşmiş Kur'an" algısının hakim olduğu bir dünyada, inşa edici bir "özne olan Kur'an" anlayışını yeniden kurmaya yönelik inkar edilemez katkısıdır

Bu katkının önemini anlamak için, öncelikle Kur'an'ın inşa etmek istediği hayatla Batı modernitesinin inşa ettiği modern hayat arasındaki fark üzerinde kısaca durmamız gerek

Günümüz dünyasında cari olan hayat, büyük oranda Batı modernitesi eliyle inşa edilmiştir Bu inşanın, inşadan çok bir imha olduğu ortadadır Çünkü Batı modernitesi, bir İslam mütefekkirinin ifadesiyle, insanlık tarihinde "bir yol kazası"dır

Vahyin öznesi olduğu inşa sürecinin hedefi ise, insanın yeryüzündeki varoluş amacına uygun yepyeni bir hayatın inşasıdır Böyle bir hayat, bu hayatı inşa edecek öznenin inşasıyla mümkündür Böyle bir öznenin inşası ise, onun aklının ve o aklın çalışma biçimini ve istikamet açısını belirleyen tasavvurun inşasından geçer Bütün bu inşa süreci sonunda elde edilmek istenen amaç şudur:

İnsan merkezli bir hayat

İman merkezli bir insan

Bilgi merkezli bir iman

Hakikat merkezli bir bilgi

Hakikatin merkezi ise zaten bellidir: "el-Hak" olan Allah…


İnsanlığın değişmez değerlerinin öbür adı olan İslam'ın inşa edeceği bir hayata insanlığın duyduğu şiddetli ihtiyaç, kendisini müslüman olarak niteleyen insanların omuzlarına ağır bir sorumluluk yüklüyor Bu sorumluluğu hissetmek için, "müslümanım" demek yetmiyor Gerçekten kişinin müslüman olması ve İslam'ını ciddiye alması gerekiyor Bu da ancak tasavvurunu, aklını, şahsiyetini vahye inşa ettirmiş bir insan olmasıyla mümkündür

Böyle bir insanın inşasından söz edilmeden, insanlığa kaybettiği umudu yeniden verecek bir medeniyetin inşasından söz edilemez

Çünkü Medine olmadan medeniyet olmaz Medenî olmadan, Medine kurulamaz Zira Medine, medenilerin ellerinde inşa edilen sitenin adıdır Din olmadan gerçek anlamda medeni olunamaz Çünkü edna olan dünyaya meyletmeye yatkın olan beşeri alıp medeni kılmayı amaçlayan tek sahici kurum, din kurumudur Sorumluluk bilinci olmadan da Din olmaz Çünkü Din, insanın Allah'a borçlu (deyn) olduğunun, dolayısıyla Allah'sız bir gelecek tasarlayamayacağının bilincine erdiren müessesenin adıdır

Şimdi bize düşen, vahiyden yola çıkarak vahyin inşa modelini, bu modelden yola çıkarak da vahyi anlamaya çalışmaktır Bu anlamda vahiy "okunan peygamber", Efendimiz "yürüyen Kur'an" idi

Bu ikisini doğru anlamak, ancak vahyin inşa ettiği bir tasavvur ve akılla mümkündür Vahyin bir tasavvuru ve aklı inşa edebilmesi ise, uzun zamanlar boyunca bir "nesne" olarak algılanan vahyin tekrar inşa edici bir "özne" olarak algılanmasıyla mümkündür

İşte "Seyyid Kutub farkı" dediğimiz şey de burada gündeme gelmektedir Seyyid Kutub, tefsirine Fizılali'l-Kur'an (Kur'an'ın gölgesinde) adını verirken, bununla "Kur'an'ın gölgesi altında bir hayatı" kastediyordu Bunun anlamı açık: Seyyid Kutup, Kur'an'ın nesneleştirilmesinin acısını ta yüreğinde duyuyordu Fi-Zılali'l-Kur'an adlı tefsirinin mukaddimesinde okuduğumuz şu sözleri ona söyleten, işte bu acı ve sancıdır ve onun Kur'an'ı nesne olarak değil ilk indiği andaki gibi, inşa edici özne olarak algılama farkıdır:

"Kur'an'ın Gölgesinde yaşamak bir nimettir; sadece onu tadanın farkına varacağı bir nimet; insan hayatını yücelten, onurlandıran, arındıran bir nimet… Kendisi de Allah'ın bir eseri olan insanoğlu, fıtrat binasının kilitli hücrelerini ancak Allah yapısı anahtarlarla açabilir Varoluşsal hastalık ve bunalımlarını sadece Allah Teala'nın takdim ettiği ilaçlarla tedavi edebilir"

Ya et-Tasviru'l-Fenni fi'l-Kur'an adlı eserini anasına ithaf ederken yazdığı şu satırlar:

"Ey Ana, sana ithaf ediyorum!

Küçük yavrun, büyük delikanlın için gösterdiğin uzun çabanın hasadı bu! Her ne kadar o, küçüklükteki Kur'an'ı tilavet güzelliğini yitirmişse de, Kur'an'ın anlamını derinliğine kavrama güzelliğini yitirmeden kalmak, onun en büyük arzusu olacaktır"

Evet, Seyyid Kutub'un aksiyoner kimliğinin gölgesinde kalan bu boyutuna, günümüz müslümanı her şeyden daha fazla muhtaçtır Çünkü günümüz müslümanlarının çoğu Kur'an'ı şahsiyetini inşa eden bir özne olarak değil, kimi zaman "mücevher kutusu", kimi zaman "fetiş", kimi zaman üzerine binilip Allah'a ulaşılacak "uçan halı", kimi zaman "tarihi bir hatıra" gibi, ama hep "kutsal bir nesne" olarak görüyor


İşte fi-Zılal'in misyonu, bu yanlış algıya Kutub'ça bir itirazdır



Mustafa İslamoğlu (3 Eylül 2005)​
 
Üst