İnsanın dünyaya gelmesinde, hayata kavuşmasında asıl amil yüce Allah olmakla beraber, bunun gerçekleşmesindeki harici amil de kişinin anne ve babasıdır. Anne-baba, insanın dünyaya gelip büyüyüp yetişmesinde en büyük pay sahibidir. Bu sebeple insanlar içinde saygı, sevgi ve hizmete layıklık açısından önde gelenler ebeveynlerdir.
Anne ve baba gecesini gündüzüne katıp çocuğunun sağlıklı, huzurlu ve mutlu olması için her türlü fedakarlıkta bulunur. Çocuğun anne karnında taşınması, dünyaya getirilmesi, emzirilmesi, bakımı ve terbiyesi çok büyük fedakarlık gerektiren işlerdendir. Böyle olduğu içindir ki Kur’an, Allah’a kulluk ve şükürden sonra ana-babaya itaat etmeyi ve iyi davranmayı emretmektedir.
“Biz insana, annesine babasına iyi davranmasını emrettik. Zira annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yıl kadar sürer. İnsana buyurduk ki: “Hem Bana, hem de anne-babana şükret, unutma ki sonunda Bana döneceksiniz.”[1]
Görüldüğü üzere Hz. Lokman oğluna tavsiyelerinde ana-babaya hürmette asla boşluk bırakmamasını öğütlemektedir. Sözü edilen ayette genel itibariyle ebeveyne karşı saygılı davranarak her türlü iyiliği yapmanın gereği üzerinde durulmaktadır.
Kur’an, bu itaat unsurunu ifade ederken “ve bi’l-valideyni ihsanen-bivalideyhi ihsanen” ifadelerini kullanmakta ve bunun nasıl gerçekleşeceği hususunu da bir başka ayette şu şekilde gözler önüne sermektedir:
“Rabbin, sadece kendine kulluğu, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, onlara “of!” bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onlara alçakgönüllülükle kanat ger ve: “Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara öyle rahmet et!” diyerek dua et.”[2]
Görüldüğü gibi Yüce Allah, insanın ana-babasına güzel muamelede bulunması, onlara karşı şefkat ve merhametle yaklaşması, herhangi sıkıntı ve huzursuzluk hali içerisinde olsa dahi, bunu hiçbir şekilde belli etmemesi gerektiğini ifade etmektedir. Zira Kur’an yukarıdaki ayette anlatıldığı üzere huzursuzluk ve bıkkınlık anlamına gelen “öf” sözcüğünü bu anlamda kullanarak yasaklamıştır. Durum böyleyken bundan daha ağır olan ifade ve eylemler ise tamamen yasaklanmış olmaktadır.
Bundan dolayı insanın, ana-babasını rahatsız ve huzursuz edecek her türlü olumsuz davranışlardan kaçınması, onların maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayarak onlara huzurlu bir yaşam ortamı hazırlamaya çalışması, hata ve kusurları görmezlikten gelmesi, meşru talep ve isteklerini yerine getirmesi, öldüklerinde arkalarından hayır dualarda bulunması gerekmektedir. Bu esasen Allah’ın rızasını kazanmaya ve felaha kavuşmanın bir başka vesilesidir. Nitekim Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuşlardır: “Allah’ın rızası, ana-babanın rızasında; Allah’ın gazabı da aba-babanın gazabındadır”[3]; “İhtiyar ana-babasından her biri yahut ikisi, yanında bulunduğu halde onların rızasını kazanarak cennete girmeyenin burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün.”[4]
Öte yandan, annenin çocukları üzerindeki hakkı, babanın hakkından daha önce gelir. Hz. Peygamber’in birtakım hadislerine dayanarak bunu şu şekilde ifade etmek de mümkündür:
Ebu Hüreyre’den şöyle rivayet edilmiştir: “Bir adam gelerek, ‘Ey Allah’ın Resulü iyi davranıp güzel arkadaşlık etmeme en çok hak sahibi kimdir?’ dedi. Resulullah, ‘Annendir.’ dedi. Adam, ‘Sonra kimdir?’ dedi. Resulullah, ‘Annendir.’ dedi. Adam, ‘Sonra kimdir?’ dedi. Resulullah, ‘Annendir.’ dedi. Adam, ‘Sonra kimdir?’ dedi. Resulullah, ‘Babandır.’ dedi.”[5] Bu bağlamda başka bir rivayette şöyledir: “Muaviye b. Cahime, Resulullah’a gelerek, ‘Ey Allah’ın Resulü, ben savaşa katılmak istiyorum, bu konuda size danışmaya geldim’ dedi. Resulullah, ‘Annen var mıdır?’ dedi. Cahime, ‘Evet’ dedi. Resulullah, ‘Öyleyse ondan ayrılma zira cennet onun ayağının altındadır.’ dedi.”[6]
Anne ve babalar, çocuklarının iyiliği için çalışır ve çocuklarını kendilerine tercih ederler. Çocuğun hayatının her safhasında annenin ve babanın emeği ve fedakarlığı vardır. Bundan dolayı da anneye ve babaya güzel davranmak, iyilik etmek kurtuluşa ulaşmaya vesile olan davranışlardandır.
Demek ki, bütün canlılara yapılan iyilikler gibi ebeveyne yönelik gerçekleştirilen güzel davranışlarda karşılıksız kalmamaktadır. Kişi, ahlaki ilke ve kuralların bulunduğu kitaplarda belirtilen bu güzel davranışları yerine getirmek suretiyle, hem ana-babasının, hem de Yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazanarak dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşmuş olmaktadır.
Ancak ana-babanın çocuklarına aşırı düşkünlük ve onların geleceğini düşünme gibi yanlışlıkları, günaha düşmelerine ve kendilerine sevap kazandıracak işlerden uzak durmaya ve böylece ahirette kurtuluşu kaybetmeye bile neden olabilmektedir. Anne ve baba, hırsla mal biriktirmeyi ve ellerindeki nimetlerden muhtaçlara yardım etme imkanı varken etmemeyi çok kere çocuklarının geleceğini düşünme kaygısıyla yapmaktadırlar. Bunu yaparken de bazen meşru olmayan yollara sapabilmekte ve kendilerine günah kazandıracak işlere düşebilmektedirler. Çocuklarını, ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yetiştirmeye çalışıp onların geleceğini Allah’a bırakamamaktadırlar.
Anneye ve babaya iyilik etmek felaha erip cennete gitmeye vesile olurken, meşru işlerde onlara itaat etmeyip onlara kötü davranmak, bakıma muhtaç olduklarında bakımlarını üstlenmemek felahı kaybedip cehenneme götürücü amellerdendir. Kur’an bu hususta şöyle buyurmaktadır:
“Biz insana, annesine ve babasına iyilik etmesini öğütledik. Annesi onu zorlukla taşıdı ve zorlukla doğurdu. Onun taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır. Sonra güçlülük çağına erişip kırk yaşına ulaşınca dedi ki: ‘Rabbim, bana ve anneme, babama verdiğin nimetine şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi iş yapmaya beni yönelt! Soyum içinde de bana iyilik ver. Kuşkusuz ki ben, sana döndüm ve kuşkusuz ki ben, müslümanlardanım.’ İşte, yaptıklarının en güzelini kendilerinden kabul ettiğimiz ve kötülüklerini geçtiğimiz bu kimseler, cennet halkı içindedirler. Bu, kendilerine verilmiş olan dosdoğru sözdür. Anne ve babasına: ‘Öf size, benden önce nice kuşaklar gelip geçmişken benim yeniden diriltilip çıkarılacağımı mı bana söz veriyorsunuz?’ diyen kimseye anne ve babası Allah’a sığınarak: ‘Yazık sana! İman et, kuşkusuz Allah’ın verdiği söz gerçektir.’ der. O ise: ‘Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.’ der. İşte bunlar, kendilerinden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları içinde söz üzerlerine gerçekleşen kimselerdir. Kuşkusuz ki onlar kaybedenlerdir. Herkes için yaptıklarına göre dereceler vardır. İşte Allah, onlara yaptıklarının karşılığını tastamam verir. Onlara hiçbir haksızlık yapılmaz.”[7]
İyilik yapılırken ve herhangi bir infakta bulunulurken öncelik anne ve babaya verilmelidir. Anne ve babası bakıma muhtaçken onların ihtiyaçlarını karşılamayıp diğer insanların ihtiyaçlarının karşılanması için çalışmak öncelik sırasına riayet etmemek açısından yanlıştır. Kur’an, yardımda gözetilecek sırayı belirlemiştir. Yardım yakından başlayarak uzağa doğru genişletilerek yapılmalıdır:
“Sana, ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: İyilik olarak harcadıklarınız anne, baba, yakınlar, yetimler, düşkünler ve yolda kalmışlar içindir. Her ne iyilik yaparsanız kuşkusuz ki Allah, onu bilir.”[8]
İnsanın yaşlılık döneminde, işlerini kendi yapabilme gücü genellikle zayıflar, bazen de tamamen yok olabilir. Böyle bir durumda bir bebek gibi bakıma muhtaç hale gelebilir. Bu sebeple, anne ve baba çocuklarının yanında yaşlılık dönemine ulaştıkları zaman çocuklar, anne ve babanın kendileri için çektikleri sıkıntıları ve yaptıkları fedakarlıkları düşünüp onlara ellerinden geldiği kadar iyi bakmaya çalışmalıdır. Allah, hiç kimseye gücünün üstünde, yapabileceğinin dışında herhangi bir sorumluluk yüklemez. Çocuk, anne ve babası için elinden geleni yaptığı zaman sorumluluğunu yerine getirmiş demektir. Kişi, bugün ne ekerse yarın onu biçecektir; ekim zamanı ne ekerse hasat zamanı onu elde edecektir. Unutulmamalı ki Allah’ın ömür verdiği herkes, yaşlanıp kendisi de bakıma muhtaç hale gelebilir. İnsan, “şimdi ben anne ve babama bakayım ki bakıma muhtaç olduğumda çocuklarım da bana baksın” düşüncesinden daha ileri olan sorumluluk bilinciyle hareket etmelidir. Yani, “anne ve babam beni besleyip büyüttü, benim için elinden gelen fedakarlıkta bulundu, öyleyse ben de onlara bakıp ihtiyaçlarını karşılamalıyım, bu benim asli görevimdir” anlayışıyla sorumluluğunu yerine getirmelidir.
Öte yandan, vaktinde görevini yapmayanlar, sonradan pişman olup “keşke şöyle yapsaydım, böyle yasaydım” vb. boş temennilerde bulunurlar. Ama elden kaçan fırsat çok defa geri gelmez. Bu yüzden anne ve baba hayatta iken, Allah’ın buyruğu ve aklın gereği olarak en güzel şekilde davranılmalıdır. Bunun sonucunda da kurtuluşu kazanıp cennete gitmeye vesile olacak eylemler çoğaltılmalıdır. Anne ve babaya iyilik etmenin, kişinin felaha erip cennete gitmesine neden olacağı Hz. Peygamber’den bir rivayette şöyle dile getirilmiştir: “Resulullah, bir gün: ‘Burnu sürtülsün, burnu sürtülsün, burnu sürtülsün.’ dedi. ‘Kimin burnu sürtülsün ey Allah’ın Resulü?’ denildiğinde: ‘Annesi ve babasından her ikisinin yahut onlardan birisinin yaşlılığına ulaştığı halde cennete giremeyenin.’ dedi.”[9]
HAFIZ NURULLAH DAĞ
03.04.2007
Çamlıca
[1] Lokman, 31/14.
[2] İsra, 17/23-24.
[3] Tirmizi, Birr, 3.
[4] Müslim, Birr, 8.
[5] Buhari, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1; Tirmizi, Birr, 1.
[6] Nesai, Cihad, 6.
[7] Ahkaf, 46/15-19.
[8] Bakara, 2/215.
[9] Müslim, Birr, 9; Tirmizi, Daavat, 110.
Anne ve baba gecesini gündüzüne katıp çocuğunun sağlıklı, huzurlu ve mutlu olması için her türlü fedakarlıkta bulunur. Çocuğun anne karnında taşınması, dünyaya getirilmesi, emzirilmesi, bakımı ve terbiyesi çok büyük fedakarlık gerektiren işlerdendir. Böyle olduğu içindir ki Kur’an, Allah’a kulluk ve şükürden sonra ana-babaya itaat etmeyi ve iyi davranmayı emretmektedir.
“Biz insana, annesine babasına iyi davranmasını emrettik. Zira annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yıl kadar sürer. İnsana buyurduk ki: “Hem Bana, hem de anne-babana şükret, unutma ki sonunda Bana döneceksiniz.”[1]
Görüldüğü üzere Hz. Lokman oğluna tavsiyelerinde ana-babaya hürmette asla boşluk bırakmamasını öğütlemektedir. Sözü edilen ayette genel itibariyle ebeveyne karşı saygılı davranarak her türlü iyiliği yapmanın gereği üzerinde durulmaktadır.
Kur’an, bu itaat unsurunu ifade ederken “ve bi’l-valideyni ihsanen-bivalideyhi ihsanen” ifadelerini kullanmakta ve bunun nasıl gerçekleşeceği hususunu da bir başka ayette şu şekilde gözler önüne sermektedir:
“Rabbin, sadece kendine kulluğu, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, onlara “of!” bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onlara alçakgönüllülükle kanat ger ve: “Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara öyle rahmet et!” diyerek dua et.”[2]
Görüldüğü gibi Yüce Allah, insanın ana-babasına güzel muamelede bulunması, onlara karşı şefkat ve merhametle yaklaşması, herhangi sıkıntı ve huzursuzluk hali içerisinde olsa dahi, bunu hiçbir şekilde belli etmemesi gerektiğini ifade etmektedir. Zira Kur’an yukarıdaki ayette anlatıldığı üzere huzursuzluk ve bıkkınlık anlamına gelen “öf” sözcüğünü bu anlamda kullanarak yasaklamıştır. Durum böyleyken bundan daha ağır olan ifade ve eylemler ise tamamen yasaklanmış olmaktadır.
Bundan dolayı insanın, ana-babasını rahatsız ve huzursuz edecek her türlü olumsuz davranışlardan kaçınması, onların maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayarak onlara huzurlu bir yaşam ortamı hazırlamaya çalışması, hata ve kusurları görmezlikten gelmesi, meşru talep ve isteklerini yerine getirmesi, öldüklerinde arkalarından hayır dualarda bulunması gerekmektedir. Bu esasen Allah’ın rızasını kazanmaya ve felaha kavuşmanın bir başka vesilesidir. Nitekim Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuşlardır: “Allah’ın rızası, ana-babanın rızasında; Allah’ın gazabı da aba-babanın gazabındadır”[3]; “İhtiyar ana-babasından her biri yahut ikisi, yanında bulunduğu halde onların rızasını kazanarak cennete girmeyenin burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün.”[4]
Öte yandan, annenin çocukları üzerindeki hakkı, babanın hakkından daha önce gelir. Hz. Peygamber’in birtakım hadislerine dayanarak bunu şu şekilde ifade etmek de mümkündür:
Ebu Hüreyre’den şöyle rivayet edilmiştir: “Bir adam gelerek, ‘Ey Allah’ın Resulü iyi davranıp güzel arkadaşlık etmeme en çok hak sahibi kimdir?’ dedi. Resulullah, ‘Annendir.’ dedi. Adam, ‘Sonra kimdir?’ dedi. Resulullah, ‘Annendir.’ dedi. Adam, ‘Sonra kimdir?’ dedi. Resulullah, ‘Annendir.’ dedi. Adam, ‘Sonra kimdir?’ dedi. Resulullah, ‘Babandır.’ dedi.”[5] Bu bağlamda başka bir rivayette şöyledir: “Muaviye b. Cahime, Resulullah’a gelerek, ‘Ey Allah’ın Resulü, ben savaşa katılmak istiyorum, bu konuda size danışmaya geldim’ dedi. Resulullah, ‘Annen var mıdır?’ dedi. Cahime, ‘Evet’ dedi. Resulullah, ‘Öyleyse ondan ayrılma zira cennet onun ayağının altındadır.’ dedi.”[6]
Anne ve babalar, çocuklarının iyiliği için çalışır ve çocuklarını kendilerine tercih ederler. Çocuğun hayatının her safhasında annenin ve babanın emeği ve fedakarlığı vardır. Bundan dolayı da anneye ve babaya güzel davranmak, iyilik etmek kurtuluşa ulaşmaya vesile olan davranışlardandır.
Demek ki, bütün canlılara yapılan iyilikler gibi ebeveyne yönelik gerçekleştirilen güzel davranışlarda karşılıksız kalmamaktadır. Kişi, ahlaki ilke ve kuralların bulunduğu kitaplarda belirtilen bu güzel davranışları yerine getirmek suretiyle, hem ana-babasının, hem de Yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazanarak dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşmuş olmaktadır.
Ancak ana-babanın çocuklarına aşırı düşkünlük ve onların geleceğini düşünme gibi yanlışlıkları, günaha düşmelerine ve kendilerine sevap kazandıracak işlerden uzak durmaya ve böylece ahirette kurtuluşu kaybetmeye bile neden olabilmektedir. Anne ve baba, hırsla mal biriktirmeyi ve ellerindeki nimetlerden muhtaçlara yardım etme imkanı varken etmemeyi çok kere çocuklarının geleceğini düşünme kaygısıyla yapmaktadırlar. Bunu yaparken de bazen meşru olmayan yollara sapabilmekte ve kendilerine günah kazandıracak işlere düşebilmektedirler. Çocuklarını, ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yetiştirmeye çalışıp onların geleceğini Allah’a bırakamamaktadırlar.
Anneye ve babaya iyilik etmek felaha erip cennete gitmeye vesile olurken, meşru işlerde onlara itaat etmeyip onlara kötü davranmak, bakıma muhtaç olduklarında bakımlarını üstlenmemek felahı kaybedip cehenneme götürücü amellerdendir. Kur’an bu hususta şöyle buyurmaktadır:
“Biz insana, annesine ve babasına iyilik etmesini öğütledik. Annesi onu zorlukla taşıdı ve zorlukla doğurdu. Onun taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır. Sonra güçlülük çağına erişip kırk yaşına ulaşınca dedi ki: ‘Rabbim, bana ve anneme, babama verdiğin nimetine şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi iş yapmaya beni yönelt! Soyum içinde de bana iyilik ver. Kuşkusuz ki ben, sana döndüm ve kuşkusuz ki ben, müslümanlardanım.’ İşte, yaptıklarının en güzelini kendilerinden kabul ettiğimiz ve kötülüklerini geçtiğimiz bu kimseler, cennet halkı içindedirler. Bu, kendilerine verilmiş olan dosdoğru sözdür. Anne ve babasına: ‘Öf size, benden önce nice kuşaklar gelip geçmişken benim yeniden diriltilip çıkarılacağımı mı bana söz veriyorsunuz?’ diyen kimseye anne ve babası Allah’a sığınarak: ‘Yazık sana! İman et, kuşkusuz Allah’ın verdiği söz gerçektir.’ der. O ise: ‘Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.’ der. İşte bunlar, kendilerinden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları içinde söz üzerlerine gerçekleşen kimselerdir. Kuşkusuz ki onlar kaybedenlerdir. Herkes için yaptıklarına göre dereceler vardır. İşte Allah, onlara yaptıklarının karşılığını tastamam verir. Onlara hiçbir haksızlık yapılmaz.”[7]
İyilik yapılırken ve herhangi bir infakta bulunulurken öncelik anne ve babaya verilmelidir. Anne ve babası bakıma muhtaçken onların ihtiyaçlarını karşılamayıp diğer insanların ihtiyaçlarının karşılanması için çalışmak öncelik sırasına riayet etmemek açısından yanlıştır. Kur’an, yardımda gözetilecek sırayı belirlemiştir. Yardım yakından başlayarak uzağa doğru genişletilerek yapılmalıdır:
“Sana, ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: İyilik olarak harcadıklarınız anne, baba, yakınlar, yetimler, düşkünler ve yolda kalmışlar içindir. Her ne iyilik yaparsanız kuşkusuz ki Allah, onu bilir.”[8]
İnsanın yaşlılık döneminde, işlerini kendi yapabilme gücü genellikle zayıflar, bazen de tamamen yok olabilir. Böyle bir durumda bir bebek gibi bakıma muhtaç hale gelebilir. Bu sebeple, anne ve baba çocuklarının yanında yaşlılık dönemine ulaştıkları zaman çocuklar, anne ve babanın kendileri için çektikleri sıkıntıları ve yaptıkları fedakarlıkları düşünüp onlara ellerinden geldiği kadar iyi bakmaya çalışmalıdır. Allah, hiç kimseye gücünün üstünde, yapabileceğinin dışında herhangi bir sorumluluk yüklemez. Çocuk, anne ve babası için elinden geleni yaptığı zaman sorumluluğunu yerine getirmiş demektir. Kişi, bugün ne ekerse yarın onu biçecektir; ekim zamanı ne ekerse hasat zamanı onu elde edecektir. Unutulmamalı ki Allah’ın ömür verdiği herkes, yaşlanıp kendisi de bakıma muhtaç hale gelebilir. İnsan, “şimdi ben anne ve babama bakayım ki bakıma muhtaç olduğumda çocuklarım da bana baksın” düşüncesinden daha ileri olan sorumluluk bilinciyle hareket etmelidir. Yani, “anne ve babam beni besleyip büyüttü, benim için elinden gelen fedakarlıkta bulundu, öyleyse ben de onlara bakıp ihtiyaçlarını karşılamalıyım, bu benim asli görevimdir” anlayışıyla sorumluluğunu yerine getirmelidir.
Öte yandan, vaktinde görevini yapmayanlar, sonradan pişman olup “keşke şöyle yapsaydım, böyle yasaydım” vb. boş temennilerde bulunurlar. Ama elden kaçan fırsat çok defa geri gelmez. Bu yüzden anne ve baba hayatta iken, Allah’ın buyruğu ve aklın gereği olarak en güzel şekilde davranılmalıdır. Bunun sonucunda da kurtuluşu kazanıp cennete gitmeye vesile olacak eylemler çoğaltılmalıdır. Anne ve babaya iyilik etmenin, kişinin felaha erip cennete gitmesine neden olacağı Hz. Peygamber’den bir rivayette şöyle dile getirilmiştir: “Resulullah, bir gün: ‘Burnu sürtülsün, burnu sürtülsün, burnu sürtülsün.’ dedi. ‘Kimin burnu sürtülsün ey Allah’ın Resulü?’ denildiğinde: ‘Annesi ve babasından her ikisinin yahut onlardan birisinin yaşlılığına ulaştığı halde cennete giremeyenin.’ dedi.”[9]
HAFIZ NURULLAH DAĞ
03.04.2007
Çamlıca
[1] Lokman, 31/14.
[2] İsra, 17/23-24.
[3] Tirmizi, Birr, 3.
[4] Müslim, Birr, 8.
[5] Buhari, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1; Tirmizi, Birr, 1.
[6] Nesai, Cihad, 6.
[7] Ahkaf, 46/15-19.
[8] Bakara, 2/215.
[9] Müslim, Birr, 9; Tirmizi, Daavat, 110.